Şiir, Sadece

8 Kasım 2019 Cuma

Omurga Flütü I

I
 
Çiğniyorum kilometrelerini yolların şaklayan adımlarla.
Nereye gidebilirim içimin cehennemi tutuşunca?
Göksel Hoffman mıydı o biri ozan olan
seni bulan, lanetlenen kadın?
 
Yollar çok dar sevinç kasırgalarına.
İnsanlar kusuluyor donanmış eğlencelerden.
Düşünüyorum.
Düşünceler başımdan aşkın
kan tümsekleri gibi, sayrılı ve pıhtılaşmış.
 
Ben,
bütün eğlencelerin tansık ustası,
yok biri eğlenceye gidecek benimle.
Daha iyi olurdu sokağa atılmam
ve parçalamak kafamı taş Nevskiy'e karşı!
Sövüp saydım.
 
Bağırdım var olmadığını tanrının,
ama soktu elini tutuşan Cehennem'e tanrı
ve bir kadın çıkardı
dağ gözünde kımıldadı
ve buyurdu bana?
sev o kadını!
 
Tanrı memnun.
Sonsuz göğün altında
yitirdi yaşamını acı çeken bir insan.
Tanrı avuçlarını sürüyor yukarıda.
Tanrı düşünüyor:
bekle sen, Vladimir!
 
Bilmeyim diye
kim olduğunu
sürdü
insancıl notalar piyanoya
ve gerçek bir koca verdi sana.
Gelirsem birden yatak odası kapısına
Ve haçlarsam işlemeli örtüyü üstüne göbeğinizin,
biliyorum
duyulmaya başlıyacağını yanık et kokusunun
ve şeytan tütecekti kükürt gibi;
 
Ama koşturdum dört yanıma
sabah erkenden, bir sevgili kaçırmış olmandan korkarak.
Çığlığımı biledim tertemiz, dizelerle
yarı deli bir cevahirci gibi.
Kağıt oynansaydı!
Çalkala boğazını
kuruyan yüreğini köpüklü bardakla.
 
İhtiyacım yok sana!
Benim olasın istemiyorum!
Biliyorum
ölüm çarçabuk
alıp götürecek beni
 
Var olduğun gerçekse, tazın,
sen örmüşsen yıldız göğü halısını,
bu acı işkencesi,
kötüye giderse her gün
sence buyurulmuşsa cezalanmam,
as kendini tanrı yargıç zinciriyle.
Bekle ziyaretimi.
Tam zamanında geleceğim
ve gecikmeyeceğim.
 
Dinle beni,
Büyük enkizisyoncu!*
 
Ağzımı bıçak açmıyacak.
Bir çığlık bile
kopmayacak paramparça, dudaklarımdan.
Bağla beni kuyruklu yıldızlara yabanıl atlar gibi
bırak yollarına gitsinler
ve parçalasınlar beni kanatlarında yıldızların
Ya da şöyle:
ruhun boş ve çıplak
yargına sunulunca-
uyuşuk ve yürekler acısı-
atabilirsin bir ağ gibi Samanyolu'nu
üstünden bir direğin ve asabilirsin beni.
Yap istediğini.
Dört parçaya ayır beni.
Ellerini yıkayacağım, suçsuz
Yalnız bir şey-
al götür o lanetli kadını
sevgilime yaptığın gibi!
 
Çiğniyorum kilometrelerini yolların şaklayan adımlarla.
Nereye gidebilirim içimin cehennemi tutuşunca?
Göksel Hoffman mıydı o biri ozan olan
seni bulan, lanetlenen kadın?


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

7 Kasım 2019 Perşembe

Omurga Flütü - Giriş

Lili Yuryevna Brik'e
 
 
Giriş
 
Hepiniz için,
sevinç bulmuş olduğum ya da bulduğum
ve koruduğum ikon resimleri gibi ruhun
şiir dolu kafamı yükseltiyorum
bir şarap bardağı gibi masadan.
 
Düşündüm arasıra
iyi olacağını
sona erdirmeyi bir kurşunla.
Nasıl olursa olsun,
bugün sunuyorum
en son konseri içten çekilme selamımı.
 
Hafıza!
Burda sokulacak onlar beynin salonuna
dolu gözleriyle ışıldayan kahkahaların
sonsuz kuyrukları hepsinin, sevdiğim.
Düğün giysilerine bürüneceğiz bu gece.
Işıyacak sevinç bedenden bedene.
Bu gece, bu gece, hiç unutulmayacak.
Çalacağım, ayağa kalkıp
kendi omurgamı flüt gibi.
 
 
Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

6 Kasım 2019 Çarşamba

Pantolonlu Bulut IV

Mariya! Mariya! Marıya!
bırak içeriye beni Mariya!
Böyle duramam sokak ortasında!
İstemiyor musun?
 
Sen bekliyorsun
delik deşik olsun diye yanağım
denendi herkesçe
solukluğu yüzün
geleceğim fısıldayarak
dişsizler gibi geveleyip
var bugün
"olağanüstü, doğru düşüncelerim".
 
Mariya
görüyorsun
daha şimdiden kambur sırtım.
 
Sokağın aşağısında
insanlar bakıyor küçücük odalardan
iri kursaklarının üstünden
kırk yıl acıyla pişmiş
ve alaylı gülüşleri onların
dişlerinin arasında
hiç de öyle değil
kuru ekmek taneleri görülür dünden.
 
Kaldırımlar ağladı yağmurdan
solgun gölcüklerle çevrili
üstübaşı ıpıslak bir serseri
yalıyor yolların taş cesetlerini
ve ağaran kaşlarda
evet! buz çubuklarının
kaşlarında gözyaşları
evet! suborularının göz kapağından dökülen yaşlar 

Yaladı bütün yayalar dilini yağmurun
ve her ekipaj ışıttı yağlı bir atleti:
yenip yutulan insanlarla
çatladılar
ve yağ sızdı çatlaklardan
ve dışarı aktı ekipajdan
bayat pirzola ve çiğnenmiş köfteler
bellisiz biz kaçışta.
 
Mariya!
Onların yağlı gözleri
yumuşak bir adla nasıl delinecek?
Kuşlar
öterek dilenir
uyumlu bir sesle sunar yalvarışım
ama ben Mariya
bir insanım etten ve kemikten
veremli bir geceyle öksüren, elinde Prensniye Sokağı'nın
 
Canlı bir insan mı istediğin Mariya?
Bırak içeriye beni Mariya!
Tutacak zilin koncunu titreyen parmaklarımı
 
Mariya!
 
Yabanıl otlar sarmış yolun otlağını ansızın.
Boynuma geçmiş ipi halk yığınlarının.
 
Aç kapıyı!
 
Canımı onlar acıtan!
 
Bak gözlerime
kadın şapkası iğneleri batırılmış!
 
İçeri aldı sevgili beni.

Çocuğum!
Korkma
kaim boynumda
terli kadın göbeğinden bir dağ yaşam boyunca
çekiyorum
bu tertemiz aşkları milyonlarca.
ve milyonlar milyonlarca kirli orospular
Korkma
yalnız bir kez daha
bastıracağım kendimi binlerce kadına
eriyen karlarında inançsızlığın
"Mayakovski'nin bütün sevgilileri!"
bu çılgının yüreğinde,
dörtnala gidiyor bütün bir çariçe soyu.
 
Yaklaş Mariya!
Çıplak ve utanmaz
ya da titreyen bir korkuyla
sun çiçeklenen dudaklarını bana:
hiç yaşamadık Mayıs için, ben ve yüreğim
bu hayatta yaşadık
yalnız yüz kadar Nisan var.
 
Mariya!
Tiyana'ya şarkısını söyledi sonelerinde ozan
ama ben
bir insanım
büsbütün etten
ve yalvarıyorum bölenine
hıristiyanların yalvardığı gibi:
"Sun bize bugün
günlük ekmeğimizi."
 
Sun bana Mariya!
 
Mariya!
Unutacağım diye korkuyorum adını
bir ozan olarak unutulmaktan korkuyorum
bir sözcük
doğdu gecelerin işkencesi gibi
(Tanrıyla eşitlik ve onun gibi büyük )
 
Bedenini
sevip koruyacağım
er gibi
savaşın öldürmüş olduğu
yığın yığın
ve hor görülmüş
bu bacaktan korkuyor kendisine, kalan!
 
Mariya-
istemiyor musun?
İstemiyorsun!
 
Ha!
Bir kez daha
yaslı ve üzgün
al yüreğimi
kanıyor gözyaşlarını
ve taşı onu
köpek gibi
taşı köpek inine yeniden
tiren çiğnemiş gibi ayaklarını.

Yol şenlenecek yüreğimin kanı şaklayınca
çiçek gibi takılacak tozuna yağmurluğumun.
Güneş bin kez dans edecek çevresinde dünyanın
Herodes'in kızları gibi
başı çevresinde Jean’ın dans etti.
 
Ve dansları sona erince
yaşamının yettiği bütün o yıllar
uzanacak yolum babamın evine
kan damlalarıyla kaplı, milyonlarca.
 
Öne doğru uzanacağım o zaman
gece uçurumunun kargaşalığıyla sarmaş dolaş
ve alçak gönüllülükle
kolunu tutacak
ve şöyle fısıldayacağım kulağına:
 
-Dinleyin şimdi Bay Tanrı’yı!
yorulmadın mı
her sabah her akşam
gözleri yaşartmaktan bulut reçelinde?
Biliyor musun
bir karuselde olduğumuzu
çevresinde bilgi ağacının, iyi kötü!
 
Her yerde var olan sen, her dolapta var olacaksın
ve biz böyle şaraplar koyacağız masaya
kaybolur havari Petrus bu başdönmesiyle
ve başlar ki ka poo dansına,
ve dolduracak cenneti Evalar yeniden:
Sen buyur yalnız-
ve ben
bir şey düşünmeden
koşturacağım ardından en güzel kızların
bulvarda
 
Bunu mu istiyorsun?
 
Değil mi?
 
Sallayıp iki yana şaşkın başını
ve çatıyor musun uzayan ak kaşlarını?
İnanıyor musun
arkanda
o kanatlı şeytan
biliyor mu en küçük şeyleri aşk üstüne?
 
Ben de bir meleğim budur ne olduğum-
benzetti beni gören uysal kuzuya
baş eğmem bundan sonra bir kısrağa
güzel vazoları Sevres işkencelerinin
Sonsuz güç kollu ve ayaklı, sendin bizi koruyan,
gören bizi
başımız var, konuşan ve dinleyen-
sunamaz mıydın bize
acı çektirmeden sevişmeyi
öpüşmeyi, öpüşmeyi, öpüşmeyi?!
 
Sonsuz bir Tanrı olduğuna inanıyordum senin
ama sen yalnız acınacak bilisiz bir tanrı çocuksun.
Bak, boyun eğiyorum
ve çekiyorum kundura bıçağını
koncundan çizmemin.
Seni kanatlı şarlatan!

Kal cennetinde!
Korkunç tüylerinle çırpın dur, yat orada!
 
Seni günlük kokulu hayvan, alıp atacağım
burda'n Alaska’ya!
 
Bırak beni!
 
Kolay kolay beni durduramazsın.
Dingince göstermek istiyorum birkaç şey
ne yalanım var
ne de haklıyım.
Bak
devirdiler yıldızların başlarını
ve her şey kanıyor göksel kıyımla!
 
Merhaba!
gökyüzü!
Çıkar şapkanı üzme bizi
Geliyorum!
 
Suskunluk.
 
Evren uyuyor
bu dev kulak eğik hayvan ayaklara
yıldız pençeli kıvılcım saçan.


Mayakovski
1915
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

5 Kasım 2019 Salı

Pantolonlu Bulut III

Ama neden bu
ve nereden-
yeniyor bu ak sevinç
kirli dev yumrukları!
Tımarhane korkusu aldı beni
ve çektim perdesini kuşkunun
beynimdeki.

Ve
uzanınca ileri
boğucu kasınmalardan
batan savaş gemisinin karnında-
sürüklendi bölük pörçük
acılı gözüyle Burlyuk.

Kan dolmuş gözlerle ağlaya ağlaya
kalktı ayağa
başladı yürümeye
ye dedi
yağlı kişiden beklenmeyen sevecenlikle
"İyi!"
 
İyi, sarı gömlek engelleyince
görüşü ruhun ateşindeki
İyi
"van Houten çikolatası içiniz!"
diye bağrılınca giyotinde.

Ve bu an
bengalce
bağırışa
değişmek istemiyorum
bir şeyi dünyada...

Ama sigara dumanında,
likör bardağı gibi gözkırptı
Severyani'nin sarhoş ve çirkin yüzü.

Nasıl göze alıyorsunuz ozan denmeyi, gakguk etmeyi
gri evcil kuşlar gibi tümünün en grisi!
 
Bugün
çatlaması gerek
dünyanın kafatası
ve kesilmesi boks alanı için!
Ancak bir düşünce kuşkulandırır sizi-
"Cazip dans etmiyor muyum?"
Ama eğleniyorum
başka biçimde gördüğünüz gibi-
pezevenkler ve oyun serserileri gibi!

Siz
aşkları delik deşik eden, altüst eden
yorgunum ben
bitmez seliyle gözyaşlarının
ve bırakıyorum sizi
güneşle tekgözlük gibi yapışmış
dört açılan gözümde.

Görülmemiş giysilerle
yürüyüp gideceğim güneşler altında
tutuşturacağım bedenimi herkesin sevdiği
ve tıpış tıpış yürüyecek tasmayla önümde Napolyon
fino köpeği gibi.

Açılıp saçılacak toprak bir kadın gibi önümde,
uçan bir kuşkuyla titreyip etine kadar.

Nesneler yaşama kavuşur-
kımıldar dudaktan
ve çene çalan
"Fötnof, fötnof, fötnof".

Birden
karardı hava
ve fırtına bulutları
bütün gök sallandı durdu.
Beyaz işçi yığınlarına benziyordu onlar
öfkeli bir grev ilan eden bütün göğe.

Korkunç bir gürültü koptu buluttan
ve sümkürdüler kocaman burunlarıyla yeğin
ve değişti göğün yüzü birkaç saniyede
yüz ekşitmesiyle Demir Bismark'ın.

Ve biri
takılıp kaldı bulutun kanadına
uzattı elini bir kahveye-
özdeş anda
sevecen bir, kadın yüreği
ve kıyıcı ateşle yakma gibi.

İnanıyor musunuz
kahveyi okşadığına güneşin
bu akşam?
Değil, general Galiifet'i
kurşuna dizen başkaldıranları!

Eller yukarı bütün üşengenler
alın bıçakları, taşları, tabancaları
ve siz bütün kolsuz sakatlar
dövülürsünüz Danimarka kafataslarıyla!

Buyurun bütün açlar
terleyenler
kuşkulananlar
kalbura dönenler yoksulluk içinde

Buyurun!
Bütün pazartesileri, salıları
kanlı bayram günlerine boyayacağız sizi!
Bıçaklar toprağa bulanacak anılmak için
kim hayvanlaştırmak isterdi onu!
Toprak
besiye çekilen bir sevgili gibi
Rothschild gibi bilmek istemeyen daha çok!

Bırakın dalgalansın bayraklar kurşun ateşinde
bütün bayram günler dalgalanan-
as domuz kasaplarının kanlı iskeletini
taa tepeye, sokak lambaları direğine.

Yemin ettim
kapanıp dizlerine
kestim bıçakla
sürükledim ardından
beni ısırsın diye
 
Kızıl, La Marseillaise gibi gökleri sarstı
ölüm savaşında günbatımı.

Delilik şimdiden.

Hiç bir şey olmayacak.
Gece düşecek ve oburca
çiğneyip yutacak
karanlık pisboğazlıkta.

Bak
gök yeniden buz kesiliverdi
bir avuç gümüş yıldızla ihanete batmış.

Geldi o.
Gurul gurul içiyor Mamay gibi her şeyi
oturuyor ağırca arkaüstü kente
Gözlerimiz delik açamaz bu gece
daha kara Azef'ten!

Yığılır kalırım bir meyhane köşesinde
ben ruha, boğulur şaraba örtü
ve görürüm
o kadının değirmi gözlerini masada
Yedi kendini yüreğimde Madonna'nın bakışı.
 
Neden bağışlıyorsun meyhanecilere, mum utkundan
örneğe göre boyanan?
Görüyor musun,
yineleniyor burda özdeş tarih:
Barabbas yeğleniyor
Golgatalı oğluna.
 
Belki taşıyorum bilerek insan yığınında
bir yüz, değil daha yeni başkalarınkinden
Belki
bu en güzeli
bütün oğullarının
ben bu.

Ver
çabuk ölümünü zamanın
kendi sevincinde küflenmeye başlayanlara
büyümeye başlasın çocuklar burda yanyana
oğlanlar baba olsun
ve kızlar gebe.

Ve yeni doğanlar ülkemizde
büyüyüp ak saçlı bilgeler olsunlar.
Ad olarak verecekler bir gün onlar
doğan çocuklarına
başlıklarını şiirlerimin.

Belki benim İngiliz imparatorluğu
ve hiç paslanmayan makineler üstüne yazan
en güncelinde bütün İncillerin
on üçüncü havari.

Ve bağırdığım zaman
yüzsüzce, bütün gücümle-
her saat başı
ve sabahtan akşama-
İsa belki duyacak nasıl güzel koktuğunu
Unutma Beni çiçeğinin ruhumda.


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

4 Kasım 2019 Pazartesi

Pantolonlu Bulut II

Öv beni!
Büyük şeyler yapmış olmasam da
Damgalıyorum "nihil" sözcüğünü
yapılanlar adına.
 
Okumak mı?
Hiç bir şey okumadım!
Kitaplar mı?
Ne yapılır kitaplarla?
 
Bir kez inandım
o da kitaplar yaratıldığı zaman
bir ozan çıkar ortaya
yarım ağızla
ve durup yaşam dolu, bağırır aptalca
başa gelen bu işte!
Daha iyi biliyorum şimdi ama
şarkılar çıkmadan önce
dolaşırlar yara bere alıncaya kadar
ve yüreğin içinde
çırpınır düşlemin aptal çapak balığı,
uyaklar, ses yinelemeleri bilyeleriyle
kaynatır onları aşk ve bülbül çorbasında
dönüp dururken yollar kargaşalık içinde
bir dille, kesilen ve konuşmayan.
 
Yolculuk ediyoruz yeni Babil Kulesi'ne
ama tanrı
dilini karıştırıyor insanların
ve yerle bir ediyor
kentleri ekili toprağa.
 
Yol acıyı bastırıyor, dileniyor sonra
ama dikine bir çığlık boğazlarında onların.
Faytonlar atları arık ve şişik dolmuşlar
tösler boğazına trafik yolunun
daha ince veremden
uzanıyor yolun göğsü paramparça.
 
Kapattı yolu kent karanlıkla.
 
Ve ne zaman o-
her şeye karşın!
sonra halk yığınlarını soktu alana,
çöktü kilise merdiveni bir öksürükle
düşündüm ben:
baş melek korosunun şarkılarını
geliyor soyguncu tanrı ceza vermek için.
 
Sonra uzanır yol ve sızlanır:
"Gel gidelim ve çene çalalım!"
 
Krupp ve Kruppçular kirletti kenti
ve korkunç çatık kaşlarla güç verdi ona.
Ölü sözcüklerin, acılı iskeletleri arasında
yararlanan bugün, iki mi yalnız
"Borsçiy"e
inanıyorum
ve "domuz"a.
 
Ozanlar
ağlamalar, hıçkırıklarla şişik
saçlarını başlarını yoldular sokaklara düşüp:
"Şiir nasıl yaratılır böyle sözcüklerle
dörtlükler için
aşk üstüne
ve bahar çiçekleri üstüne?"
 
Ama ozanların arkasında
yolların egemenleri:
öğrenciler
satıcılar
ve orospular.
 
Arkalarda yavaş!
Benim egemenliğim!
Sizler yoksul değilsiniz
sadaka dilenmiyoruz burda!
 
Sağlığımız yerinde bizim
geleceğe götüren bizi dev yığınlarla
dinlemeseler de yuvarlayıp tırmananları
bağlıyacağız dergi ekleri gibi
tüm çift yataklara!
 
Onlara mı dileneceğiz eğip başımızı
ezgilerle
oratoryalarla.
Biziz yaratan bu ezgileri gittikçe büyüyen
fabrikalar, labratuvar ateşi gibi bayıltan.
 
Faust’ta beni ilgilendiren
düşçül şenlik fişekleri gibi
düşer Mefistofeles'le göksel yere.
Biliyorum-
daha karabasan Goethe'nin düşleminden
çizmemde bir çivi.
 
Ben
altın çığlığımın bir tek sözcüğüyle
ruhu yeniden doğuruyor
ve bedeni özgür kılıp
diyorum size:
Yaratmış olduğum her şeyden daha değerli
bir tek tane yaşam dolu!
 
Dinleyin!
Şimdi işiteceksiniz
günün boğazdelen vaazlarını Zarathustra'nın
ve inleyerek yuvarlandığım yerde!
 
Biz
uykulara batık çarşaf yüzlü
ve dudakları sarkık avizelerce
biz
cezalı işçiler cüzamlılar evinde kentin
bütün, yaşam zehirlenir orda yaralı altınla, pislikle
daha temiz mavi göğünden Venedik'in
temizlediği denizin ve güneşlerin!
 
Boşver hepsine
Homerosların, Qvidiusların tanrısal ezgilerine
bize yer yok orda
çiçek bozuğu paslı kahramanlar!
Biliyorum
ışıyacak günışınları kendiliğinden
ruhlarımızın uçan altın kumlarından! 
 
Daha gerçek sinirlerle kaslar yalvarılardan.
Zamana mı yalvaracağız bağışlanalım diye!
Biz-
her birimiz-
sıkar yumruğunu
işte bu güçler tutar dünyaları.
 
Tırmandım Golgatalarını salonların
Petrograd, Odesa, Kiev, Moskova'da
ve yok orda
bir tek
bağırmayan
"Haça ger
haça ger o şeytanı!"
Ama siz-
insanlar-
bana aşıksınız öbürlerinden çok daha
ve siz beni anlamayan da.
 
Gördünüz mü
nasıl yaladığını köpeğin döven eli!
 
Öykülermiş gibi uzun ve gereksiz
aptalca güldü bana bütün çağdaşlarım.
Ama görüyorum
biri gelecek buraya bir zaman, sonra
bir başkasınca görülmeyen.
 
Herkes için o aç köleler başta,
görülmemiş dar görüşlü tüm insanlarca
yürüyüşe geçecekler bindokuzyüzonaltıda
süslü dikenli tacıyla devrimlerin. 

Benim peygamber dedikleri onların,
acının olduğu yerde ben varım.
Düşen her damla gözyaşında
gerildim çarmıha.
Bağışlama yok daha burda.
 
Sevecenlik vardı bir zamanlar
yakıp kül ettim ruhları.
Daha zor bu saldırıp yıkmaktan
bilmiyorum kaç bin Bastiyliler.
 
Ve gelince
haber veren kurtarıcı başkaldırımı-
çıkarıp atacağım
ruhumu göğsümden sizler için
ve onu çiğneyeceğim
büyüyünceye kadar!-
ve dikeceğim onu kanlı bir bayrak gibi.


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

3 Kasım 2019 Pazar

Pantalonlu Bulut I

İnanıyor musunuz sıtma olduğuna?
 
Başa geldi bu.
Odesa’daydı geldi başa.
 
"Saat dörtte geliyorum"-
dedi Mariya.
 
Sekiz.
Dokuz.
On.
 
Pencereden ötelere
gitti akşam
karabasanlı bir geceye
işkenceli.
 
Çökük sırtımın arkasında kükreyen bir kahkaha
büyük şamdanların yalazından.
 
Sanmıyorum tanıyacağını birinin beni
bu iniltiler içinde
iki büklüm
sinirli dev.
Ne düşünmesi istenir böyle bir tümseğin?
Böyle bir tümsek yığınlar ister!
 
Pek de önemli değil
yapılmışsa insan madenden
ve yüreği buz kesilmiş demirden.
Buna karşın geceleyin
gizlemek istiyor sesini
bir zaman yumuşak ve kadınımsı.
 
Ve şimdi
ayaktayım
güçlü ve çökmüş, bir pencerede
ve eriyor çerçeveler kızgın sıcağıyla alnımın.
Bu aşk istediğim gibi olacak mı?
Olur mu
küçük ve yazıklı ya da kocaman bir dey gibi?
Bir büyük bir olur böyle bir bedenle, nerdeyse:
olur yalnız
biraz barışçıl aşk budalalıkları
ürken otomobil düdüklerinden
ama tutkun atlı tramvayların hafif zillerine.
 
Islak damlalar düşüyor başımın üstüne
dikince özlem dolu
gözlerimi yağmurun yüzüne, çiçek bozuğu.
Bekliyorum.
kentin sağırlatıcı suçlu gölleri taşınca.
 
Delicesine koştu bir bıçakla gece yarısı
yakalayıp
devirdi
kaçan günü.
Boğazı kesilen başı gibi kütüğün
düştü on ikinci savaş.
 
Bütün yağmur damlacıkları
ağladı hıçkırarak çerçevelerde
ve yüzünü buruşturdu kocaman
yüz buruşturmalar gibi bütün
Parisli Nötre Dame'a.
 
Cehennemin dibine o kadın!
Beklemedim mi yeterince?
Uluya uluya yırtılacak ağızlar, nerdeyse.
 
İşitiyorum:
yumuşak
yatağındaki civciv gibi
fırladı bir sinir.
 
İlkin
yürüdü yavaş yavaş
bir dönüşten bir dönüşe
sonra geçirdi onu 
görülmemiş
bir hıza
Uçup dönüyor şimdi başka bir sinirle
deli bir dansla.
 
Tozdan geçilmiyor alt katta.
 
Sinirler
küçük
büyük
tümü!
dans ediyor
bacaklar kırılıncaya kadar
deli bir dört nalla!
 
Ve gece altüst ediyor odayı yeniden
ve yıkanan sokağın çamuruyla doluyor göz.
 
Keskin bir inlemeyle açılıyor kapı
bütün otel sanki
gıcırdatıyormuş gibi dişlerini.
 
Sen içeri girdin
bir acı "şimdi bitti" gibi
çevirip kadifesini eldivenlerin
çıkardın ağzından baklayı.
"Biliyorsun-
başka biriyle evleneceğim!»
 
Sanki
bu çok önemli mi?
Kurtarırım ben kendimi.
Bağlı değilim hiç bir şeye!
Nabız gibi
ölü bedendeki.

Anımsıyor musun?
Demiştin:
"Aşk
para
tutku
Jack London"-
ve gördüğüm her şey:
bir Giaconda sen
çalınmak zorunda olan Louvre Müzesi’nden!
 
Ve onlar öyle yaptılar.
 
Yola düşeceğim aşk sarhoşluğundan sonra
ateşlerle aydınlanan kara kaşlarla.
Sonra!
Yanmış yıkılmış evlerde de
uyuyan yersiz yurtsuz serseriler var!
 
Benimle alay mı ediyorsun?
"Bir yoksul evde kopekten daha değerli
ozansı deliliğinin zümrütleri."
 
Anımsa!
Vesuvius'la alay edilince
yerle bir oldu Pompey’i
 
İşitin!
Sayın baylar!
Seven sizler
günahları
kıyımları
ve üçkağıtçılığı.

Bir gün olsın
bir şey gördünüz mü
yüzüm gibi korkunç
olduğu
zaman
devinimsiz tümden?
 
Ve tanıyorum-
"ben"
çok küçüğüm bana göre.
Bir şey var durmak istemeyen içimde.
 
Alo!
Kiminle konuşuyorum?
Ana?
Amma!
Oğlun çok mu çok hasta.
 
Ateşler içinde yüreği.
Bilmiyor nereye gideceğini buralardan
selam et benden kızkardeşi Yuda’ya, Olya’ya.
Her sözcük
şakalar, yalın konuşmalar bile
bağırıyor tutuşan dudaklarınca onun bu akşam
atıyor kendini çıplak orospular gibi
tutuşan genelevinin penceresinden.
 
Hava temizlenir
bir yanık kokusu şurda!
Koşarak geliyorlar şimdi
ışıyan başlıklarıyla!

Alo bütün yangın söndürücüler
titizlikle tırmanılır tutuşan bir yüreğe!
Fıçı üstüne fıçı
dolduruyorum gözyaşı mı.
Tırmanmak istiyorum belkemiği eklemlerini.
Şimdi atlıyorum! Atlıyorum! Atlıyorum!
Ama parçalanıyor eklemler
Atlanamaz üstünden bir yüreğin, tutuşan!
 
Yanan yüzün
çatlak dudaklarından :
dev bir öpücük olur kömürleşen.
 
Ana!
Duramıyorum şarkılara.
Korolar tutuşuyor yüreğimin kilisesinde!
 
Yanan, tutuşan yapılardan çocuk gibi kaçıyor
kömürleşen rakamlarla sözcükler kafatasından.
Böyle uzandı
uzanımın elleri göğe doğru
Lusitania limanından, tutuşan
Korkutulan insanlarında
dingin evlerin
bakar durur ateşlerin kızıl gözü gökten.
İşte buradayım ve gelecek yüzyıllara bağırıyorum:
Yanıyorum!


Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

2 Kasım 2019 Cumartesi

Pantolonlu Bulut

Senin için, Lilya
 
 
Düşleyen
düşünceler donmuş usunuzda
yağlı koltukların semiz uşakları gibi
tedirgin, edip kanlı bir yürek parçasıyla
alay edeceğim öyle yüzsüz, acı dilli.
 
Moruk sayrılığı aramayın bende, ölümcül
boy vermez tek bir ak saç ruhumda.
Bozguna uğratıp dünyayı bir sesle gücül
geliyorum - kıyak bir genç yirmiki yaşında.
 
Çıtkırıldımlar!
kemanlara aşık olmak niyetiniz!
aşk istiyor kabalar dümbelek gibi.
Ama tersyüz olabilir misiniz
dudak kesilinceye kadar benim gibi!
 
Gelin, öğreteceğim size—
doğru kadın görevliler melekler gibi
patiska giysili, güzelim salonlarda.
 
Onlar çeviriyor ilgisiz; dudaklarıyla
yemek kitabı sayfalarını ahçı kadın gibi.
 
İsterseniz—
bir ten olurum yalnız çatlayan
—başka bir sesle göğün lirinden—
isterseniz—
çelebi ve sevecen olabilirim
—bir erkek değil ama pantolonlu bir bulut!
 
İnanmıyorum çiçekli yataklarına Nice’in!
Söylüyorum düpedüz övgü türküleri
hastaneler gibi bayatlık erkeklere
ve yıpranmış kadınlara atasözleri gibi.
 
 
Mayakovski
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

1 Kasım 2019 Cuma

Züppenin Gömleği

Bir kara pantolon dikeceğim
kadifeden, şöyle bana göre.
Bir sarı gömlek üç arşın gün batımı.
Nevskiy’i boyunca dünyanın, bu zırva, geçidi.
 
Bağırsın dünya, bu alık kadın, aldırma.
"Irzına geçiyorsun bu yeşeren baharın!"
Güneşe sırıtıyorum yüzsüz, bir daha:
"Seviyorum çatlak r’leri, durmayı üstünde asfaltın!"
 
Gök mavi mi mavi, alabildiğine,
ve kurmuş çilingir sofrasını sevgilim dünya.
Size veriyorum bu kukla şiirleri bundan böyle,
diş çöpleri gibi sipsivri ve lazım da!
 
Siz kadınlar etimi seven, sen de
sen de kız, süzen beni kardeş gözüyle,
gülüşlerinize boğun beni, ozanı-
takacağım onları çiçekler gibi züppe gömleğime!
 
 
Mayakovski
1914
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

31 Ekim 2019 Perşembe

Ama Bununla Birlikte

Frengililerin burunları gibi düştü yol,
ırmağın duygululuğu tükürüksü akıp gitti.
Apak iç giysilerini birden sıyırdı park
ve ağnadı haziranda, ayartık ve sevinçli.
 
Gittim alanına
tutuşmuş bir mahallenin
başta, peruk gibi kiremit taşından.
Paniğe kapılmış insanlar - gördüler ağzımda
yarı çiğnenmiş çığlığı ayağıyla çırpınan.
 
Ama beni kargımayacak, aşağılamayacaklar,
çiçekler atacaklar ardımdan peygamber gibi.
Anlıyor burunları kırık bütün onlar;
ozanı olduğumu sizlerin.
 
Korkuyorum meyhane döğüşü olmasından mahşerinizin!
Tutuşan yapılar ve bütün o süprüntülerle
taşıyacak orospular beni, sanki tapınacak şeymişim
ve tanrıyı gösterecekler bağışlansın diye.
 
Ve gözyaşı dökecek Tanrı yazdığım kitaba!
Sözcük değil ama, ulanan kasınçlar yığını:
ve dolaşacak göklerde şiirlerimle soluk soluğa
ve soluğu kesik okuyacak tanıdıklara onları.
 
 
Mayakovski
1914
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

30 Ekim 2019 Çarşamba

Ama Elinizden Gelecek Mi?

Renkler serpiyorum bardağın içinden
kül rengi haritasına günün,
eğik çenesini okyanusun,
donmuş bir balıkta gösteriyorum.
Okudum yeni dudakların sesini
ışıldayan pulunda balığın.
Ama siz,
çalabilecek misiniz
bir gece şarkısını,
flütle?
 
Ruhun yıpranmış
kaldırımlarında
şaklar ökçeleri delilerin
ağır tümceler
ortasında
asılı
kentler
ve bulutun kıvrımında eğik boğazları kulenin
buz tutmuş -
Benim ağlayan yalnız dörtyol ağızlarında
polisler
çarmıha
gerilince
 
 
Mayakovski
1913
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven

29 Ekim 2019 Salı

Şarap

Sun bize kadehi!
Biz
bir şişe açabilir
ve acıyı boğabiliriz şarapla.
 
 
Mayakovski 
Yıldönümü
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven
 
 
Bakü’nün mukaddes toprağına yüzüstü düşüp,
avuçlayıp nefti siyah şarap gibi içmek istiyorum!
 
 
Nazım Hikmet 
Varış, 1927

28 Ekim 2019 Pazartesi

Gerekseme

Bundan başka
yeni yıkanmış gömleğe
gereğim var açıkçası
zırdelilik değil.
 
 
Mayakovski 
B. Dolusu
Çeviri ve inceleme: Abdullah Rıza Ergüven 
 
 
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı
 
 
Nazım Hikmet 
Karıma Mektup, 1933

27 Ekim 2019 Pazar

Samanyolu

Saat şimdiden bir ve sen yatmaya gittin
İşte gümüş adiliği Samanyolu’nun geceyle.
 
 
Mayakovski 
Bütünlenmemiş Parçalar, 1928-1930
 
 
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu,
kehkeşanların
güneş aydınlığında!
 
 
Nazım Hikmet

26 Ekim 2019 Cumartesi

At

Bağla beni kuyruklu yıldızlara yabanıl atlar gibi
 
 
Mayakovski 
Omurga Flütü I, 1915
 
 
Mor bir patlıcan gibi çürük omuzlarına basarak karımızın
atladık terli sırtlarına şaha kalkan atlarımızın...
 
 
Nazım Hikmet 
Yeni Sanatın Akını, 1930

Güneş

Günbatımının yüz kırk güneşi patladı
haziran sonuna gelince.
 
 
Mayakovski 
Görülmemiş Bir Olay, 1820
 
 
Bugün pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar..
 
 
Nazım Hikmet
Tecritteki Adamın Mektupları, 1938

25 Ekim 2019 Cuma

Yeğinlik

Anlatıma güç vermek, etkili olmak amacıyla çarpıcı, vurucu örgelere, yeğinliğe rastlanır her iki ozanda:
 
 
atıyor kendini çıplak orospular gibi
tutuşan genelevinin penceresinden,
 
 
Mayakovski
P. Bulut I, 1915
 
 
Fransız zabiti sen
     o üzüm gözlü Azadeyi
bir orospudan
     daha çabuk unuttun!
 
 
Nazım Hikmet
Piyer Loti, 1925

24 Ekim 2019 Perşembe

Yaşam

Kin duyuyorum
     her çeşit ölü etine,
ama tapıyorum
     yaşam olan her şeye
 
 
Mayakovski 
Yıldönümü, 1924
 
 
Açıldı demirlerin, dışında
     büyük, laciverdi bahçem.
Aslolan hayattır...
Beni unutma Hatçem...
 
 
Nazım Hikmet
Çankırı Hapishanesinden Mektuplar, 1940

23 Ekim 2019 Çarşamba

Sevi

"Saati dörtte geliyorum"-
dedi Mariya
Sekiz,
Dokuz,
On.
Pencerelerden ötelere
gitti akşam
karabasanlı bir geceye
işkenceli.
 
 
Mayakovski
P. Bulut I, 1915
 
 
Saat bir.
Saat üç.
Saat beş.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatağım bozulmamış
Çekmecemde kaatlar;
bazıları
- onun el yazıları
 
 
Nazım Hikmet
Gece Gelen Telgraf, 1931

22 Ekim 2019 Salı

Tanrı

Her iki ozan, tanrının varlığı yokluğu konusunda düşünce birliğine ulaşır. Tanrıyı yadsır her ikisi de:
 
 
düşündüm ben:
baş melek korosunun şarkılarını
geliyor soyguncu tanrı ceza vermek için
 
 
Mayakovski 
Pantolonlu Bulut I, 1915
 
 
Ay battı güneş doğdu,
Kalbimde ateş doğdu,
Yaldızlı meşin kabı
Parçalanmış kitabı
Varsın gömülsün diye ebedi bir uykuya
Attım kör bir kuyuya.
 
 
Nazım Hikmet
Meşin Kaplı Kitap, 1921

21 Ekim 2019 Pazartesi

Eylem

Olsaydım
Vendom direği
direnirdim
evlenmem için
Concorde Alanı'yla



Mayakovski
Kent, 1921





"Maddeden ayrı ruha inansaydım eğer,
Şarkın kurtulduğu gün
senin ruhunu
köprübaşında çarmıha gerer"
karşısında cıgara içerdim!



Nazım Hikmet
Piyer Loti, 1925

19 Ekim 2019 Cumartesi

Gelecekçilik

Fütürizm:


Arkadaşlar, gelecek kuşakların, dinleyin -
                                               burada konuşuyor
provokatör
              kendisi hoparlör
lirik çalkantısı musluğunun
                                kapanması gi'bi


Mayakovski (Boğaz Dolusu)

---

Ey ihtisas mahkemeleri kaçağı
ve Despinis Kokonun aftosu,
ey marka malı kör
                            provokatör.


Nazım Hikmet

---

Size geleceğim
                   uzak, komünist bir zamanda,
şiir atlısı gibi değil,
                           tümden Yeseninci.
Şiirim ulaşacak size
                            yüzyılların üstünden.


Mayakovski

---

Topraktan,
             ateşten
                     ve denizden
doğanların
              en mükemmeli doğacak bizden...


Nazım Hikmet

18 Ekim 2019 Cuma

Islak

Sokaklar ıslak ıslak
Ağır basar rüzgâr
Duvar boyunca ilanlardan
Renkler şehre dağılmış
Kapılar kapalı kapılar
Pancurlar pencerelere
Bulutlar düşer denize
Gölgeler ıslak ıslak
Boş meydanlarda soğuk
Üşümek üşümek
Bakmayınız genç adama
Gözleri var
Elleri var
Avuç içleri ıslak ıslak.


Ece Ayhan
Şubat, 1954
Yort Savul

17 Ekim 2019 Perşembe

Arap Paşa Şapa Oturdu

Merhaba diyoruz ölü teyzelerimize çocuklar
merhaba diyorlar o şiirlerimizin eşikleri

Mum tacirlerinin kızları ne temiz porselen
yüz çiçeğe yüz ay çıkarırmış bu tabaklar

Yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış ve
çarşılar grevsiz deli olurmuş yalnızlık işte.


Ece Ayhan
1958
Yort Savul

16 Ekim 2019 Çarşamba

A. Petro

Bir gülüşün var ayakta kötü elbet
burcuvalıklarında bir dudak gül gibi

Bütün ellerinin sokakları aşktır senin a. petro.


Ece Ayhan
1958
Yort Savul

15 Ekim 2019 Salı

Gül Gibi Kanto

Dipsiz kuyularda analarının kahrı
azalmış galata'da iki deli çocuk
bacakları uzamış rıhtımda

Enlemlerle boylamların denizleri geçişi
iki deli çocuğun uyuduğu saatlere rastladığı için
onları hiç görmeyecekler işte.


Ece Ayhan
1957
Yort Savul

14 Ekim 2019 Pazartesi

Denizkızı Eftalya

Neden üç aylar girerken kurşun harflerle salılara
hiç soyutlanmamış ırmaklarda boğuluyor ibrahim
ismail soda içen kalabalıklara doğru cumhuriyet olmuş ,
anlamıyorum şey yani ishak bakır kapılarda bakır tokmak
denizkızı eftalya cumhuriyette ağaçlara benzer öldü diye

Yahu istanbul bu yahu neden birdenbire istanbul bu
istanbullu ölümcülere takılıp kahvermiş bir salaş tiyatrosu göğünde
yalnız üç aylarda salı günleri otuz birle rumba da rumba
bizim laternada dokuduğumuz deli çocuklar gibi bir gök budalası
en eski ipek saçlarıyla uzamış topuklarına kesilmiş göz kapakları
kuyularda yarısı harita deniz yarısı hatırlanmamış eftalya

Ve kuyulara eğilip ölümcülere selam verirken eftalya
neden ibrahim'in ismail'in ishak'ın anaları gibi
halklar olmak istemişti cumhuriyette üç aylar salılara.


Ece Ayhan
1956
Yort Savul

13 Ekim 2019 Pazar

Bir Elişi Tanrısı İçin Ağıt

Peki nasıl oldu da hatırladı denizde boğulduğunu
nasıl oldu da peki anlatamıyorum biliyorsun

Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır
bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor

Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok
şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak

Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron?


Ece Ayhan
1956
Yort Savul

12 Ekim 2019 Cumartesi

Kambiyo

İstemiyorum biliyorsun
geceleri kapkara düşünceli şapkasız
birdenbire sokaklar arasında raslanmış bir kambiyo
sterlinle dolarla lirayla biliyorsun istemiyorum

Sabahlara değin dövülmüş bir kadın
öznel pencereler bir de kent dikkat ettinse
neden böyle çırılçıplak olduğumuzu
şimdi daha iyi anlıyorsun değil mi
neden dövülmüş bir kadın

Belki bir gün belki eve dönmekten
utanıyorum gölgesiz bomboş yenilmiş bir takım gibi
belki bir gün belki
küstahça şapkasız ters çevrilmiş eldivenlerle
pabuçlarımı sürüyerek ıslık çalarak kapıda

Bu gece de sen döv beni
kambiyo öylesine çoktan kapanmış ki
neredeyse açılacak
belediye saati koşu koşuyor cebimde

Bu gece de sen döv beni gizemsel bir caddede
oruçluyum dövülmeden olmaz limon gibi ay
bin yıldır şapkasız eve pencerelere dönemiyorum
istemiyorum biliyorsun.


Ece Ayhan
1956
Yort Savul

11 Ekim 2019 Cuma

Akdeniz Pencereleri

Açın pencereleri açın
akdeniz'de sabah oluyor
küçük harfli musa
hep böyle gökyüzünde

Kıvanç duyuyorum bu akçalı güneşten '
çürümüş bankalar borsalar
birazdan açılacak yeryüzüne
ayaklarımızın altında kezlerce deniz çayımızı içerken

On beş kuruş uzattı seninki
on beş kuruş bir gazete
aydınlık yüzlü bir kadın bize sesleniyor
birdenbire

Akdeniz akdeniz'de çay içerken yaratılıyor
şu bizim dev dudaklı
ve küçük harfli musa için
açın pencereleri açın.


Ece Ayhan
1956
Yort Savul

10 Ekim 2019 Perşembe

İbraniceden Çizmek

Bacaklarım uzun
nereye gitsem uzun
nereye gitsem gelip beni buluyor
çıkmaz bir sokakta ablam

Bu kente bir güvercin çizmek
güvercinin gözlerini çizmek
bir güvercin
orta çağda bir güvercin tebeşirle

Bir duvar boyunca ağaç serinlik
bir ses çiziyorum
herkeste olsun herkeste bir ses olsun istiyorum
güvercinde bir ses ablamda orta çağda bir ses

Nereye gitsem uzun
bacaklarımdan buluyorlar hep
çizerken başka bir sesi
ve bayraklar dolusu bir bayramı kente
ibraniceden.


Ece Ayhan
1956
Yort Savul

9 Ekim 2019 Çarşamba

Ecegiller

Sam yeli de dalgınlıklarla bir çocukmuş
eğilip barışlıklar çizermiş evler üzerine
nasıl bir ağaçdıysak çocukken
tümleçleri özneleri nasıl unuttuysak denizde
turunç olmak istiyoruz yine turuncuz da.


Ece Ayhan
1957
Yort Savul

8 Ekim 2019 Salı

Kudüs Fareleri

Dördüncü konuşmamızda
(ben nerdeyim?)
isa'dan önce bu kentte
bir karınca taciri

Günahkâr bir hayalet için
(biraz ölüm)
uyluk kemiğiyle acı çekecek
saraylarında

Beşinci konuşmamızda
(anlatmak diye bir şey yoktur burada)
arsenik götüren bir uşak
efendisine

Vebalı gecelerden
(makasla kesilmiş sarı bir ay)
kurtulacaklarına
inanırlardı

Biz vaktinde ölmüş olduğumuz için
(satranç taşları gibi)
kireçlerden korkmuyorduk
bir de kudüs fareleri
bir de kudüs fareleri

Bir öyle fareler
bir öyle fareler.


Ece Ayhan
1955
Yort Savul

7 Ekim 2019 Pazartesi

İpeka

Remillerle kanıyor labirent buluşmaları. Yaşıtımdı
ve kapanmış bir kraliçeydi. Nasıl atlar ve nasıl
katanalar çürürdür. Varılan derinlikte.

Ağıntılarla örtüyor kendini. Kılıç kında kösnü
dümdüz bir olasılık. Aldırmıyorum. - Kimse birbirini
aramasın! Geçerken belirli bir denizi.


Ece Ayhan
Yort Savul

6 Ekim 2019 Pazar

Ey Kanatsızlık

Batmış bir tramvay, ... ahtapotlar, ince ve upuzun
barbarlar. Yalnızlık dönüşür bir zenci arkadaşa
imparator.

Kucağında bir padişahın da kuş. İstemiyor bitsin ...
büyüsü. Bir boyundaki serüven, uçurum. Hiç
konuşmuyoruz.

Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık! Koyulaşır ve
bir denizin denizinde ağlarken. Bekleyen bir çocuk.
Yelkenli.


Ece Ayhan
Yort Savul

5 Ekim 2019 Cumartesi

Kargabüken

Kaçmış bir çatanayla külüstür ve cin. Çalarak sinsi
mızıkası bilinmezlik. Kara mürekkebin.

Gizlerdi menekşe gözlerini bir kahkahayla. Hiç
zakkum arkadaşı yok. Lepiska saçlı. Esrik.

Bir firavun daha dövdürüyordur pazusuna. Çocuklarla
okulların çarpıştığı eylül. Mısrâyim'de.


Ece Ayhan
Yort Savul

4 Ekim 2019 Cuma

Firavun

... büyümüş. Bir firavunla yatar kalkardın
sabahlara karşıki. Yağmur ayları sürgünlüğün.

Ağzında firketeler. Bir kuş, konmaktan hoşlanır.
Canavar dövmeleri kollarında, vardı.

Saçlarını da kardeşin taşırdı kömür karası. Bir kent
görünür sen güldükte kurulmuş.

... tutakında 'seviyorum' yazılı bir tabancaya
koşardın. Bir haşhaş, yolcusunu taşımaya hazır.


Ece Ayhan
Yort Savul

3 Ekim 2019 Perşembe

Sevgili Uğursuzluk

Geçirdi çılgınlık bir kasketi başına. Koştu paslandığı
bölgelere silah satıcıların. Kurdu okulkaçakları
imparatorluğu. Buldu altın bir top da Manastır'da.

Taktı yakasına bir eylül ormanı. Bitmesinler incik
boncuk dolu bir gömüyü. Sırtlanı da oradaydı.
Çürümüş elma yüzlü. Boğuştu kapmak için bir hançeri.

Konuşuldu bir cumartesi kırımlardan. Kapalıydı
büyücüler. Astılar içine bir içki şişesinin. Ayaklarında
gümüş ağır potinler. Sevgili uğursuzluk. Serseri'yi.


Ece Ayhan
Yort Savul

2 Ekim 2019 Çarşamba

Kargınmış Bir İlkyaz

Ay; gecikmiş ağı, yosun yeşili bir canavar. İlerlemiş
gece; kanatsız yarasalar, ıslanmış silahlar. Devrilmiş bir
tramvay caddede. Bunlar, kargınmış bir ilkyazın
simgeleri. Büyük uçurtmamı çalmışlar deliliğimden,
mor gözlü çocuk ölüsü bir pazar, onu bulamıyorum.


Ece Ayhan
Yort Savul

1 Ekim 2019 Salı

Gizli Yahudi

Gözkapaksız, şeytandan biri, çekiyor tramvay paramı benim. Arada şurada böylecik kente inip uzun üzüldüğüm ve sarsıldığım olur. Otelde, onun (Ceset'imin) yatağında yatarım. Saçlarının kapkara öyle uzadığı zamanlarda, dirimin ondan esirgediği ve benim ona vermeye çalıştığım şey neydi acaba? diyedir kurarım. Kocaman öküz ellerimle. Alçak bir mahmuz. Kükürt kokusu. Dağlanmış bir kıç. Bakır çalığı. Damarlarımdaki lağımlarda bir fare. İndiğim kenti ve içimdeki darağacını kemirir. Deliler, fareler, erkek fareler bölüşür kömürleşmiş bir cesedi. Mahzende. Onu sevmenin sözcükleri olmamıştır, bu belinde anahtarlar sevişin sözcükleri olmamıştır ki. Kaçardım korkunç karşılaşmamak için bir bezbebekle. Karşılaşmak. Bu, benim yeniden İşkence Sözlüğü'ne dönmem demek olurdu. O angut ormanlarının sevinç yiyen dulu, yedi yıllık gelincik kin, kalıt dağıtan meşin eldivenli ipek el.. Gömülmek istemezmiş.. Üşürmüş.. Arka sahanlıkta yanarak uzaklaşan genç şeytan. Gözlüklerimi kıskançlığım bataklıklardan çıkarıyorum. Başlangıcı kundak bir yangından sonra bir türlü bulunamayan eski metresimin (Ceset'imin) oğlan kardeşi. Kalın yüzünü örten ince böcek bakışlı aile maskesinden tanınıyor. Adam! Niçin hıçkıracakmışım sanki. Kolaylıkla sever, bir kemerin altından geçer, kolaylıkla unutur bir ne gizli yahudiyimdir ben.


Ece Ayhan
Yort Savul

30 Eylül 2019 Pazartesi

Sardunya ve Çocuk

İçerlerdeki, o utanç mağaralarına, çarılçamur - sekerekten yine de, bir çocuk sığınıyor. Selanik bohçası, hasır şapka, yağmur kuşu. Mahkûmiyetinde ve sağ yanağında bir el kadardır kara gül lekesi. Sardunya bahçelerine bitişik halasının - uzunluğuna. Güz düşlerinde herhal, ölümün ve arkadaşının mızıkasıyla, eski deniz, deniz sokaklı adalara giden bir çocuk.

Rüzgâr, sürükleyip duruyor dışarlarda; küf gözlü, tenekeden bir ejderhayı ve paslı bir cesedi. İmsaklarda beklenir her zaman, derin bir gulyabani çünkü. Katranlar, inanılmaz istanbulinler giyinmiş. Çağırmak için onu tâ Selanik'ten, Ürkünç Amca'sı kılığında - iğneli fıçılara, iğneli fıçılara. Sonra, sabaha karşı, gecikmiştik ve lacivert. Solgun ve öksüren, nalsız atlarıyla dönülür, ermişlerin merdiveninden inerek, karanlık, saraç ya da haşhaş dükkânlarına.

Çocukluğun da Selanik kapıları, büyük lavanta ve tokmaksız. Gidip bir ilkokulda uyuyacaktır, bütün o sığ denizleri, şeytan minarelerini, belki de. Yazdan unutulmuş açık bir pancuru gibi halasının, ölümün ve arkadaşının mızıkasıyla, yeryüzünde geceleri satışa çıkarılmış sardunyaların ağır öyküsünün arabasını anlatan çocuk, yalnızca.


Ece Ayhan
Yort Savul

29 Eylül 2019 Pazar

Epitafio

Boğulmuş geldiler denizden ikindi üzeri, yeşil çuhalı kahveler rıhtımında gizlenmiş çivit rengi evlerine. Falı İspanyol -.

Başlarını eğiyorlar yine ablalarının önünde, sabahleyin olduğu gibi. Saçlarını tarasınlar ve ayırsınlar diye ortadan. Kördüğüm -.

Onları çağırıyor çığlık çığlığa, bir iskambil kâğıdı sokağından, malta taşları üzerinde, çocuk oyunu binlerle. Şeytan çizilmiş -.

Görüyorlar, ne de güzel gülüyorlar öyle uzun uzun. Ama gelemeyecekler işte. Bohçaları derleniyor. Aceleleri var. Çürük -. 

Acaba çıkar mı yine önüne, kopçalarını ilikletmek isteyen o şişko kadın, Afrika'ya giden yosunlu ve çetin yollarının da, ablaları?


Ece Ayhan
Yort Savul