Şiir, Sadece: Canto General
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2014 Pazartesi

Cortes

Cortes'in halkı yok, soğuk bir şimşek
ve ölü bir yürek zırhındaki.
"Bereketli ülkeler, Efendim ve Kralım benim,
altın'ın kızılderili ellere yığıldığı tapınaklar"

Derin kama sokması ve kamçı vurmalarla
kayıyor ileriye doğru O,
ovalar ve miskokulu sekici sıradağların üzerinden.
Orkideler ve çamın tepelerinde tuttuğu savaşçılarına
emir vererek,
çiğniyor yaseminleri ayakları altında
ta Tlaxcalas'ın kapılarına dek.

(Dehşete düşmüş birader, etmeyin dosta
bu gülkızılı baskını,
devletimizin kökü olan yosundan
konuşuyorum sana,
yarın kan yağacak gökten,
gözyaşları, sisler, buhar ve
ırmaklar oluşturabilecek,
ta ki gözlerin eriyinceye dek.)

Cortes bir güvercini kabul ediyor armağan olarak,
bir sülünü kabul ediyor, bir sitar alıyor
Kral'ın çalgıcılarından,
ama hazineodasını arzuluyor gönlü,
daha çok istiyor ve her şey
düşüyor açgözlülerin tabutlarına.
Kral görünüyor balkonda:
'O, kardeşimdir benim' diyor.
Halkın taşı vızıltıyla geçiyor yanıt olarak,
ve biliyor hançerlerini Cortes
aldatılmış öpücüklerin üstünde.
Geri dönüyor Tlaxcala'ya, rüzgâr
acıların tok sesini getirdi buraya.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Cuauhtemoc

Genç birader, anımsanmaz zamanlarda
asla dinlenmedin sen, asla avutulmadın,
ey delikanlı, dolandın Meksika'nın
metalik karanlığında, elinden alıyorum
çıplak memleketinin armağanını.

Orada filizlenip büyüyor gülüşün senin
ışıkla altın arasındaki bir çizgi gibi.

Orada işte dudakların, ölümle kapatılmış,
en berrak sessizlik, gömülmüş.

Dalgalanan kaynak, dünyanın
bütün körfezlerinde batmış derine.

İşittin mi, işittin mi belki
suyun sesini, uzak Anahuac'tan,
ezilmiş ilkbaharın meltemini?
Belki sevda ağacının sesiydi bu.
Beyaz bir dalgaydı Acapulco'dan.

Ne ki kaçtı yüreğin geceleri
bir geyik gibi,
sınırlara doğru, umutsuzca,
acımasız heykellerin arasında,
ürküten ayın altında.

Bütün karanlık düzenledi karanlığı.
Dünya kasvetli bir mutfaktı,
taş ve demlik, kömür karası buhar,
isimsiz duvar, sana seslenen
dokunaklı bir hüzün memleketinin
gece karanlığı maden-filizinden.

Ama bayrağında yok tek bir karanlık.

Müjdeleyen zaman geldi işte,
ve halkının ortasında
ekmek ve kök, mızrak ve yıldızsın.
Kâşif durdurdu seferini.
Moctezuma sönüp gitmedi
çürümüş bir taç gibi,
şimşek ve zırhtır O,
quetzal-kuşunun tüyü, halkın çiçeği,
gemiler arasında ateşli zırh çalısıdır O.

Ne ki sarıldı gırtlağına, taştan yüzyıllarcasına
sert bir el. Mühürlemediler senin
gülüşünü, mahvetmediler
gizlenmiş mısır-tanesini,
ama sürüklediler seni,
ey tutsak utkunun kumandanı,
senin ülkenin yaygın genişlikleri boyunca,
çağlayan ve zincirler arasında,
kumullar ve dikenler üstünde,
sabit bir direk gibi,
işkence edilen tanık gibi,
ta ki bir ip fırlatılıncaya dek
arılığın sütununa
ve yükseltinceye kadar asılmış bedeni
musibetli toprağın üstüne.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Çağırırım Onları

Teker teker konuşacağım onlarla bu akşam.
Teker teker canlanacaksınız belleğimde,
burada bu akşamda, bu meydanda.

Manuel Antonio Lopez,
yoldaş.

Lisboa Calderon,
ihanet etti diğerleri sana,
yolundan yürüyoruz biz senin.

Alejandro Gutierrez,
seninle düşen bayrak
yükseliyor bütün dünyada.

Cesar Tapia,
yüreğin senin, yaşıyor bu bayraklarda,
çarpıyor bugün bu meydandaki rüzgarda.

Filomeno Chavez,
hiç sıkmadım elini,
ne ki burada senin elin:
ölümün öldüremediği eşsiz bir el.

Ramona Parra, parıldayan
genç yıldız,
Ramona Parra, narin kahraman,
Ramona Parra, kanla yıkanmış çiçek,
sen bizim arkadaşımız ve ey korkusuz yürek,
örnek alınası kız, altın partizan:
senin adına and içeriz ki bu kavgayı sürdüreceğiz
böylelikle dökülen kanın çiçeklenecek.


Pablo Neruda
La arena traicionada
Canto General

18 Ekim 2014 Cumartesi

Çiçeğin Çiçeğe Sunduğu Yüksek Tomurcuk

Çiçeğin çiçeğe sunduğu yüksek tomurcuk
ve kaya besliyor elmas ve kumdan uysal giyitini
içindeki yayılmış bitkilerini,
yolarcasına denizin cüretkâr kaynaklarından
buruşturuyor insan ışıklı taçyaprağını
ve delik deşik ediyor titreyen metali elleriyle.
Ve yakındır uzanması ruhun sürü halinde
kaybolan masanın üzerine
giysilerin ve dumanın arkasında
çokluğu kadar tuhaf bir karışımın:
kuvars ve gece-uyanığı ya da okyanusun gözyaşları
ve soğuk gölcükler gibi: ne ki yine de
öldürür insanı o, acı verir belgeleri
ve nefretiyle,
gündelik alışkanlığın altında boğar, yüzer derisini
çelik tellerin düşman giysileri arasında.

Olmaz: kim korur et-kızılı gelincik gibi
kendi kanını hançersiz
geçitlerde, havada, denizde ya da yollarda?
öfke boşalttı insan tacirlerinin
süssüz eşyasını,
ama bıraktı çiy'den berrak mektubunu
erik ağacının yüksek tepesinde bin yıllardaki gibi
tam da o dalda sanki beklenir gibi, ey yürek,
ey sonbahar boşlukları arasında
alnı ezilmiş:
Kaç kez bir kentte kışın caddelerinde ya da
otobüste, alacakaranlıkta bir kayıkta ya da
en yoğun yalnızlıkta, bayram gecesinin, gölgelerin
ve zillerin sesine, hatta bu insancıl zevkin
mağarasında,
dur durak bilmeyip arayacağım hep,
bir kez taşta ve yıldırımda dokunduğum
sonsuz gizemli damarları,
çözen öpücük gibi.

(Nedir ordaki, sıkıştırılmış küçük göğüsleri
anlatan
sarı bir öykü gibi,
bir sayı yineler durur mısırda,
bitimsiz bir şefkat gibi filizlenen tabakada
ve sanki her zaman kendine özgü, çatlar beyaz fildişinde,
ve sudaymış gibi, O berrak doğum yeridir,
çan sesidir O,
yalıtılmış kardan ta kanlı dalgalara kadar.)

Yalnızca bir demet yüzü ya da boş altından
yüzükler gibi tepetaklak maskeleri
anlayabildim,
öteye fırlatılmış kaftanlar gibi harap sonbaharın
kızlarını,
dehşete düşmüş halkın titreyişiyle çirkinleşmiş
ağaçları.

Bulamadım ellerime bir dinlence yeri
orada, hapsedilmiş kaynaktaki su gibi çağıltılı
ya da antrasit yahut kristalden yapılı bir kaya gibi katı,
ne açılmış elimin sıcaklığını verebildim
ne de soğukluğunu geriye.
Neydi insan? Küçük dükkanlârla ıslıklar arasındaki
konuşmanın hangi diliminde, hangi metalsi deviniminde
yaşadı o kökü kurutulamaz, geçici olmayan,
hayat?


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

14 Ekim 2014 Salı

Dağların Penceresi Valparaiso

Dağların penceresi! Valparaiso,
taşın ve halk çığlıklarının dövdüğü
kalay!
Saklandığım yerden benimle birlikte bak
teknelerle süslenmiş gri limana,
ayın aydınlattığı kımıltısız suya,
demirin yerinden oynatılamaz dayanaklarına.
Başka bir uzak zamanda
denizin imarlıydı senin, Valparaiso,
gururluluğun narin tekneleriyle,
buğday çağıltılı beşdireklerle,
güherçilenin elçileriyle,
gelinlik okyanustan geldiler sana
ve doldurdular ambarlarını.
Denizcil gününün yüce uskunaları,
ticaretin haçlı askeri, okyanus gecesiyle
dolmuş sancaklar,
abanoz ve fildişlerinin yumuşak
ışığıyla yüklü, kahve kokularıyla ve
başka ayların altındaki gecelerle
geldi onlar, Valparaiso, senin tehlikeli barışına
ve bürüdüler seni mis kokuya.
'Potosi' gemisi titredi nitratlarıyla
açıldığında denize, balığa ve ok'a,
mavi kabarcığa, seçilmiş balinaya
dünyadaki başka kara limanlara.
Bütün bu Güney'in gecesi katlanmış
yelkenlerin üstünde, kadırganın ağgözündeki
dik meme uçlarının üstünde,
ulaşır teknenin Hanım'ı üstünden
bu dengelenmiş pruvaların yüzlerine,
bütün Valparaiso gecesinde,
dünyanın Antartik gecesinde, indi düze.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

27 Eylül 2014 Cumartesi

Daha Önce Onları da Tanımadığım

Daha önce onları da tanımadığım
genç bir çift açtı kapıyı.
Kadın
altın-sarısıydı haziran ayı gibi,
ve derin gözlü bir mühendisti erkek.
Bölüştüm ekmeği ve şarabı
onlarla,
yavaş yavaş
eriştim onların tanınmamış içtenliklerine.
'Ayrılmıştık,
sonsuzcaydı görüş ayrılığımız:
bugün konuklamak için buradayız,
bugün seni bekledik birlikte.'
dediler.
Orada, o küçük evde,
sessizlikten bir kale kurmak için
birleştik.
Uykunun içindeymişim gibi suskundum tüm.
Merkezde, kentin tam da yüreğinde
buldum kendimi, ve neredeyse işitiyordum
adımlarını Hain'in,
benle onları ayıran duvarların ardında
işitiyordum gardiyanların iğrenç seslerini,
gümbürdeyen hırsız kahkahalarını,
anayurdumun hayatına mermilerle birlikte ateşlenmiş
sarhoş hecelerini.
Holger'in ve Poblete'nin geğirtileri
handiyse tırmıklıyordu suskun derimi,
sürtük adımları çiğnedi neredeyse
yüreğimle alevlerini yüreğimin:
Gönderdiler halkımı işkenceye,
kılıcın sağlığını korudum ben.
Ve geceleyin gene, hoşça-kal, İrene,
hoşça-kal, Andres, hoşça-kal, yeni tanışım,
hoşça-kal yapı direklerine, yıldıza,
belki bir hoşçakal da tamamlanmamış yapıya
ki penceremin karşısında dolu gibidir
çizgisel hayaletlerle.
Hoşça-kal her öğle sonrası
gözlerimle hapsettiğim en küçük dağ doruğu,
hoşça-kal her yeni geceyi
şimşek parıltısıyla açan yeşil neon-lambası.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

26 Eylül 2014 Cuma

Dans

Java’nın derinliklerinde, gölgelerin
bölgelerinde: burada duruyor aydınlanmış saray.
Duvarla birlikte büyümüş yeşil sırakemerlerin
arasından yürüyorum ve giriyorum
taht salonuna. Orada oturuyor hükümdar,
hastalıklı beyinli bir domuz, ve kirli bir erkek hindi,
kurdeleli nişanlarla süslenmiş, dekore edilmiş,
duruyor iki Hollandalı adamın arasında,
şüpheci bakışlı küçük hesapların adamları.
Ne kadar da iğrenç bir haşarat topluluğu, ne kadar da
tasarlanmış bir şekilde atıyorlar kürek kürek zehri
insanların üzerine!
Uzak ülkelerden gelen
rezil muhafızlar ve hükümdar orada
kör bir kurbağa gibi sürüklüyor
mantarsı etini ve sahte yıldızlarını
nalbantların küçük düşürülmüş vatanının üzerinden!
Fakat birden
sarayın derinliklerinden geliyor
on dansöz, suyun altında
bir düş gibi kayarak.
Her bir ayak
ulaştı kenardan, kırmızı balık gibi, ve açığa çıkardı
gecesel balı, ve sarı maskeleri
meshedilmiş ağır saçlarında taşıyordu
portakal çiçeklerinden yeni örülmüş bir çelengi.
Satrapın önünde durdular,
ve durdu onlarla birlikte müzik de,
kristal üst kanatların çağıltısı: bir çiçek gibi büyüyen
gerçek dans, geçici bir heykel yapan
o güzelim eller,
dalgalar ya da kamaşma gibi
topuklara inen tunika,
ve kutsal metalin
her bir güvercinsi hareketinde saklıydı
adalar denizinin usul uğuldayan havası, ilkyazda
ateş almış bir gelin ağacı gibi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1929

9 Eylül 2014 Salı

Denizin İşçileri

Valparaiso'da davet etti beni
denizin işçileri: ufak tefek ve haşindiler,
ve onların kavrulmuş yüzleri
Pasifik Okyanusu'nun coğrafyası gibiydi: kocaman suların
derininde bir girdaptılar onlar, bir dalganın kası,
fırtınada deniz kanatlarından bir sürüydü onlar.
Onları yoksul küçük tanrılar olarak görmek güzeldi
yarı çıplak, yetersiz beslenmiş; güzeldi
görmek onları kavgada ve hızla yürürken
yandaki okyanusun insanlarıyla,
başka sefil limanların erkekleriyle,
ve güzeldi işitmek onları,
aynı dili konuşuyordu hepsi de, İspanyollar ile Çinliler
Baltimore'de ve Kronstadt'da konuşulan dili.
Ve Enternasyonal'i söylediklerinde ezgiledim içimden:
yüreğimden kopan bir ilahiyi,
'Kardeşler' diye seslenmek istedim onlara,
ama şarkıya dönüşen tek bir şefkat vardı bende
onların şarkısıyla ağzımdan denize ulaşan.
Beni kendilerine eşit saydılar, güç dolu bakışlarıyla
kucakladılar beni,
tek bir sözcük söylemeden baktılar bana ve şarkı söylediler.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

3 Eylül 2014 Çarşamba

Diktatörler

Bir koku kaldı geriye şekerkamışı tarlalarında:
bedenden ve kandan bir karışım, iç bayıltıcı
iğrenç bir taç yaprağı gibi.
Hindistan cevizi ağaçları arasında doldu mezarlar
ezilmiş kemiklerle ve dilsizleştirilmiş can çekişle.
Nazik satrap konuşuyor
kupalar, yakalıklar ve altın zincirlerle.
Bu küçük saray ışıldıyor bir saat gibi
ve gür, eldivenli kahkahalar
dolduruyorlar koridorları
ve birleşiyorlar ölü seslerle
ve o mavi, o yeni gömülmüş ağızlarla.
Filizini toprağa durmaksızın sunan
ve büyük kör yaprağını karanlıkta da büyümeye zorlayan
bir bitki gibi saklandı ağlayış.
Azar azar büyüdü nefret,
yumruk yumruk, bataklığın acımasız suyunda,
çamur ve sessizlikle örtülü bir domuz burnuyla birlikte.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

22 Temmuz 2014 Salı

Dünyanın Adı Juan V

Arturo Carrion
(Denizci, İquiqe kenti) 



Haziran 1948. Sevgili Rosaura, ben burada,
İquiqe'de hapisteyim; bir gömlek
ve biraz tütün gönder. Bilmiyorum
bu tantana daha ne kadar sürer.
Glenfoster gemisine bindiğimde
seni düşündüm, canları nasıl çekiyorsa
insanların üzerine öylece ateş ettikleri
Cadiz kentinden yazdım sana, o zamandan beri
Atina'da durum daha da kötüleşti;
o sabah kurşuna dizdiler hapiste ikiyüzyetmişüç delikanlıyı:
duvarların dışına taştı kan,
gördük Yunan subaylarının
Kuzey Amerika'lı şefleriyle dışarı çıktıklarını,
sırıtıyorlardı:
onların hoşlarına gidiyordu halkın kanı,
Ne ki kentin üzerindeki kara bir duman gibi
kapladı ağlayış ve acı, saklanmıştı üzünç,
sana bir kartpostal mahfazası aldığım Chiloe'de
bir hemşehriye rastladım,
küçük bir aşevi işletiyordu, ve zamanlar kötü
dedi bana, nefret büyüyor:
sonra Macaristan'da durum daha iyi olmuş,
köylüler toprak sahibi olmuş orada,
kitap dağıtılıyormuş orada, senin mektubun
elime New York'da ulaştı, ne ki herkesin düşündüğü
tek şey, kuyusunu kazmak yoksul insanın,
anlayacağın, yaşlı bir denizci gibi alınmak sarakaya
ve ben sendikaya üye olduğumdan ötürü
dalga geçemediler benimle güvertede,
aptalca sorular sorup tutuklamadan önce beni,
polis her yerde,
ve sonsuz gözyaşları ta bozkıra dek:
bu durum daha ne kadar sürecek diye
soruyor herkes, bugün patlıyor
dayak ve kötek yoksulun başında,
söylüyorlar ki ikibin kişiler Pisagua'da,
bu nasıl dünya diye soruyorum kendi kendime,
ama böyle bir soru sormaya hakkın yok
böyle diyor işte polis;
tütünü unutma,
hapiste değilse eğer Rojas'la konuş, ağlama,
o kadar çok gözyaşı var ki dünyada,
gözyaşından daha başka şeyler gerek bize,
ve şimdilik görüşmek üzere diyorum, öpüyorum
ve kucaklıyorum seni, ben Arturo Carrion,
İquiqe cezaevindeki, seni seven
kocan senin.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Dünyanın Adı Juan VI

Abraham Jesus Brito
(Halkçı Şair) 



Adı Jesus Brito'dur, Jesus yabanıl asma ya da halk,
ve gözleri aracılığıyla dönüştürdü kendini suya,
elleri aracılığıyla köklere,
tekrar tekrar ekinceye kadar O'nu orada
daha önce yaşadığı yerde, rezil taşlar arasında
tekrar filizlenmeden önce.

Ve dağlılar ve denizciler arasında güçlü
bir kuştur O, yurtsever bir semercidir O
yabanıl memleketinin narin ağaçkabuğundan yapılı:
ne denli soğuksa, o denli serin buldu O:
ne denli katıysa toprak, o denli çok yıldızın çeldi aklını:
ne denli açlık varsa, o denli çok türkü söyledi O.

Ve demiryollarının bütün dünyası açıldı
anahtarlarıyla ve asmadan liriyle O'nun,
ve dolandı durdu memleketin köpüğü boyunca,
asılı yıldızlarla süslenmiş küçük paketlerle,
O, bakırın ağacı, suladı O
her bir küçük yoncayı,
dehşete düşüren isteksizliği, yangını
ve koruyucu ırmakların kollarını.

Irza geçmelerin gecesinde tükenen O'nun sesi
ışık çığlıklardaydı,
geceleri şapkasında yığdığı
vahşice çağıldayan çanlar getirdi beraberinde,
ve yüklü bavulunda topladı
halkın kahredici gözyaşlarını.
Kumlu ara yollara saptı
güherçilenin güçten düşüren genişlikleri arasından,
sahilin sarp dağı üzerinden,
çaktı şarkının her bir çivisini
ve taş taş üstüne yükseltti dizeyi:
sonra bıraktı ellerinin izini,
damlayan yazımbilimini.

Brito, başkentin duvarları arasında,
kahvehanelerin gürültüleri ortasında,
dolandın durdun derin köklerinle
bir hacı-ağacı gibi ardında toprağın,
ta ki oluncaya dek kökler,
taş, toprak parçası ve kara madencilik.

Brito, senin haşmetine vuruldu
vurulur gibi heybetli deriden yapılma bir davula,
ve altında mavi gökyüzünün muhteşem bir ülkeydi
senin ormandan ve halktan oluşmuş hakimiyetin.

Göçebe ağaç, şakıyor şimdi senin
köklerinin altında toprağın, ve sessizlikte.
Biraz daha derinde de sen dinleniyorsun.
İşte şimdi toprağın ve yeterli zamanın var artık.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünyanın Adı Juan VII

Antonino Bernales
(Balıkçı, Kolombiya) 



Kırmızı kuşun ötmesi ve eskilerin
sesi, kara rüzgarların vınlayışı, enginlerin
dalgalanan suyu boyaması,
akması gibi ayın Magdalena ırmağı üzerinde
yavaşca yeşil yaprakların gezegeni üzerinde.
Her şey ırmaktır, bütün hayat ırmaktır,
ve Antonino Bernales ırmaktır.
Balıkçıdır, marangozdur, kürekçidir, ağı onaracak
iğnedir, çividir keresteye,
çekiç ve türkü, her şey Antonino'ydu,
ağır ay gibi götürürken beraberinde
ırmağın hayatından bir defineyi Magdalena ırmağı.
Bogota'nın tepelerinde, alazlar, ateşsiz,
kan, bildiriliyor, belli değil daha,
Gaitan'ın öldüğü. Yapraklar arasında
azıyor Laureano'nun kahkahaları bir çakal gibi
alazlanan ateş, halkın arasında
bir titreyiş kayıyor humma sayıklaması gibi
üzerinden Magdalena'nın.
Antonino suçlu olandı.
Kımıldamadı küçük kulübesinde.
Uyuyarak geçirdi bu günleri.
Ne ki verdi avukatlar hükmünü.
Enrique Santos kan istiyordu çünkü.
Hepsi çullandılar üstüne diplomat giysileriyle.
Düştü Antonino Bernales,
intikam ateşiyle öldürüldü,
düştü akıntıya açılmış kollarıyla,
evine döndü ırmağına, ana suyuna.
Magdelena alıp götürüyor bedenini denize
ve denizden başka ırmaklara, başka sulara,
başka denizlere ve küçük ırmaklara,
dünyayı dolanarak böylece.
Ve yeniden
giriyor Magdalena'ya, sevdiği kıyılara
açıyor kırmızı sulardan yapılı kollarını,
kayıyor gölgeler arasından, yoğun ışıkta,
ve izliyor yeniden sudan yolunu.
Antonino Bernales, kimse
izleyemez seni ırmak yatağında, ne ki düşünüyorum seni
ve duyuyorum adının bilimi sürüklediğini, böyle bir ad
ölmez hiç ve kucaklar dünyayı,
bir benzeri daha yok adlar içinde: halk.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

Dünyanın Adı Juan X

Eufrosino Ramirez
(Casa Verde, Chuquicamata) 



Tutmak zorundaydık kızgın bakır levhaları
ellerimizle ve kaldırmalıydık onları
taşınacak yere. Neredeyse ateş saçıyordu levhalar,
bütün bir dünya gibi ağırdı, yorgun argın sürükledik
mağmadan levhaları, ara sıra
düştü içlerinden biri ve parçaladı birinin ayağını,
birinin elini ve bıraktı geriye yalnızca bu kanlı parçayı.
Gringolar geldi ve dedi ki: 'Götürün onları buradan
hemen ve evine gitmelerini sağlayın'
Büyük bir zahmetle tamamladık işi
gitmek için evimize bir an önce.
Ama yeniden geldi gringolar:
"Şimdi daha az çalışıyorsunuz, anlayacağınız daha az ücret alacaksınız."
O zaman Casa Verde'de grev başladı, on haftalık
iş bırakma eylemi, ve tekrar iş başı yaptığımızda
nerede senin çalışma gereçlerin diye sorup
attılar beni sokağa. Bakın bu ellere,
bakırdan oluşmuş şu saf yumruya,
kulak verin yüreğime, sanki
çatlayacak değil mi? Bakır eziyor yüreğimi,
bir yerden başka bir yere gidecek halde değilim,
açlık, hiç bir zaman bulamayacağım halde iş arıyorum:
görünüşe göre belim bükülmüş halde gidiyorum,
sürükleyerek beni öldüren görünmez bakır levhaları.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

18 Temmuz 2014 Cuma

Dünyanın Adı Juan XI

Juan Figueroa
(İyot Madeni 'Maria Elena'dan, Antofagasta) 



Siz Neruda mısınız? Buyrun içeri, yoldaşım.
Evet, benden başka kimse kalmadı hayatta
bu iyot madeninde. Ben dayanıyorum daha.
Bozkır toprağı beklediğinden beni, daha fazla
yaşamayacağımı çok iyi biliyorum. Çünkü
her gün dört saat bu iyot madenindeyim.
Akıyor iyot bazı borulardan, ve fırlıyor dışarı
mavi renkli bir lastik gibi. Taşıyoruz onu içeri
kova kova, kundaklıyoruz onu
küçük bir bebekmişcesine. Bu arada
kemiriyor asit bizi, delik deşik ediyor,
gözlerimizden ve ağzımızdan geçiyor,
derimizden, tırnaklarımızdan.
Bu iyot madenini insan şarkı söyleyerek
terk etmez, yoldaş.
Ve papuçsuz çocuklarımız için
biraz daha fazla ücret istediğimizde,
"Moskova'dan yönetiyorlar sizleri" diyorlar bize, yoldaşım,
ve sıkıyönetim ilan ediyorlar ve kafese tıkıyorlar bizi,
sanki bizler vahşi hayvanlarız. Ve eziyet ediyorlar bize,
işte böyledir onlar, yoldaşım, bu orospu çocukları!
Bakın bana, ben en sonuncusuyum:
hani Sanchez, hani Rodriguez?
Polvillo kentinde çürüyüp gittiler tozun altında.
En sonunda ölüm verdi onlara her zaman istediklerini:
yüzleri şimdi maskelidir iyotun zararlarına karşı.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

17 Temmuz 2014 Perşembe

Dünyanın Adı Juan XII

Huerta Usta
('La Despreciada' Madeni'nden, Antofagasta kenti) 



Kuzey'e giderseniz eğer, bayım,
'La Despreciada' madenine uğrayın
ve Huerta Usta'yı sorun.
Çok uzaktan görünmez hiçbir şey
kül renkli kum tarlalarından başka.
Sonra gözleriniz takılır binalara,
halata, taş yığınlarına.
Bitkinlik ve acılar
görünmez orada, toprak altında
daha bir semirirler çünkü kırarken insan varlıklarını,
ya da dinlenirler orada, yayılarak,
dönüşürken sessizliğe.
Maden filizini kazırdı Huerta Usta.
Bir doksanbeş boyundaydı.
Maden damarı saklar kendini derine
maden filizini meyilli duvarlardan bulup çıkarana
picano da derler,
beşyüz metre derinde,
kalçaya kadar su içindeyken,
vurur da vurur kazmayı picanolar.
Cehennemini her bir kırksekiz saatte
terkedebilir ancak,
kayadaki, karanlıktaki
ve çamurdaki bor madeni iliği açtığında
aktığında damardan hızla.
Huerta Usta, en büyük picano,
sanılırdı ki doldururdu maden ocağını
omuzlarıyla. Şarkı söyleyerek
inerdi madene bir kaptan gibi.
Dehşetle çıkardı madenden, sapsarı,
ezik büzük, kupkuru, ve gözleri
bakardı ölü bir adamın gözleri gibi.
Sonra sürüklerdi kendi kendini bir uçtan bir uca.
Aşağıda maden ocağında daha fazla tırmanamıyordu.
Antimon yiyip tüketmişti barsaklarını.
O denli zayıflamıştı ki, korkadınız.
Yürüyemiyordu artık.
Bacaklarına batırmışlardı sanki
sipsivri iğneleri, ve çok uzun boylu
olduğundan, açlıktan arta kalmış
bir hayalete benziyordu,
dilenmeden dilenci olmuş gibiydi, anlayacağınız.
Daha otuzunu bile tamamlamamıştı.
Sorun nerede gömüldüğünü.
Kimseler söyleyemez size,
çünkü kum ve rüzgar deviriyor mezar taşlarını
ve sürüklüyor sonra da öteye.
Orada, 'La Despreciada'da
köle gibi çalışmıştı Huerta Usta.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Dünyanın Adı Juan XIII

Amador Cea
(Coronel'den, Şili, 1949)



Tam da babamı tutuklamışlardı ki
oylarımızla seçtiğimiz başkan geçti buradan
ve hepimizin özgür olduğunu söyleyince
yaşlı babamın serbest bırakılmasını istedim.
Alıp götürdüler beni, bütün bir gün patakladılar sonra.
O kışlada kimseyi tanımıyordum. Hatta bilmiyorum
yüzlerini anımsayıp anımsayamadığımı. Polisti bunlar.
Baygın düştüğümde kova kova su döktüler üstüme
ve tekrar başladılar dövmeye acımasızca.
Akşam evlerine gitmeden önce sürüklediler beni
bir banyoya
ve tıktılar kafamı
dışkı dolu bir kovaya. Neredeyse boğulacaktım.
'Haydi git de sana özgürlüğü bir armağan gibi
sunacak Başkan'dan özgürlük iste' dediler.
Unufak olduğunu hissediyorum her yanımın, işte bak
kırdılar kaburga kemiğimi.
Ama içim olduğu gibi, yoldaş.
Öldürmeden ezemezler bizi.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

15 Temmuz 2014 Salı

Dünyanın Adı Juan XIV

Benilda Varela
(Üniversite kenti Conception, Şili, 1949) 



Çocuklarıma yemek yaptım ve dışarı çıktım
Lota'daki kocamı görmek için.
Bildiğiniz gibi polislerin hükmü geçer orada
ve onlardan izin alınmadan giremez kimse oraya.
Yüzüm hoşuna gitmedi onların. Buyruğu üzerine
Gonzales Videla'nın, birilerini içeri almadan önce
çektiler O'nun söylevlerini, sadece
korksun diye halkımız. Ondan sonrası şöyle:
tuttular beni, soydular çırılçıplak ve yere çaldılar.
Baygın düşmüşüm. Kendime geldim toprağın üstünde
yatarken ve kanarken bedenim
nemli bir çarşafın üstünde.
Tanıdım işkencecilerden birini:
Victor Molina'ydı bu haydut.
Daha gözlerimi tam açamadan vurdular tekrar
kauçuk bir copla. Mosmor kesilmiştim kandan
ve kımıldayamadım.
Beş kişiydiler, ve bir bavula vurur gibi
vurdular bana.
Ve bu işkence altı saat sürdü.
Eğer ölmediysem
bu haydutlar yeryüzünden silininceye kadar
savaşmak zorundayız
demek içindir sizlere.
Birleşmiş Milletler'de
O'nun 'özgürlük' konulu konuşmalarının
keşke içyüzünü anlayabilse halk,
kadınları tekmeleyip öldürürken cellatları mahzenlerde
olmazken kimselerin haberi.
Burada bir şey olmadı, diyecekler, ve Don Henrique
Molina konuşacak bize 'ruhun' zaferinden.
Ancak bu böyle sürüp gidemez.
Bir hayalet dolanıyor dünyada, ve dövsünler bakalım
mahzenlerde bizleri.
Suçlarını ödeyecekler teker teker.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Dünyanın Adı Juan XV

Calero, Muz bahçesinde İşçi
(Costa Rica, 1940)


Seni tanımıyorum.
Falla'nın yazdığı kitapta okudum hikayeni,
kar tenli dev, örselenmiş, parçalanmış ve evsiz çocuk.

Uçuyor gülüşün bu sayfalardan ve o kasvetli çamurdaki,
yağmurdaki ve terdeki şarkılar muz işçileri arasından.
Yoldaşlarımız için amma da hayat, amma da ölü bir sevinç
bu kahrolası ekmek için amma da emek gömülü,
bu sefil meskenin altında amma da şarkı çatladı,
amma da çok insan armağanını heder etti insan!

Ama dünyayı değiştireceğiz biz. Senin şen gölgen
dolanmayacak artık
çamur gölünden çamur gölüne, çıplak ölüme doğru.
Birleşmiş ellerimizle değiştireceğiz
seni yeşil kubbesiyle örten geceyi.

(Bu ellerle ve diğerleriyle birlikte hızla kuran
ve düşen ölülerin elleri, gömülmüş demir mağmasıyla
And Dağı'nın yüceleri gibi mühürlenmiştir) .

Hayatta kalıp da ışıklı düzenini kursun diye soyun
değiştireceğiz hayatı.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünyanın Adı Juan VIII

Margarita Naranjo
(İyot Madeni 'Maria Elena'dan, Antofagasta kenti)



Ölüyüm şimdi ben. 'Maria Elena'danım ben.
Bütün ömrümü bozkırda geçirdim ben.
Kanımızı Kuzey Amerikan Şirketi'ne verdik,
önce anam babam, sonra erkek kardeşlerim.
Grev falan olmadan, neden filan yokken
gelip sardılar etrafımızı.
Geceydi, ve bütün bir ordu gelmişti,
evden eve girdiler ve uyandırdılar insanları,
sürdüler sonra toplama kamplarına.
Bizi de götürmemelerini umut ettim.
Çok çalışmıştı kocam Şirket için
ve Başkan için, en yetenekli olan benim kocamdı,
buralarda en çok oy alan,
en çok tutulan benim kocamdı çünkü,
kimseler bir şey söyleyemez O'na, idealleri uğruna
savaşıyor O, çok az insan var O'nun kadar temiz yürekli
ve dürüst. Albay Urizar'ın emri üzerine
geldiklerinde kapımıza,
ve yakaladıklarında kocamı yarı çıplak, sürüklediler O'nu
dışarıdaki kamyona gecede yola koyulmak için
Pisagua'ya doğru, karanlığa doğru. Sanki
artık soluk alamıyor gibiydim, sanki
çekiliyordu toprak ayaklarımın altından,
ihanet çok büyüktü, çok büyüktü adaletsizlik;
ki bir hıçkırık gibi yükseldi boğazımda
yaşamanın anlamsız olduğunu söyleyen bir şey.
Arkadaşlarım yemek getirdiler, ne ki yemedim ve dedim:
'Kocam geri dönmeden, bir şey koymam ağzıma'.
Üç gün sonra konuştular
kahkaha üstüne kahkaha patlatan Urizar Bey ile,
Santiago'daki zalim gibi yanıt vermedi
telgraf üstüne telgraf çekildiğinde.
Uzandım ve ölmeye yattım
yemeden içmeden, sıka sıka dişlerimi
çorba ya da su içmemek için. Geri gelmedi kocam,
geri dönmedi
ve yavaşca büküldüm ölümün önünde, ve gömdüler beni:
buraya, güherçile şirketinin mezarlığına,
bir kum fırtınası estiğinde bu öğle sonrası
yaşlılar ve kadınlar ağlayıp türkü söylediler
sık sık onlarla birlikte söylediğim türkülerdi bunlar.
Yapabilseydim eğer doğrulup görmek isterdim
aralarında kocam Antonino var mı diye, ne ki yoktu orada,
yoktu aralarında, cenazeme gelmesine bile
izin vermemişlerdi: şimdi yatıyorum burada,
bozkırın mezarlığında, şimdi ölmüş olan ben,
şimdi artık daha fazla O'nsuz olmayacak olan ben,
hiç bir zaman O'nsuz kalmayacak olan ben.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

Dünyanın Adı Juan IX

Jose Cruz Achachalla
(Maden İşçisi, Bolivya)



Evet, efendim, ben Oruro'nun güneyindeki
Sierra de Granito'lu Jose Cruz Achachalla'yım.
Evet, orada yaşar annem
Rosalia kendi halinde:
bir beyefendi için çalışır,
evet, çamaşır yıkar.
Açtık biz, kaptan,
ve her gün döverdi bizi
anamız bir çubukla.
Bu yüzden maden işçisi oldum ben.
Yüce dağları aşıp kaçtım,
bir küçük koka yaprağı, efendim,
bir kaç dal başımda
ve sonra yürü babam yürü, yürü babam yürü.
Gökte akbabalar izledi beni,
ve düşündüm: daha iyidir onlar
Oruro'daki beyaz beyefendilerden,
ve böylece geldim işte
bu maden ocağına.
Neredeyse
kırk yıl önce olmuştu bunlar, aç bir çocuk
olduğum zamanlarda. Maden işçileri ilgilenmişlerdi
benimle. Çırak oldum önce,
ve o karanlık galerilerde,
tırnaklarım toprağa yönelmiş olarak,
topladım gizlenmiş olan kalayı.
Bilmiyorum nereye ve nasıl
sürükleyip götürürdü o gümüş parıltılı külçeler:
sefil yaşardık, evler harap ve sefildi,
ve o kadar açtık ki yeniden, efendim,
ve birleştiğimizde
bizler, kaptan,
bir lira daha fazla ücret için,
ulaştı o kızıl rüzgar, değnek, ateş
ve polis ve patakladılar bizi,
ve şimdi de buradayım, kaptan,
işimden kovulmuş,
söyle bana nereye gideyim şimdi,
kimse tanımaz beni Oruro'da,
taşlar kadar yaşlıyım ben,
dağları aşıp geçemem artık,
ne yaparım yollarda,
şimdi tek yapabileceğim burada kalmak,
böylece gömebilirsiniz beni kalaya,
yalnızca kalay tanır beni.
Jose Cruz Achachalla, evet,
ayaklara dokunmuyorsun artık,
buraya kadar ulaştın, buraya kadar,
Achachalla, buraya kadar ulaştın sen.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General