Şiir, Sadece

31 Ağustos 2017 Perşembe

Uyuyan Dost

Ne diyeceğiz uyuyan dosta bu gece?
En güçsüz sözcük
en yırtıcı acıdan geliyor dudaklarımıza.
Bakacağız dosta,
bakacağız hiçbir şey demeyen yararsız dudaklarına,
çok yavaş konuşacağız
Her akşam
aldırışsız ve dipdiri beliren eski ağrının
yüzünü alacak gece. Bir can gibi karanlıkta suskun,
acı çekecek eskil sessizlik.
Çok yavaş soluyan geceye konuşacağız.

Ölü sessizliğe karşı oylumlaya oylumlaya varlıkları
apansız gelecek şafağın irkiltisinde
ve varlıkların ötesindeki karanlıkta
an'ların damlayışını duyacağız. Yararsız ışık
günün doğan yüzünü vuracak ortaya. Susacak
an'lar. Varlıklar konuşacak yavaştan.


Cesare Pavese
Çeviren: Bedrettin Cömert

Gelecek Ölüm - Gözleri Gözlerin Olacak

Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
sabahtan akşama dek, gözünü kırpmadan,
sağırcasına, eski bir vicdan acısı gibi
saçma bir alışkanlık gibi
ardımızdan kovalayan bu ölüm
gelecek bir gün
Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin
aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah,
suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak.
Ey sevgili umut, o gün biz de bileceğiz
hem yaşam hem hiçsin sen bile, ey sevgili umut!

Herkese birdir bakışı ölümün
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
bir alışkıyı bırakırcasına
ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada
kenetli bir dudağı dinlercesine
sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca.


Cesare Pavese
Çeviren: Bedrettin Cömert

Görünüm IV

Tina'ya


İki adam kıyıda sigara içiyor. Yüzen kadın
-suyu yarmadan- kendi kısa ufkunun yeşilinden
başka bir şey görmüyor. Gökle ağaçlar arasında
bu su uzanıyor ve akıp gidiyor kadın içinde,
gövdesiz. Bulutlar gökte dinleniyor, kımıldamıyor
sanki. Duman havada asılı, duruyor.

Buz gibi suyun altında otlar var. Kadın
üstlerinden geçiyor; ama biz ediyoruz otları,
yeşil otları gövdemizle. Su boyunca yok
başka ağırlık. Toprağı yalnız biz duyuyoruz.
Uzanan gövdesi kadının, suyun içinde,
açgözlü soğuğun emdiğini duyuyor belki
gevşekliğini güneş alan yerlerinin ve bıraktığını onu
capcanlı, devinimsiz yeşile. Başı kımıldamıyor.

Otların ezik olduğu surda uzanmıştı o da.
Koluna dayamış yan görünen yüzünü,
otlara bakıyordu. Kimse konuşmuyordu.
Hala asılı havada o ilk hışırtı,
onu suya alan. Bizim üstümüzde, duman,
Şimdi kıyıya vardı, bizimle konuşuyor, ışıl ışıl
kapkara, kütüklerin arasından çıkan gövdesi.
Sesi, suyun üstünde işitilen tek ses
-boğuk ve genç, o önceki ses.

Kıyıda uzanmış,
en koyu, en taze yeşili düşünüyoruz, içine
bıraktığı gövdesini. Sonra, içimizden biri birden
suya atlıyor ve batıp çıkarak omuzları,
köpüklü kulaçlarla, devinimsiz yeşili geçiyor


Cesare Pavese
Çeviren: Egemen Berköz

30 Ağustos 2017 Çarşamba

Ne Yakınma Ne De Çığlık

Sen de öfkeli gözkapaklardan çıkarsın
erişemezsin ama kanın vuruşlarına
seni acının demir parmaklıklarına bağlayan kadın.
Yüz çevirirsin can sıkıcı dostuna
ve uzaklaştırır seni ağıdın eli
bir yanıltıcı sözler yoluna
bir gölgeyle buluşmayı beklersin orada.
Ve ben ne bir yakınmayım ne de bir çığlık
ne de bir dengesiz yüzün adıyım
kendi kışında donmuş mürekkebim ben.


Libero De Libero
Çeviren: Özdemir İnce

Şiirler

Yaşam... şafak vakti bir trende
anımsamaktır üzünçlü bir uyanışı
dışarda ölgün ışığı görmüş olmaktır
ısırgan havanın kızoğlankız ve buruk hüznünü
duymuş olmaktır kırık dökük bedende

Daha bir tatlı anımsamak
apansız kurtuluşu oysa
yanıbaşımda genç bir denizci
ve mavisi ve beyazı giysisinin
ve dışarda bir deniz
baştan sona renk tazesi


III.

sen rüzgardan sırılsıklam
iniyorsun kara merdivenlerini meyhanenin
benim uzakçıl bir göğümde
güzel saçların diri gözlerine dökülmüş.

Liman ve rüzgar kokusu şimdi
dumanlı meyhanede
ve oylumlayıp bedenleri
beyaz denizciler sevindiren
özgür rüzgar


IV.

Nisan göğü altında kuşkuludur dirliğim
kımıldar şimdi açık yeşiller
gelişi güzel esen rüzgarda,
uyur sular hala
ama açık gibidir gözleri

Koşar çocuklar çayırda
dağıtır sanki hepsini rüzgar
ne ki yüreğimdir tek dağınık benim
kala kala bu yüreğe
yeşile iz bırakmış beyaz gömleklerinden
(ah gençlik) bir şimşek kalır canlı mı canlı


VIII. 

Kaçma çocuk, gitme tek başına
kendim için söylediğimi sanma
apaçık bir iz gördüm alnında
ama annen görmüyor, görmüyor ne de arkadaşın


IX. 

Bir bardak süt
ve bir meydan anıtlı
bir bardak süt
senin tatlı senin kirli senin yeni
ellerinden


Sandro Penna
Çeviren: Bedrettin Cömert

Milano, Ağustos 1943

Boşuna aranıyorsun toz toprak arasında
yoksul elim, kent öldü.
Öldü: Naviglo'nun tam kalbinde
gürledi son patlama. Düştü
akşamüstleri tüneyip öttüğü
manastırın anteninden bülbül.
Kazmayın avluları, kuyu açmayın
susuz değil artık canlılar.
Bırakın bu kıpkızıl bu şişmiş ölüleri
evlerinin toprağına bırakın:
öldü kent, öldü.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

29 Ağustos 2017 Salı

Gün Gün Üstüne

Gün gün üstüne: uğursuz sözler, kan
ve altın. Tanıdım sizi ey benzerlerim
ey yeryüzü canavarları. Dişleriniz
arasında yok oldu acıma, iyi haç bizi bıraktı.
Dönemem artık cennetime.
Mezarlar kaplayacak yaralı toprakları, denize karşı,
kahramanlık anıtı olmayacak ama bir teki bile.
Kaç kere oynadı bizle ölüm: yaprakların
tekdüze hışırtısıydı saran havayı
keşişleme esince fundalıktan bulutlara
yükselir gibi bataklık kuşları.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Kar

Akşam iniyor: ayrılıyoruz yine
ey sevgili hayalleri yeryüzünün, ağaçlar,
hayvanlar, asker kaputlarına
bürünen yoksullar, analar ey gözyaşıyla
dölyatakları kuruyan analar.
Aydınlatıyor bizi çayırları örten kar
ay aydın kar. Oh, bu ölüler. Alnımıza
alnımıza vurun kalbimizi kalbimize
de haykırsın birimiz hiç olmazsa bu sessiz
bu apak mezarlar çemberinde.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Duvar

Kertenkeleler dolaşıyor nicedir, kayıp
kayıp gidiyor duvarlarında stadın
sarkan otlar, çatlaklar arasında;
kurbağa yuvasına dönüyor,
türkü söylüyorum durmuş, uzak
gecelerini memleketimin. Anımsarsın
gölge gibi gelişimizi büyük yıldızın
selamladığı bu yeri. Nice günler
geçti, sevgilim, kavaklar yaprak dökerken
nice kan aktı toprağın ırmaklarına.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Çağımın İnsanı

Hala taş elinde düşünde hala sapan
çağımın insanı. Uçaktaydın,
kanatları ölüm ve kötülük taşıyan,
- gördüm seni - ateş arabasında, darağaçlarında,
işkence çarklarında, gördüm: sendin,
kıyıma inanan biliminle, yanılmaz,
aşksız, İsasız. Öldürdün yine
hep öldürdüğü gibi ataların öldürdüğü gibi
insanı ilk gören hayvanları.
Ve bu "Dağa gidelim" dediği günkü
koku kardeşin kardeşe bu kan
kokusu. Ve sana kadar gününe kadar
gelen o soğuk inatçı yankı.
Unutun ey oğullar topraktan yükselen
kan bulutlarını unutun babalarınızı:
kül altında kalmış mezarları,
rüzgar yüreklerini karakuşlar almış.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Bir Başka Lazzaro Üstüne

Çok uzak kışlardan beri, kükürtten
bir gong dövülür dumanlı
vadilerde. O zamanki gibi dalgalanır
ormanların sesi: "Işıktan önce,
uyku içinde, doğacaksın ottan
insanlara". Geri döner taşın
dünyanın hayalinin duraksadığı yerden.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Yaşama Sancısıyla

Kaç kez karşılaştım yaşama sancısıyla:
yolu kesilmiş, dereydi, uğuldayan,
kıvrılmasıydı yanan kağıdın,
yere çökertilmiş attı.

Mucizeydi tanıdığım tek iyi şey
tanrısal ilgisizliği başlatan:
yontuydu o, öğleden sonra ağırlığında
ve buluttu ve yükseklerde süzülen doğan.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

Suriye

Şiir Tanrı'ya çıkan merdivendir
derdi eskiler. Öyle olmadığını görürsün belki
beni okursan. Ama o gün anladım bulduğumu
söyleyeceklerimi sana, bulutların
aldığı göğü ve bir keçi sürüsünün
dik yamaçlardan sarktığı atlayarak
böğürtlenlere, sazlıklara doğru, o gün ve zayıf yüzleri
ayla güneşin birbirine karışıyordu,
motor bozulmuştu ve bir kayaya
kanla çizilmiş okun gösterdiği
Halep yoluydu.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Senden Sonra

Ey yedi yaş!
Ey şaşırtıcı yaşı yola çıkmanın!
Ne çok zaman geçti senden sonra
Çılgınlık ve bilgisizliklerle dolu!
Bizimle o kuş arasında, senden sonra.
Bizimle sabah esintisi arasında
Bir bağlantı olan o diri o aydınlık pencere
Kırıldı
Kırıldı
Kırıldı

Senden sonra o topraktan yapılmış
O bir tek sözcük söyleyen bebek, bir tek sözcük: Su su su
Boğuldu suda
Sesini öldürdük biz senden sonra ağustos böceklerinin
Ve bağladık yüreğimizi
Alfabeden yükselen zil seslerine
Siren seslerine silah fabrikalarının

Senden sonra masaların altından
Oyun yerimiz olan masaların altından
Masaların arkasına geçtik
Arkasından masaların
Masaların üstüne
Ve oynadık masaların üstünde
Ve yitirdik, senin rengini yitirdik ey yedi yaş!
Birbirimize ihanet ettik senden sonra
Ve sildik tüm anıları
Kurşun parçaları ve akan kanın damlalarıyla
Sokakların alçı duvarlarından

Alanlara doluştuk senden sonra
Ve haykırdık:
Yaşasın!
Kahrolsun!

Alanın kargaşasında kurnazca
Kentimize sızmış ve şarkılar söyleyen bozuk paraları
Alkışladık
Senden sonra yargıladık aşkı

Birbirimizin katili olan bizler
Merak içindeydi yüreklerimiz
Ceplerimizde
Bizse pay almak için aşktan, yargılamaya başladık

Senden sonra mezarlıklara adandık
Büyükanne'nin çarşafı altında soluyup duruyordu ölüm
Bir yanında dirilerin kederli dallarına
Adaklar bağladığı
öbür yanında
Ölülerin fosforlu köklerini tırmaladığı
O ulu ağaç: Ölüm
Ve o kutsal parmaklığın üstünde oturuyordu ölüm
Köşelerinde
Dört mavi lalenin yandığı
Rüzgarın sesi geliyor
Sesi geliyor rüzgarın ey yedi yaş!

Kalktım ve bir bardak su içtim
Ve hatırladım birden korkusunu
Genç tarlalarının çekirgelerden

Ne ödemeliyiz?
Ne kadar ödemeliyiz daha
Büyüsün diye bu beton kutu
Ne ödeyeceğiz?
Gerekeni
Yitirmek için yitirmişiz çoktan
Işıksız yola koyulmuş olan biz
Ve ay, ay yani o sevgi dolu dişi oradaydı hep
Çocuksu anılarında bir toprak damın
Ve genç tarlalarında çocukluğun çekirgelerden korkan.

Daha ne ödemeliyiz?


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Akbaba

tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım

soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne

kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın

bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir

tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: M. Babek

Yeryüzü Ayetleri

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.

Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar

Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.

Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular

Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler

Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi

Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.

Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyorlardı çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.

Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.

Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.

Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalarlardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.

Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna

Ola ki ...
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk ...
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu ...

Ah tutsağın sesi...
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi...


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Evim Bulutludur

evim bulutludur
boydan boya yerler bulutlu
dönemeçten
öfkeli bir yel esiyor
dağıtıyor her bir yeri
duygularımı dağıtıyor
ey sen kaval çalan
ve dalıp giden kavalım ninnisiyle
evim bulutludur benim

ey bulut
boşalmak isteyen bulut

ve ben
anılarıma karışıyorum
geçmişte kalan mutlu günlerime
güneşe çeviriyorum bakışlarımı
deniz kıyısında
yıkılmış her bir yer
öfkeli rüzgarla

ve yolda
kaval çalan adam
yürüyor
bulutlu dünyasında


Nima Yusiç
Çeviren: M. Babek

25 Ağustos 2017 Cuma

Ey İnsanlar

Ey insanlar!
Siz kıyıda şen ve kedersiz,
Denizde can çekişen bir insan var.
denizde,
Şu bildiğiniz sert, kara ve ağır denizde
Yaşam için çırpınan bir insan var!

Düşmanları yendim diye
Keyiflendiğinizde,
Bir düşkünün elini tuttum
Esenliğe kavuşsun diye
Kemerimi daha fazla sıktım diye
Övündüğünüzde,
Bilmem ne zaman anlatsam ki size
Ey insanlar
Kıyıda kurulu düzeniniz var
Önde ekmek, üstte gömlek
Denizde boğuşan insan size sesleniyor.
Ağır dalgaları yorgun elleriyle itiyor
Ağzı açık gözler yerinden fırlamış
Uzaklardan karaltımızı görmüş
Yutmuş yutacağı kadar deniz suyunu
Takattan kesilmiş
Batar
Kah başı
Kah eli

Ey insanlar!
Uzaklaştıkça o
Köhne dünyaya seslenirken
Bas bas bağırarak yardım diliyor
Ey insanlar!
Kıyıda sakin, seyre dalmışsınız
Dalgalar, sakin kıyınızı döver
Parçalanır kumsal üzerine
Çekilir köpükler.
Bir bağırtı uzaklardan duyulur
duyulur.

Ey insanlar!
Sesi rüzgar alır götürür
Rüzgarda, sesi dalgalanır
Uzaklardan yakınlardan
Kulaklarda yine bir haykırış
Ey insanlar! ..


Nima Yusiç
Çeviren: İldeniz Kurtulan

Uzayda Şarkı

Gökyüzünün ötesine ilk defa uçan insan
Başını çevirince mavi gözlerini gördü yeryüzünün.
İnsan dedi: Nasıl böylesine mavi oldu gözlerin?
Dünya dedi: Okyanus'ta biriken gözyaşları yüzündendir.
Ama niçin akan yaşlarla dolu denizler?
Çünkü binlerce yıldır çok seller boşaldı içimden.
İyi de niçin gözyaşı döktün uzayda dans ederken böyle?
Çünkü ben anasıyım İnsan Soyunun.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

Şiir Nedir?

Hep birlikte dans eden şu çırçıplak sözcüklere bak!
Nasıl da çarpıyorlar herkesi.
Tek bir adım atmak yeter bunun'çin -
Çıkarın giysiler'nizi
Ve dansa katılın siz de.
Çırçıplak sözcükler ile insanlar dans ediyor hep beraber.
Olay çıkacak şimdi
Neyse işte geliyor Şiir Polisi!

Devam edelim dansa.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

24 Ağustos 2017 Perşembe

Benim Yaslı Kaptanlarım

Birkaç arkadaştılar ve tarihsel adlı
Birkaç insan: şimdi gelmişler
Bir bir görünüyorlar karanlığın içinden.
Ne de geç başlıyor ışımaları,
Nasıl da erişiyorlar sönmeden önce
Pürüzsüz bütünlüğüne bir tenin.

Ve kuşanır oluyorlar sonra bir yokluk gibi
Upuzun bir geçmişin urbasını.
Yenilemek için tek onun için
Yaşadıklarını sanmıştım
Habire kasılan bir sancıya ödenmiş
Bir kuvvetin kısır döngüsünü.
Uyarmalarıdır şimdi bana uzaktan değinen.

Doğru, durulmamışlardır daha,
Gene de bir belirginlikleri var
Kendilerince gerçek ve ayrı;
Bir ayıklanmışı var her birinin
Çıkmazlar arasından.
Çekilmişler bir yörüngeye,
Katı, çıkarsız bir güç ile
Dönüp duruyorlar, yıldızlar kadar.


Thorn Gunn
Çeviren: Feyyaz Kayacan

İdam Sehpasından Kimse Konuşmayacak

İdam sehpasından
kimse konuşmayacak. Sahne
kendi kendini açıklayacak.

O üstü parlak
düzgün kesilmiş tahta
mutfakta kullanılan bir araç tıpkı.

Hele o yüzü maskeli adam
elinde baltası: tanıdığımız biri:
Bizim orda bir depoda çalışıyor iş saatleri.

Sonra, mahkum, yüzünün rengi uçmuş,
çiğle ıslanmış otlarda yürüyor,
veda ediyor başıyla

tanıdıklarına. Sehpadan
kimse konuşmayacak. Biz de
unuttuk zaten suçunu.

Artık önemli değil
ne yaptığı. Önemli olan
hükmün yerine gelmesi ya da

daha çok, nasıl davranacağı
orada beklerken, insanlığı
sona ermeden.


Thorn Gunn
Türkçesi: Cevat Çapan

Baba Evi

Hüzünlüdür baba evi. Kalır bırakıldığı gibi
Kendini son terk edenin zevkine uygun.
Yeniden kazanmak istercesine o gideni.
Oysa, sevindirecek kimsesi yokken, solgun,
Bir türlü unutamaz yitirdiklerini.

Ve yeniden başlayamaz dönüp geriye,
İşte, her şey böyle olmalı, deyip coşkuyla
Bunu denediği günlere. Çoktan uğramış yenilgiye.
Nasıldı bir zamanlar! Bakın: resimlere, şu vazoya.
Çatal bıçak. Notalar piyanonun üstünde.


Philip Larkin
Türkçesi: Roni Margulies

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Uzanmak Gölgesine, Soluk ve Dalgın

Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın,
güneşten kızgın bir bostan duvarının,
dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından
tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısını yılanların.

Toprağın çatlağında, burçakotlarında ya da
izlemek kırmızı karınca dizilerini,
kah dağılan, kah toplaşıveren
başak kümeciklerinin üzerine.

Gözlemek dallar arasından, çırpınışını
denizin uzaklarda, pul pul,
yükselirken ağaçsız tepelerden
ağustos böceklerinin titreyen şarkısı.

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
hissetmek hüzünlü bir hayretle
nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
üstü cam kırıklarıyla kaplı
şu duvar boyunca yürümeye.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

İngiliz Kornosu

Rüzgar özenle çalıyor bu akşam
- Bir çelik şakırdamasını anımsatıyor -
sazların sık ağaçların ve süpürüyor
bakır ufku
uçurtmalar gibi uzandığı uğuldayan
gökte ışık çizgelerinin
(Geçip giden bulutlar, parlak
     krallıkları göğün! Yukardaki Eldorada'ların
     aralık kapıları!)
ve deniz, morarıyor
köpükten köpüğe, renk değiştiriyor
ve kıvrılıp bükülen köpüklerden
bir hortum fırlatıyor kıyıya;
kararırken hava yavaştan
doğan ve ölen rüzgar
seni de çalsaydı bu akşam
kalbim


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

Dağılgan Gönlümüz

Şu dağılgan gönlümüzü kavrayıp her biri yandan
ateşten imlerle açıklayacak
ve tozlu çayırlarda yitmiş bir safran gibi
parıldayacak sözcüğü isteme bizden

Ah güven içinde gidiyor insan
dost kendine ve başkalarına
önemsemiyor sıvası dökük bir duvarda
bıraktığı gölgesini kavurucu sıcağın

Sana dünyalar açacak anahtar isteme bizden
belki birkaç hece bir dal gibi kuru ve eğribüğrü
bugün yalnız şunu diyebiliriz sana
olmadığımız ve istemediğimiz şeyi


Eugenio Montale
Çeviren: Bedrettin Cömert

22 Ağustos 2017 Salı

Değerlerin Düşüşü

Bir yüksek öğrenim tezi okuyorum
değerlerin düşüşü üzerine
düşen kişi yüksekteymiş önceden
buymuş savunulması gereken
kim yitirmiş peki bu denli aklını?

Ne üstte ne de alttadır yaşam
hele hele ortada hiç
tanımaz o yukarıyı aşağıyı doluyu boşu
ne de sonrayı
zırnık bilmez şimdidense

Yırt kağıtlarını at lağıma
ey kendini bilmez adam
belki işte o zaman
söyleyebilirsin bir an olsun yaşadığını


Eugenio Montale
15 Ekim 1972
Türkçesi: Bedrettin Cömert

Uyanışlar

Her bir anı
bir başka kez
yaşadım ben
koyu bir çağda
benden dışarı

Uzaktayım belleğimle
peşinde o yitik hayatların

Uyanıyorum su
içinde sevgili bildik şeyler
şaşkın
ve yatışmışım

Bulutları kovalıyorum
çözülüyorlar tatlı
dikkat kesilmiş
anıyorum
birkaç
ölü arkadaşı

Nedir Tanrı?

Ve canlı
yılgıyla
faltaşı açıyor gözlerini
ve kucaklıyor
yıldız damlacıklarını
ve susuyor ova

Ve duyuyor
yeniden soluk aldığını


Giuseppe Ungaretti
Mariano, 29 Haziran 1916
Çeviren: Işıl Saatçıoğlu

Bitiş

     Böğürmüyor artık, fısıldamıyor deniz,
Deniz.

     Düşsüz, renksiz bir alan deniz,
Deniz,

     Aşındırıyor da insanı deniz,
Deniz

     Yansısız bulutlarda kımıl kımıl deniz,
Deniz.

     Hüzünlü dumanlara bıraktı yatağını deniz,
Deniz,

     Ölü de görüyorsun, deniz,
Deniz.


Giuseppe Ungaretti
Çeviren: Egemen Berköz

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Locvizza

Muhammed Şahab
derlerdi adına

Soyundandı
Berberi emirlerinin
kendini öldürdü
çünkü yoktu artık
yurdu
Fransa'yı sevdi
adını değiştirdi

Marcel oldu
Fransız değildi ama
ve yaşayamazdı artık
ailesinin
Kuran
dinlenen çadırında
bir kahve yudumlanarak
Ve çözemiyordu
büyüsünü
kendini bırakışının

Birlikte götürdük onu
otelin sahibi kadınla
Paris'te kaldığımız
karanlık ve yokuş
bir arka sokaktan,
rue des Carmes, 5 numaradan
Ivry mezarlığında
yatıyor
hep
dağılmış
bir panayır sonrası günü
görünümünde
o kenar mahallede
Ve belki yalnız ben
biliyorum artık
yaşadığını


Giuseppe Ungaretti
30 Eylül 1910
Çeviren: Egemen Berköz

Lucca

Mısır'daki evimizde, akşam yemeğinden, Dua'dan
sonra annem buraları anlatırdı bize.
Bundan, şaşırmalar şaşırmalarla geçti çocukluğum.
Sakınan, körce bir gelgit var kentin sokakları arasında.
Burda amaç yola çıkmaktır.
İkindi serinliğinde meyhanenin önünde, California'dan
kendi mülkleriymiş gibi söz eden insanlarla
oturdum.
Dehşetle kendimi buluyorum bu insanların
davranışlarında.
Sımsıcak aktığını duyuyorum şimdi damarlarımda
ölmüşlerimin kanının.
Bir kazma aldım ben de.
Toprağın tüten kalçalarında güler yakalıyorum
kendimi.
Elveda istekler, sıla özlemleri.
Bir insanın bilebileceği kadar biliyorum geçmişi
ve geleceği.
Yazgımı tanıyorum artık ve köklerimi.
Artık bir şey kalmıyor bana kehanette bulunacak,
düşünü görecek.
Her şeyi tattım, acısını çektim.
Ölüme rızadan başka bir şey kalmıyor bana.
Huzur içinde çocuk yetiştireceğim demek.
Yaşamı överdim, kötücül bir iştah
ölümlü aşklara iten beni.
Aşkı, ben de türün bir güvencesi saydığım
şu an, ölümü görüyorum.


Giuseppe Ungaretti
Çeviren: Egemen Berköz

Tatlı Zaman

Asılı havada tatlı zaman.
Dökülür tüyleri mavi göğe
ak kanadından bir güvercinin.
İnce bir ışık süzer son güllerden
seyrek yaprak duvarlar
tarlayla çayır arasında.
Gökten bir hüzün, büyük güneş kadar
iner yeryüzüne.

Sen, doğan set üstüne, yalnız
bir pırıltısıyla görünmez suların...

Eğiyorsun başını, ak kollarını kaldırıyorsun
tarıyorsun yumuşacık saçlarını;
öylesine yavaş, dururcasına.
Havada tatlı zaman gibi.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Acılar Kıyısı, Unutuş Kanalı

Büyük gölgesi şimdi güzün:
birden çökmüş akşam, soğuk
karanlık enginliğinde dumanlı göğün
hasta taşın üstüne, suyun - sönük.

Seyrek ışıklar şimdi, sıkıntıları,
sarı, siste dağılmış
uzak birbirinden, ayrı
her biri kendi ışıltısına kapanmış.

Acılar kıyısı, unutmuş kanalı...
bir ses yok yükselen ölü yürekten.
Yalnız o ayrılır haykırışları, tırmalayan kulakları
limandan uzaklaşan gemilerin


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Yeşil Kuşlar

Değil mi hava güzel, değil mi esmiyor artık
dizilebilirler dallara sessizce
ötüşmeden yeşil kuşlar
yaprakçasına, pençeleri gümüşten.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Bir Gül

Yine açılıyor akşamlar göller gibi
soluk, altın damların üstünde,
titreyerek yavaş, kımıltısız ışıkta
dağınık kuşkusu ağaçların.
Yok artık anılar, ağlayışlar: yalnızca
kısacık bir an, taş uykusundan
uyuyan yürekte, seni gören
parlak ışığı yaşamın
açık ve gizli şaşırtıcılığı yaşamın
yaşayan yaşamın. Ve gök göktür.
Bir gül açılır bir köşesinde
dünyanın, esrikleşir akşam havası
yeryüzünü kaplayan.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Kıyı

Bu uzun kıyıda iyiliğim benim
boydanboya uzanır ya günbatımları
göğün ve kanalın bir anı
kırmızı, altın şansı, güneşin
peşindedir ya, kaçak mutluluğun,
durgun uçuşun, gözkarartan boşluklarda
darmadağın ufuklarında geniş ateşlerin.
Sallanır yelkenlilerde direkler
titrer ağı çeken ipler, sessiz türküsü
canlı suskun suların, sönen gölgede.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Ömer Hayyam'a

"iç yaşadıkça" (Hayyam)
Yaz sabahlarında
yetişir ağızda bir yaprak ey Hayyam!
Bahçelerin güneşi
senin o
hiç içmeyeceğimiz şarabından
daha çok sarhoş ediyor bizi.
Bilsen
senden sonra nice mahzenlerden içtik,
kıpkırmızı oldu boğazımız
batının şaraplarından,
benim ihtiyar, benim yanık İranlım!
Tatlı düşünür çocukluğundur senin
asıl büyük armağan.
Sen
sisler ve yıldız uzaklıklarından
baktın dünyaya,
bildin yaşamın gölgesini
boyamasını ilksel meraklarla.
Umutsuz kesinliğin dışında
bir şey olmadığı yerde
sorular sordun, uyuşumlar önerdin
ve sonuçlanmıştı her şey.
Acıyarak gizlenen sana
sertliği değil Tanrı yüzünün
ama yorgun etin
tekdir ederken seni,
o karanlık ve ağlamaklı hoşnutsuzluktan
inceliği doğuyordu bir uyumun.
Böylece sen
inanarak bilmediğine
ve aramak zorunda olduğunu sanarak
atlattın
kaçınılmaz öncüllerini
insan yaşamının.
Budur asıl iyi şarap
Hayyam!
Bu aidatı içkisini
sana hayırlı kılan Tanrı,
seni varsıllığa
ve şiire eriştiriyordu.
Sense ey korkusuz,
kendi yaşamının zaten
çiçeklenmiş bir mezarlık olduğundan
kuşkulanmadan,
güleç mezarının güllerinin
çeşnisinde bakıyordun.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

18 Ağustos 2017 Cuma

Gece Geçişi

Işıklarla pırıl pırıl
bir trenle geçerken gece
gördüğüm şu tepecikte,
işte şurda,
yukarlarda,
çocukluğum yatar benim.
Yanık sap kokusu
dolduruyor içimi istasyonda.
Beni çağıran sayısız sesi andıran
eskil ve yaygın koku.
Ama gidiyor tren.
Nereye gittiğimi ben de bilmiyorum.
Uykudan gözünü bile açmayan
bir yol arkadaşım var.
Bir yabancı gibi bir hain gibi
geçtiğim bu ana toprağının
benim için ne olduğunu
ne düşünür ve düşler başkası.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

Martılar

Bilmem
yuvası nerdedir martıların
nerede barışa ererler.
Durmadan uçmaktayım
ben de onlar gibi.
Yem yakalamak için suya sürünüşleri gibi
ben de yaşama sürtünüyorum.
Belki onlar gibi sessizliği seviyorum
sonsuz deniz sessizliğini.
Ama benim yazgım
yaşamaktır
fırtınada şimşek gibi.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

Ölüme

Evet ölüme,
ama hayır ölümün saldırısına uğramaya!
En iyi yolculuk olduğuna inanarak
ölmek
böyle bir yolculuğun.
Ve son anda
her biri bir yüzyılmış gibi gelen
bir istasyon saatinin dakikalarını
sayar gibi
neşeli olmak.
Mademki ölüm
aldatan sevgilinin yerine geçen
bir gelindir kocasına bağlı
almak istemeyiz içeri onu
çağırılmamış bir konuk gibi
ne de kaçmaz birlikte.
İzinsiz
çok kez çıktık yola.
Zamanın tek bir anda
eşiğini aşmak üzereyken,
anısı bile bizlerin
uçup gidecekken,
bırak bizi ey Ölüm, elveda diyelim dünyaya,
bırak, gecikelim biraz daha!
Olmasın birdenbire
büyük adım.
Buz kesiyor kanun
düşününce apansız ölümü.
Ölüm, yakalama birdenbire beni,
haber et uzaktan,
alışkanlıklarımın en sonuncusuymuş gibi
dostça alırsın beni.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

17 Ağustos 2017 Perşembe

Eski Kent

Çoğun dönerken eve
loş bir sokağından geçerim
eski kentin,
yansır su birikintilerinde solgun
ışığı birkaç sokak fenerinin
ve hep kalabalıktır yol.

Burda
meyhaneden eve ya da kerhaneye
gidip gelen insanlar arasında
hurda
insanların ve malın
koca bir limanın döküntüsü olduğu
bu yerde
sonsuzluğu buluyorum
alçak gönüllülükle

Burda
denizci orospusu
ana avrat düz giden moruğu
işini uyduran kancığı
kızartmacı dükkanına mitili sermiş süvarisi
canı istediğinden içi içine sığmayan genç kızı
hepsi
yaşamın ve acının yaratıklarıdır.
Tanrı çalkalanır
onların içinde
benim gibi...

Burda
sıradan insanlar arasında
düşüncemin arındığını duyumsuyorum
yolun en aşağılık olduğu yerde.


Umberto Saba
Çeviren: Bedrettin Cömert ·

Sevgili Yer

Dolaşıp durduk bütün öğleden sonra
iki yaşamı bir yapacağımız bir yer arayarak

Gürültüydü yaşam, ergindi, düşmandı
gençliğimize gözdağı veriyordu

Oysa cırcır böceklerinin hala öttüğü bu yere varınca
bilseniz nice sessizlik bu ay altında.


Umberto Saba
Çeviren: Bedrettin Cömert

Karıma

Sen bir piliç gibisin
taze ve beyaz.
Esince rüzgar, tüyleri karışan
su içerken boynunu eğen
ve toprakta eşinen
ve yürürken
seni sultanlara yaraşır adımlarınla
ağır ağır giden
ve iterek göğsünü ileriye
çalımla çimende gezinen
bir piliç gibisin sen.
Erkeğinden daha üstün bir piliç.
Tanrı'ya yaklaştıran
tüm günahsız hayvanların
tüm dişileri gibi.
Eğer yanılmıyorsam
yanıltmıyorsa eğer beni gözlerim
başka hiçbir kadında değil
bunlar arasında senin eşin.
Akşam
tavukları bastırınca uyku
öyle sesler çıkarırlar ki
bazen hastalanıp inildediğinde
tatlılar tatlısı sesini anımsatır senin.
Sen bilmezsin
kümeslerin yumuşak ve üzünçlü sesine
nasıl benzediğini sesinin.

Sen gebe bir düve gibisin
hafif
ağırlaşmamış daha
şen şakrak hatta,
boynunu çeviren
okşayınca,
boyun değil
yumuşak pembeden bir et çemberi sanki.
Karşılaştığında
duyursan böğürdüğünü
o ses
o denli yakınıcıdır ki
koparıp bir tutam ot
edemezsin vermeden.
Hüzünlüysen eğer
işte ben de öyle sunuyorum
armağanımı sana.

Sen dişi bir köpek gibisin
uzanmış yere,
gözleri bunca tatlı
ve acımazsız yüreği.
Bastırılamayan bir öfkeyle tutuşmuş
bir ermiş oluveriyor
ayaklarının dibinde
ve öylece sana bakıyor
Tanrı'sı ya da Efendisiymiş gibi.
Evde ya da yolda
yaklaşmaya görsün birisi
hemen gösteriyor bembeyaz dişlerini,
kıskanç mı kıskanç
sevgisi.

Sen ürkek bir tavşan gibisin.
Daracık kafesinde
dikilir ayağa
görünce birini
ve durur tetikte
uzatarak kulaklarını.
Kepek ya da hindiba götürmeni bekler,
olmayınca da
büzülüp içine
karanlık köşeleri seçer.
Hangi gönül razı olur
ağzından almaya yemini?
Hangi gönül razı olur almaya
kurmak için yuvasını
üstünden yolduğu tüyü?
Hangi yürek katlanır
acı çektirmeye ona?

Sen bir kırlangıç gibisin
baharda dönen,
ama güzün göç eden.
Ne ki yok bu son alışkanlığın senin.
Daha çok
tüy gibi deviniş almışsın
kırlangıçtan.
İşte budur bana
yaşlılığını duyan
ve de yaşlı olan bana
bir başka bahar muştulayan.

Sen bir karınca gibisin
yarınını düşünen.
Çıkınca kıra gezmeye
ninesi ondan konuşan
yanındaki bebeye.
Ben de böyle işte
başka hiçbir kadında değil
ya anda buluyorum seni
ya da Tanrı'ya yaklaştıran
tüm günahsız hayvanların
dişilerinde.


Umberto Saba
Çeviren: Bedrettin Cömert

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Gidiş ve Davranışlar

bir kış gecesi
şamdanların ışığında
kafayı bulurken saray:
"seviştim
savaştım
ve bayındır oldum" diye
haykırdı en sevileni
kralların - sonra dönerek konuklarına
göz göre göre kaldırıp bardağını
içkisini içti
buna
yankı verdi beyaz sesi
düşük bir hükümdarın - sürgün
bin fersah uzakta yitip ülkesinden:
"ölü taklidi yaptım
denizin ortasında
sırt üstü yüzdüm-
ve bıraktım kendimi
küreklerin keyfine
tıpkı bir saman çöpü gibi."


Vahe Godel
Çeviren: Özdemir İnce

Düşlem

Hiçbir şey (ama şu koku, birdenbire, sanki çiçek açmış
uzak akasyalar), ilk sıcakların mutlu karayılanından
başka hiçbir şey, papatya ve adaçayının egemen olduğu
çayırda akıp giden.

Şurda hurda çiğ parıltıları.

Kazılmış çukurlarda, karıklarda çoktan ayağa kalkmış
ot, bir izin başlayıp bittiği yerde, sanki algılanmaz
bir yelin (bir iç çekişi, bir soluk parçası) keyfine
göre.

Koku. Kararsız patika, silik.

Ya da (ama, birdenbire, şu koku, şu salkım salkım beyazlık),
ya da suların yüzeyinde sallanan, dağılmış, yarısı
batık bir papatya tacı, adaçaylarının mavi saplarıyla
bağlı.


Pierre Chappuis
Çeviren: Özdemir İnce

Dersler

Eskidendi,
ürkek, bilgisiz ben, ancak yaşayıp,
gözlerimi görüntülerle örterek,
ölülere ve ölenlere kılavuzluk yaptığımı
savladım.

Ben, içleştiren şair,
tutumlu, ancak acı çeken,
oralara dek yollar çizmeye gitmek!

Şimdi, üflenmiş lamba,
el daha aylak, titrek,
yavaşça başlıyorum yeniden
havada.

"Kim bana yardım edecek? Gelemez kimse buraya.
Ellerimi tutacak olan tutamaz titreyen elleri,
gözlerimin önüne bir perde koyan alıkoyamaz beni görmekten,

bir palto gibi gece ve gündüz çevremde olan
bu ateşe, bu soğuğa karşı yapamaz hiçbir şey.
Buradan, en azından, hiçbir
aygıtın sarsamayacağı bir duvarın olduğuna tanık durabilirim.

Bundan böyle, en kötü ve en uzundan başkası bekliyorum beni."

Böyle mi susar darlığında gecenin?

Gözlerimi kaldırdım.

Pencerenin ardından,
ışığın dibinden
imgeler geçiyor gene de.

Mekik dokuyanlar
ya da varlığın melekleri,
uzayı onarıyorlar.


Philippe Jaccottet
Çeviren: Enis Batur

15 Ağustos 2017 Salı

Kuşlar, Çiçekler ve Meyveler

Gün kavuşurken bir ekin sapı çok yüksekte
yerle bir bu hafif esinti:
kim seçiyor böyle bir gövdeden ötekine?
Dağların ağılından sıyrılmış bir kaynak,
bir köseği mi?

Kuşlar duyulmuyor bu taşların arasında,
yalnız, çok uzakta, çekiçler

Her çiçek yaklaşmış gibi duran
gecedir ancak

Ama kokusunun yükseldiği yerden
girmeyi umamam
onun için sarsıyor beni böylesine
ve bu kapalı kapının önünde uyanık
tutuyor böylesine uzun zaman

Her renk, her yaşam
bakışın durduğu yerde doğar

Bu dünya doruğudur ancak
görünmez bir yangının.

Göz:
taşan bir kaynak

Ama nereden gelmiş?
En uzaktan daha uzaktan
En aşağıdan daha aşağıdan

Sanıyorum ben öteki dünyayı içtim

Nedir bakış?

Dilden daha sivri bir kargı
bir aşırılıktan ötekine koşu
en derinden en uzağa
en karanlıktan en arıya

bir yırtıcı

konmak istemiyorum artık
zamanın hızında uçmak

bir an böylece
bekleyişimi devinimsiz sanmak.


Philippe Jaccottet
Çeviren: Enis Batur

Şiir

Kimse yok Parkta
Poe ile benim dışımda
yalnızca o, Poe'ya benzeyen adam
alacakaranlıkta
yaşlı karaağaçların altında.
Poe'yu gördüm
Orada duruyordu, karaağaçların altında
ıslak yaprakların arasında, yalnız
ve ıslanmış.
Görüyordum Poe'yu.
Üzerinde, yakası kadifeli
paltosu
ve bakıyordu dalgın dalgın bir yere -
nereye? bilmiyorum -
Bir fırt Brambach ıslık çal!
Bir şarkı söyle,
kendini bir kuş olarak tasarla,
Poe'nun o kocamış kara kuşunu al,
bırak uçup gitsin... evet uçsun,
gördüm Poe'yu
yağmurun altında
karışırken yavaş yavaş
karaağaçlarla.


Rainer Brambach
Çeviren: Özdemir İnce

Karasınız Ama Güzelsiniz

     Kadın erkeğe hizmet etti. Ona dokundu ve
iyileştirdi. Dahası bağrının içinde taşıdı onu.
     Deli miyim acaba insanın şiirine inandığım
için? Okşamaları alıp götürdü beni ötesine göklerin,
yaprakların ve çiçeklerin. "Mucizeleriniz benim mucizelerim
değil", dedi Peri Masalları'na İncil.
     Küçük bir ayna kalmıştı, bir kırmızı elma ve bir
mavi kuş.


Maurice Chappaz
Çeviren: Özdemir İnce

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Kaçak

Mavi gözbağı
gözler için.

Beyaz peşkir
yürek için.

Gün doğarken
kendi arkadaşlarım
öldürecek beni
başkası değil.

Av eti olarak sunun
yüreğimi sevgilime.

Bir öykü uydurun anneme:
bir yerde kralmışım.

Papaz'a söyleyin ki
yukardaki meyve bahçesindeki Adamı
seviyorum herşeye rağmen.

Karışıklığa ateş!


Maurice Chappaz
Çeviren: Özdemir İnce