Şiir, Sadece

20 Şubat 2017 Pazartesi

Has Bahçenin Gülü

Elleri deniz vurgunu,
Gözleri yaşam yorgunu,
Sormadın daha sorgunu,
Geçti salını salını.

Körpe dal mı, çiçek miydin!
Ağuyu içecek miydin?
Düş mü oldun, gerçek miydin?
Zorun gelini gelini.

Gülme çağında gülmedin!
Ölme çağında ölmedin!
Deneyler Yardı bilmedin!
Çektin elini elini.

Gülümüzdün has bahçede.
Soluverdin düşüncede.
Aman vermez bir gecede,
Ara yolunu yolunu.


Mehmed Kemal
Söz Gibi, 1971

Kuş ve Çocuk

Bir kuş düşünür bu karanlıkta
Oğlan çocuk ıslık çalar meydanlıkta

Kuş ötmeyi bilmez, oğlan sövmeyi
Bu türkü devam eder söyleyi söyleyi

Kuş der ki: " - Ulan eşşoğlu eşşek ne sen
Ne de ben adam olmayız kelle gitmeden..."


Mehmed Kemal
Dünya Güzel Olmalı

Der Vasf-ı Stayiş-i İstanbul

İstanbul şehri içre serseri gezüp
Sema vü deryayı seyr ü temaşa eyledim
Belki mahzun gönlümüz şad
Gamlı hatırımız abad olur dedim
Baktım şöyle evleri var
Tarz-ı kadim kirgir bina ahşap bina
Tarz-ı cedid beton bina uzanır
Yolları var kaldırımdır parke asfalt dolanır
Sakinleri kafir olmuş islam olmuş ne çıkar
Hepsi insan hepsi cana yakındır
Ben ol şehre hayran oldum tutuldum
Zira İstanbul büyüktür

Beyoğlu derler bir yer vardır gelüp durduk
Yeri güzel halkı güzel nimeti bol
Dilberleri nazlı nazlı civan civan alüfte
Aşık olmak adet olmuştur Rum kızına
Bir kavim ki ondan gelür pir-i mugan muğbece

Sual ettik bu nimetler yenilir içilir mi
Bunda bu sorulmaz dendi
Rakı dosttur oturuldu sofraya
Zira dostlar büyüktür.

Düdük çaldı iskelede bir adem
Gemiciler seren çeküb salya demir ettiler
Bir ağızdan şarkı söyler
Ol reisler çımacılar uşaklar ve tayfalar
Ben duyarım derya duyar
Mavi sular içre kayar bir gemi
Yolcusu ver şarkısı var kömürü ve dumanı
Zira derya büyüktür.

Eyüp Sultan derler ana
Sütunlar üzre kurşun kubbeler durur
Sela verir minarede ters kasketli birisi
Güvercinler dem çeker
Yüz sürülür Eyüp Pirin kabrine
Bir mezarlık sıra sıra serviler
Tabut ardı cemaat
Bu yaşama bu ölüm
Zira insan büyüktür.


Mehmed Kemal
Dünya Güzel Olmalı

18 Şubat 2017 Cumartesi

Ne Tuhaf

Ne tuhaf ömrümün sonuna kadar
Kelimelerle yaşamam.
Ağaçtan çok ağaç sözünü
Denizden çok deniz sözünü
Sevmem.
Halbuki bir sabah erken uyanınca.
Balkona çıkmak ta güzel.


Sabahattin Kudret Aksal
Şarkılı Kahve

Öğle Üstü Şiir

İçimde yaşasa bir çocuk
Saçları buğdaydan sarı.
İçimde yaşasa bir çocuk

Benden istese bütün dağları
Ve Hinde uzun bir yolculuk
Çırıl çıplak ayakları


Sabahattin Kudret Aksal
Şarkılı Kahve

Düşünen Ağaç

Anadolunun Güney doğusundaki tepelerde
Bir ağaç gördüm kan ağlayan
Önünde çöl vardı köyler vardı ıssız
Çorak toprağa nisbet Fırat akıyordu uzaklardan
Ağaç düşünceler içindeydi yalnız
Ağaç dedim hani senin çiçeklerin
Hani senin meyvelerin
Pınl pınl değil mi Ur'un masallarında
Trahomlu gözlerin

Ağaç bir hoş oldu gerindi
Titredi korkusundan Harrahman
Esnedi dallarında yılanlar gürültüyle
Ürperdi köhne zaman

Dedi ki yaşamadım asırlardır
Yeniden doğdum ben
Köküm temizlenmeli kurttan akrepten
Zihnim örümcekten
Nasibim bilgiden yana olmalı
Parçalansın şu tevekkül adlı kefen

Ağaç dedim
Garip ağaç
Köhne ağaç
Akan zamana uymalı
Zaman güzel
Zaman gebe
Silkin nefes alsın
Dallarında genç nesiller
Kapını aç
Aydınlığa
İyiliğe
Yeniliğe


Halim Yağcıoğlu
Anzelha

Trahom

Ne güzel düşünmüş yaradan
Baş demiş yusyuvarlak
Göz demiş kara yeşil ak
Hürriyetlere açılan
İki pencere parlak
Bu dünya görmek içindir lo
Sevmek içindir
Ama senin gözlerin lo
Ama senin gözlerin
Sadece iki delik
Ağlatır beni hüznün
Bu kan
Bu irin
Bu pislik


Halim Yağcıoğlu
Anzelha

17 Şubat 2017 Cuma

Aşk Şiiri

Dün gece evinizin etrafında dolaştım
Saçların gene omuzlarına dökülmüş
Yüzün aydınlık beyaz
Hiç değişmemişsin şaştım

Sonra Kapuz'u dinledim
Balkayada parçalanan dalgaları
Sırtımı bir kiraza dayadım
Düşüncenle serinledim

Görsen yüzümü bile tanımazsın
O kadar uzaklarda kaldı ki
O kadar çöktü ki kalbim kederinle
Hatırlamazsın

Ne kadar isterdim
Sofranda yerim olsun
Tabağıma yemek koyasın
Bardağıma su
Halim diyesin canım benim canım
Ah kader kader kader
kader kör olsun


Halim Yağcıoğlu
Anzelha

Cezaevinde Barış Türküsü

Kalkın kardeşler ışıklar görünmeye başladı
Eski duvarlar değil bu duvarlar
Bir ak kuş gelip kondu kara çatıya
Dünyayı böylesine sardı mı kollar
Ne etsin kelepçe neylesin zincir
Kaç kez gösterdi tarih aldatmayacak bizi
Bu denizli kuşlu dünyada
Bir tek acılar mıdır payımıza düşen
Dökülsün yollara beş kıtada
Ekmek de özgürlük de barışın gülleridir
Yumuk elli bebekler pencerelerde bekliyor
Dünyayı çepeçevre kuşatan barış kervanlarını
Çelik canavarlar gibi tanklar değil
Caddelere yakışan özgürlük ekmek türküleridir

Limanlar barışla çalkalanmış
Çöller dağlar stepler denizler barış fırtınasında
Resimler gördük cezaevlerine yakışmayan
Kitaplar dergiler gazeteler dolusu
Siz bir meydan dolusu gülen esmer kardeşlerim
Kara güller gibi açılmıştınız bir sabah aydınlığında
Asya barış diyor Afrika barış diyor
Elde silah barış diyor
Seren direğinde ufuklara bakan gemici
Avrupalı çıkmış toplama kampından
Ekmek barış türküleri bekliyor
Bombardıman uçakları değil
Karşısına dikilmiş ölüm tüccarlarının
Dünya barış diyor
Sevmek yaratmak yaşamak nedir
Görelim milyara yakın korkusuz cıvıl cıvıl
Görelim Kore'den Çekoslavakya'ya kadar
Düşlerimiz ellerimiz sizinledir
Barış sizinledir

Bu taş duvarlar bu demir parmaklık kardeş
Van Gölünden Ağrıdan Ergene Irmağına
Çürüyüp dökülmüş karanlıkta kökleri
Mapusane bahçesinde el kadar mavilik
Bir zaman gerili dursun başımızda
Gardiyanlar dolaşsın daha bir zaman
Parmaklık hükmünü yürütsün
Çiçeklerle donatacak kollarını bahar dalları gibi
Karanlıkta barış kervanlarını bekleyen
Çileden çileye batmış senin emekçi halkındır
Yirmisinde bir delikanlı gibi dalıp maviliklere
Yirmisinde bir delikanlı gibi
Dudaklarından öpeceğim gün
Masmavi özgürlüğün
İnan ki yakındır


Vedat Türkali
Orhaniye Cezaevi
12 Ağustos 1955

950'den Notlar

Yüce dağ başları dumanlı dumanlı
Irmaklar yorgun ağır
İnsanlar yapayalnız
Nedir üstümüzdeki bu karanlık bulut
Irgatın akşamlara kadar düşündüğü nedir
Yabancı bandıralar bayraklar emirler
Ne maviliklerde ferahlık ne toprakta güven
yurda ölüm tüccarları kurulmuş
Bu vatan bu millet bu bayrak
Satılmaz diyenden hesap sorulmuş
Yollar fabrikalar tarlalar
Bir hançer altında amansız
Dağ taş haber bekler hürriyetten
Nedir bu toprakların bitmeyen çilesi
Nedir nedir nedir 

Bu gün karanlıkta apansız 
Bir çığlık yükseldi memleketten
Ben bayraksız hürriyettsiz neylerim dedi
Kınalı keklikler uçtu düz ovalardan tabur tabur
Yabancı bu memlekette işin ne
Yerin altında damar damar madenlerimiz var
Bizi bekler
Götürüp top dökemezsin
Dağlarımız ırmaklarımız bize göredir
Tarlalarımız bize kadar
Ekemezsin
Bizim bu toprak için
Bu topraklarda dökülecek kanlarımız var
Elini kolunu sallayarak bu memlekette
Giremezsin çıkamazsın
Biliriz yağmaya geldin yabancı
Senin bu memlekette işin ne

Biliyorum bir gün karanlıkta
Kesecekler yolumuzu
Ya siz çocuklar
Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri
Çocuklar bizim dediğimiz
Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır
Mal değil mülk değil istediğimiz
Size namuslu bir dünya bırakmaktır


Vedat Türkali
Üsküdar, 1950

16 Şubat 2017 Perşembe

Güney Hastalığı

Ben dostum vaktiyle bir güney şehrine gittim,
Yanımda-sevince öyledir!-dünyanın en güzel kızı vardı,
Ama neyleyim ki içimde yine o garip sızı vardı,
Sonunda, o güzel günlerimi berbat ettim.

Eylüldü dostum, aylar içinden Eylüldü,
Ateşi düşmüştü artık hummalı kalbimin,
İyileşmiştim dostum, sonra o akşam üstlerinin
Her saati bir altın yaprak olup döküldü.

Uzanmıştım boylu boyunca güneş düşüncesine,
Bilirsin aşk havaları insanı sarhoş eder,
Bir şarkı tutturur insan, ezberler gider,
Gariptir, inanır böylece, vurulur kendi nağmesine

Ben de akıp gidiyordum gökyüzü üstünden,
Bir güney denizi, bir güney güneşi ki, bilemezsin,
Yalnız olamazsın elbette, orada yalnız olamazsın,
Biz de içiyorduk sarhoş oluyorduk aynı kadehten.

Hala nasıl özlerim bilir misin, bir akşamı her akşam,
Antalya deyince bir portakal düşer,
Ah, bilemezsin bala, o hatıra güneşler,
Yalnızlığının karlı vadisinde dinlenen adam.

Orada güneyde eski bir şehir görmüştüm dostum,
Yıkık tiyatrosu kalmıştı, yüzyıllardan yüzyıllara,
Bu şenlik yerinden denize baktıktan sonra,
Demiştim ki: "Ey yitik şehir, sana benziyorum!"

Bilgelik sanacaksın, dinleyince sözlerimi,
Bu şehrin eski haline benzer geçen aşklarımız,
Sonra yıkık duvarlarımızla kalakalırız, yapayalnız,
Bu şehirden umduğumuzu alır götürür bir gemi.

Ve oynadığımız, şenlendirdiğimiz o coşkun alan,
Bakakalır, otlar arasından melil mahzun,
Sonra dağlardan bir hava iner gelir, uzun uzun,
Eylül rüzgarını yeniden kokladığımız zaman.

Ah güney deyince bir yaprak kopar içimden
Denizlere mi gider bilinmez, bilinmez bir yere gider,
"Gönül şen değil", feryadınca ahü vah eder,
Toplanmış nice türküler gider peşinden.

Bir ağaç uyur görürseler, uyandırmasınlar,
Güneyde kalmış böyle güzel ağaçlar vardır,
Duldasında bir an dinlendiğimiz o ağaçlardır,
- Herşeyi o ağaçlar bilir dostum, o ağaçlar bilir! -
Biz yaprak misali olduk artık, bize bir şey sormasınlar.


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1948

Cumartesi Gecesi

Bu gece Cumartesi gecesidir,
Şen ve güzel kızlar arasında,
Oyun oynanmış şarkı söylenmiştir.
Türküler, gülüşler, sazlar arasında.

Neşe denmiştir adına,
Kalbi yaralı-geyiğin türküsü,
Karışmıştır kalabalığın sesine,
Kaybolmuştur yıldızlar altında.

Yitik neşesi kalbimin,
Artık bütün türküleri unuttum,
Ben garip bir yolcu oldum,
Sonu yok bu gezintimin.

Nereye gideceğim belli değil,
Kim nereden geldiğini bilir,
Sel gider kum kalır,
Yine bütün dallar yeşil.

Ah, asıl kalabalığın neşesi,
Yeryüzünün katıksız esenliği,
Bütün yurtlarda bir halk şenliği,
Kalbimde halkımın türküleri, halkın sesi!

Ben küçük neşelerin sazı olamam,
Ben büyük gamların bestecisi,
Fakir neşelerin gül destecisi,
Ben halk kadar muztarip adam!

Ah, ırmak taşıyor, Yeşilırmak,
Şimdi tarlalar su içinde,
Yine herkes gündelik sevincinde,
Yine kendi hüznüne ağlamak!

Bense büyük bulutlar gibi ağlamak,
Ve geniş yaylalar gibi gülmek istiyorum,
Dostlar gidiyorum ben gidiyorum,
Hoşça kalın, yolum ırak!

Ben, ah şen bir adam olamam,
Hazindir memleketimin türküsü,
Bir mezarda taze bir çocuk ölüsü,
Ah! duramam artık duramam!

Neşeyse büyük neşe, hep beraber,
Hüzünse hüzün, ah garip yurdum,
Seni kokluyorum, kokluyorum,
Aynı sevdadayım ölünceye kadar.

Ah, neşeniz neşe değil dostlar,
Ben asıl neşeyi biliyorum,
Ben biliyorum, biliyorum, biliyorum,
Biliyor dağlar taşlar, uçan kuşlar!


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1948

Bir Tepeden Bakıp...

Seç gönlünce bir otağ deyip,
Anadolu haritasını önüme serseler,
Neresi söyle, neresi deseler?
Sakarya ile Porsuk arasında,
Boztepeler denizi ortasında,
Bir höyük tepe vardır, orası,
Orasıdır, derim, dineğim, durağım, orası,
Bir eteği Sivrihisar, bir eteği Polatlı ovası,
Bakarsın ışıl ışıl Bozkır görünür,
Ta ileriden demiryolu geçer.
Susuz toprağın rüyasında söğütler salınır,
İnce bir su dalların boynuna dolanır,
İstasyonlar dinlenir Alpuköy, Sazlılar, Biçer.

O tepeden seyredip güneşin doğuşunu,
Ankara kalesini düşünürüm biteviye,
Tarih utmanın içinde başlar yeşermiye,
Bir rüzgardır, tezek kokusundan belli;
Uyanan fakir köy ocağının dili.
Ne güzel yazmış, Yakup Kadri bey yıllarca önce,

Hala, Mehmet Ali'nin köyünü görünce,
İnce bir sızıdır başlar, bir düşünce,
Kökünü yitirmiş ağacın sızısı!
Siz, yüzyıllardır toprağa belenen kardeşler,
Yenemediniz mi hala alın yazınızı,
Etiler gibi sürüp toprağınızı,
Hala, bulutlardan dilenen kardeşler!

Gün ışığın, bölüşmeye, bir dost çoban,
Gelir yanıma, ahlat dalının gölgesine,
Susarız dalıp bir utman ibibiklerin sesine.
Gün nasıl ısıtırsa tabiatı, dostluk ta bizi,
Bıraktık mı kollarına alır, ısıtır kalbimizi,
Çatlak toprakları okşayıp gelir rüzgar
Üfler ateşimizi, keven sevinçle parlar,
Söz sözü açar, derken efendim cigaralar,
Çok şey bilir çoban, çok gördüğünden.
Anlatır, neydi, neymiş o eski günler,
Nasıl geçmiş gençliği çöllerde, Yemende,
Ama en sonra Mustafa Kemal gelende,
Niçin döğüştüğünü bilmiş asker.

O zaman seyrederim o tepeden,
Çakmaklı tüfeklerle geçen askerleri,
Duyarım, unutulmuş o sıcak türküleri,
Ankara'nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak,
Dar vadileri örten kayalara çarparak,
Kırılan yorgun sesleri hatırlarım,
Sakarya'ya doğru ilerleyip hatıralarım,
Toprak siperlerde Asteğmen olur kalırım.
Niçin öldün diye sormayın, dağlar taşlar bana,
Ben dirilir yeniden ölürüm, ölmek eğer,
Bu kadar güzelleşir, bu kadar eşit olursa,
Geride, yurt işlenir, halk uyanır, vatan hür kalırsa.
O zaman ölüm de yaşamaya benzer.

Ve hatırlarım ki Asaf dayım vardı.
İstiklal harbinde mülazimievvel,
Yiğidim, kayın ağaçları kadar güzel,
Tek yönden eser onun rüzgarı,
Aşktan ölüme geçer kararı.
Macerası ta Rize'ye dayanır,
Orada çeteci ruhu uyanır,
Sakarya' da alkanlara boyanır,
A dayım, niye öldün derim,
Ha benim yeğenim, siz bileceksiniz der,
Siz bileceksiniz niçin öldüğümüzü,
Bizler kanla söyledik söylediğimizi,
Bizler, kemikleri güneşte ısınan ölüler.

Bir gün inip Sarıköy istasyonunda,
Postaları beklerim, Erzurum Samsun,
İsterim tren pencerelerinde aşinam olsun.
Üçüncü mevkilerden taşan kebap kokusu,
İstasyon çeşmesinden garip garip akan su,
Höyük tepeyi saran yalnızlığı bir an unuturum,
Rayların ardından büyük, genişler umudum,
Kaderimsin, benim güzel, içli yurdum!
Daha içinde tepeler göreceksin tren,
Yurdumun kalbine bakan nice tepeler,
Bir ateş düşer gönlüme lokomotiften,
Dumanlar içinde kaybolur herşey hafiften,
Akasyalar üzerine yağmur çiseler.


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1950

15 Şubat 2017 Çarşamba

Atatürk

Yüz aklıkları etti nice kişiler
Nice büyükler nice efendiler
Madde fenaya varınca amma
Topu da bir yana kaçtı

Kimileri önden gitti
Kimileri arkadan sıvıştı
Eğildiler eğilmediler
Hepsinin aklı kesildi

Ne var içlerinden biri
Korkulara el atmadı
Yılmadı yorulmadı
Düşmanları bir elle tuttu

Terbiyeli bir çığ gibi
Sardı sarmaladı yurdu
Aldırmadı seyircilere
Hop ülkeyi kurtardı

Sonra da uçurdu haykırışarları
Dımağ nezlesinde yüzenleri
Anlasınlar anlamasınlar
Laik bir devlet kurdu


Salah Birsel
Adam Sanat, Ocak 1995

Meyhane

Ozan Andre Chenier'yi
İkiye böldüğünden beri giyotin
Kurum satıyorsa meydanlarında Paris'in
Ozan kardeş hadi hop
Sende uzat boynunu
Eş dost akraba beklemesin

Hadi hop sayın cellatlar da
Kavuşsun erkenden çoluk çocuğuna
Tarihten anlaşıldığına göre
Sırası suyu yok bu işin
Sokakdan el ayak çekildimi
Sen de tırt sepete

Ozana kardeş hele hele
Sepete düşdükden sonra da
Tut ki sakallarını öyle dipten
Genç sıska dul ihtiyar
Tümü meraklı yurttaşların
Tıraşlı bir baş görsün

Hadi kuzular da meyhaneye


Salah Birsel
Haydar-Haydar

Kikirikname

Sizinkisi de gülmek mi a kikirikler
Gülünce şöyle sunturlu gülmeli
Bir iki üç dişleri göstermeli
Sırıtmalı değil zangır zangır gülmeli

Yakaları kolalatmalı bir iki üç
Bir iki üç başları doğrultmalı
Boşuna değil bu öğütler inanın
Gülünce sabah akşam gülmeli

Ceketler kavuşturmalı bir iki üç
Köşelerde değil ortalarda gülmeli
Düğmeleri parlatmalı zamanında
Gülünce şapkalarla gülmeli

Bir iki üç sayıyla bükülmeli
Sırayla değil hep birden gülmeli
İşin bütün inceliği burda a kikirikler
Gülünce dişleri göstermeli


Salah Birsel

14 Şubat 2017 Salı

Kasap

İşlerin yolunda gidiyor kasap
İşlerin yolunda
Satırın saldırman belinde
Elin hayvanı emrinde
Yere yatırıp biçersin
Çengele asıp yüzersin
Mal derdinde kasap
Can derdinde koyun
Ne çirkin oyun
Ne berbat kafiye!


Orhon Murat Arıburnu
Kovan

Mahkumlar

Ekseriya sabaha karşı
Kurşuna dizilir mahkumlar
Bir sünger taşına döner
Anne sütünden yapılan heykel

Bari şu trampetler çalmasa,
İnsan gürültüye gitmese!..


Orhon Murat Arıburnu
Kovan

Lale

Lalelim
Lalelide oturur
Laleli lale olur lalelimden.

Laleliden geçilir
Lalelimden geçilmez!..


Orhon Murat Arıburnu
Kovan

13 Şubat 2017 Pazartesi

Kadınlar, Ülkeler, Denizler

Gözlerin gözlerime değince
Su katılıyor rakıya
Denizler açılıyor önümde.

Üç çeşit deniz var bildiğim:
Birincisi süt liman deniz.
İlkgünün özenle okşadığı,
Gökyüzüyle kaynaşan deniz.

İkincisi dalgalı oynak,
Bir kedi gibi önce sokularak
Sonra tozu dumana katan deniz.
Balıklara beşik sallayan deniz.

Üçüncüsü volkansı dağlar...
Tüfek namlusundan menevişli,
Baştan başa gövdesi köpek dişli,
Kendi kendine savaşan deniz.
Anadolu dağları gibi kıraç,
Kış ortasında kurtlar gibi aç
Karanlığa uluyan deniz.

Senin gözlerin de öyle uzak,
Üç türlü denizde balkıyarak
Bütün yaşamımı alıp gitti.
Türküler yitirdim dağlarda.
Çiğdemleri rüzgar okşar ya,
Sarkar ya söğütler ırmağa
Rakıya su katılır gibi
Gözlerin başlar yansımaya

Gözlerin gözlerime değince su katılıyor rakıya,
Ülkeler de kadınlara benziyor,
Başlıyor yansımaya.

İşte güvercin kemikli kız!
Koca Fransa, Akdeniz...
Ve Almanya ki lahana, tütün,
Sokakları kan kokarken bir gün
Gençliğimi orada bırakıp geldim.
Oysa balık gibiydi Urzula Rayh
Bir sarı çiğdem gibi severdim.


Cahit Külebi
Yangın

Tokat'a Doğru

Çamlıbel'den Tokat'a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak!
Ben seni çoktan unuttum;
Sen de unuttun mu, dön geri bak.

Atların kuyruğu düğümlü,
Bir yandan yağmur yağar, ıslak;
Bir yandan hamutlar şak şak eder,
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.

Orda, derenin içinde
İki üç akçakavak,
Tekerler döner, başım döner,
Kavaklar yeşeriyor dön geri bak.

Orda, derenin içinde
İki üç çırılçıplak
Alçacık damı düşündükçe
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak.

Irmaklar gibi uzaklaşır
Bir türkü kadar uzak
Tekerler iki çizgi bırakır,
Hamutlar şak şak eder, dön geri bak.


Cahit Külebi
Yeşeren Otlar

İkinci Kişi

Bazı karşıma çıkıyorsun,
Tanıyacak gibiyim seni.
-Gel biraz konuşalım,diyorum.
Cevap vermiyorsun.

-Ellerin titrer miydi eskiden?
Dumanlı mı görüyordu gözlerin?
Padişahlar gibi hayal mi kurardın?
De bana, diyorum, susuyorsun.

-Kitap okumayı severdin,
Kırlarda dolaşmayı, bahçeler
Bilmediğin kadınlar gibi miydi?
Söyle, diyorum, duruyorsun.

-Atlarla, insanlardan daha çok
Yoldaş mıydın çocukluğunda?
Neyledin hepsinin yokluğunda?
Diyorum, ağız dil vermiyorsun.

-Nasıldı ilk gurbete çıkışın?
Kıyısına ilk vardığın deniz?
Koynuna ilk girdiğin kadın?
Ağzına ilk sürdüğün kadeh?
Nasıldı delice çalıştığın,
Delice eğlendiğin geceler?
Bir tutam yonca gibi tertemiz,
O kıza aşık olduğun günler
Nasıldı, diyorum, gülüyorsun..

-Yorgunum şimdi, yorgunum çok!
Birde sen cevap vermiyorsun.
Kolundan tutmak istiyorum, fayda yok;
Bırakıp beni gidiyorsun.


Cahit Külebi
Yeşeren Otlar

Esma'nın Hikayesi

Esma'yla çocukluğumda
Sokakta oynadığım zamanlar
Dizge çorap giyerdi,
Yalınayak gezerdim.

Bir koku vardı Esma'nın
Çamurlu çatlak ellerinde ..
Bir ışık yanar sönerdi şimşek gibi
Eteğinin çoraplarına değdiği yerde .. .
Tahta gibi, dümdüz, göğüslerimiz
Kollarımız ince ...
Aynı kalaylı tastan
İçerdik, su içince ...

Bir bakışı vardı Esma'nın
Kavak yaprakları gibi pırıl pırıl...
Koynundan çıkardığı çağlayı
Yemesi başka olur ...

Efendime söyleyim, bir gün
Kızı bırakmadılar dışarı
Cihanda tek başıma kalmıştım
Düşünerek Esma'yı ...

Bir yandan rüzgar estikçe
Mısırlar inim inim iniler
Püsküller yüzüme dökülürdü,
Bir yanda yaralı mahzun kalbim
Kendi kendine türkü söyler ...

Ondan sonra çok zaman geçti,
Caddeler geçti kentin ortasından,
Delik tastan akan su gibi
Esma da çocukluğum da kaynayıp gitti ...

Dün akşam parkın önünde
Alaca karanlıkta onu gördüm,
Gitti bir sıraya oturdu,
Gittim yanına oturdum.

Çorapları gibi, güzel gözleri,
Zayıfyanakları solgundu,
Ne ben konuşabildim
Ne de o bir şey sordu.

Anladım ki gidişi gidiş değil
Hali duruşu bir hoş.
Küçücük, tozlu, eski
Pabuçlarında gezen bakışlarımız
Yaralı kalplerimiz gibi bomboş ...

Öyle saatlerce oturduk
Bir çift söz edemedik.
Ayağımızın dibinde, yaprakların içinde
Bir şey yitirmiş gibiydik ...


Cahit Külebi
Rüzgar

11 Şubat 2017 Cumartesi

Esirliğim Üstüm Başım, Karnımdaki Açlık ve Yaşamak

Tenhaca bir yere çekilip
ağlamak isterim
dağlara, taşlara karşı.

Ne yalnızlığı gökyüzünün,
ne ağaçların, ne çayırların yeşilliği,
ne de merhametli türküsüyle akan dere.

Sadece esirliğim,
üstüm başım,
karnımdaki açlık.

Sadece beni götüren şey
radyo haberlerinden öteye.

Tenhaca bir yere çekilip
ağlamak isterim
dağlara, taşlara karşı.

Ya seslenirse bir çocuk,
ya derse ki:
"Ağabeyiciğim,
toprak altında kaldım,
bir tank ezmişti kemiciklerimi,
ne olur, çıkarın beni buradan.
Ben daha on dört yaşındayım."

Kolum kanadım kırılır,
bu çocuğa ne yaparım o zaman?

Dağları, taşları bırak.
Bırak öyleyse şimdi ağlamayı.
Karanlık bir yağmur halindedir
başımın üstünde ölüm.

Sadece esirliğim,
üstüm başım,
karnımdaki açlık.

Ne çok yatan insan görürüm,
ne çok yatan insan.

"Karlı bir dağ başındayız, sevgilim,
mevcudumuz tamam.
Bir yanımda Pal ve Antuvan Çavuş,
bir yanımda dostum Rişar,
ve dağılmış cıgaralar.

Burda vahşi kuşlara, böceklere alıştık,
ne akan kan,

ne can acısı.
Ne de koparılan bir şey var etimizden."

Sadece esirliğim,
üstüm başım,
karnımdaki açlık.

"Anneciğim,
ağlama, bir şey değil,
sadece vaz geçiverdik
saadetimizden."

Havada yapraklar kımıldanır.
Bulutlar yürür ufka sere serpe.
Tüylerini güneşe vermiş körpe salatalık.
Birleşti bir dal üstünde iki serçe.

Bir hikaye oldu ölüm.
Bir hikaye oldu tank.

Sadece esirliğim,
üstüm başım,
karnımdaki açlık.

Ve daha öte,
bir şafak güzelliğinde yasamak.


A. Kadir
Mutlu Olmak Varken
Kırşehir, 1945

Hatırlamak

"Bazan içimde nasıl,
biliyor musun,
bir tuhaflık duyarım.
Hani bir şey hatırlamak:
Bir çiçek,
bir pencere,
bir sıcaklık.
Ne bileyim ben
bir sürü şeyler işte.

Bizim nelerimiz yoktu ki kardeş!
Çocuklarımız, karımız, kitaplarımız.
Benim kitaplar şu yanda dururdu, şöyle.
Ne oldular dersin"
"Benimkisi kâfir,
bir turşu kurardı,
parmaklarını yersin."


A. Kadir
Mutlu Olmak Varken
İstanbul, 1943

Tebliğ

Ömrümde görmedim böyle bir gün.
Yarım dilim ekmek önümde,
düşünüyorum alevden ülkeleri.
Boğazında kalsın yedikleri
ve zehir zıkkım olsun,
bu anda düşünmeyen varsa eğer!

Sen benim,
memleketimin şarkılarında bile varsın,
sen o korkunç,
sen o uykusuz geceler altında bir kerre olsun
umudunu kaybetmeyen şehir!
Ben de bilirim, umuttur bu,
bağlanamaz kıskıvrak dört bir yanından.
Bir umuttur ki;
daha haşin,
daha merhametsiz,
tank ordusundan düşmanın!
Bir umuttur ki;
sokaklarında sırtüstü yatan
henüz buluğa ermemiş yaralı çocukların
mavi gözlerinde okunur,
ve sonuncu kalede,
mazgallardan bakanların yumruklarında!

O insanlar bitmedi mantar gibi yerden.
Anaları doğurmuştu onları bir zamanlar,
tıpkı dalda bir çiçek açar gibi.

Ve şimdi, kimi kurtuldu ölümden,
kimi yapıştı toprağa yüzükoyun.
step kokan elleriyle.
Kimi de verdi kendini dalgalara,
bir kuş kadar rahat,
erkekçesine ve hazin.
Püfür püfür esen
en yumuşak rüzgârlarına bile
düşman oldum Karadeniz’in!

Ve sen, güzel şehir,
sen artık hiçbir şarkıya sığmazsın.
Seni yarın, ilk defa bir şafak vakti
mükellef bir sofraya oturan
bütün dünya insanlarının
bulutsuz ve taze yürekleri,
bir türkü gibi değil
bir sevgi gibi değil,
fakat bir ağlamak ihtiyacı gibi duyacaktır,
giderilmez bir ağlamak ihtiyacı gibi!


A. Kadir
Mutlu Olmak Varken
İstanbul, 1943

Bizim Köyün Havası

Bizim köyün
Bir havası var
Bir havası var kardeşim
Yeme içme
Uzaktan kaval dinle
Maval dinle
Sırt üstü yat
Allaha dua et
Bir havası
Bir havası var kardeşim
Bizim köyün
Yakında
Suyumuz da gelecek
Değme keyfimize


Celal Vardar
İki Dal

10 Şubat 2017 Cuma

Sergi İzlenimleri

Ağlar lake duvarlarda gri bir grizu
Ve irin yeşili bir trahom.
Gelir en lüks çiçekçiden çiçekler,
Asılı çocuksu çullar içinde
- - Açıldı, geldiler.
Onlar çarmıhlarında birer İsa idiler:
Çiyi yaralarından sızarken mavi kan
Ellerde tuzlu badem, dudaklarda içki, teyp
Rimel, ruj, floresan
Başlarını yavaşça biraz daha eğdiler.

Biz hep böyle okuduk en acıklı yazıları
Perlon ve astragan ...
İçkili, yarım göz ve ikindi vakti
Sonra gösterdi bitti, konfora koştuk
Onlarsa en lüks kağıtlara geçti.


Behçet Necatigil
Divançe

Panik

Artık ıssız kırları bıraktı Pan;
Şimdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde
Asfaltlarda, betonlarda dolaşıyor
Kızgın, uzun yazların öğlen saatlerinde.

Blok apartmanların şahane katlarından
En çalımlı taşıtlara atlıyor.
Devcileyin arkalar, koskoca bankalardan
Yanında yardakçılar, yaşıyor.

Sessiz dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne,
Dişlilerden kaçıyor.
Fabrika duvarları sağır kale kapıları
Yılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar..
Çullanıyor onların az ekmek sevincine.

Değil yalnız yazların kızgın sıcaklarında
Hemen her gün, hele büyük kentlerde
Bulvarları tarıyor, hain gülüşleri sessiz.
Pan'la karşı karşıya, gözleri kararıyor
Katı cıvık asfaltta yalın ayak bir işsiz.

Yoksullar açlar hastalar sürünürken
Kentlerin göbeğinde, kuytu köşelerinde;
Hıncını alamamış sanki insanlardan
Uygarlığı zalim, daha da azıtıyor
Atom bombalarında, uzay füzelerinde.

Yarınlar? Gizli kara gazte haberlerinde
O varsa ekmeklerde, sularda ağulu
Hattâ çocuk yüzlerine düşmüşse gölgesi,
Keser bizim gibiler yarınlardan umudu.

Renklerde, emeklerde, ırklarda..
Yahudiler, işçiler, zenciler.. Pan!
Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa
Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?


Behçet Necatigil
Divançe

Ses

Kopan çığlar altında kalanlar olduğu
Oysa görülüyordu.

Bir kadının ileride
Bir şeyler hıçkırdığı;
Bir erkeğin, birine,
Görünmeyen birine bir şeyler seslendiği
Oysa görülüyordu.

Ama duyulmuyordu. -Ses!
Sanki ses olmayınca hiçbiri olmuyordu.


Behçet Necatigil
Yaz Dönemi

9 Şubat 2017 Perşembe

Travers

Sonraki ben mumyalarda ölümlerden sonra
Islak bölmelerde saklı
Kağşamış kapağım kaldırılırsa
Yaşadığım çağdan çarpar genze
Buruk bir arsenik kokusu.

Ben bir traversim entroverti
Gökdelen ve ehram çürük omuzlarımda
Dünyanın bütün dilleri varyantlarımla dolu
Dağbaşı raylarında hatta
Büyük şehir yorgunluğu.

Varım dünya kurulalı, bir suyun başındayım
Bir kuyunun dibinde, bir tezgahın önünde
Bir geminin yanında, bir kalem elimdeyim.
Geçer gider trenler transit
Ben kendi derdimdeyim.

Geçer gider koca kompartımanlar
Ve zift üzerimde, dört yanımda vida, somun
Ağır demir raylara ben çakılı.
Geçer gider uğultusu çok tez trenlerin
Kalır makas, kalır kara somunlarda tuzu
Alnımdan düşen terin.

Kaldırmış diye belki bunca ağırlıkları
Gösterilir sonraki ben, uygarlıkların
Gösterişli müzelerinde yitik
Kat kat sargılarda bir mumya
Gibi gülünç belki
Paslı, ezik, hurda
Bir travers entroverti.


Behçet Necatigil

Bahara Girerken Balad

Biz bütün kış hep bu baş ağrıları
Camlar açıldıkça bu sefer dışarıdan
Eve gelip gidenler bilmeden çoğalttı
Hep oydu dumandı küllenen dudaklarda
Gazetecinin postacının kapılardan attığı.

Hatta gece yarıları koltuklarının altı
Ve tüttükçe şimdi kapalı aşlara is
Karardı ak tuzlar neden dumandı
Hatta öksüz aşkları siz ne zaman kurtardınız
Oysa bütün varınız belki onlardı.

Hatta mayıs başları kentler üstünde
Hatırlayacaksınız o azgın bulutları
Tek tük odunlar, kalıntı kömürler
Sürüp giden soğuklar, çekmeyen borulardı.

Benim gibi iseniz bilirsiniz nedir kır
Her baharda bitkinim ormanlardan
Ama gittim ne getirdim kolay mı
Evlerin arınması dumanlardan.


Behçet Necatigil
Dar Çağ

Eşyalar, Sessizlik

Bir gün giderler de kalırsanız yalnız
Eski odalarda gece
Bir saat gibi durmuş sabahtan
Her şey onlar gidince.

Bir garip boşalışla cansız
Uzaklarda şimdi
Ayna önünde resimler
Eşyalar, ellerinin değdiği.

Yüklenen sessizlikte radyo
Şen şarkılar hepsi de üzüntülü
Duyduğunuz derinlerde bir ses
Gidenlerin götürdüğü.

Anladınız neymiş kattıkları
Perdeler çiçekler ışık hava su
Ancak onlar varken
Sizi yaşatıyordu.


Behçet Necatigil
Arada

8 Şubat 2017 Çarşamba

Edebiyat Matinesi

Kaykılmış koltuğunda bir kız
Çiğner ciklet.
Bir oğlan dalgada,
Geldiğine pişman uyuklar
Bir başkası arkada.

Hiç bulabilir mi beyaz evi çok uzak
Uçurduğunuz kuş?
Kılıç gibi keskin karlı dağ. 
Hiç yeri miydi açmak kalbi 
Bu çiğ ışık altında.

Sizden önce birisi bir fantazi okudu,
Kırdı geçirdi.
Yayvan gülüşlerden ağızlar çok geç döner;
Şimdi sıra sizde üzgün ağır,
Ne güzel!

Olsa bari benzeri duygularla tedirgin,
Sizdekini yaşamış
Birkaç kişi.
Işıktasınız seçilmiyor,
Karanlıkta hepsi.

Okudunuz,
Bittiğine memnun,
Anlamamış;
Bozuk paralar gibi düşer önümüze
Alkış.

Gördünüz işte yerde
Çürük domatesler gibi ezik,
Avuçlarda mıncıklanmış kalbiniz.
Büyürken leke ince ipekte,
Yeniden eğildiniz!


Behçet Necatigil
Eski Toprak

Engeller

Sen benim engelimsin beyaza.
Yaparım yıkılır,
Saldıran sularda silinen
Kumdan kuleler deniz kıyısında.

Sen benim düşmanımsın değişen,
Her seferinde ismin başka.
Ama hiç tadı yok yaşamanın
Tam doğrulurken yeniden
Tarlamı suların basmasa.

İnsanınla vur, hastalığınla yere ser,
Sars beni paraca
Her yıkılışımda kuvvetim artar
Işıyan köşe er geç benim
Sen benim geçidimsin beyaza.


Behçet Necatigil

Çalar Saat

Kuyulara düşünce taş
Önce korkunuz uyanır:
Geç kaldım.
Yarı karanlık ırmakta sular önce bulanık.
Bir kanadı kırık kuş
Ayağınıza dolanır, çiğnenir telaşlarda.
Sıcak yataklar ansızın
Açılınca kaskatı.

Biraz bir şeydi gece ancak sabaha karşı;
Gördü, çaldı saat; benildeyip uyandınız, yataklar
Evde kimseniz yoksa, yorgun dönüşlere kadar
Açık, perişan, kepaze.

Tam vaktinde iş başında olmak,
Geç kaldım, kuyularda ışıdı su.
Saatlere çaldırdığı biraz şeyin peşinde
Sesi duyan koştu.

Koştu yokuş aşağı rengi atmış bir şapka,
Çanta, gözlük.
Bir eski atkı, adımları yavaş,
Uçar gibi hafif, bir küçük önlük.

Uzun yolunda yayan, basıp gitti bir tütün;
Bir dolu otobüse sığdı son yolcu, bir ruj,
Yetişti tramvaya kahve rengi solgun.
Lacivert buruşmuş.

Yatakların sıcaklığı arkalarda yetim,
Başladı ormanda yarış.
Girdiğim koşuda ben senin gibiyim
Bir kanadı kırık kuş.


Behçet Necatigil
Eski Toprak

7 Şubat 2017 Salı

Boşluk

Bu kuytu sokaktan geçmek
Nerden aklıma geldi
Günlerden pazardı
Güzel günlerden biri.

Pencerede oturan kız
Eli alnına dayalı
İçi sıkılıyordu
Çalışan kızlardan olmalı.

Yüzüne saçları gibi yaymış kederi
Seyrediyordu
Sokaktan geçenleri.

Pencerede oturan kız
Gözlerinde yorgunluğu
Bir bezginlik içinde
Gün bitmek bilmiyordu.

Dönmüş evdekilere sırtını
Omuzlarında bir yük gibi
Dünyanın yalnızlığı

Pencerede oturan kız
Hep böyledir pazarları
Akşamları bekler
Eli alnına dayalı.


Behçet Necatigil
Evler

Barbaros Meydanı

Biliyorum ayıp ve mânasız
Ama peşlerinden gidiyorum
Gezmeye çıktıkları vakit
Ana kız.

Utanır da belki
Anasının sırtındaki
Yeldirmeden,
Kız bir adım önde gider
Sezdirmeden.

Beşiktas'ta Barbaros Meydanı
Sağı anıt, solu türbe
Ortası kare şeklinde,
Parkıdır yoksulların
Bilhassa yaz ayları.

Fidanların, mezarların önünde
Yontulu taşlar çepçevre,
Yer yer banklar konulmuş,
Meydana dolmuş millet
Sıra sıra oturmuş.
Ah genç kız kalbi,
Sıralara bakar elbet.

Meydanın ilerisi deniz kıyısı
Karaya çekilmiş kayıklar
İskele gazinosu yanda
Sulara dökülmüş ışıklar
Üsküdar şu karşısı.

O nemli topraklara
Ana çöker yorgun argın,
Kalmış gözü arkada
Kendi ayakta kızın.

En gürültülü şarkılar
Çalarken plakta,
Onlar orda oturur
Denize bakarlar.
Avunmaya muhtaç bu gençlik
Ey kız anası ihtiyarlar,
Ey denizlerden esen serinlik!


Behçet Necatigil
Evler

Evler

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.
İrili ufaklı, birbirinden farklı,
Ahşap evler, kagir evler yaptılar.
Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,
Evlerin içi devir devir değişti
Evlerin dışı pencere, duvar.

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde
Kalbi kara insanlar oturdu.
Gündelik korkuların çökerttiği evlerde
O fıkara insanlar oturdu.

Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,
Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.
Kimi hayata doymuş göründü,
Bazıları zamana uydular.
Evlerin içi oda oda üzüntü,
Evlerin dışı pencere, duvar.

Evlerde saadetler sabunlar gibi köpürdü:
Eve geldi bir tane, nar gibi,
Arttı, eksilmedi.
Evleri felaketler taunlar gibi süpürdü.
Kaderden eski fırtınalar gibi,
Ardı kesilmedi.

Evlerin çoğunda dirlik düzen
Kalan bir hatıra oldu geçmişte.
Gönül almak, hatır saymak arama.
Evlatlar aileye asi işte,
Bir çığ ki kopmuş gider, üzüntüden.
Evlerde nice nice cinayetler işlendi,
Ruhu bile duymadı insanların.
Dört duvar arasında aile sırları,
Bunca çocuk, bunca erkek, bunca kadın,
Gözyaşlarıyla beslendi.

Çocuklar, büyük adam yerine evlerin kiminde:
Çocukları işe koştu kalabalık aileler.
Okul çağının kadersiz yavruları,
Ufacık avuçlardan akşamları akan ter,
Tuz yerine geçti evlerin yemeğinde.

İnananların kaderi besbelli evlere bağlı,
Zengin evler fakirlere çok yüksekten baktılar,
Kendi seviyesinde evler kız verdi, kız aldı.
Bazıları özlediler daha yüksek hayatı,
Çırpındılar daha üste çıkmaya
Evler bırakmadı.

Yeni yeni tüterken ocakların dumanı
Kadın en büyük kuvvet erkeğin işinde
Erkekleri kaçtı, kadınları kaçtı
Evler dilsiz şikayet kaçmışların peşinde.

Şu dünyada oturacak o kadar yer yapıldı,
Kulübeler, evler, hanlar, apartmanlar
Bölüşüldü oda oda, bölüşüldü kapı kapı
Ama size hiçbir hisse ayrılmadı
Duvar dipleri, yangın yerleri halkı,
Külhanlarda, sarnıçlarda yatanlar.


Behçet Necatigil

6 Şubat 2017 Pazartesi

Sokak

İnsanlar geçiyor sokaklardan
Kendi ölüleri omuzlarında
Bir hayat nefes nefese, orman orman
İnsanlar geçiyor sokaklardan
Sevgiler taşmış, merhametler taş
Buram buram tütüyoruz taştan topraktan.


Cahit Irgat
Ortaklık

Uyku

Bir döşekte up uzun
Ufuklar ötesine uzanmış
Ayakları mahzun.

Çatlamış iki gözü tam ortasından
Bakkal kasap yazmaz olmuş hesaba
Yüreğine bağdaş kurmuş oturmuş
Homur homur homurdanan fabrika.

Paslı uykuları boydan boya uğultu
Alnında damar damar damarlaşmış ter,
Kaynar kazanlarla devrilmiş başına uyku.


Cahit Irgat
Ortalık

Perişan

Gözlerinde deniz, gözlerinde gemi
Gözlerinde çınlçıplak çocuklar

Rüzgar esiyor rüzgar, meltemdir
Güzel dünya üzerinde matemdir

Kalbimizin üç köşesi yangın yeri, perişan
Güzel şehir diri diri perişan

Güzel yağmur çirkin olur yoksul gözünde
İsyan değil, arzudur, şimşek şimşek parlayan

Konuş toprak, konuş meydan
İnsanoğlu her gün daha perişan.


Cahit Irgat
Ortaklık

XIII

Birer birer dert yanıyor
Gaziler:
- Biz ne kazandık bu harpte?

- Bir çift pabuç kar etti
Kesilen ayaklarım,
Ama siyah gözlük lazım
Görmeyen gözlerime.

Bir ağızdan söyleniyor şarkılar:
Şimdi yabancısıyız
Yaşadığımız toprağın
Ellerimiz, gözlerimiz, bacaklarımız
Toprak olduğu halde.


Cahit Irgat
Rüzgarlarım Konuşuyor

4 Şubat 2017 Cumartesi

Ben Senin Krallığın Ülkene Yetiştim

Ben senin krallığın ülkene yetiştim
Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle.
Her sabah büyüten denizimizi böyle
Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim.

Sen o çıktığım sularsın, zencim benim
Denize bakan evler gibiyim seninle.
Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle
Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.

Sen gittiğin o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul'un.

Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.


İlhan Berk
Çivi Yazısı

Uzun Karanlık

Neydi o güneş o sular güneşi çıkı çıkıveriyoruz
Ben seni alıyorum seni cumartesi çocuğu soyuyorum
Birden bir yerlere gidiyoruz bir yerlerden geliyoruz
Bungun, karası, bak diyorum bak acunsuzluk önün diyorum
Hiç yokken böyle diyorum böyle güzel diye diyorum
Sonra birdenbire sen yoksun işte birdenbire yoksun
Bakıyorum Amerikan bir gök sıkılıyorum kalkıyorum
Sen yoksun ya seninle binlerce yerim yok.

Bir sabah uyandım bütün dörtleri beş yaptım.
Çıktım bir bir camları, caddeleri indirdim ses yok.
İnsan böyle n’apar bilmem seni hele bak hiç bilmem
Gidip ağaçları tutuyorum, çocukları çocukları öpüyorum
Durdum bir yerden göğü, sokakları hep sokakları dinledim
Evlerini deniz yıkayan bir kıyıdan bağırıyorsun bana
Bir soluksuzluk bir duvarlar bir duvarlar duyamıyorum
Böyle bir uzun karanlıktan bağırıyorum bağırıyorum.


İlhan Berk
Galile Denizi

Sait Faik

Yitik Ufuk 

Binlerce top kumaşa yazdım sıkıntımı
Şimdi bir dünyada giden gemide ellerim
Pis bir denizde
Bir demiryolu bir çayır bir gökyüzü hava almaya çıkmış görüyorum
Ben geçerken bir evin penceresinde bir dal çiçekleniyor
Bir kadın soyunuyor göğsünü tüylerini en olmadık yerlerini görüyorum
Görüyorum bir çocuğun gözlerinin içinde denizler inip kalkıyor
İşte yeniden dünyadayız, dünyada bayağılıklarla pisliklerle yan yana dünyadayız
Bir sudaki balıklara bakıyor balıklara gözlerimizi çıkarıp veriyoruz
Bizim verilmeyecek hiçbir şeyimiz yok
Aynı yerden bir kadını öpüyor aynı yerden bir denizi seyrediyoruz
Bir daha seninleyim seninle yaşanmayacak sıkıntılar sevgiler Cezayir mahalleleri Sicilyalı gökyüzleri yok anlıyorum
Gemiler geçiyor uzaklardan kimse inip bineyim demiyor, kimse görünmüyor, kimse görmüyorum
Yitik bir ufukta
Bağırıyorum bağırıyorum.


Kalem

Hikâyelerimde ne diyorum ben
Şunu şunu şunu değil mi
Bir bulut geçiyor
Diyorum yaşasın böcekler çiçekler balıklar insanoğulları Barba Antimos
Bir sabah geliyor Matisse yeşili
Alıyorum uykularınıza kitaplarınıza evlerinizin önüne koyuyorum
Ne zaman bir yeşil görseniz artık her işinizi bırakıp bakacaksınız
Mesela bilmiyorum ama bir şiirde bir kadının ayakları suya değdi değecek şimdi
Hem mutlaka hiç kimse geçmeyecek biraz sonra bu sokaktan
İşte bir kuş uçuyor bir yere konacak sağlama ben yazacağım
Bir gökyüzü peşinde gidiyor bu çocuk
Bu adamı bu kadını bu masada tutan başka başka şeyler

Hep böyle diyorum ben
Bir dülger balığını alıyorum gözleri güzeldir diyorum
Bir bulut çıkıyor bir bulut çıktı diyorum
Sarılıyorum kaleme.


Ağıt

Baktık bir evin bahçesi ilk defa bir evin bahçesi başını almış gidiyor
Bir çocuk Grenoble'da İtalyan mahallesinde bir çocuk görüyor ilk
Deniz kıyısındaki o her akşamki kahve birdenbire tutup batıyor
Ne varsa umutlu umutsuz sıkıntılı sıkıntısız o cumartesi akşamları frengili ağaçlar çekip gidiyor
Yeşil zeytin, limon gibi bir İstanbul sarısı kalıyor geriye
Bir evin bahçesi ilk defa gülmüyor ilk defa büyümek istemiyor
Gece her taraf gece Katina'nın elleri gece en sevdiğimiz yerleri gece, gece hiç bitmiyor
Bağırmak sabahlara, akşamüstlerine bir pencereden bir denizden bağırmak bağırmak
Uyandık Eftalikus uyandık İstiklâl Caddesi yok Beyoğlu'ndaki güneş yok
Gökyüzü yok


İlhan Berk
Galile Denizi

Paul Klee'de Uyanmak

Uyanmak çiçek gibi dayanılmaz güzel kızlar
Ad Marginem'den asma köprüler kurmuşlar İstanbul'a
Nehirler, aylar çevirmişler o Ayla'lar, Münibe'ler
Tümü bir uzak denizde A'lar, V'ler, U'larla
Gece sarı bir evde bir iki yaprak evlerinin önünde
Açtı açacaklar dünyamızı açtı açacaklar

Bu denizi Ayla ayaklarını soksun diye getirdim
Bu dünyaları onun için açtım bu balıkları tuttum
Bir sabah çıkmak güneşler, aylar bir sabah çıkmak
Bir ağacı bu evleri sarı ters bir kuşu düzeltmek
Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum
Edibe bu evleri Edibe bu göğü bu güneşleri Edibe

A'lar V'ler U'larla olmak Paul Klee'de uyanmak


İlhan Berk
Galile Denizi

3 Şubat 2017 Cuma

Kızılırmak

7 Ekim 1951
Bir soğuk, bir karanlık, bir ıssız geceydi
Otuz kişiydik, ağzımızı bıçak açmıyordu
Seni gördük kamyonun penceresinden
Keyifli keyifli akıyordun
Hepimiz tutup cigaralarımızı yaktık
Türkü söyledik.


Türkiye Şarkısı

Bir Alageyik

Kimsecikler yoktu gayet iyi hatırlıyoruz
Bir sabah biz erkenden geldik dünyaya
Ortalıkta büyük bir sessizlik vardı
Deniz kestaneleri ağır ağır nefes alıyordu

Baktık her şey hazırdı dünyada
Gökyüzü. Dağlar ovalar yerini almıştı
Her şey durmadan büyüyüp gelişiyordu
Anladık dünyadaydık artık

Hepimiz ayrı ayrı tutulduk dünyaya
Denizi görenler deliye döndü
Gökyüzüne bakışı vardı bir ceylanın
Bütün ömrümce unutmam

Bizden biraz önce gelmişlerdi sanırım
Gökyüzü dağlar ovalar
Gökyüzü dağlar ovalar
Daha yeni yeni kendilerine geliyordu

Asıl sevincimiz güneşi görünce oldu
Baktık bir geçtiği yerden
Adam boyu kalkıyordu otlar
Bir dokunduğu şey
Bir zaman kendine gelemiyordu

Bir sabah deniz kıyısında
Bir koruyu uyurken bastırdı
Deliye döndüğünü gördüm
Nasıl deliye döndüğünü bir korunun

Şarkılara başladığı hatırımda
Gökyüzünün bir perişanlığı vardı üzerinde
Yüzyılda silkip atılacak gibi değildi
Bu kadar yer kapladığı için dünyada
Belli utanıp sıkılıyordu

Daha o zaman bu gökyüzünün, ovaların
Dünyaya sımsıkı sarılacakları belliydi
Başkaldıramayacakları
Bir vakit yaşamaktan

Hiç unutmam akşama doğruydu yağmur yağdı
Bütün balıklar denizin üstüne çıktı
Hepimiz işimizi gücümüzü bıraktık
Tam beş dakika dünyayı dinledik

Her şey yavaş yavaş oluyordu dünyada
Sarmaşıklar yavaş yavaş uzuyordu
Bir pencere yavaş yavaş açılıyordu
Dünyanın içinden

Dağlara ovalara doğru koştu o gün kimimiz
Kimimiz nehirlere doğru koştuk
Fevkalade sevinmiştik hatırımızda
Bugün işte bir bunu biliyoruz


İlhan Berk
Günaydın Yeryüzü

İstanbul

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın
Yağmur altında bir adam sallanır durur sehpada
Bir damla mavi gök damlası gözlerinin üzerindedir
Karnını taşlara vermiş biri yatar camilerin önünde
Denize ağaçlara karşı
Bir bahriyeli bu şehrin parkında gördüğü rüyalardan utanıp kaçtı

Köprü başında yağlı ekmeklerini camekana sıralayan
İhtiyar satıcı memnun
Kocaman gemi direkleriyle dolu gökyüzü için şiirler yazıldı

Bakarsın ayağın dibinde boyalı kirli yelkenler yatar
Fildişi kakmalı aşağlık bir gökyüzü çalkalanıp durur
Memurun serserisinin aşkları hayalleri kendilerine mahsus
Ve deliler durup durup küfür etmesini unutmazlar
Minarelerine takılı bulutların sarhoş olduğunu şairler söylediler

Geceleri el kadar bayraklı gemilerin
Kızların uykularına girip dolaştıkları malumunuzdur
İnsana daima güzel şeyler düşündüren yıldızların
Zil zurnalığı için cigaralar yakılıp.
İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul
Dört yanında Allah'a söve söve yaşanır
Bir meyve gibidir intihar sabah akşam bölüşülür
Rakının adı geçtiği yerde ayağa kalkılır
Sualler tanzim edilir yaşamaya ait, sorulmaz

İki yanından uzamış saçlariyle
Sevdiği kadından vatandan savaşlardan kaçmış bir takım insanlar geçer
Dünyayı ve insanları görmeye çıkmışlardır
Elleri arkasında bir adam köprünün ortasında durur
Nereye baktığı belli olmaz
Ben gökyüzünü parkı beyaz sarayları seyrettiğini söyleyebilirim
Bu şehir aşktan değil şehvetten düşüp gebermeye hazır
Genç orospular ölü padişahlar hastalar şehri Rezil
İstanbul


İlhan Berk