Şiir, Sadece

13 Nisan 2017 Perşembe

Uccello

Hiçbir zaman bu savaş alanında ölmeyecek onlar
ne kurtların gölgesi içine alacak sürülerini ne de savaşı
yitirmek için bekleyen ufka değin uzlaşmış buğdaylar

Hiç ölen olmayacak alçak midelerine tıkılsın diye
ne de yığın yığın atlar parıldayan
gözlerinde
Kimsenin bu alanda ölmediğine inanmaktansa
açlıktan titreşelim diyecekler kuru dilleriyle

Hiçbir zaman ölmeyecek birine sarılı
savaşanlar

Soluk soluğa birbirine bakarak ölünmez ki hiç
kımıltısız ışıklar hiçbir şey yok ellerinde
salt bir at soluk soluğa bir at kalkan kalkanın ardında
ışığın yaldızladığı bir miğferli göz
ah ne güç ölmek mızraklarının örtüsü içinde

Ya bu sancaklar! işaretlerini öfkeyle sürüklemek
istermişçesine
göğün karanlıklarına açılmış bu sancaklar
En soğuk ırmakların kenarına çizilmiş ordular
sanki demirden kafatasları sıralanmış -
kimse ölmeyecekmiş gibi sanki
her savaşçının ağzı bir şatodur türkülerle dolu
her demirden yumruk düşlerde bir çan

Altından çığlıklar
ne çok isterdim böyle bir savaşa katılmak!
elinde parlak mızrağıyla kırmızı bayrak kara atına
binmiş gümüşten bir savaşçı hiç ölmemek sonsuz
olmak isterdim
savaş tablosunun o yaldızlı prensi


Gregory Corso
Çeviren: Salih Bozok

Beyoğlu'ndan

Sevgili Anne, şu anda dışarı bakıp sayıyorum da
on tekne var - değil, bir düzine.

Bu aydınlıkta ya da onun yokluğunda, bana
gözün alabildiğine, Boğaziçi'ni,
Marmara boyunca Kadıköy'ü,
Haliç üzerinden Üsküdar'ı seyrettiren bu garip
gök boşluğunda, aşağı yukarı bir düzine
tekne -her birinde bir ışık, her biri aydınlıkta
sere serpe - suya takılı mücevher gibi,
ağır ve sessiz; belki de onlar gökyüzünün
taktığı elmaslar,
başka nice mücevherlerin Yeşilköy'den Ankara'ya
ve ta Doğu'nun dört bir yanına uçuştuğu yerde ışıl ışıl;
göremez oldum, yitirdim ufku
son birkaç dakikada - hiç belli olmuyor.
Daha önce görünüyordu - diyelim ki en azından bir saat önce
balkonumuz hizasındaki
minarenin kapısı açılmıştı da
mintan giymiş bir adam çıkmış, ellerini ağzının çevresine
koyup göğü inanılması zor denecek kadar
gür bir ezan sesiyle doldurmamış mıydı?
Müezzin batan güneşi haykırarak uğurladıktan sonra
görünmez olduğu yerde
halka halka ampuller var şimdi,
Türk olmayan - turkuaz firuze olmayan - dünya
lacivert artık. Her ışık
bir elmas, tıpatıp on iki tekne gibi;
bu balkon bile (onlara) elmas gibi görünüyor-
senin sevdiğin mücevherlerden,
Topkapı Sarayı'nda gördüklerimizden, Anne:
"Anka kuşunun gözyaşları" yazılı kehribar taneleri
yılanların renksiz beynine
işlenmiş büklüm büklüm bayraklar;
gece, ay ışığında bile, mührünün balmuınunu eritip
akan ve gök yakut olan mor yakut;
kölelerin dilleriyle yalaya yalaya biçim verdikleri
menevişli zümrütler ışıldıyor camekanda:
taşlar, elmaslar, pırıltılar! Biraz daha ötede
hunları umursamayıp alaya alan deniz ve gök, bir de artık.
görünmeyen yarımadalar. İstanbul'un
havası, taşı toprağı tarihi taklit eder- 
göğü değiştirir, denizi zincire vurur, yerin her rengini
boğarcasına süzer,
toz ve kül bırakır ancak: öğleyin ay ışığı.
Bugün öğleden sonra -üçüncü günümüz bu- felaketti.
Anne, sevgilim, burada her şey
felaket: kapatılmış, yenilenmekte,
taş taş üstüne, kırık dökük, içler acısı, yetersiz,
yeniden yapılmakta, yerle bir,
kullanılmıyor artık, içi dışına çıkmış, yıkıntı
içinde, perişan, biraz tamir görmüş, onarılmaz durumda
allak bullak, eskiden muazzammış ama,
yıktırılmış, şerha şerha, yangın yeri, kir pislik, soyulmuş
çalınmış, çapulcuların eline düşmüş, yara bere, görkemliymiş de
yağma edilmiş, depremde çökmüş, yitmiş, yanmış,
yarı kalmış Padişah ölünce,
kazısı yapılmamış doldurulmuş, yeri belli değil artık- 
tek kelime söylemeden
otele döndük, alacakaranlığa, manzaraya.
Ama geceleyin ışıldıyor bu küller, toz toprak kıvılcımlanıyor;

Sultanım zeberceti gibi sarı ve soluk,
sonra ansızın alı al, ay bir Yunan yangını olup
fışkırıyor. Baktıkça geçmişin var oluşunu duyuyorum:
ayın yükseldiği an;
bu kent, ölü yakan ateşte gömülüyor
ta eski Konstantinopolis'e, sonra Bizans'a,
S odada, arkamda
radyoyu açıyor, avaz avaz,
havayı yaman bir musiki dolduruyor, müezzinin sesi kadar gür"
Finlandiya" - Sevgili Anne,
hatırlar mısın, hani bir yıl kuzey korsanları
olmuştuk? Her Pazartesi günü, bizim Petersen Hanım, derse
Sibelius'un "Gümüş şarkılar Defteri"yle
başlardı ay: "Ey Göller Ülkesi,
masmavi akıp giden ırmaklar:" Elbette von Karajan
daha iyi yorumluyor bunları;
ne de olsa Viyanalı korsan. Ama gerçek ne?
Yazık ki bilmiyorum, Anne, ayırt edemiyorum gerçeği
sahtelikten: çocuklar
çember olmuşlar Sibelius'un çevresinde,
çığlık çığlığa, kara Finliler sansın kuzey korsanları olmuş onlara- 
bizdik o çocuklar, şarkılar söyledik,
acı çektik, oradaydık. Neredeydik?
Gerçek değil miydi yoksa, sırf bu gerçek olan - kendinden- 
hoşnut, coşturucu

buradaki ve şimdiki cümbüş, ay ve İstanbul?
Bütün o sabahların gümüşü gitmiş mi sen ve ben Büyük Göllerde
kuzey korsanlığı oynadığımızdan bu yana?
Üstüme üstüme geliyorlar, onların elindeyim artık.

Böylesine bir musiki beni çağırıyor kendi iç alemine,
minareden yükselen

her haykırış gibi bir buyruk. İnsanın üstüne gelince geçmiş,
nasıl bir yer bulmalı ona,

nasıl inanmalı şu andaki
ışıklarla durgun denizin oynayışına?
On iki teknem çekip gitti kara limandan, sonra Galata'dan
bir vapur yola çıktı usulca -
gece yarısı ikiye böldükleri köprüden -
Geçip kendini karanlığa atarken buldum aradığım cevabı
(Şarkılar defterinde, bana yardım
ettiğin gibi değil, yerinden yurdundan ayrılmış
üstatlardan yoksun olduğumuzdan değil: Vladimir ve Marcel var ya)
Başka bir dünya var-işte
bu dünyada; geçmiş, bugünün canevinde
ya da hiçbir yerde değil. İstanbul'da bunu buluyorum en çok:
hiçbir yerin kenti bu, varla yok arası,
bulunması zor hiç yer, tam Baudelaire'e göre
"hastane, kerhane, hapishane, araf, cehennem"
Sibeliüs'a benzer bir musikiyle, tartışmanın,
ötesinde bir incelik, göze görünüyor demek gerekmeksizin
Sesleri duyulmasa, gerçek İstanbul
kendini görkemle barındırıyor, baştan başa süprüntü.
"Kuzey korsanları olduğumuz yıl" burada Mavi Camide,
kazanılmayan, verilen bir ışığa,
bir sese, bir anıya dayanan loş bir ihtişam. Hiçbir şey kalmamış,
ama hiçbir şey ayrılıp gitmiyor: işte
Türk lokumundan Türk zevkine
kadar kendini gizleyen Kutsal Akıl budur.
"Finlandiya" bile sona eriyor, ama bitişi bir teselli
getiriyor insana, Anne,
son bir ferahlık: Finler Türkmüş!
Aynı dili paylaşan Moğol asıllılar-Ural ve Altay dilleri"
başlıca özellikleri
seslilerin uyuşumu, bitişkenlik
ve tutarlılık:" Şiir gibi geliyor kulağa,
şiirin ta kendisi gibi ne dersin?
hele hatırlayınca Sibelius'un doğum yerini,
Finlandiya'da Turku'da doğduğunu, S ışığı söndürüyor,
odamız elmas olmaktan çıkıyor artık;
Galata'dan kalkan vapur
Sarayburnu'nun yanından geçiyor. Sana sevgiler, Anne, bir tanem,
bunları Avrupa yakasından,
şu anda Beyoğlu'ndan yazıyorum. Richard.


Richard Howard
Çeviren: Talat Sait Halman

Asyalılar Ölürken

Ormanlar yok edilince karanlıkları kalır
Kül büyük adımlarla izler mal sahiplerini
Sonuna değin
Varacakları hiçbir yer gerçek değildir
Kalıcı değil.
Su yollarının üstünden
Ördekler zamanında ördek gibi dizilmiş
Köylerin hortlakları göğe yükselir
Yeni bir alacakaranlığı yayarmış gibi

Yağmur yağar açık gözlerine ölülerin
Durmadan yağar anlamsız sesiyle
Ve ay onları bulduğu zaman her şeyin rengini
almış olur onlar

Geleceler de yaralar gibi-kaybolur ama iyileşmez
bir şey
Yaralar gibi kaybolup gider ölüler
Kan zehirlenmiş tarlalara karışıp gider
Acı-o ufuk-
Kalır

Mevsimler yükseklerde salınır
Yaşayan hiçbir şeyi çağırmayan
Kağıttan çanlardır onlar

Yıldızları Ölümle her yere yürür mal sahipleri
Yükselen duman gibi gölgelere yönelirler
Işıksız ince alevler gibi
Onlar ki geçmişleri yoktur
Ve ateştir tek gelecekleri


William Stanley Mervin
Çeviren: Cevat Çapan

12 Nisan 2017 Çarşamba

Ölüm Korkusu

Neyim var benim böyle olup olacağım bu mu?
Öncenin ve sonranın sinir çizgilerinden
Kurtulmuş bir varlık yok mu? Bugün pencere açık

Hava dolu içeri, eteklerinde
Piyano ezgileriyle, sanki "Bak, John;" diyor,
"Sana şunları şunları getirdim" - yani
Birkaç Beethoven, biraz Brahms,

Birkaç seçme nota Poulenc'ten ... Evet,
Yeniden özgür olmak bu, hava, dönüp gelecektir hep
Çünkü sadece bu işe yarar.
Onun yanından ayrılmayacağım, korku yüzünden

Kimi merdivenlerden yukarı çıkamıyorum,
alamıyorum kimi kapıları, yaşlılık korkusundan
Bir kuru başıma, yolun akşam sonunda
Beni ters bir baş selamıyla karşılayan

Öteki benliğimden başka kimse bulamayacağım diye:
"Nicedir görüşemedik, ama yine birlikteyiz ya, önemlisi bu."
Yolumun üstündeki hava, kısaltabilirsin bunu,
Ama esinti kesildi ve sessizlik son söz:


Allen Ginsberg
Çeviren: Talat Sait Halman

Walt Whitman'ın Bir Tema'sı Üstüne Aşk Şiiri

Sessizce gireceğim odaya, evlilerin arasına süzüleceğim
gökten inmiş gövdeler çevremde, uzanmış çıplak ve
hırçın beklerken, kollarıyla gözlerini kapatacaklar
karanlıkta,
kafamı sokacağım omuzlarının ve göğüslerinin arasına,
enselerini, ağızlarını öpeceğim, derilerinin kokusunu içime
çekerek tanıyacağım sırtlarını, acılı karanlıkta kamışın
dikliğini karşılamaya hazır gergin bacakları okşayacağım,
delikten, kaşınan kafaya dek keyifle devinen kamışı da
çıplak titreşen kilitli gövdeler, sıcak dudaklar, kalçalar
birbirine vidalı
ya gözler, parlak ve sevimli, bakışlarda ayrılıkta büyüyen
gözler!
devinimdeki burukluk, sesler, eller saçlarda kalçalarda gezinen,
yaş dudakların yumuşaklığını tadan eller
çarşafa düşene dek yoğun aklık, karınların uyumlu
gelgiti...
sonra kadın bağış diler
erkekteyse tutku gözyaşları
birden kalkıyorum yataktan ardımda içtenlikten son
ayrılık öpücükleri
bilincim uyanmadan oldu bütün bunlar pancurların,


Allen Ginsberg
Çeviren: Salih Bozok

Amerika

Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile bir destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombasını da kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtalarını ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinelerine de dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olmak isteğini sen uyandırdın
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burrouhs şimdi Tancada, sanmıyorum ki geri dönsün
korkunç bir şey olurdu bu
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün cinayetten birisi
kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken tüf ektim Amerika, özür mözür de dinlemiyorum
şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri
seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye, ama
hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı'ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika.
Her hafta bir tane alıp okuyorum.
Köşe başındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor.
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İşadamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika
Bir meteliklik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynaklarımı inceleyip, onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
binlerce cinsiyet organı, saatte 11000 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmi beş bin tımarhane.
Cezaevlerimden ve beş bin güneş ışığı altında saksılarda
yaşayan fakir fukaradan söz etmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da.
Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum.
Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir
yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim, yazdıklarım
onun çıkardığı otomobiller kadar kişisel,
üstelik her biri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2.500 dolardan satarım sana,
eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
Amerika Sacco ve Vanzetti ölmemeli.
Amerika ben scottsboro çocuklarıyım
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarına
götürdü beni, orda bize leblebi satarlardı, bir karneye
bir avuç leblebi beş sent ve söylev beleşti herkes
bir melekti orda Amerika ve işçilere karşı iyi
duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
parti 1833'te nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da
ağlatmıştı beni bir kez İsrael Amter'i de görmüştüm.
Orda. Her biri birer casus olmalıydı onların.
Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar Rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Ruslar bizi canlı gövdeye indirmek istiyor. Lüpletmek istiyor.
Gücünden çılgına dönmüş Moskof. Elimizden
arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor
Chincago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a
ihtiyacı var. Bizim otomobil fabrikalarımızı
Sibirya'ya taşımak istiyor. Benzin istasyonlarımızı
o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
İyi bir şey değil bu. O kızılderililere okuma yazma
öğretmek istiyor. Onun büyük güçlü kuvvetli zencilere
ihtiyacı var. Bizi günde on-altı saat çalıştırmak
istiyor. İmdat,
kapalı kapıların gerisinde
içindekilerin gece doyumsuz dolaştığı,
çıplak gölgelerin sessizce birbirini aramaya çıktığı
ışıksız bir evde
Amerika bu iş ciddi.
Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar?
Hemen çalışmaya başlamam iyi olacak. Öyle görülüyor.
Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda
tasviye tekerleği çevirmek, miyobun biriyim,
üstelik de kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan
omuzlarımızla dönsün.


Allen Ginsberg
Çeviren: Orhan Duru - Ferit Edgü

11 Nisan 2017 Salı

Soruşturma

Lambanın altında kanlı gibi görünmüyor ellerim.
Ya yalan söylemiyorlardıysa o kötü tarih kitapları
Ve sırası gelince utandırırlarsa seni?-
Pek beklediğin yok kendini ölmüş olarak görmeyi.

Nerden bilebilirsin kafandaki günahların
Gereksiz bir şey gibi uzak bir göze yansıyacağını?
Elbet senin de kusurların var; ermişlik
Tasladığın yok, ama kanlı gibi görünmüyor ellerin.

Suç değil kıskanılmak ya da karın tok olmak;
Kimsenin canına kastetmemişsin. Kim yadsıyabilir
İnsanca, doğal bir şey olduğunu sendeki eğilimin?
Belli ki hiç de ölmüş görmeye niyetin yok kendini.

Daha geçen hafta söylediydi yorumcular
Yabancı generallerin bile ölmesi gerekmediğini
Sıradan suçlar için. Herhalde kendin açıklardın
Suçunu, kanıt olduğunu görseydin kendi ellerinin.

Aç olsaydın, kim vazgeçerdi ekmeğinden
Kavga etmeden? Kendimi aç bırakmamak,
Ün ve servet uğrunda çalışmak zorunda insan.
Kimse istemez elbet kendini ölmüş görmeyi

Gene de savaşlara dönüyor insanlar, eski yalanlar değil
Onları baştan çıkaran. Kendileri biliyor nedenlerini.
Artık övünülmeyecek bir dünya olmuşsa dünyadan
Ve ellerin kanlıymış gibi gelmiyorlarsa sana,

O zaman biri olmalı - nasıl kaçtılar ama
Onlara uygulayacağın adaletin elinden?
Düşmanlarını astın, çıkardın ortaya gizli hesaplarını,
Şimdi de gözün almıyor kendini ölmüş görmeyi

Ve ayarı bozuluyor her şeyin. Uzanabilirsin yatağına.
İnsanlar aç diye yineleyerek. Çocukları ağlıyor.
Gerçekten ağlıyorlar. Ama seni çağırmıyorlar.
Sen şimdi uyumana bak, pek kanı gibi değil ellerin.

Ya da haber filmler gösteren karanlık sinemaya git.
Dikenli teller diz boyu ölüler arasında dolaş.
Avuçların terliyor, tıpkı öyle hissediyorsun sen de.
Son umudun kendini ölmüş olarak görmek.

Oysa senin kanın akmadı onlarınki aktığı zaman.
İnsanlar bıçak taşıyor. "Ben değilim! Ben değilim!"
Perde boşalıyor, kimseyi göremiyorsun suçlayacak
Kendi elindeki kan bile kana benzemez,
Sen kendini ölmüş görmeyi göze alıncaya dek.


William Dewitt Snodgrass
Çeviren: Cevat Çapan

Mapusane Şiirleri

I.

Kötülüğün paralellerine açılan bir hücreye oturmuşum,
yıldırımın Ben'i milyonlarca Bene bölmesini bekliyorum.
Bir kafeste, kendi kendisiyle baş başa olmak yetmiyor insana.
Her delikte, her mapusun karşısında olmak istiyorum.
Kapılar dönüyor, birbirlerine çarpıyor kapılar, her çarpış bir son, bang!

Mal, kızıl bir gürültüyle toz oldu, taşlayıp cehennemi?
Ağzı leş sarhoş, esrarı çekmediği için kutluyor kendini.
Kara, mürekkeplenmiş mezar taşları üstüne bırakılmış parmak izleri,
çatır çatır çatlayan çelik duvarlardan kara acı sesleri,
benim öz yarama varan. Ben ki her zaman başkasının bir parçasıyım.

Suçluların yabanıl sesleri, kulağıma aynasızların
rnırıltılanndan daha hoş geliyor ..
insan ruhunun kapılarını mahkum etmekle uğraşan yük gemileri
suçlama limanlarına, suçluluk dubalarına yollanmışlar.
Aynasızlar ne yer, ne içerler, Sokrates'i mi? Desene bizim
kafadarlar her zaman içerde.


II.

Ressam, şöyle güzel bir mapus çiz bana, sulu boya çılgın hücreler
Ozan, acının yaşı kaç? Sarı kalemle yaz.
Tanrı, sen de cam tavanın üstüne bir gök kondur
Şimdi ihtiyacım var yıldızlara,
bu çığlık ve kişiye özel cehennem havası içinde yolu
göstermek için.
Girişler, çıkışlar, giriş-çıkış-yukarsı-aşağsı, Uygar salıngaç
Hurda-beni-şimdi-Dinle-seri-şimdi-hep burda, şöyle ya da
böyle...


III.

Hücreler evreninde mapusta olmayan kim var? Zindancılar.
Hastaneler dünyasında hasta olmayan kim var? Doktorlar.
Altın bir sardalye yüzüyor kafamda.
Oh! bir şeyler biliyoruz, insanoğlu, bir şeyler üstüne.
Jazz gibi ve zindan ve Tanrı gibi bir şeyler.


IV.

Pelte gibi titreyen bir biçim veriyorlar şimdi
Herhangi bir oğlanın Muscatel Başkanı olmayacağını kim
söyleyebilir
Kızıyorlar ona, çünkü o da onlardan biri
Külrengi beyaz lekeli çıplaklık kokan
Parmakları 00'ın oturağını kavramış Bay Amerika yıkanmak
istiyor.
Bakın! yerde, Amerikanın üstüne yatmış- 
Ne yapıyorum- bir acıma var içimde?
Çıkar çıkmaz ordan, beni öldürmelerine yardım edecek
Beatnik'lere karşı şüphesiz özel bir hıncı var.


V.

Midesinde çınlayan vidalar, et cıvatalar, karman-çorman
Kendi toplumu kırıntı gibi düştü karnına, şişkin
Görün Amerikan büyük yel değirmenini, kendisine karşı cirit atan
Eski sağlam döl, Amerikanın başını döndüren türden
Başarı, yolların çizdiği kıçının kıyıcığında iz bırakmış
başarılarla dolu başarılar, bir maçta kırık gol.
Acı çekmeyi bırak Jack, yapma bize. Biliyoruz.
ki bu ülke yeryüzünün en güzel ülkesi, yalan mı?
Dayanamadı, Sarhoş, üç numaralı Hücrede.


Bob Kaufman
Çeviren: Ferit Edgü - Orhan Duru

Beş Gün Süren Yağmur

Çamaşırlar asılı limon ağacında
yağmurda
ve otlar uzun, kaba.

Zincirleniş kopuk, gerilimi
güneş ışınlarının kırık.
Öylesine hafif bir yağmur
ince kıpırtılar
sallanıyor sert yapraklar üstünde.

Allar giyin! Kopar yeşil limonlar
ağaçtan! İstemiyorum
unutmak kimliğimi, bir zamanlar içimde yananı
ve asmak gevşek ve temiz, bol bir giysi


Denise Levertov
Çeviren: Güven Turan

10 Nisan 2017 Pazartesi

Fidel Castro Üstüne Korku Dolu Bin Sözcük

Mike'ın meyhanesinde çöreklenmiş düşünüyorum
N'olacak acaba
Castro'suz
Salamlı sandviçler ve tükrük hokkaları arasında
Hiçbir çözüm yolu göremiyorum
Bu gidişin sonu bir facia
Hiç bir çıkar yol göremiyorum
Reklamcılar ve allığı çıkmış manken karılar arasında
Ve burunlarını her boka sokup bütün işleri
Castro'yu psikopatın biri olarak göstermek olan parlak gazeteciler
Paşazadeler ... bilirsiniz hepsi ruh hekimidirler
Ve Castro'yu iyice gözden geçirmişlerdir şahsen
Ve ona Komünist gözüyle bakmak için
İzinleri vardır ellerinde
Çünkü Sovyet komünizmiyle
sosyalizm arasındaki ayırımı
Pek iyi bilirler paşazadeler
Ve gözüne bakınca anlarlar paranoyak ve isterik bir zorba mı
Çünkü ellerindeki bilgiler ilk eldendir
CIA'in kişisel gözlemlerinden
Ve büyük tarafsız haber ajanslarından
Hearst cavlağı çekti ama ünlü Küba telgrafı hala geçerli:
"Siz fotoğrafları çekin, ben savaşı ayarlarım:"
Hiçbir çıkar yol göremiyorum
Bilardo oyna yan paisano'lar arasında
"PERDENİN SONU" denecek sanki Fidel için
Görecekler hesabını
Olayların akışı içinde
Mike'ın meyhanesinin arka salonunda Amerikan bilardoları
Zıngır zıngır titreyen döşemenin üstünde
Kübalı Charlie başlarına geçip oynamaya başladığında
Özellikle "Bağımsızlık Piyangosu" adlısında
Her top ordan oraya dolanıp durur tek başına kalmış bir insan gibi
Dar geçitleri geçip düşer deliğe
Nasıl dolanırsa dolansın, ne yaparsa yapsın
Düşeceği yer bu deliktir işte
Bilardo topunun düşeceği çuha bir deliktir
Bir köylünün yeşil bir görünüme düşmesi gibi
Küçük deliğinde kıvranıp duruyorsun
Fidel
Ve yakında batacaksın
Olayların akışı içinde
Bir kovboy şarkısı homurdanıyor otomatik pick-up'da
"Altıma bir Cadillac çektim!" diye homurdanıyor kovboy
Küba'da çekmedi altına Cadillac'ı babalık
Dışarda, Amerikanın yeni arabaları akıp gidiyor
Motorama'dan geliyorlar
Farları hiçbir zaman yeterince parlak değil
Bu geceyi delmek için
olayların akışı içinde
üç boktan herif giriyor içeriye
Biri Çinli
Öbürü zenci
Üçüncüsü garip cinsten bir kızılderili
Görseydiniz derdiniz ki
Küba'da bir aşağı bir yukarı volta atmışlar ordan geliyorlar derdiniz

Ama hayır
Üçünün de kulaklarında duygaçlar
Amerikanın biraz sağır kardeşliğidir bu
Bir deri bir kemik olanı
Yerleştirdi duygacı bir deri bir kemik kulağına
Ayrıca küçük pilli bir de radyosu vardı
Duygaç kutusunun boyunda
Radyo o her zamanki
Anma programlarından biri veriyordu
avazı çıktığı kadar bağırarak:
"Olayların akışı içinde
gün gelir bir halkın
kendisini bir diğerine bağlayan
siyasal bağlarını kesmesi
kaçınılmaz olur:"
Hiçbir çıkar yol göremiyorum
Ne de bir kaçış
Senin dalga uzunluğuna ayarlanmıştı, Fidel
-Ama duymuyor o-
Hesabını görecekler, Fidel, benden söylemesi
Korkunç bir facia olacak
Hesabını görecekler, o bizden yürüttüğün Havana purolarıyla
birlikte

Ve o ordu artığı şapkanla
(kim bilir belki onu da yürüttün)
Ve o beatnik sakalınla
Tarih belki temize çıkarabilir seni, Fidel
Ama biz tarihi beklemeden temizleyeceğiz seni
Tarih içinde temizleneceksin, Fidel
Temizlemek bizim işimiz biliyorsun
Çamaşır tozları ve sularından bol miktarda imal ediyor
fabrikalarımız

Ve küçük bir şenlik yapacağız, Fidel
Senin oralarda bir yerde
Küçük bir şenlik
Türkçe'de dendiği gibi
Mike'ın meyhanesi önünden şimdi
Bir cankurtaran düdüğünü çalarak geçiyor
Bir gece yarısı cinayeti falan olmalı
Ya da buna benzer bir şey
Sakallı bir delikanlı kaldırımlara uzanmış
Her yanından kan boşanıyor
lşte küçük fadan, Fidel
Geliyorlar kaldırıp götürmek için seni
Uzatıyorlar sedyeleri üstüne
İşte sonun bu olacak, Fidel
Olayların akışı içinde
Bir halkın
filanfeşmekan uluslararası bağlarını
Gün gelir
Kesip atması kaçınılmaz olur
Ve United Fruit'un
Fidel
Nasıl olur da cevaplamazsın
Fidel
N'oldu kestiler mi dalgamızı yoksa
Bizim istasyonumuz zaten kapalı
Seninkini de kapattık, Fidel
Mike'ın meyhanesinde çöreklenmiş
Tam bir liberal gibi
Bekliyordum birilerinin bir şeyler yapmasını
Camus'nün Başkaldıran Adam'ını okumayı daha bitirmemiştim
Bu yüzden seni pek iyi tanıyamadım, Fidel
Enine boyuna arşınlıyor olmalıydın odanı
Seni götürmeye geldiklerinde
Onlara dedin:
"Ya Vatan ya Ölüm!"
İşte ölümün, Fidel
Çocukluk kahramanlarından biri
O namuslu Abraham gibi
Onun da böyle bir savaşı olmuştu biliyorsun
O da bir çeşit kurtarıcıydı biliyorsun
(Savaşında hiç kimsenin ölmediğini göz önünde tutarsak)
onu da öldürdüler, Fidel, bunu da biliyorsun
olayların akışı içinde
Fidel... Fidel
Tabutun geçiyor, Fidel
Caddeler ve sokaklar arasından, o hiç görmediğin ara
sokaklar arasından
Gecenin ve gündüzün içinden
ve beyaz leylaklar avluda açarken, Fidel
Senin o faydasız gezin sona eriyor
Gene de sona ermiyor
Gene de faydasız değil
Şu başımdaki defne dalını
sana sunuyorum, Fidel


Lawrence Ferlinghetti
Çeviren: Orhan Duru - Ferit Edgü

Şiir Sanatı

Sanatın bağımlılığı konusunda söylenmiştir.


Beat Generation'ının yavruları bana şöyle dediler:
"Hem beat olup, hem de bağımlı olamazsın:"
Haklısın, çok haklısın, adamım.
"Yalnızca ölüler ve esrar çekip kafayı bulanlardır,
her şeyi boşlayanlar. Bunlar anlaşılmaz kişilerdir"
demiştir W. S. Burroughs bir kez.
Ama ben onlardan değilim.
Hiçbiri değilim. İşte böyle adamım.
Tüm Beat Generation'ın varoluşçu olduğu hikayesi
Üç paralık pırasa gibidir, yapmacıktır, düzenbazlıktır.
Varoluşçuluğun babası Sartre boş vermez. Her zaman
bağımlı olmak gerekir, diye bağırarak dolanır ortalıkta.
"Bağımlılık" onun en sevdiği küfürlerden biridir
Bağımlı olmamak düşüncesine, Beat Generation denilen
akımın sanatına, garanti, kasıkları çatlaya çatlaya
gülerdi üstat. Doğrusu bu ya, ben de aynı şeyi yapıyorum.
Sanırım, çağdaş Amerikanın şiirinin kar adamı Glnsberg de
aynı sözleri söyleyecektir size.
Çocuklar, bilin ki, yalnızca ölüdür bağımlı olmayan.
Beat Generation'ının peruklu nihilizmi, doğal sonucuna
ulaşırsa, yaratıcı sanatçının ölümü anlamına gelecektir bu
Sanatçının bağ'sız oluşu ise bir çeşit kendi kendini
öldürmesi ve aynı nihilizmin bulanık bir başka türüdür
ve de başka bir şey değildir.


Lawrence Ferlinghetti
Çeviren: O. Duru - F. Edgü

Ailen Ginsberg'e

Geri gelen peygamberlerden biri O
Geri gelen takma saçlı peygamberlerden biri O
Ahd-i Atik'te bir sakalı vardı onun
Paterson zamanında kazıdı bu sakalı
Boynunun çevresinde bir mikrofon var onun
Bir şiir matinesinde takılmış
bir ozandan da fazla bir şey O
Durmadan şiir yazan bir ihtiyar O
Bir ihtiyar üstüne
her üç düşüncesinden biri ölüm olan
ve bir şiir yazan bir ihtiyar konusunda
her üç düşüncesinden biri ölüm olan
ve bir şiir yazan
Bir kraker kutusu üstündeki resim gibi
elinde kutu tutan bir adamı gösteren o resim gibi
bu kutunun üstünde de gene kutu tutan bir başka resim
ve sonsuzca değin küçülerek devam eden bu resim
ve her kez daha uzaklaşan daha uzaklaşan
bu büzülen gerçeğin resmi
Geri gelen peygamberlerden biri O

Gözden geçirilmiş bir raporu yerine yerleştirmek, işitmek ve
görmek için

bugünkü durum üstüne
Daralmakta olan dünyanın
gözlerinde kopçalarvar onun
onlarla sıkıştırıyor
varlığın her ayağını ve dedikodu pabuç bağını
gerçeğin yapısını
O'nun gözleri dikili
bırakılmış her insan ve her eşya üstünde
ve bekliyor onları kıpırdasınlar diye
ölü beyaz bir farenin başında bekleyen bir kedi gibi
sakladığından kuşkulu
bir küçük varoluş parçasını
ve kibarca bekliyor O
kendisini ortaya koymak için
ya da kendisini ya da kendisini ya da kendisini
ve Tanrı'nın kuzusu gibi ağırbaşlı O
çılgın kaburgalardan yapılmış
ve her kuşkulu şeyi kapıyor
ve her kuşkulu kişiyi ve her kuşkulu şeyi kapıyor
inceleyerek sallayarak bir ipin ucundaki beyaz bir fare gibi
ve bu şey canlıdır sanıyor
ve onu konuşması için sarsıyor
ve onu canlandırmak için sarsıyor
ve onu konuşması için sarsıyor
Gece yerde sürünen bir kedidir O
ve menekşe saatta kendi Buda'lığı içinde uyur
ve atılmaya hazır üç elin sesini dinler
ve kendi kafatasının yazıtlarını okur
kendi varlık hiyeroglifini
bir değnek ucunda konuşan bir eşek boşluğu O
iki bacak üstünde bir alıcı-verici O
ve mikrofonu kulağına tutuyor O
ve duyuyor ölüm ölüm
Dili sarkmış bir kafası var onun
ağzının gerisinde
ve hayvanca bir dil koymuşlar
ve insan bir dil yaratmıştır.
başka hiçbir hayvanın anlamadığı
ve onun dili konuşuyor ve onun dili görüyor
ve onun kulağı işitiyor ve denildiğini
ve yapışıyor başına
ve işte Ölüm Ölüm
ve bunu söyleyecek bir dili var onun
başka hiçbir hayvanın anlamadığı
O yürüyen bir çatal köktür
başının ortasında tomurcuk bir gözle
ve gözü içe ve dışa dönüyor
ve görüyor ve delidir
ve delidir ve görüyor
Ve dördüncü tekil şahsın çılgın gözüdür O.
ki kimse söz açmaz ondan
ve dördüncü tekil şahsın sesidir O
kimsenin ondan söz açmadığı
ve bununla birlikte var olan
uzun bir başla külah yüzüyle
ve ölümün çılgın uzun saçı
kimsenin söz açmadığı
Ve kendisini anlatır ve ölümden söz açar O
kendi ölü anasından ve Rose teyzesinden
onların uzun saçlarından ve uzun tırnaklarından
ve gittikçe büyüyen ve büyüyen
ve onun konuşmasında geri döndüler onlar manikürsüz
Ve geri geldi o kara saçıyla
ve kara gözüyle ve kara pabuçlarıyla
ve raporunun kara kaplı kitabıyla
tek ayağı havada büyük bir kara kuştur o
hayatı belli eden sesi duymak için gelen
duyargasının kabuğu üstünde
ve kendi derisinden çıkıp gitme türküsü söylüyor O
ve diliyle gagalıyor bu kabuğu
ve gözüyle vuruyor bu kabuğa
ve görüyor ışık ışık ve işitiyor Ölüm Ölüm
kimsenin söz açmadığı
Bir baştır O bir baş görünümünde
ve onun görünümü bir kertenkeleye benziyor
ve onun çözülmemiş görünümü
dikiliyor kapıda bekliyor ve işitiyor
vuran el alkışlayan alkışlayan ve vuran
onun ölümünü ölümünü ölümünü
sarhoş aydınlığının ta kendisidir O
kendi sanrısının kendisidir O
kendi büzültücüsünün kendisidir O
ve dönüyor onun gözü dünyanın büzülen kafasında
ve duyuyor kendi organının konuştuğu Ölüm Ölüm
bir sağır ezgi
Dünyanın sonuna geldiği için O
ve o sözcüğü yapan titreyen ettir
ve o kendi etinde duyduğu sözcüğü söylüyor
ve bu sözcük, Ölümdür

Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm Ölüm
Ölüm


Lawrence Ferlinghetti
Çeviren: Orhan Duru - Ferit Edgü

Satılık

Zavallı şaşkın oyuncak,
şaşırtıcı bir savurganlıkla döşenmiş,
yalnız bir yıl oturulmuş içinde- 
babamın Beverly Farms'daki yazlık evi
öleli bir ay olmadan satışa çıkarıldı.
Boş kapısı açık ve gizdeş,
şehirdeki evden gelmiş eşyası
ölü kaldırıcılar çıkar çıkmaz
gelecek hamalları beklemenin
sabırsızlığı içinde.
Annem, hazırlanmış,
seksenine kadar yapayalnız
yaşamının korkusuyla
ayı seyrediyor bir pencereden
yolculuk ettiği trende
ineceği istasyondan
bir sonrakine kalmış gibi


Robert Lovell
Çeviren: Cevat Çapan

8 Nisan 2017 Cumartesi

Maclean's Hastanesinde: 1958

Hatırlıyor musun benimle duruşunu karanlıkta,
Ann Adden? Deliler evinde? Her şeyi-
Ben deli, sen benim için deli? Yüzüğümü getirmiştin hani,
o on iki kıratlık altın külçeyi... Jan Dark'ım benim,
doğru çizgiden ayrılmayan- 
kaya gibi ah hiç konuşmayan! Hatırlıyor musun
Marion Anderson'u dinleyişimizi plaktan,
Mozart'ın Çoban Kralı'nı, II Re Pastore'yi söylerken?
Ey Çekiçbalığı, Çelikbaşlı Alabalığı Dünyanın, elin
bir güldür senin! Hatırlıyor musun Mittersill'de nasıl
kaymıştık o korkunç yeryuvarlağının kabuğunda.
sanki her an onu kıracakmışız gibi- Jan Dark.
Sen ayakta. Ben ayakta ...
Eğer unutursam seni, unutsun sağ elim de
bütün hünerini, Mara, cehennemim benim.


Robert Lovell
Çeviren: Cevat Çapan

Sabahtan, Dua

Soğuk, ağır ağır, sessizce -
Ama dönüyor ya, bunca saat sonra:

Dışımda olan bir şeyi görmek -
Gün ağarıyor.

Tek bu gün için
Tuzun tadı tam tuz olsun dilimde:

Deliksiz bir uyku uyuyayım
Tek bu gece için.


Randal Jarrel
Çeviren: Fred Stark

Taret Topçusunun Ölümü

Anam uykusundan Devlete düştüm, karnına;
Islak tüylerim donana dek, kıvrıldım.
On bin metre yukarısında
Yaşama düşünün toprağın, uyandım:
Patlamalar vardı, lekeler ve avcı uçakları.
Ölünce hortumla çıkardılar beni taretten.


Randal Jarrel
Çeviren: Fred Stark

Oyuncağı, Düşü, Dirliği

Henry, zavallı Hemingway'e ağlıyordu
Hemingway umutsuzdu, ulaşmıştı sona,
Hemingway'in sonu,
Taşrada bir yemek odasında gözyaşları,
daha evlenmemişti, yıllar önceydi bu,
Tanrı kör talihi daha göndermemişti ona.

Bizleri tüfeklerden, babaların intiharından korusun Tanrı,
Kimin babası olduğunu düşünmen gerek
Kendini öldürmek istiyorsan- 
kötü örnektir insanın kendi katili olması
Canevinde merhametti gizleyerek,
sevginin son ölümü, duygusunun son fışkırmaları.

Kapıda bir kız: "Aynasızlar başlamış dua etmeye"
Ama dönelim yine Hemingway'e,
o katı yürekli, üstün yetenekli insana.
Merhamet et, çekme tetiği, babacığım,
yoksa ömrün boyunca senin acını yaşayacağım,
başladığını öldüren öfken kıyacak bana.


John Berryman
Çeviren: T. S. Halman

7 Nisan 2017 Cuma

Bir Kadına

İllete hemen çare bulmalı, evet, yoksa böylesine sevdiğimiz
bu sımsıcak aydınlık çok sürmeyebilir.

Erkek, kendini karartıyor sanki,
şunun bunun için sırtını erkeğe dayamak zorundasın yine,
ama belki de sıra sana geldi artık.

Üç oğlun, siyasal çalışmaların
kocanın hukuk işleri, yatakta alabildiğine şehvet,
yazdığın öyküler, otuz bir yaşında bile
gövdenin bitmez tazeliği, evet, illete hemen çare bulmalı
bir ishal nöbeti gibi.

Belki de sen hem dua etmelisin hem de vazgeçmelisin
sabrının o tuhaf gücünden,
her gün, her zaman, daha gözüpek olmalısın.

Tek bir cennet ağacı garip bir taç olmuş,
İşkenceden kıvranan kızıl tepeler övünçle yükseliyor bu
sımsıcak aydınlığa.


John Berryman
Çeviren: T. S. Halman

Yaklaşımlar

I

Kış öldüresiye sürüp giderken
ağladı senin açık mezarının başında.
Yağan kar


II

Karanlık, karanlık.
Sendeliyorum el yordamıyla
Kibrit alevi.


III

Ay çiçekleri değil, güller
değil, izleri kumlara çıkmış kayalar
büyüyor burda. Ve çiçekleniyor.


IV

Şafakta sahanlığın üstünde
külrengi posta torbaları bekliyor;
tahtaları çakılmış bir tabut.


Robert Hayden
Çeviren: T. S. Halman

Ceset Yığınlarından, Küllerden

Ceset yığınlarından, küllerden
Dachau ve Buchenwald'ın örtülmemiş
çukurlarından geliyorlar-

Davut, Hirschel, Eva,
eskiden benimle hırsız-polis oynayanlar,
onların da yüzleri tıpkı seninki gibi

Johannesburg'dan, Seul'dan.
Çatışmaları bütün ufuklarda.
Ölümleri sarmış beni çepçevre.

Hedef olan sokaklarda koşuyorum,
aydınlıkta yarı kabus
yarı ülkü, kaçmaktayım

Kaçamayacağımdan, ulaşıyorum
lağım çukurları gibi çirkin ve soğuk
bir hücreye, orda aziz Bahaullah var

Ve Tanrının sırrı,
zincire vurulmuş, Onun sancısı
bizim ağrımız ve merhemimiz.


Robert Hayden
Çeviren: T. S. Halman

6 Nisan 2017 Perşembe

Kapılar

Bütün gün yola çıkmayı beklerken kulağımda sözler:
Şair hapiste, şair yeni ölmüş
sözleri sırtımızda, okuyoruz hepimiz. Ben ve oğlum.

Okuyoruz sözleri bütün gün:
dostlar, aşıklar, kızlar, torun
ve bütün gece uzak sevgiler
ve hiç görmediğim, yakınlık duyduğum şair
Eylemlerle, şiirler yoluyla,
türlü yakınlıklarımız-
ayrımlarda bizi ne birleştirirse,
dünyalar ötesinden, doğmayı özleyen
aşk, şiirler, adalet.

Yürümek dünya boyunca bu çığlıkların şairini bulmak için.
Ama bu yürüyüş, tüm gökteki sokaklardan uçmaktır.

Yürümek dünya boyunca, hava alanlarındaki insanlar arasından,
bu tepeler kenti, bu adalar okyanusu ateş mavisi, şimdi de bu kent.

Yürümek bu dünyada, evlerin yollarından geçmektir
sonsuz tuğla evler, akıp geçen dereler, şimdi bu çocuğun evi.

Yürümek sarp dağlar altında bu sarp kentin içinden
yönetenler zaman cenderesine sokmuş, elleri kıskaç; o güzelim
insanlar, kısaca girmiş de sessiz oturuyor yöneticiler
arasında, bana bakıyorlar.

Günleri içinde,
Geceleri içinde hücredeki şairin,
gürbüz bir çocuk koşmaya başlıyor yeni.
Taş basamaklardan çıkıyorum
şairin körpe karısının bulunduğu yere
kucağında bebeği.
Ağlıyor iki gözü iki çeşme,
Ama şairin oğlu bakıyor bana,
karısının anası da gözlerini dikmiş gözlerime
ıstırabının ötesinden. Evde ışıklar, her duvarı
söz duvarı yapan kitaplar.
Kadının eli sımsıkı
sarılmış bileğime, kaskatı bir çember
Sözden çok daha fazla çelik
kurtar kocamın hayatını.

İliklerime işliyor o sert çember.
Gürbüz çocuk koşmaya başlıyor.

8. Saman Tırrnığıdır Anne

Kadın incecik bir araç,
kadın mapusane avlusunda bekliyor dualarla,
kadın bir saman tırmığının çatalları gibi
didiniyor, aşınıyor, pas tutuyor
oğlunun gövdesini cendereye soktukları
yerin avlusunda ipince bir yontu gibi.
Günbatımına karşı ince çatallardır kadın,
sarı aydınlığa karşı girintili çıkıntılı çizgiler,
ince bedeni orada saydam oluyor mertlikle,
yaşayıp ölecek saman tırmığının çatalları gibi
duracak karşımızda dimdik, nasıl oğlunun sesi
dünya ötesinden konuşup duruyorsa

Bir söylenti duyuyoruz oğlu öldürülürse
anne de kendini öldürecekmiş

Ama şimdi burada, yaşıyor
bu saman tırmığının incecik çatalları dimdik duruyor yalımlarda.


Muriel Rukeyser
Çeviren: T. S. Halman


* Kore'de hapis yatan şair Kim Chi ha'yı kurtarmak için yaptığı girişimleri anlatan şiir dizisi.

Köşebaşı Okulu

Ot bürüyecek çevremizi gelecek yıla
Şimdi turp gibi sağlamız - şimdi gülüyoruz ya
Gelip geçişlerini seyrediyoruz ya kızların
Bahis tutuşuyoruz ya - kötü şaraplar içiyoruz ya
Yerimiz yurdumuz yok - işimiz gücümüz yok

Hani nasıl diyeyim - daha geçen yıl
Genç değildik ihtiyar da sayılmazdık ya

Hani hep genç belleriz kendimizi
Hani aslında duygusuz kişileriz ya.

Ölürüz - kavak yelleri başımızda
Hiçbir şey değildik bunca çağdır
Bunca çağdır asker bile olamadık ya,

Hakkımızı yediler bizim - perişanız
Gırtlağımıza dek yumruk gibi yalnızlık
En korkulu yerindeyiz ya - uykulu kişilerin
Ağarık yıldızlar bakar ya başucumuzda

Ağarık yıldızlar - orospular.


Theodore Roethke
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

Anı

I.

Düşlerin o ağırlaşmış dünyasında
Birlikte çekiyoruz içimize havayı.
İçimizde ölüyor dış dünya
Ve o biliyor beni tepeden tırnağa.


II.

Dönüyor, gidecekmiş gibi,
Yarı kuş, yarı hayvan.
Rüzgar kalıyor yamaçta,
Aşk her şey. Aşk, bildiğim ne varsa


III.

Bir geyik su içiyor dereden
Bir geyik, bir de onun yavrusu.
Ben seyirtince peşlerinden,
Taşa dönüşüyor çimen.


Theodore Roethke
Çeviren: Cevat Çapan

5 Nisan 2017 Çarşamba

Apollo'nun Uçuşu

I.

Yeryüzü benim yurdumdu, ama orda bile
yabancıydım. Bu madeni kabuk. Yüzer gibi
yürüyorum. Yıldızlar arasındaki o eski savaşlarda
dev gibi topların gürleyişi! Biliyorum, yabancılıktan
hiç kurtulamayacağım, yolculuğum hiç bitmeyecek.
Özlemli diye belleyin beni, korkulu, yücelmiş bilin.
Ben aydaki adamınız, dev aynasında gezinenlerin
kırıntısı, borçların kök saldığı yerden ötede nabzı
atan ada biçimindeki evrenlere sıçramaya·can atıyorum.
Sonsuz uzay, insan yüreğini kavrayıp sarsıyor, ama
yokluğun
tam orta yerinde hayat amansızca çağırıyor hayatı.
Merihe
yollayın mektuplarımı. Ne haberler var Andromeda'daki
koskoca kıvrık burçtan ve Samanyolundaki yıldızlardan?


II.

Yabancıydım yeryüzünde.
Ayak basınca aya, başlıyorum
yeni kutsal kentlere
doğru şen ve kutlu gezilere
ta yabancı burçlarda.
Sıcak. Soğuk. Sessizliğin yanardağları.
Sükunet Denizi
çalkanıyor ölçülmez kuvvetin kıyılarında.
Ve ötelerde
Yıldızların bütün usu.


Stanley Kunitz
Çeviren: T. S. Halman

Oaxaca 1925

Çok güzel bir çocuktun sen
Tedirgin yüzlü, gözkapakları yeşil
Kara dantel çoraplı
Pis bir barda karşılaşmıştık
Demiştin ki:
"Nada derler bana
Hiçbir şey istemiyorum senden
Senden hiçbir şey almayacağım
Hiçbir şey vermeyeceğim sana"
Ortalığa ay ışığı, çöp yığınları ve kediler saçılmış
Ara sokaklardan geçip
Seni evine götürmüştüm
Yoksul, dağınık odana
Ayakların kirliydi
Tırnaklarının cilası çatlaktı
El ele bir hafta geçirmiştik
Büyülenmiş gibi dolaşarak
Gitarlar. top sesleri, tropik yapraklar
Ve ay ışığında kara gölgeler
Barındıran boğucu
Bir yaz boyunca
Bir ömür boyu önce


Kenneth Rexroth
Çeviren: Güven Turan

Hüzünlü Pazar

Kestane çiçekleri dökülüyor
Hastane ve yemek kokulu
Bomboş sokaklara.
Radyo kırıyor birinin
Yüreğini bir yerlerde
Kirli bir yatak odasında. Kimse
Dinlemiyor. Bir aşağı bir yukarı
Kilometrelerce
Bomboş ev dizileri.
Kimseler yaşamıyor bu şehirde.
Şehrin sınırları dışında
Yeşil-beyaz mezarlıklar.
Kimseler yok mezarlarda.
Dökme demir eski püskü bir çeşme
Uzun aralıklarla
Bir akıp bir duruyor avluda.
Kirli yatak odasında
Gencecik üç orospu barbut atıyor
Arada bir içlerinden biri, sesleniyor zara.
Başka tek söz çıkmıyor ağızlarından.
Kestane çiçeklerinin hepsi
Dökülünce sarı sarı
Güneş batacak ve yıldızlar parlayacak
Boş şehrin üzerinde
Ve kağıtlar uçuşacak sokakta.


Kenneth Rexroth
Çeviren: Güven Turan

4 Nisan 2017 Salı

Kaçış

Yağmur pırıltıları var ışıltılı
Saçlarında, alnına düşen;
Islak gözlerin ve dudakların
Soğuk ve ıslak; katılıp kalmış yanakların soğuktan.
Neden bu kadar çok kaldın
Uzaklarda, neden yalnızca
Gece geç saatlerde geldin bana
Yürüyüp saatlerce yağmur altında, rüzgarda?
Çıkar giysilerini ve çoraplarını;
Otur ateşin karşısındaki koltuğa.
Ellerimle ısıtacağım ayaklarını;
Öpüşlerimle ısıtacağım göğüslerini ve uyluklarını.
Bir büyük ateş yakmak isterdim
İçinde, hiç sönmeyen.
Emin olmak isterdim senin taa içinde
Bir mıknatıs olduğuna, seni eve çeken.


Kenneth Rexroth
Çeviren: Güven Turan

Yine Çanlar Çalıyor

Yine çanlar çalıyor - gökyüzü yine karmakarışık
Kabuk kabuk dökülüyor şu sararmış solmuş rüzgar bulutu
Islak - yıkanmış tepelere- vadilere çevrili gözlerimiz
Tohum toprağı zorluyor - dünya tomurcuklanıyor
Dalında cıvıl cıvıl bir muhabbet kuşu
Çilli bir serçe gençten bir fidana konuyor
Bir bulut geliyor üstümüze duruyor ak pak
Ele güne karşı eksek gözyaşlarımızı saklıyor
Avara bulutlar renk renk gökyüzünde
Daha yeni çamaşırdan çıkmış dünyamız- daha gün güneşlik
Gıcır gıcır gömleklerimizi giymişiz sokaklara düşüyoruz
Dağ taş marullar büyüyor - bir mantar başını eğmiş
Gözleri yeni açılan tüysüz kuş yavrularında
Bir umut bir umut.


Richard Eberhart
Çeviren: Özdemir Nutku - Tarık Dursun K.

Bende

Ben de söylüyorum Amerikanın türküsünü
Ben, karaderili kardeş.
Mutfağa yollarlar beni
Sofrada konuklar olunca.
Ama güler geçerim
Ve güçlenmek için
Çok yerim.

Yarın
Masada oturacağım
Konuklar gelince.
Yeltenemeyecek kimse
"Mutfakta ye"
Demeye.

Görecekler
Ne denli güzel olduğuna
Ve utanacaklar.

Amerika'dayım ben de.


Langston Hughes
Çeviren: Ergin Koparan

3 Nisan 2017 Pazartesi

Üzüntü

Bana yanık türküler söyleyin,
Yanık türküler bana
Başka türlü türküler
Sefaleti unutturmuyor insana.

Avutucu bir şarkı okuyun,
Okuyun da kapansın yaram;
Öyle kötülük etti ki
Sevdiğim adam.

Anlamıyor musunuz?
Ağlayıp dövünüyor
Berbat bir adam için bir kadın.

Benim gibi kara kız
Benim gibi kara,
Üzüntüsü geçsin diye
Can atıyor içli şarkılara.


Langston Hughes
Çeviren: T. S. Halman

İsa Alabama'da

İsa zencidir
Silleyle sopayla dövülen kara:
Ah, aç sırtını kamçılara.

Anası Meryem:
Güneyde dadı,:
Ağzını açarsa yer tokadı.

İsa'nın babası Tanrıdır:
Beyaz efendi, yerin cennet,
Sevgini göster, merhamet et.

En kutsal piç,
Kan kusuyor ağzından,

İsa kara derili
Güneyde
Çarmıha gerili.


Langston Hughes
Çeviren: T. S. Halman

Zenciyim Ben

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.

Köleydim her zaman
Saray basamaklarını temizledim eski Roma’da
Washington’da ayakkabı boyamaktayım şimdi.

Emekçiydim her zaman
Mısırda piramitleri kuran benim
Benim, harcını karan gökdelenlerin.

Türkücüydüm her zaman
Afrika’dan Missuri’ye kadar yaydım türkülerimi
Çınlar kederli ezgisi onların her yerde
O tamtam ritmi.

Kurbandım her zaman
Kongo’da kırbaçla dövdüler beni
Ve şimdi linç edilmekteyim Teksas’ta.

Zenciyim ben
Gece gibi
Afrika’nın derinlikleri gibi kara.


Langston Hughes
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Bankerlerden Bütün Farkımız: Onlar Paralı Biz Parasız

Bankaları övmek için yazıldı bu şiir.
Para şıkırtısı neymiş gör, hele bir bankadan içeri gir!
Bir de garip bir ses duyacaksın, ne kadın sesi o, ne su şırıltısı,
Bilirim duymuşluğun yok, o, binlik banknotların hışırtısı.
Mermer konaklarda oturmuş bankerler, hakları,
Boşuna mı yıllar yılı "Milli Kalkınma" diye bağırıp çağırdıkları!
Asıl, bir usulleri var, ona borçludurlar her şeyi, o bir bozulmaya
görsün, bankaların işi bitik:
Kısacası, paraya muhtaç olanlardan gayrısına açılır kredi.
Sizi bilmez miyim hiç, anlı şanlı bankerler, nasıl da kılı kırk
yararsınız!
Siz, ev kirasını ödemek için borç istemeye gelen vatandaşları
kuruş koklatmadan dehleyebilen milli kahramanlarsınız.
Evet Siz, çocuğum doğacak diye iki yüz lira borç istemeye
görsün bir dar gelirli, maymunlara zart zurt eden
Tarzan edasıyla bakarsınız suratına,
"İşine git, oğlum!" dersiniz, "Ne sandın burasını? Burası ne
tefeci Şakir, ne emanetçi Sultana!"
Ama diyelim ki bir kalantor zat çıktı geldi bankanıza, olur a,
milyonunu çiftleştirmek istemiş canı,
Bak, o zaman koruyucu melek kesilirsiniz. "Arzunuz, emriniz"
demeye kalmaz, toslarsınız milyonu.
"Madem bir milyonu var, değil mi ya niye iki milyonu
olmasın?" derken hazret, iki milyon daha istemeye kalkar,
"Baş üstüne"yi bastırırsınız hemen, değil mi iki elde iki milyon
emniyet akçesi var.
"Münasip buyurmuşsunuz" der toplanınca banka idare heyeti,
"Bütün isteğimiz bizim, kalkındırmak memleketi"
Kuzum bankaları yerdiğim sanılmasın sakın,
Bilmez miyim ne büyük işler çevirdiklerini onların !..
Bilmez miyim, "parayla bitmez iş, hayatın temeli sağlıktır,
mutluluktur" deyip gezen menfi unsurları ortadan
kaldırarak cemiyete ne büyük hizmetler gördüklerini,
Bilmez iniyim, sağlığını, mutluluğunu korumak için beş on kuruş
istedikleri vakit, o serserileri nasıl kapı dışarı ettiklerini!
Bilmez miyim, Mukaddes Paraya dil uzatmak ne demekmiş
anlasınlar diye, bilmez miyim o insanları nasıl açlıktan
öldürdüklerini!...


Ogden Nash
Çeviren: Can Yücel

1 Nisan 2017 Cumartesi

maggie and milly and molly and may


maggie ve milly ve molly ve may
plaja gittiler (bir gün eğlenmeye)
maggie şarkı söyleyen bir kabuk buldu
öyle tatlıydı ki dertlerini unuttu
milly kıyıya vurmuş bir yıldızı kurtardı
beş cansız parmak idi ışınları
ve molly kovaladı korkunç bir şey
yarıştı yanında köpükler savurarak: ve
may eve döndü bir taşla, düz ve yuvarlak
dünya kadar küçük ve yalnızmış gibi büyük.
Çünkü neyi yitirsek (örneğin bir sen ya da ben)
denizde bulduğumuz her zaman kendimizdir


E. E. Cummings
Çeviren: Suphi Aytimur

Tanrım Elini Öpeyim

Tanrım elini öpeyim en hayretteki bu
gün için: yeşil sıçrayan dirileri için ağaçların
ve bir gökçül düşü için göğün; ve her şey için sonra
doğal olan bitimsiz olan evet olan

(ben ölmüşken diriyim gene şimdi,
ve güneşin yıldönümüdür bu; yıldönümüdür
bu, ömrün ve sevginin ve kanatların
ve sevinçli büyük oluşun, sonsuzlamasına toprak)

nasıl olur tadan dokunan işiten gören
soluyan derken bir büyük hiçliğin içinden
kaldırılan şöyle bir salt oğlu kişinin senden
kuşkusu ki kötürüm belleklere sana doğru?

(uyanık şimdi kulaklarımın kulakları ve
açıldı şimdi gözlerimin gözleri)


E. E. Cummings
Çeviren: Feyyaz Kayacan

Hiç Gitmediğim Bir Yerde

Hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde
her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin:
en ince kımıltında bir şey var içime gömen beni,
bir şey dokunamayacağım kadar bana yakın

kolayca açar beni en ürkek bir bakışın
parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi,
sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın
(dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gülünü

ya da beni kapatmaksa isteğin, ben
ve hayatım kapanırız güzelce, birden
karın her yere özenle inişini
düşleyen yüreğince şu çiçeğin;

duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede
erişemez gücüne sonsuz inceliğinin:
yapısının renkleriyle beni bağlayan,
öldüren, hiç durmadan, her nefeste

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan
ve açan; yalnız anlıyor içimde bir şey
gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri


E. E. Cummings
Çeviren: Cevat Çapan

Falan Filanım Benim

Bir tanem iki tanem falan filanım benim
lucy halam geçen büyük

harpte bilse bir şey değil
üşenmez anlatırdı da
niye niçin ve neden

döğüştüğümüzü,
hemşiranım bizim

isabel ben diyim yüz
sen de bin
çorap ördü bir o kadar
kazak başlık boyun atkısı

eldivenler falan filan anneciğim
yatar kalkar dua eder benim için
öleyim filan diye
kahramanca tabii, peder bey bizim
bir avaze anlatırdı ne rütbeymiş
şahadet durur muymuş eski hali olsa
ah, o ara ben

deniz filan sırılsıklam
uzanmışım çamurlara falan
filan
(düşünüyorum,
falan
filan,
Gülüşlerini ama
Gözlerini dizlerini falan filanını senin


E. E. Cummings
Çeviren: Can Yücel

31 Mart 2017 Cuma

Bir Şey Yiyemiyorsan

Bir şey yiyemiyorsan bir cigara
tüttürmelisin, ama neyimiz var ki

tüttürecek: haydi delikanlı
gidip yatalım
cigara tüttüremiyorsan. türkü
söylemelisin, ama neyimiz var ki
türkü söyleyecek: haydi delikanlı
gidip yatalım
türkü söyleyemiyorsan, hiç olmazsa
ölmelisin, ama neyimiz var ki

ölecek: haydi delikanlı

gidip yatalım
ölemiyorsan, bir şeyler
düşlemelisin, ama neyimiz var ki
düşleyecek (haydi delikanlı
gidip yatalım)


E. E. Cummings
Çeviren: Suphi Aytimur
anyone lived in a pretty town


kiminin biri bir nasıl kentte
(çanlar yukarı, çanlar aşağı
havalanır şirin havada)
bahar yaz güz gelir kış
yapmaz okudu, eder oynadı durdu.

Kadın da erkek de (ufak da tefek de)
kimininden hoşlanmazdı hiç
yok ekerler geneler biçerler idi
gün ay yıldızlar var yağmur
sezgisi yok mu çocukların çoğu
onun; hayır-birkaçı ancak bildiler
onu hiç kimse çok pek seviyor diye;
büyüdüler sonra unuttular)
güz kış bahar açar yaz

zaman çarpı şimdi, yaprakla ağaç, karla bekle kıpırda
Sevinci güldü, acısını böldü
Kuş çarpı
kimi ne duysa dünya olur
hiç kimseye
birileriler evlendiler, herkesiyle kuşandılar
hüngür hüngür gülüp geçtiler
horon dediklerini hep teptiler
(uyu, uyan, "belki"de sonra)
olmazlayarak düşleyip sürdüler

yıldızlar yağmur gün ışır ay
(şunu kardan başka kim açıklar:
çocuk bile aklının köşesini
unutur)
yukarı çanlarla aşağı çanlar
havalanır şirin havada
durur
gözlerini, günden bir gün
yumdu galiba-kimi öldü
(eğilip kimse öpmüş yüzünü)
halk yetişti de yanyan gömdü
azla biraz, geçerle göçtü

bütünle bütün, derinden derin
daha da pekten düşlerler uykuyu
kimi, hiç kimse: toprakla nisan
dilek çarpı can: olsa ve oldu.

Kadın da erkek de (çan da çene de)
yaz güz geçer kış bahar
ekip biçtiler, mekik döktüler
gün ay yıldızlarla yağmur


E. E. Cummings
Çeviren: Fred Stark

Aya Yolculuk

Aramıza katılan varlık
göklerimizdeki gezgin,
yapraklarımızda göz kamaşması, sularımızda gümüş
O
en uzak düşüncemizde pırıltılı bir kaçamak
"konuğumuz ay"... "parlak görüntüleri ayın"...
dokunduk sana artık!
Zaman başlayalı,
zamanın ta öncesinden beri, ilk insan
henüz vakti tatmadan, seni düşünmüşüz
Bir harikaydın bizim için erişilmezdin,
özlemlerin ulaşamadığı bir özlem,
aydınlığımız, yaşantılarımız ötesindeki ışık-belki
bizim anlamamız...
Artık
senin gecenin derinliğinde ellerimiz değdi sana.
Yol aldık üç gün üç gece,
en uzak yıldızlar yön verdi bize, ta ötelere tırmandık,
aştık karşımızdaki görünmez akıntıları, boşlukta
o yana bu yana yüzen toprağın döküldüğü yerlerde,
ardına düştük öteki tepenin, soğukla karşılaştık,
yüz yüze geldik ölümle-derinliğine inilmez hiçlikle ...
Sonra dördüncü günün akşamı, indik,
demir attık, tan ağarırken ayak bastık kumsallarına
ve soğuk kumlarını geçirdik parmaklarımız arasından.
İşte duruyoruz burda, alacakaranlıkta, soğukta, sessizlikte ...
ve burda, zamanın başlangıcında gibi kaldırıyoruz başımızı
Ta üstümüzde, aydan çok daha güzel bir ay,
hayran olduğumuz bir harika, erişilmez,
özlemlerin ulaşamadığı bir özlem,
aydınlığımız, yaşantılarımız ötesindeki ışık-belki
bizim anlamımız ...
O, bir anlam!
bu sessiz kumsallarda, üstümüzde parlayan
yeryüzü,
aramıza katılan varlık.


Archibald Macleish
Çeviren: Talat Sait Halman

30 Mart 2017 Perşembe

İspanyol Ölüsü

Bunun hesabı sorulmadı,
Gözyaşlarının hesabı sorulmadı, ama sorulacak.
Madrid'in, Barcelona'nın, Valencia'nın gözyaşları,
Bu gözyaşlarının hesabı sorulmadı
Almeria'nın, Badajoz'un, Guernica'nın döktüğü kan
bu kanın hesabı sorulmadı.

Gözyaşları yüzlerde kurumuş,
Kum üstünde kurumuş kan.
Gözyaşlarının hesabı sorulmadı, kanın hesabı sorulmadı,
Sorulacak bunların hesabı.

Çünkü Guernica'nın adamları konuşmaz,
Almeria'nın çocukları sessizdir.
Badajoz'un kadınları dilsiz.
Dilsizdir onlar, sesleri çıkmaz, sesleri çıkmaz.
Boğazlarını tıkamıştır oranın kumu.
Konuşmazlar, konuşmayacaklar da ve çocuklar
Almeria'nın çocuklarını usludur,
Kıpırdamazlar, kıpırdamayacaklar da.
Vücutları kırık, kemikleri kırık, ağızları
Çünkü ölüdür onlar, dilsizdir hepsi.

Yanılmayın,
Hesap sorulmayacak sanmayın.

Yanılmayın
Dökülen kanın hesabı sorulmamışsa,
Yalanın hesabı sorulmayacak sanmayın.
Yanılmayın,
Bunun hesabı sorulacak
Sorulacak ama,
Vakit var

Vakit var daha.
Bu yerlerde ölülerin vakti boldur

Badajoz'da, Guernica'da Almeria'da
Bekleyebilir, vakitleri var daha.
Vakit var,

Bekleyebilir daha.


Archibald Macleish
Çeviren: Melih Cevdet Anday

Hayatın Külleri

Aşk gitti, bıraktı beni, günler hep birbirinin aynı
Yemek gerek, uyuyacağım, isterim ki gece olsun
Fakat heyhat! Uyanığım, saatin ağır vuruşlarını duyuyorum
İsterim ki gün olsun gene, ağarsın karanlık

Aşk gitti, bıraktı beni, ne yapacağımı bilmiyorum
Şu ya da bu, hepsi bir benim için
bitirmeden bırakıyorum başladığım her şeyi
İşe yarar bir şey yok benim bildiğim.

Aşk gitti, bıraktı beni, komşular borç alıyorlar kapı çalıp
Hayat sürüp gidiyor gene, kemirip durması gibi farenin
Yarın gene yarın gene yarın gene yarın
Küçük bir sokak ve bu küçük ev var.


Edna St. Vincent Millay
Çeviren: N. Menemencioğlu

Seninle Dinlediğim Şarkı

Dinlediğimiz şarkı, aşmıştı musikiyi,
Bölüştüğümüz ekmek, ekmekten çok kutsaldı;
Ama artık sen yoksun, her yer ve her şey ıssız,
Eskiden güzel olan ne varsa cansız kaldı.

Ellerin şu sofrayı okşamış, parmakların
Şu bardağı tutmuştu, ben görmüştüm kaç kere,
Seni anmasalar da bütün bunlar, sevgilim,
Hiçbiri son veremez bıraktığın izlere.

Onlarda gezindin de ellerin gözlerinle
Kutsallaştırdın ama hep benim canımdaydın,
Seni tanıdılar ya, hep hatırlayacaklar
Yine benim kalbimde, güzel akıllı kadın.


Conrad Aiken
Çeviren: Talat Sait Halman

29 Mart 2017 Çarşamba

Sunuş Şarkıları XIX

İyi bak, göreceksin, daldan düşecek yaprak,
Düşecek sessiz ota hiç ses çıkarmayacak...
İşte, elinde ancak çıplak bir dal kalacak,
Bir de ölü otlarda canı çıkmış bir yaprak,
Bir şey gelmiş de gitmiş. Olup olacağı bu.
Neydi bu düşüşteki gürültü patırtılar?
Zerrelerin savaşı dallarda, yıkıntılar
Yaprakta felaketli, alev alev yanarak?
Belirsizdi çağlardan öte bu sarsıntılar.
Sadece yaprak düşmüş, dal kalmıştı çırçıplak.
Dünya demişler buna: hepsi bu kadar ancak.
Görünmez bir başlangıç, bir yıkım kopartacak
Ivır zıvır işleri yaman atılımlardan.
Konuş: geçmiş gelecek devrimden nice hortlak
Dolar kısa sözlere. Girdap bizi yutacak.


Conrad Aiken
Çeviren: Talat Sait Halman

Hoş Duyu

Bu şarkı içimi ılıtır seninle dinlersem
Seninle tat bulur yediğim ekmek

Ne varsa şimdi güzellik adına
Sen yoksun diye boynu bükük

Ellerin vardı oysa-gümüş tabaklarda izi
Bu kadehli tutardı-ellerin vardı

Gün gelip unutulacak senden kalan
Kimsenin aklına düşmeyecek seni anmak

Bu çarpan yüreğimdi-sonra sen geldin
Gözlerindi-ellerindi içimi yuğan

Atan sendin-vuran sendin deli dolu
sen yoksun diye yüreğim durmuş.


Conrad Aiken
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

İnsanı Sev Bütün Bunlarla

Dünyamız, küçücük bir gezegen, ama ne kadar güzel.
Kuzeyde, Batıda, Güneyde hüküm sürüyor sular ...
Alabildiğine renkler .. tam sessizliğe gömülmeden.
Sisler, yeryüzünün soluğudur-
Esintilerle sarmaş dolaş otlar, çırılçıplak kayalar,
Issız bir vaha, ırmak kıyısında küçük bir buğday tarlası,
Esirgenmiş ağaçlar altında bir dam.
Sev bunu, insanı sev bütün bunlarla.
Peki ama, çıkar-yol nedir?
Birtakım düşlere kapılıp yasak savmamak.
Yüce uygarlıkların yakıp yıkarak battığını,
Zorba hükümdarlar yüzünden çöktüğünü bilmek ...
Kötülük ve yıkıntı kol gezerken, insan ya şerefiyle kaçmalı ordan,
Ya da en az çirkin olan topluluğa katılmalı.
Kökleşmiş kötülüklerdir bunlar.
İnsan, dürüst kalabilmek için,
Şefkat duymalı, bozulmamalı, kötülük dilememeli,
Bir de kanmamalı evrensel adalet ve mutluluk hayallerine.
Gerçekleşmeyecektir o düşler.
İşte bunu bilmek, ama yine de parçalar ne denli çirkin olursa olsun,
Tüm'ün güzel kaldığına inanmak.

Çirkin şeydir kopmuş bir eli
Dünyadan, yıldızlardan, tarihten kopmuş insan da öyle ...
Düşüncesi de korkunç çirkindir, gerçeği de
Dürüstlük, bütünlük demektir.
En ulu güzellik, varlığın bütünlüğüdür.
Hayatın kutsal güzelliği.
Sev bunu, insanı sev bütün bunlarla ...
Yoksa insanın acıklı kargaşalıklarını paylaşacaksın
Ya da gün karanlığa erdiğinde boğulacaksın umutsuzluk içinde.


Robinson Jeffers
Çeviren: Talat Sait Halman

28 Mart 2017 Salı

Şiir

Ben de pek hoşlanmıyorum şiirden: çok daha önemli şeyler
olmalı bütün bu zırıltıdan öte
Ne var ki insan katkısız bir nefretle okuyunca şiiri,
gene de
gerçeğin bir yeri olduğunu görüyor onda.
Kavrayabilen eller, açılabilen
gözler, gerekirse diken diken
olabilen saçlar, öyle şatafatlı yorumlara açık
oldukları için değil, yararlı oldukları için
önemlidirler. Anlaşılmayacak kadar uzaklaşırlarsa
asıllarından,
aynı şey hepimiz için de söylenebilir, anlamadığımız
şeye hayranlık duyamayız, denir: baş aşağı bir
tavana tutunan ya da yiyecek arayan yarasa,
ileri doğru iten filler, başıboş dolaşan bir at,
bir ağacın atında
yorulmadan duran kurt, sinekten huylanan bir at gibi
derisi seğiren oturaklı eleştirmen,
beysbol meraklısı, istatikçi uzman -
ne de onlar apayrı şeyler deyip
"iş yazışmalarına ve okul kitaplarına'' karşı çıkmak
geçerli bir davranış olur; hepsi önemlidir
bu olguların. Gene de bir ayrım yapmalı insan:
sözde-şairler önem verdiler diye şiir olamaz her şey,
aramızdaki şairler her türlü gözü pekliği
ve saçmalığı aşıp "hayal gücünün
harf sektirmeyen titiz bekçileri olmayı üstleninceye"
ve "içlerinde kurbağalar olan düşsel bahçeleri"
denetimimize sununcaya dek kavuşamayız
şiire,
bu arada, bir yandan şiirin hammaddesini tümüyle
ham, öte yandan da sahici olmasını
istiyorsanız, o zaman ilgi duyuyorsunuzdur şiire.


Marianne Moore
Çeviren: Cevat Çapan

Tavanarası

Gel, acıyalım bizden iyi durumda olanlara
Acıyalım dostum, unutma ki
Zenginlerin uşakları var, dostları yoktur,
Ve bizim dostlarımız vardır, uşaklarımız yok.
Gel, acıyalım evlenmişlere, evlenmemişlere.
Şafak küçük adımlarla giriyor
Yaldızlı bir Pavlova gibi
İşte benim isteğim yanı başında.
Yaşamda hiçbir iyi şey yoktur
Bu aydın serinlik saatinden
Birlikte uyanma saatinden başka.


Ezra Pound
Çeviren: Yaşar Anday - M. C. Anday

Dönüş

Görüyor musun, dönüyorlar; ah bak şu sakınsan
Devinimlere, ve ağır ayaklara,
Güçlükle atılan şu adımlara, ve o sonu belirsiz
Sendeleyişe!

Görüyor musun dönüyorlar birer birer,
Korku içinde, sanki yarı uyanmış uykudan;
Sanki kar duraksamalıymış gibi
Ve rüzgarda mırıldanmalı
     yarı dönmeliymiş gibi geriye;
"Korkuyla Kanatlı" olanlardı bunlar
Dokunulmaz!
Kanatlı ayakkabının tanrıları!
Yanlarında gümüş tazıları
     kokluyorlardı havadaki izi!
Heey! Heey!
Fırlayıp yağmalayanlardı bunlar;
Bunlar keskin burunlular
Kanın ruhu bunlar.

Dizginlere davranmamakta gevşek,
     yüzleri solgun sürücüler!


Ezra Pound
Çeviren: Ülker İnce

27 Mart 2017 Pazartesi

Orman

Sessiz duruşu değildir
Ağaçların
Ormanların soluk aldırmayan içi
Bilek kalınlığında

Sarmaşıklarla, sineklerle, sürüngenlerle
Hep korkak maymunların
Bağırıp kaçışmaları değildir
dallarda -

                ama

Bekleyen bir kız
Utangaç, koyu renkli, tatlı gözlü
Yolunuzu gösteren
Efendim, yukarıya.


William Carlos Williams
Çeviren: Ülkü Tamer