Şiir, Sadece

18 Temmuz 2016 Pazartesi

İki Ses

Dışardan herkes: - Görmemiş ol, savaş..
İçimden bir ses: - Konuş! Konuş! Konuş!

Dışardan herkes: - Böyle uslu, yavaş..
İçimden bir ses: - Savaş! Savaş! Savaş!

Dışardan herkes: - Tıkırında işin..
İçimden bir ses: - Düşün! Düşün! Düşün!

Dışardan herkes: - Bugüne uy, barın..
İçimden bir ses: - Yarın! Yarın! Yarın!.


Behçet Kemal Çağlar
Benden İçeri
1947

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Çankırı'da Akşam

Soluyup kesik kesik
Rengi yüklenir çöker
Kervandır çanı eksik
Çankırı'da tepeler.

Bir garipçe iş olur
Meyva dalda kuş olur
Yamalar nakış olur
Benek olur bereler.

Kaya bile şimdi tül
Diken de bir çeşit gül
Dünyaya küskün gönül
Kapısını aralar.

Işıklar ipek olur
Yapraklar çiçek olur
Çalılar petek olur
Dolar kuru dereler.

Ana evlendir bizi
Bak renk renk, dizi dizi
Dallar asmış çehizi
Tamamlanmış töreler.

Ürperen bahçelerde
Bir içkidir keder de
Gökte kanar gider de
Gönüldeki yaralar.

Evler hisar kesilir
Yabanlar yâr kesilir
Ayvalar nar kesilir
Şarap olur şıralar

Geceyle başlar akın
Ordulaşır bağ-ekin
Doğrulur Karatekin
Der: Benimdir buralar


Behçet Kemal Çağlar
Benden İçeri
Çankırı 1937

Yolculuk

Bir yaz günü odamda kaparken bavulumu
Çekecek koltuğumun parmakları kolumu
Her zamanki sesiyle bana "Otur" diyecek

Bütün kış geceleri duyduğum laflarıyla
Çıplak bir kadın gibi beyaz çarşaflarıyla
Beni uyutmak için yatağım esneyecek

Yolda, adımlarımı çağıracak geriye
Aralık duran kapım, belki dönerim diye
Penceremde buğudan bir damla yaş donacak

Yürürken sağ omzuma hafif sesle ötüşüp
- Bir evden anlaşılmaz fısıltılarla düşüp -
Bembeyaz bir el gibi bir güvercin konacak

Dudağımı gizlice çekerek dudağına
Akşam gibi düşecek vagon basamağına
Garda beyaz, dumandan bir kadının bedeni

Son kampana çalacak ve son düdük ötecek
Mesafeler bir nokta halinde küçültecek
Külrengi istasyonda mendil sallayan beni...


Sabri Esat Siyavuşgil

Akşam ve Develer

Böyle yalçın dağlarda sessiz dolaşanlar kim
Köyler, ufka dizilen tozlanmış birer resim
Yollar, köyleri saran eskimiş çerçeveler...

Sesler çıkmadan söner paslı çıngıraklarda
Yassı tabanlarını sürükler bir kenarda
Boynu kısa develer, boynu uzun develer...

Günle birlikte erir uyuklayan mor dağlar
Ekilmemiş tarlalar, çalı bitiren bağlar
Döker her kalbe kırık bir lambanın isini...

Adımlar derinleşir renklerin vedaında
Bir dua okur gibi gezdirir dudağında
Deveci türküsünü, yolcu sevgilisini...


Sabri Esat Siyavuşgil

Yedikule'de Akşam

Güneş vurdu başım bir kale kemerine!
Kuşlar yine bu akşam sulara otursunlar,
Baksınlar şu kocaman mahalle üzerine... 

Kızıl bir aydınlıkta şaşırıp kaldı bunlar: 
Ufak saksılar gibi görünüyor uzaktan 
Pencere camlarında kurutulan sabunlar... 

Madem ki aynı yükü sürüyecek her zaman; 
Ne çıkar, çevirdiği dolabın kenarında 
Şu bostan beygirinin gözünü bağlamaktan? 

Akşam, Yedikule'nin gezer sokaklarında; 
Kızıl bir şerit gibi yolların ucu yandı, 
Güneş, yardı başnıı bir kale duvarında... 

Bostan korkulukları sanki bir kahramandı, 
Kuşlara bahsederken büyük tasavvurundan! 
Sular olduğu yerde bir defa halkalandı: 

Akşam, attı kendini Yedikule surundan... 


Cevdet Kudret
Mütarekeden Sonra
1928 Meşale Dergisi

15 Temmuz 2016 Cuma

Toprağa Bağlı

ne uçmayı bilirim, ne gökten haberdarım,
bir karış bile fazla yükselemem yerimden:
toprağa basmak için yapılmış ayaklarım.

bir karış bile fazla yükselemem yerimden,
hasretle büyük, geniş semalara bakarım:
toprak beni daima çeker eteklerimden…


Cevdet Kudret
Mütarekeden Sonrakiler

Mariyya

Perguntias que significa
Saudade; voute dizer
Saudade tudo o que fica
Depois de tudo morer
Maria Barbas


Çin kadar uzaklardan
cankadar yakından
sen bir masal kızısın
dün
Çin'den gelmiştin
bugün 
Lizboa'dan
yüzünde tarçın kokusu
gözünde cîn
bir gün buradan gidersin
Mariyya
can kadar yakın
Çin kadar uzak
Lizboa boyalı haritalarda kaplanır
bir gün buradan gidersin
Mariyya
aynalarda seni ararım
bu şehirde seni ararım
bu dünyada seni ararım
Mariyya


Asaf Halet Çelebi
Om Mani Padme Hum

Korkuyorum

etli dudakların var
yiyecek beni
korkuyorum
pitekantropum
dişim
hayvanım
birbirine yakın gözlerden
uzun
ve yuvarlak
sıcak
karnından

gözlerin orman akşamlarından kalmadır
anlaşılmaz sözlerin var
gündüzleri bambaşka
geceleri büyücüsün
korkuyorum
mâra'm
şeytanım
sivri dişlerinden
uzun ayaklarından
ve simsiyah saçlarından
iyilikler dolu yüreğin var
rahmetler taşıran
seven
ve okşayan
korkuyorum
bodhisattva'm
bilinmez dünyandan
ve uyutan
kucağından


Asaf Halet Çelebi
Om Mani Padme Hum
1953

14 Temmuz 2016 Perşembe

Kunâla

vakit geldi kunâla
dünyayı göreli çok oldu
tam kırk yılda seni buldum kunâla
bu can tenden geçmeden
bu dünyadan göçmeden
bir kerecik sevmek çok değil

simsiyah saçların var kunâla
kemiklerine yapışık etlerin var
bir gün dökülecek
kunâla kuşu gibi gözlerin var
bir gün sönecek
kunâla
bu etlerin arkasında güzelliklerin var
benden başka kimse bilmeyecek

bu can içimde kuştur kunâla
seni görünce titrer
bu can gözümde muhabbettir kunâla
seni görünce yanar
bu can burnumda soluk olur kunâla
uçar gider

bu can benden geçmeden
bu dünyadan göçmeden
bir tek seni sevmek çok değil


Asaf Halet Çelebi

Mısrı Kadim

acaba ot gibi yerden mi bittim
acaba denizlerde mi şaşırdım
ve zamanı nasıl unutmaktayım

zaman unutulunca mısri kadîm yaşanabiliyor
kendimi unutunca seni yaşıyorum
yaşamak
bu ânı yaşamaktır

ammon râ' hotep
veya tafnit
kim olduğumu bilmek istemiyorum
yalnız etrafında nefes almalıyım

dut bu â'ru ünnek pahper
kama pet kama tâ
mısır metinlerinde okuduğum cümleler
seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi

seninle bir bahçedeyiz geliyor bana
orada hem var hem yok gibiyim
daha doğrusu bütün bir bahçe oluyorum
insanlığımdan çıkarak
kama pet
kama tâ


Asaf Halet Çelebi

Hapishane Şarkısı V

Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül, aldırma
Ağladığın duyulmasın,
Aldırma gönül, aldırma

Dışarda deli dalgalar
Gelip duvarları yalar;
Seni bu sesler oyalar,
Aldırma gönül, aldırma.

Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma.

Dertlerin kalkınca şaha
Bir küfür yolla Allaha.
Görecek günler var daha;
Aldırma gönül, aldırma.

Kurşun ata ata biter;
Yollar gide gide biter;
Ceza yata yata biter;
Aldırma gönül, aldırma....


Sabahattin Ali
Dağlar ve Rüzgar
1933

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Gurbet

Değerli katınızadır ..
Yazan Pötürgeli Hamzadır
Alan gurbette Abdülkerim ..
Evvela mahsus selam eder
İki gözlerinden öperim.
Elhamdülillah ki sağız!
Dört nala koşuyor zaman
Günün birinde konuşacağız.
Nasılsınız?
Nasıl Ahmet?

Tütüm tütüm tüter gurbet
Siz orda biz burada
Gurbet bıçaktır yarada
İstanbulda sıkıyönetim
Örfidare Ankarada ..

Nasılsınız Sabiha Hanım,
Nasılsınız Zikri Ağabey?
Ölüm değil bir şey
Ayrılık zor!

Orada İslam mezarlığı var mı,
Yabancılar nereye gömülüyor?
Kaçınız öldü kaçınız sağ? ..
Sağ kalanlar.. hiç olmazsa
Gönderin resminizi!

Çok değiştinizse eğer
Resme yazın isminizi
Küçüktüm İtalyayı gördüm
Kayalar maviliklere uzanıyordu;
Özlem özlem yanıyordu
Deniz fenerlerinde şey ...
Nasılsınız yiğit Mehmet,
Nasılsın Zikri Ağabey?

Sonrasını hatırlamam
Nereye geçti vapur,
Nereden su içti vapur
hatırlamam ...

Simirna'da incir üzüm
Kilikya'da çeltik pamuk;
Ana avrat çoluk çocuk
Sattılar üç batmana!

Altıncı filo yoldadır.
Müslüman evlerinde
Naylon kadın külotları biçiliyor ...
Ölmek değil bir şey,
Satılmak zor!

Hatırlıyorum ki hürdük,
Tepelerde yükselen ayı görürdük,
Bakracımız bakırdandı ay gibi
Evlere taze süt götürürdük.
İskambil oynardık altı kol,
Fasulye pişirirdik elimizle;

Burnunu silerdik helal çocukların
kendi mendilimizle.

O ne yoldu göklere açılan yol!
O ne tatlı şeydi ümit!
Açıl be paslı kilit!

Bir vatan ki
Çığlık çığlık
Akardı şarkılar caddelerinde çığ gibi.
Bir vatan ki
Şimdi
Çemberi paslı
Üç kaburga kemiği kırılmış
Eski bir şarap fıçısı gibi.
Gurbetteyiz gurbet!

İşte böyle yiğit Ahmet,
İşte böyle Abdülkerim!

Tekrar selam eder
İki gözlerinden öperim.

Elhamdülillah ki sağız;
Dört nala koşuyor zaman
Yakında bulaşacağız

Dağlarda ateş yakan çobanlar
Artık atom enerjisinde ısınır
Fildişi parmaklarından akar zamanlar
Milyonca ve milyonlarca asır

Tek bir ülke ve tek bayrak,
Ne sınır, ne sınıf, ne diktatör,
Bizimdir bu deniz, bu gök, bu toprak
Duy ve düşün ve gör.

Duy ve düşün Kerim!
Sondan bir öncesidir bu,
Gözlerinden yanaklarından öperim!.


İlhami Bekir Tez

İki Laf

Poliste adımızı sordular
-Bileklerimize kelepçe vurdular-
Dedik ki biz oyuz
Dosyada künyemiz vardır
Babamız Ahmet annemiz Fatma...
Vaktimiz yoktu evlenemedik
dedik;
Nüfusta kaydımız bekârdır.
Ne avrat, ne evlât, dünür...
Yirminci asırda her şair
bizim gibi düşünür.

İçerde küf ve nem
Demir parmaklık arkasında ışıltılar!
-Geç dediler;
Aralandı kapı, yürüdük,
Eğildi üstünden atladık - duvar.
Sağanak sağanak
Yağıyordu gökten aydınlık
Yürüdük...
Yer bizimle
gökler bizimle
Sular bizimle başladı yürümeğe,
Yürüdük
Demirkapı, Ahırkapı, Adliye.
Yürüdük...
Bileklerimizde tel kelepçe
Bütün gece...

Yargıçta suçumuzu sordular
-Bileklerimizde karakol mührü vurdular-
Dedik ki çok
Dedik ki yok
Dedik ki adam öldürmedik kan içmedik
Yalnız iki lâf dedik
Dedik ki
Gün ağardı göğe bak!
Dedik ki
Güneş doğsa sırtımız ısınacak!
Dedik ki çok

Hür bir dünyada mutlu insanlar
Onlar için yemiş verir ormanlar
İnsan büyür mihnet küçülür
Ve pürüzsüz sular gibi akar zamanlar.
Yıldızlar omuzların hemen tepesinde
Keder ve hınç Kafdağı'nın ötesinde
Gök bir anneçınar gibi üstünde onların
Ve onlar oynaşırlar bu çınarın gölgesinde.

Sokakta yolumuza durdular.
Neticeyi sordular.
Dedik ki
Ya kırmızı, ya sarı!
Şahit edip deriz ki gökleri ve tarlaları
Adam öldürmedik kan içmedik!
Yalnız iki lâf dedik.


İlhami Bekir Tez

Marikula Doğur

İstemem eski rüyalardaki kadın resimlerini:
Tombul ve beyaz.
Bana bir taze dişin, yazın kumsalda kızarmış
Tüylü altın bacağın yeter
Ve tren yollarında tüten öğlelerin...
Kışın şarap içtiğimiz kahvelerdeki
Boyalı kadınlar rüyası... bitsin.

Ne su başlarında tavus tüyleri gibi çeşitli böceklerin hasreti
Ne çayır içinde gülüşen çocukların yırtık mintanları
Sen: Taze dişlerinde hıyar kokusu...
Ağzında olgun domateslerin çekirdeği,
Karpuz ve erik.

Doldursun bütün bu sahili Marikula
Çıplak dizlerinde ağları ördüğün zaman
Birdenbire sancılanarak yapacağın çocuklar.
Vapurlara seslenecekler Marikula:
- Hey, kaptan dur!
Her dokuz ay on günde ikizlerini
Sandallar boş bekliyor.
Balık yalnız tutulmuyor Marikula;

Bacakları çevik çocuklarım sendedir!
Doğur Marikula doğur!


Sait Faik Abasıyanık
Şimdi Sevişme Vakti

12 Temmuz 2016 Salı

Köprü

İnsanlar köprüden geçmediği zaman
Acaba köprü düşünür mü?

Çamaşır mandalını gözlerinde allayan meczubun geçtiğini
Üsküdar iskelesinin kanapelerinde güneş banyosu yapanı
Üsküdar kıyılarının ötesindeki
Kastamonu, Sivas, Safranbolu… Erzurumu.

Burada insanların içinde büyük dürbünler.
Güller gibi açmıştır.
Yufkacılar burada açarlar, koskocaman oklavalarla
-İçlerindeki hamurdan-
Şeffaf ve titrek memleket rüyalarını.

Alyanaklı, beyaz, kalın şekerciler;
Akide ve bergamutlarını mermer tezgâhlara
vurdukları zamanki kasvetsiz hallerini burada
kaybeder, burada şairleşirler
hışırtı ile ve kocaman bıçaklarla kesilen tahan
helvalarının kokusu ellerinde
Askerî müzedeki, balmumundan yeniçeri heykelleri gibi, güzel, büyük insanlar
Burada omuz omuza;
Kötü yağlarla yaptıkları börekten şişmanlamış, iyi insanlarla
Dalgıcı seyrederler.

Onlar ki küçük parmaklarını birbirine vermişlerdir.
Onlar ki sarı elbiselerinin içinde
Kazsız köyün sıcak gecelerini
Kırağıları ve zelzeleleri, fezeyanları ve harbleri görmüşlerdir:

Onlar ki yağsız köpüklü ayranlar içmiş, taşlı bulgur pilâvı yemişlerdir:
Küçük parmaklarını birbirine vererek…
Bazen birdenbire sarası tutup düşerek..
Nereden gelir, nereye giderler?
Küçük parmaklarını birbirine vererek…
Bunlardır köprünün sairfilmenamları.

Hepsi yirmişer, otuzar yaşında ihtiyar rüyaları görmüş;
Aşağıda, İstanbul bıçkınlarının söğüştüğü sandallarda.
Balıkçıların torik yakaladığına onlardan daha çok memnun;
Çifti altmış paraya satılan bayat simitlerden hoşlanırlar.

Onlarda her şey bir derin uykudadır
Kahramanlık, dostluk, sevgi ve müsamaha…
Bütün lüzumlar ve lâzımlar.
Şu ensesi dümdüz ustura ile alınmış
Saçları arkaya taranmış.
Bol elbiseli, altın bakışlı, sarışın, uzun bacaklı adam
Kimdir biliyor musunuz?
Onu köprüden başka, bir de eski polisler tanır:
-Ulan sen yine buralarda mısın? derler.

Omuzlarını kısar, ellerini cebinden çıkarır, atar ağzından cigarasını
- Gidiyoruz be muavin bey ağabey, der.
Bu meşhur yankesici, Yedikuleli İstavrodur
Ve hoş çocuktur.

Bir başkası gece saat ondan sonra vapurları ve ışıkları
seyreder, güler.
Ah ona bir bilet alan olsa dünyayı dolaşmak işten değil;
Onun yanındaki gitmemeyi, gitmek isteyerek düşünmekte
Yalnız bu sonuncuda her şey yalancı, hülya, ve melânkolidir.

Her kim ki bir arkadaş bulmak için dolanmakta ise
Ondan çekinmeli..
Köprüde arkadaş olunmaz;
Köprüden seyredilir.


Sait Faik Abasıyanık
Şimdi Sevişme Vakti

Bir Masa

Bize bir masa ayır Yanakimu
Aleksandra'mla benim için
Bir masa.
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan.
Aleksandra'm mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar.
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu.


Sait Faik Abasıyanık
Şimdi Sevişme Vakti

Bir Zamanlar

Bazı akşam üstleri, oturur
Hikayeler yazardım,
Deli gibi!

Ben hikaye yazarken
Kafamdaki insanlar
Balığa çıkarlardı.

Kadınlar,
Kahve cezvelerini ısıtan, mavi ışıklı ispirto lambalarını
yakarlardı
-Geceleyin, karanlıkta, bir dağ başında Bir
değirmenci;
Yüzükoyun kapanırdı uzun uykusuna.

Köylüler gelirdi
Bakraçlarıyla pazara
Yoğurt satmaya.
Çıplak bir çocuk ayakları avucumda idi
Sokakta diz boyu kar vardı
Bir köprü başında
Bıçaklardım istediğimi;
Atardım kendimi, büyük şehirlerin
Asma köprülerinden suya,
Duyardım suyu yardığımı.
Görürdüm:
Suya düşüşümün
Köprüye fışkırttığı suyu.


Sait Faik Abasıyanık
Şimdi Sevişme Vakti

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Şimdi Sevişme Vakti

Çıplak heykeller yapmalıyım,
Çırılçıplak heykeller
Nefis rüyalarınız için
Ey önünden geçen ak sakallı kasketli,
Yırtık mintanından adaleleri gözüken
Dilenci
Sana önce
Şiirlerin tadını
Aşkların tadını
Kitaplardan tattırmalıyım
Resimlerden duyurmalıyım. resimlerden...

Şu oğlan çocuğuna bak
Fırça sallıyor
Kokmuş manifaturacının ayağına
Dörtyüzbin tekliğinden
On kuruş verecek

Seni satmam çocuğum
Dörtyüzbin tekliğe,
Ne güzel kaşların var
Ne güzel bileklerin
Hele ne ellerin var, ne ellerin.

Söylemeliyim,
Yok
Yok... meydanlarda bağırmalıyım.
Bu küçük
Güllerin buram buram tüttüğü
Anadolu şehri kahvesinde
Kiraz mevsiminin
Sevişme vakti olduğunu.

Resimler seyrettirmeli, şiirler okutturmalıyım
Baygınlık getiren şiirler
Kiraz mevsimi, kiraz
Küfelerle dolu pazar.
Zambaklar geçiriyor bir kadın.
Bir kadın bir bakraç yoğurt götürüyor
Sallıyor boyacı çocuğu fırçasını
Belediye kahvesinde hâlâ o eski, o yalancı
O biçimsiz bizans şarkısı.

Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...

Bir kere duyursam hele güzelliğini, tadını,
Sonra oturup hüngür hüngür ağlasam
Boş geçirdiğim, bağırmadığım sustuğum günlere
Mezarımda bu güzel, uzun kaşlı boyacı çocuğunun
Oğlu bir şiir okusa
Karacaoğlan'dan
Orhan Veli'den
Yunus'tan, Yunus'tan...


Sait Faik Abasıyanık

Bu Yağmur

Bu yağmur... bu yağmur... bu kıldan ince
Nefesten yumuşak yağan bu yağmur...
Bu yağmur... bu yağmur... bir gün dinince.
Aynalar yüzümü tanımaz olur.

Bu yağmur kanımı boğan bir iplik
Tenimde acısız yatan bir bıçak
Bu yağmur yerde taş ve bende kemik
Dayandıkça çisil çisil yağacak.

Bu yağmur delilik vehminden üstün;
Karanlık kovulmaz düşüncelerden.
Cinlerin beynimde yaptığı düğün
Sulardan, seslerden ve gecelerden.


Necip Fazıl Kısakürek
Sonsuzluk Kervanı

Heykel

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
Bu eski heykelin yanaklarında.
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında.

Süzüyor ufukta bir kızıl yeri
İçi karanlıkla dolu gözleri.
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı dudaklarında.

Yanan bir kağıtta nasıl bir satır
Kaybolursa, akşam onu karaltır.
Artık o silinen bir hatıradır
Bir ıssız bahçenin uzaklarında.


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Hırs

Sen kaçan bir yavru geyiksin dağda
Ben peşine düşmüş bir canavarım.
İstersen dünyayı çağır imdada,
Yeryüzünde bir sen, bir de ben varım.

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu hayali kollar
Enseni yakacak sıcak nefesim.

Kimsesiz odanda kış geceleri
İçin ürperdiğin anlar beni an!
De ki odur sarsan pencereleri
De ki, rüzgar değil, odur haykıran.

Göğsümden havaya kattığım zehir
Solduracak bir gül gibi ömrünü.
Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir,
Bana kalacaksın gene son günü.

Hırsım gibi sonsuz yaşarsan sen de,
Ben ölümle sırdaş olur beklerim.
Hırsıma toprağı rakip etsen de
Mezarında bir taş olur beklerim. 


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

Kaldırımlar II

Başını bir emele satan kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir taht-ı revan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun göz bebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

Sayıklama

Kedim, ayak ucuma büzülmüş, uyumakta; 
İplik iplik sarıyor sükûtu bir yumakta, 
                       Hırıl hırıl, 
                       Hırıl hırıl...

Bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece, 
Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce, 
                       Fırıl fırıl, 
                       Fırıl fırıl...

Söndürün lâmbaları, uzaklara gideyim; 
Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim, 
                       Pırıl pırıl, 
                       Pırıl pırıl...

Sussun, sussun, uzakta ölümüme ağlayan; 
Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan, 
                       Şırıl şırıl, 
                       Şırıl şırıl...

Ne olurdu, bir kadın, elleri avucumda, 
Bahsetse yaşamanın tadından başucumda, 
                       Mırıl mırıl, 
                       Mırıl mırıl...


Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar

Son Şehir

Anneme


Duvarda canlı ışıklar bir hayal
Bu yaldızından alevler taşan resim.
Ölümle gölgeli bir düştür, ihtimal
Bakıp bakıp bana mahzunlaşan resim.
Bu ince çerçeveden başlıyor düşüm
Gözümde canlanıyor mavi bir liman.
Bu rengi, bilmiyorum, nerde görmüşüm?
Deniz parıltılı, dağlar duman duman...

Düşünce yollara köy köy, konak konak 
Nasıl arardık o aydın şehirleri.
Derinleşen uçurumlardan korkarak
Nasıl geçerdik o azgın nehirleri...
Nasıl arardık o aydın şehirleri.

Önümüzde şarkın o kar yüklü damları 
Ve işte buzdan ışıklarla bir şafak!
Beyaz ufuklara karşıydı camları
Benim kızaktır o billur yokuşta bak!
Ve işte buzdan ışıklarla bir şafak!

Bir ince kız gibi omuzumda mavzerim
"Çakırcalım" diye başlardı türküler...
Birer ateşti o çapraz fişeklerim
Güneş batınca yavaşlardı türküler
"Çakırcalım" diye başlardı türküler...

Uzaklaşırken at üstünde bahçeden
Düşerdi omuzuma nurdan bakışların.
Limon çiçekleri dallarda ürperen...
Alevlenirdi gururdan bakışların
Düşerdi omuzuma nurdan bakışların...

Bu son şehirde kapanmıştı gözlerin:
Sütun sütundu uzaktan şelaleler.
Deniz güzel... geceler, çeşmeler serin...
Bahar sefasına dalmıştı bahçeler
Sütun sütundu uzaktan şelaleler...


Ömer Bedrettin Uşaklı
Yayla Dumanı

8 Temmuz 2016 Cuma

Hançer İstiyorum

Portakallar altında geçmiyor bu yıl güzüm;
Gönlüm, uzak bir köyün gelecek baharında!..
Aylar var ki, ey Tanrım, görünmez oldu yüzüm,
Dor atlı yaylıların süslü aynalarında...
Aylar var ki hastayım, aylar var ki öksüzüm..

Dağlar önümde boy boy, güneş gözümde tel tel;
At üstünde söylenen şiirler kadar güzel,
Türküler yakılacak ölümler istiyorum.

Bayburd'un kalesinden sakatlar geçmez elbet;
Çoruh'un sularından hastalar içmez elbet,
Yiğitçe saplanacak bir hançer istiyorum.


Ömer Bedrettin Uşaklı
İstanbul
1941

Sarıkız Mermerleri

Afrodit, aşk tahtını kurmuş yüksek başında,
Yakubun rüyasından sanki iz var taşında...
Şahikanda yaşamış efsane dünyaları,
Senden birer parçaymış kainatın dağları...
Yalçın tepelerinde kartal saklı yuvalar,
Eteğinde Aşil'den ses veren Truvalar;
Binbir çiçek açarken ormanlarında yer yer,
Saçlarını tararmış körfezinde periler...
Bahar, meşalelerle sende alkışlanırmış,
Yapraklar solarken de başında ağlanırmış...
Venüs, şen sahilinde yatarmış kumsallara,
Her taşın bir taç gibi sunulmuş krallara...
İlyad'ı çamlarının dibinde yazmış Homer,
Lesbos'tan akşamları seyretmiş seni Bodler...
Barbaros, göklerinde tanımış ülkelerini,
Yeşil ormanlarında yapmış gemilerini...
Sarıkız'ın derdiyle çatlamış kayaların,
Sarıkız'ı anarak esiyormuş rüzgarın...
Taşında ve suyunda ağlıyor onun sesi,
Zümrüt tepelerinde türkmenlerin kabesi...
Mağrur güzelliklerin ruhunda ve tenimde,
Senin yüksek başından dileğim var benim de...
Bir şey istemiyorum, ne çiçek, ne de çemen...
Ne dağ çileklerinden, ne beyaz çam balından,
Ne gemiler yapılan o kızıl çam dalından...
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden...
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Ne üstüne destanlar, sevdalar yazmak için;
Ne şekilsiz derdime bir şekil kazmak için...
Fıskiyeli havuzlar, heykeller kurmuyorum;
Mermerinden saraylar yapıp oturmuyorum;
Bir şelale parçası, bir kevser ister gibi,
Onu çürütmeyecek bir cevher ister gibi;
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Ne ceylan, ne de ince türkmen dilberlerinden;
Sarıkız'ın gözyaşı damlamış bir yerinden
Bir parça istiyorum meşhur mermerlerinden...
Toprağına gömdüğüm bir dağ sümbülü için,
Eteğine koyduğum bir küçük ölü için...


Ömer Bedrettin Uşaklı

Tahtacı Güzelleri

Güneşi baltaların
Ucunda taşıyarak
Burdan daha çok uzak
Bir ormana gidiyor
Tahtacı güzelleri...
Yemyeşil ormanların
Baştacı güzelleri...

Kırmızı, al, yeşil, mor
Fistanları rüzgarın
Elinde birer bayrak
Gür siyah saçlar, gümüş
Paralarla karışık
Omuzlara dökülmüş
Çam kokusuyla dolu
Taşkın göğüsler açık...

Türkülerle gidiyor
Tahtacı güzelleri...
Kırmızı, al, yeşil, mor
Fistanları rüzgarın
Elinde birer bayrak.
Semiz katırlarıyla
Yapraklara basarak
Ormanlardan ormana
Türkülerle gidiyor
Tahtacı güzelleri...
Yemyeşil ormanların
Baştacı güzelleri...


Ömer Bedrettin Uşaklı

7 Temmuz 2016 Perşembe

Deniz Hasreti

Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum

Nasıl yaşayacağım ey deniz senden uzak
Yanıp sönüyor gözlerimde fenerin
Uyuyor mu limanda her gece sallanarak
Altından çivilerle çakılmış gemilerin?

Sevmiyorum suyunda yıkanmamış rüzgarı
Dalgaların gözümde tütüyor mavi, yeşil...
İçimi güldürmüyor sensiz ay ışıkları
Ufkunda yükselmeyen güneşler güneş değil

Bir gün nehirler gibi çağlayarak derinden
Dağlardan, ormanlardan sana akacak mıyım?
Ey deniz, şöyle bir gün sana bakacak mıyım
Elma bahçelerinden, fındık bahçelerinden?


Ömer Bedrettin Uşaklı

Çoruh Akşamları

Her akşam kayboluyor Çoruh uçurumlarda;
Kızıl bir damla güneş suyuna damlamadan!..
Sular, bütün kan rengi akarken her pınarda,
Dağların boğuştuğu bu kayalık diyarda,
Çoruh uyur suyuna bir ışık damlamadan!..

Girdapların kararmış gözleri süzülünce,
Korkunç birer dev gibi sulara girer dağlar.
Karlı dağlar ardından titrek bir ay gülünce
Çoruh zincir içinde bir esir gibi ağlar ...
Korkunç birer dev gibi sulara girer dağlar ...

Granit kayalara, akıntılara karşı,
Çekilip itilerek bir kayık sürüklenir;
Reisler bağrışır zalim rüzgara karşı,
Girdaplarda bir kayık boşaltılır, yüklenir;
Çekilip itilerek bir kayık sürüklenir.

Her akşam kayboluyor Çoruh uçurumlarda;
Kızıl bir damla güneş suyuna damlamadan;
Sular, bütün kan rengi akarken her pınarda;
Dağların boğuştuğu bu kayalık diyarda
Çoruh uyur suyuna bir ışık damlamadan!..


Ömer Bedrettin Uşaklı
Artvin 
1933

Ufuk Hasreti

Sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim
Nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar?
Dağılmaz simsiyah bulutlar içindeyim
Nerdesiniz güneşler, nerdesiniz ovalar!

Yine duman kapladı zindanımda her yeri 
Çoruh'a savuruyor yaprakları sonbahar.
Nerdesiniz ey sabah ve akşam güneşleri
Nerdesiniz atımı koşturduğum ovalar?

Duvarlara çarparak çırpınan bir kuş gibi
Gözlerim uzak geniş bir ufku arıyor.
Çoruh, dağlar içinde akamaz olmuş gibi
Süzülerek geçtiği ovaları anıyor.

Ufuk... Ufuk... Upuzun deniz olsun, göl olsun!
Gözlerimi dikince kanarak indireyim
Doğan, batan güneşleri içime sindireyim
Ufuk... Ufuk.. İsterse alevden bir çöl olsun...

Bir gün ufuk derdine gönlümü verip bir an
Ufuk... diye dağları gözümle deleceğim...
Bir gün ufuk! Diyerek bu çıplak kayalardan
Bir siyah kartal gibi göğe yükseleceğim...


Ömer Bedrettin Uşaklı

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Bataklık Güneşleri

Kuyrukları düğümlü atlarımız çamurda
Kamışlarla çizilmiş bir aynada gölgemiz...
Gözlerimiz akşamdan süzülen ince nurda;
Karşımızda nehirle kucaklaşmış bir deniz
Kamışlarla çizilmiş bir aynada gölgemiz!

Bu uzun bir ova ki karlı dağlardan ıssız;
Suların üstündeki her sazlık birer ada
Bacakları çırçıplak sıtmalı bir köylü kız
Bu bataklık içinde güneşle bir arada!
Bacakları çırçıplak, sıtmalı bir köylü kız!

Bu nurdan ve çamurdan ovayı bırakarak
Sürdük atlarımızı kızıl denize doğru!
Hâlâ orda gözyaşı çamurlara akarak
İzimizden fışkıran sulara dalan yolcu;
Bataklıkta güneşle birlikte kalan yolcu!


Ömer Bedrettin Uşaklı

Bursa'da Akşam

Bu gün de sonbahardan süzülüp doğdu akşam
Dağların yere indi koyu serin gölgesi.
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam
Düştü yeşil ovaya kubbelerin gölgesi. 

Ufuklarda bu akşam ne sis var, ne bulut var
Selvilerin içinde bir alev Emir Sultan.
İçten dualar gibi geçiyor sanki rüzgar
Bir ilahi adaya benzeyen Yıldırım'dan.

Orada ince yollar gölgeleniyor işte
Karşıdan renk içinde solgun ay görünüyor.
Güneşin son nurundan bir damlacık içmiş de
Şu karşıki kulübe bir saray görünüyor.

Gözlerine vurunca kubbelerin gölgesi
Öz cenneti gönlümle seyrettim ben bu akşam.
Göklerde ne bir nefes, ne de bir kanat sesi
Uludağ etekleri al ipekten bu akşam...


Ömer Bedrettin Uşaklı

Son Dilek

Aşıkım, dağlara kurulu tahtım,
Çobanlar bağrımı dağlarda geçer,
Günümü yıl eden şu kara bahtım,
Engin gurbetlerden çağlarda geçer

Hasretle doldurur geçtiğim yeri,
Vahşi kuş sesleri, yaban gülleri
Bazen Akpınar'a giden bir peri,
İnce yollarımı bağlarda geçer

Örtse gözlerimi sonsuz bir diyar
Mezarım kalsa dağlara yadigar,
Gönlümü çiğneyip geçen nazlı yar,
Belki mezarımdan ağlar da geçer.


Ömer Bedrettin Uşaklı

5 Temmuz 2016 Salı

Tokat

Bizim papaz efendi dedi ki:
“İsa bir yanağına tokat yedi
Öbür yanağını da çevirdi
İsa’nın yediği iki tokat
Roma’yı devirdi…”
Ben de papaz efendi’ye dedim ki:
“Ben de İsa babamızın kuluyum
Her gün efendimden tokat yiyorum
Her tokat yiyişimde
Öbür yanağımı da çeviriyorum
Efendim niye devrilmiyor Roma gibi?
Roma’dan güçlü mü bizim efendi?


Ercüment Behzat Lav
Mau Mau

Bir Kahramanın Midesi

Vahşi hayvanlara yediriyorlar ölülerimizi
Beyazlar bizimle savaşınca
Bizse kendimiz yiyormuşuz
Onları haklayınca

Böyle de olsa
Daha şerefli bir mezar değil mi
Hayvan bağırsaklarından
Bir kahramanın midesi?


Ercüment Behzat Lav
Mau Mau

Köroğlu'ndan Memiş'e Mektup

Atımla avradım öldü pusatım kırıldı
"Yeni bir at al
avrat çok tazelersin
pusatını da değiştir"
dediler öyle yaptım
Yeni at
huysuz çıktı
beni yere serdi
Yeni avrat
soysuz çıktı
Eşrafla yattı
Yeni pusat uğursuz çıktı
geri tepti beni ele sattı
Bunlardan hayır yok dedim yola düzüldüm
Pusat atsız avratsız bir yere gittim
Burada ömür
sürülmüş bir tarla kadar yatkın yumuşaktı
Hava süt beyazı
Ne donu var ne ayazı
bir su kadar ışıldaktı
Güneşi dağın doruğunda kazığa çakmışlar
buyrukla kararıp buyrukla ışımada
Deli gemsiz karayeli
kovuğa tıkmışlar
Ağaçları uslu uslu kaşımada
Yaprakların sallanıp hışımak ne haddine
Kuş adam hayvan sus pus
Bağırışmak yasak
İşe karışmak yasak
Yarışmak yasak
Dur yasak
Otur yasak
Çiviyi ses çıkarmadan çak
Ağır ezgi yürü
Burnunu yerde sürü
Soluk alma
Etliye sütlüye dalma
Senden iyisi yok
Dikili ağızlar kulakta
"Nasıl olsa aş kaynıyor
Gırtlağa ister koçan girsin ister kor
Yaşayan ölüler geçinip gidiyor
Yön yöre güllük gülistanlık
Bize ne
yerin dibinde kül yutan
sığırtmaçlardan
Kapı kullan
kapınca davulları
ileti iletiveriyorlar bize
İlle ne var ne yok yalan yanlış
Ziyanlı çıkmazsın
Gel bu gidişe sen de alış"
Yetti canıma bu dirlik düzenlik
Özledim soysuz avradı
Huysuz atı uğursuz pusatı
Deli gemsiz karayeli
Heybemi sırtladım
gene sılama döndüm Memiş


Ercüment Behzat Lav
Kaos

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Ilgaz

Yıldızlar çamlara değer de geçer,
Gün burdan başını eğer de geçer.
Sular dizlerini döğer de geçer.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..

Başında bir tavus tuğ gibi çamlar,
Yollara dizilmiş tığ gibi çamlar,
Karşıdan bir zümrüt çığ gibi çamlar.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..

Dalı var; göklere yeşil direktir,
Gölü var; dağlara düşmüş yürektir,
Yolu var; içinde yitsem gerektir.
Bir Ilgaz, er Ilgaz, yar Ilgaz!..


Zeki Ömer Defne
Büyük Memleket Şiiri Antolojisi

Bir Yolcuya

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.


Necmettin Halil Onan
Çakıl Taşları

Boğaz Rüyası

Son Gül Dağıldı, Son Kuş Uçup Gitti, Şimdi Yaz
Yol Yol Sürüklenen Sarı Yaprak Sesindedir
Eşsiz Güzelliğiyle Hayalimde Hep Boğaz
Gönlüm Yaz Ortasında Bebek Bahçesi’ndedir

Üstünde İncecik Buğudan Tül, Öbür Kıyı
Sakin Bir Öğle Sonrası Hazzıyla Uykuda;
Bir Ses, Hüzünle Perdeli, Bir Eski Şarkıyı
Rüyada Bir Dua Gibi Söyler Küçüksu’da

Artık Uzak Ve Hatıralaşmış Güneşli Yaz
Yaprakların Tabiatı Örten Pasındadır;
Her An, Yaz Ortasında Hayal Ettiğim Boğaz
Masmavi, Göz Kapaklarımın Arkasındadır


Necmettin Halil Onan
Dünden Bugüne Türk Şiiri

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Git Bahar

Çekil bu gölgeli yolda gezinme,
Bahar bakışların yine pek sarhoş.
Yanılıp gönlüme misafir inme.
Kapısı kilitli, mihrabı bomboş
Mabettir orası, meyhane değil...

Işıklar, kokular, sesler, çiçekler...
Ömrünün her günü bir başka düğün,
Bülbüller koynunda açtı çiçekler
Güller dökülürler göğsüne bütün!..
Gerçekten güzelsin, efsane değil:

Altınlı başında papatya niçin?
Sarı saçlarına pembe gül takın
Git bahar...Gönlümde ibadet için,
Diz çöken kızları ürkütme sakın,
Kalbime girme, o kaşane değil!..

Git bahar, git bahar! Uzaklarda gül,
Denize renginden bırak hediye,
Ufuklarda gezin, semaya süzül...
Kalbime sokulma "Peymane!" diye,
Gördüklerin kandil, peymane değil!


Halide Nusret Zorlutuna
Geceden Taşan Derdler
1981

Bağlamacıya

Çal bağlamacı çal, eski türküler,
Dirilt namelerini ataların!
Dertli, Emrah, Ruhsat dile gelsinler,
Duyur sesini eski ustaların!

Gevheri, Seyrani, Sümmani'yi an,
Ömer gibi ağla, Kerem gibi yan,
Şakısın dilinde Karacaoğlan
Bağlaman şenliğidir odaların.

Çal, söyle bir türkü uzun havadan,
Bir varsağı çağır, sonra bir destan,
Arkadan yine bir Karacaoğlan,
Günahsa boynuma hep kadaların.

"Yiğitler silkinip ata binende..."
Köroğlu'nun ruhu canlanır bende.
Bu türküyü söyler baban, deden de,
Sen de destancısı ol bu dağların.

Hani Dadaloğlu, Kuloğlu, Muslu?
Küsmüş parmakları, sazları yaslı.
Çal ozanların, aşıkların nesli,
Duyur sesini eski ustaların!


Ahmet Kutsi Tecer

Rüzgargülü

Her yandan duyarım bir gül kokusu,
Meltemle dağıtır uzak bahçeler.
Günbatısı, poyraz ve gündoğusu,
Cenup rüzgârları ruhumu çeler.

Bilmem ki nerede bu gizli bahar?
Nereden bu ıtri alıyor rüzgâr?
İklimler dışında bir iklim mi var?
Ne fecir bir şey der, ne şafak söyler.

Gün olur çağırır beni her ufuk,
Sevdalar eline başlar yolculuk,
Elinde bir rüzgârgülü, bir çocuk,
Durmadan yüzüme bakarak üfler.


Ahmet Kutsi Tecer

Her Şey Yerli Yerinde

Her şey yerli yerinde; havuz başında servi
Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan,
Eşya aksetmiş gibi tılsımlı bir uykudan,
Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi

Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak,
Serpilen aydınlıkta dalların arasından
Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman
Sessizlik dokunuyor bir yerde yaprak yaprak.

Biliyorum gölgede senin uyuduğunu
Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin
Hazların aleminde yumulmuş kirpiklerin
Yüzünde bir tebessüm bu ağır öğle sonu.

Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.

Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan,
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

1 Temmuz 2016 Cuma

Bir Gül Bu Karanlıklarda

Bir gül bu karanlıklarda
Sükute kendini mercan
Bir kadeh gibi sunmada
Zamanın aralığından.

Başında bu mucizenin
Sesler, kokular ve renkler
Ebediyete kadar derin
Bir anın vadiyle bekler.

Ve diyor fecirden berrak
Sesiyle her ürperişte
Geceyi yumuşatarak
Bütün gözyaşlarım işte.

Serinletmesin, ne çıkar
Bu ümitsiz yalvarışı
Hiç bir meyve ve pınar
Ne de günlerin akışı.

Yetmez mi bu müjde sana
Aydınlatırsam alnını
Ben her rüyayı zamana
Taşıyan yıldız kervanı.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

Bir Heykel İçin

Tahtadan ve yumuşak rüya işçiliğinde
Bu kadın başı her an biraz daha derinde,
Daha hülyalı, dalgın, ümitsizce kendisi
Toplanmış ay ışığı, yüzden tek su nergisi
Hiç akmayan bir zaman nehrinin sularında
Ne uçan bir kırlangıç, ne sedef kumsalında
Ateşler püskürerek dolaşan bir ejderha
Uzakta yeşim rengi bir ufkun kenarında
Bir akşam gibi açılıp gülsün diye
Derinleşen bir bahçe lotus çiçekleriyle...
Ne de başka bir remiz uçsuz bucaksız Çin'den,
Gülümsüyor ölümün sonsuzluğu içinden
Gülümsüyor vaktiyle nasıl gülümseydiyse
Ömrünün sabahında ümide ve sevgiye.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

Sabaha Karşı

Bir kadın başı duvarda
Uzanmış süzüyor beni,
Ve gülünç kuşlar dallarda
Kırpıyor kirpiklerini.

Eriyen parmaklarımda
Mumyalanıyor aydınlık
Sesler çınlıyor anlımda
Hafıza gibi dağınık.

Yüzler asılı dallarda
Küçük, sıska, kandil yüzler,
Onlar ağlıyor kemanda
Ve üzüntü dolu gözler.

Bir kadın başı duvardan
Uzanmış gülüyor bana,
Gülüyor ta uzaklardan
Sabahın boş aynasına.


Ahmet Hamdi Tanpınar
Bütün Şiirleri

30 Haziran 2016 Perşembe

Ağa Camii

Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah'ımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var...
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar,
En kirlenmiş bayrağın taşıyor gölgesini,
Üstünde orospular yükseltiyor sesini.
Burda bütün gözleri bir siyah el bağlıyor,
Yalnız senin göğsünde büyük ruhun ağlıyor.
Kendi elemim gibi anlıyorum ben bunu,
Anlıyorum bu yerde azap çeken ruhunu
Bu imansız muhitte öyle yalnızsın ki sen
Bir teselli bulurdun ruhumu görebilsen!
Ey bu caminin ruhu: Bize mucize göster
Mukaddes huzurunda el bağlamayan bu yer
Bir gün harap olmazsa Türkün kılıç kınıyla,
Baştan başa tutuşsun göklerin yangınıyla!


Nazım Hikmet

Kırk Haramilerin Esiri

Geniş dallardan sızan gecenin gölgesiyle,
Ormanda uğuldayan yağmurların sesiyle,
Bu akşam renklerini kaybedince her çiçek.
Bir kahraman esirin kolları kesilecek.

Bu bir şanlı erdir ki Rabbi bulmuş kanında.
Bir kere düşürmeden yüksek mağrur alnında.
Alevden bir sancağın taşımış gölgesini.
Memleketler çökermiş yükseltince sesini.
Tam altı yüz yirmi yıl bir nur için döğüşmüş,
Fakat günün birinde kafir eline düşmüş.
Şimdi ezmek istiyor onu kırk haramiler,
Bu son akşam kalbinde rabbi bulmazsa eğer.
Ormanda renklerini kaybedince her çiçek.
Bir vuruşta bin kesen kolları kesilecek.

İşte rüzgarda uçan alevleriyle yer yer,
Siyah ağaçlıklardan parladı meşaleler.
Dumanlı bir kızıllık ormanı gölgeliyor.
Şanlı esirleriyle haramiler geliyor.

Ağaçsız bir meydanda büyük kütükler yandı.
Haydutların karanlık yüzleri aydınlandı.
Küçük bir oda gibi yosunlanmış bir taşı,
Kendisine taht yapan haramilerin başı.
Bir şeyler mırıldandı, bir şeyler emreyledi,
Sonra boğuk bir sesle haydi kesiniz dedi.
Haydutlar ağır ağır çekilirken geriye,
Geniş yüksek bir gölge itildi ileriye.

Tunç bir çehre parladı alevin rüzgarıyla,
Yüksek gururlu alnı geniş omuzlarıyla.
Kolları kesilecek kahraman esirdir bu,
Ne dudakları sarı ne gözlerinde korku,
Bir demir heykel gibi öyle hissiz bekliyor.
Nihayet hep kütükler olunca bir yığın kor,
Haydutların içinden birisi ilerledi.
Kolların kesilecek haydi hazırlan dedi.
Zulmette parıldadı çeliği bir baltanın,
Kuru bir ses duyuldu sonra fışkıran kanın,
Damlaları ateşten yer yer duman çıkardı.
Şimdi şanlı esirin yalnız bir kolu vardı.
Ormanı baştan başa dolaştı boğuk bir ses;
Öteki kolu da kes! Öteki kolu da kes!
Bıraktığı baltayı cellat alırken yerden,
Meydana gölgeleri yakınlaşan göklerden,
Haykırıldı bir büyük şanlı mazinin yadı.
Birden balta esirin elinde parıldadı.


Nazım Hikmet

Zaman İçinde

I.

Gök uzak, yer uykuda,
Yalnız değilim ama,
Bir açık pencereden
Ay doluyor odama.
İçim odam gibi loş
Ürperiyor gecede,
Şurada yatağım boş,
Burada uykusuz ben.


II.

Gök uzak, gün uykuda,
Engin mesafelerle,
Ay giriyor buluta..
Sesler hatırlatıyor
Bana uzak-yakını.
Durdurmak istiyorum
Saatin tiktakını!


III.

Ses yok, mesafe silik,
Odamda varlığımın
Bütün tüyleri dimdik.
Odamda iki kardeş,
Bakıyor birbirine.
Birisi can veriyor,
Öbürünün yerine.
Odamda iki kardeş
Biri dün, biri yarın..


IV.

Dün koyu gölgeleri
Üzüntülü bir ömrün;
Beni bana benzeten,
Bütün benim olan dün.
Çağırınca ses veren
Derin bir kuyu gibi,
Yıkılmış kenarları,
Çekilmiş suyu gibi.

Ve bu harabezarın
Yanıbaşında yarın,
Gülüyor acı acı.
Değil bana yabancı
Bu beyaz, temiz yüzün
Ziyneti olan hüzün.
Taze çizgilerini
Yakından tanıyorum,
Sesini eserimin
Son beyti sanıyorum.


V.

Ben su istemiyorum
O karanlık kuyudan.
Bana en unutulmaz
Acıları uyutan
Bir baş dönmesi lâzım.
Ama kalbim duracak
Kapanacakmış ağzım.
Ah ey hülyalarımın
Aynası gibi dümdüz
Bana gülümseyen yüz!
Ey yazıma benzeyen
Bu yüzün çizgileri!


VI.

Odamda iki kardeş:
Biri dün, biri yarın.
Ve ben aralarında
Bir köprüyüm onların...


Kemalettin Kamu

29 Haziran 2016 Çarşamba

Çığıltı

Engin ses veriyor yel ıslığına,
Benziyor dalgalar bir kar çığına,
Çarparak bahçemin parmaklığına,
Üç gün, üç gecedir çağlıyor deniz.

Aslan kükreyişi değil kafeste,
Bir insan yüreği saklı bu seste,
Bu benim derdime uyan bir beste:
"Annem öldü" diye ağlıyor denizi.


Kemalettin Kamu