Şiir, Sadece: Özdemir İnce
Özdemir İnce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Özdemir İnce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Mart 2018 Perşembe

30.

14 Mart günü ölen annem için


Hiçbir şey sunulmadı anama ben doğduğumda,
ne tuz, ne ekmek, ne de bir kaşık lohusa şerbeti.
Ama bundan dolayı kimseye hıncım yok,

zeytin ağacı oldum ben, böyle yaşarım.

Bir yel değirmeni olarak yaşamıştım çocukluğumda,

karar verdim: Bir eşik taşı olacağım yetmişimden sonra!


Özdemir İnce
İstanbul, Mazzara del Vallo, Roma
09.07.1997 - 29.3.2000, Evren Ağacı

Ne Mutlu Ölmeden Ege Denizini Gezen İnsana

"Ne Mutlu Ölmeden Ege Denizini Gezen İnsana"

Aleksi Zorba, Nikos Kazancakis.


"Ne mutlu Odysseus gibi güzel bir yolculuk yapana
Ne mutlu Altın Post'u bulanın yaptığı yolculuğa. "

Joachim de Bellay


Denizi gördün mü tırmanan denizi?
görmediysen hiçbir şey görmedin bu dünyada,
ne uçanbalıkları, ne yalvaç yunusları,
ne sonbaharın kokusu, ne güneşle yıkanan adalar,
ne derin suların güzel sesli denizkızları
ne de yaz göğünde harman olan yıldızlar...
öyleyse ne gördün, söyle bana?

"Deniz mavisi gözleri, kısrak gibi sağrıları olan..."
"Sağrıları paskalya çanları gibi sallanan..."
işte böyle tanımlıyor Nikos Kazancakis
bir Slav kadınını Aleksi Zorba'da...
Sakın "ucuz, bayağı bir benzetme" deme bana,
ben de tam böyle betimliyorum Akdeniz'i
gençkız kokuları saçan bu benim muskamı,
gövdemi hasretle doldururum onunla
güneş hasretiyle, kendi hasretimle,
beynimdir benim, yüreğimdir, etimdir.

İlk kez Varna'da gördüm
Türkiye'de görmemiştim mahmuzlu Karadeniz'i,
ilk kez buluşmak gibi bir şeydi bir alanda
uzun süre mektuplaşılmış bir yabancı kadınla,
bir şey anladım sayılmaz (kimse alınmasın);
dar gelen bir gömlek gibiydi güneş yanığı sırtıma.

Ege'ye gelince, binbir ayaklı denize,
yüzen adaların, Amazon kentlerin denizine
tapınak deniz, arı oğulu deniz, seğiren denize.
Argonautlar'ın sesini duyarsın
(beyin kıvrımlarımda gezdirdiğim
kanımı çımgıştıran o uzun yolculukta)
Altın Post peşinde İason, kanatlı koçun postekisi
iyi yürekli, karayazgılı, ölümsüz Herakles
gemi ustası Argos, ozan Orpheus ve ötekiler
adanmışlar, deliler ve serüvenciler ...
kanımı delilendiren o düşsel yolculukta.

Ege, ey ölümsüz çıplaklığın efsunlu denizi,
kendimi bir ağustos aynasında aradığım deniz!

Ne mutlu seni ölmeden gezen insana!


Özdemir İnce
Kentler

Ozan Tarafsızlığı

Nesneler karşısında tarafsızdır ozan,
denizden bir koku kalmıştır tırnaklarında;
elmanın çürüyüp düştüğünü görmüştür dalından:
tuz kokusu denize dönecektir
ve boyun eğmeyecektir kendi özüne elma.

Nesneler karşısında tarafsızdır ozan,
mavileşerek birikir sarnıçta su,
güneş yükseldikçe gölge kısalır,
gerçek öğle tanığıdır ozanın.

Nesneler karşısında tarafsızdır ozan,
çünkü ölüme de ölümsüzlüğe de karşıdır ozan.


Özdemir İnce
Kentler

28 Şubat 2018 Çarşamba

Yaşamak

Bir kez daha, aşık ve kederli,
bir kan örtüsü yayarak ardım sıra
sana geldim işte ey Yunan toprağı.

Denizin yatmış, birkaç tekne gölgesi,
sanki Nauplion değil Bodrum kalesi,
annem değilsen teyzem gibisin bana.

Bir ateş gördüm koca Balkan'da,.
tuttum, ellerimle giyindim sırtıma,
yandım ama yanmayı da öğrendim.

Hep böyle oluyor, sen de bilirsin,
tek ömrü var insanın, sınırları belli,
bir sevda ve bir kent yetmiyor bana.

Yaşamak istiyorum bütün insanlarda,
yürümek istiyorum yollarını dünyanın,
karışayım, herşeyde bir parçam kalsın.

Parçalansın dizlerim, erisin elim,
kanım kanlara karışsın, sularım sulara,
dünyanın otlarıyla koksun saçlarım.

Puslu bir sabah Nauplion limanında,
bir kez daha aşık ve ölümcül kederli,
bir ses taşıyorum Balkan'dan, kulağımda.


Özdemir İnce
Kentler

Uyuyorsun

Ülker'e


Dizlerin görünüyor, ağzın açık biraz,
kolların öyle ki kucaklıyorsun dağları, denizi,
inip kalkıyor karnın soluk aldıkça: yaşıyorsun,
yetmiyor sevgim uyandırmaya seni.

Uyanacaksın az sonra, birden ya da yavaşça,
anlayacağız bunu (nereden mi? sorma, bilemem)
ben, kabaran toprak ve göğün emdiği deniz.


Özdemir İnce
Elmanın Tarihi

Boğaza Düğümlenen

Akşam sefaları açılıyor yavaşça
balkonda rakı içiyor baba;
rakı mı yoksa başka bir şey mi rakıdan?

(Yaşatsalardı bu yaz yirmisinde olacaktı)

Sabunlu elini önlüğüne sildi anne,
gizlice, suç işlermiş gibi,
yürüdü parmak uçlarına basa basa;
karanlık, nemli, kapatılmış, yasak oda.

(Yaşatsalardı bu yaz yirmisinde olacaktı)

- Korkma aç!
oradadır patikleri zıbınları, önlüğü,
oradadır o ceviz sandıkta,
ter kokan kazağı ile kanlı gömleği.


Özdemir İnce
Elmanın Tarihi

27 Şubat 2018 Salı

Bir Anırmanın Anatomisi

Nasıl sokmalı bir eşek anırmasını bir şiire,
neyi simgeler bu ölçü tanımaz, bu kalıpsız ses,
mutluluğu mu, acıyı mı, neyi?

Arıcıllar döner havada, yaklaşan güzdür;
leylek gölgeleriyle ısınır ayaklarımız, sırtımız.
Bülbül ve kanaryayı dizelerde bırakıp
bir martı sesi gezdiriyorum denizin yüzeyinde,
su gölgesinde bir üç direkli teknenin.

Nedir bir eşeğin anırması, neyi simgeler.
Bir incir ağacının gübre kokan sıcak gölgesidir,
bozkırda tek başına bir ağacın kederli sözleridir,
insanca bir şeydir: eve dönüştür: Akdenizdir.


Özdemir İnce
Elmanın Tarihi

Yakarı

Şairiler esnafı piri
Hasan Bin Sabit'e


İdris Peygamber, terzilerin piri,
izin ver güzel bir şiir yazayım ben de,
yaşım kırkı geçti yaşlanıyorum artık,
izin ver güzel bir şiir yazayım ben de,
"ozan" desinler bir kez ölmeden önce.

İdris peygamber, terzilerin piri,
el ver artık kendi dükkanımı açayım,
bir kaftan keseyim kendime ben de,
astan sözcüklerden dikişi ibrişimden.

Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
okudukça kıskanıyorum öteki kalfaları,
şarapları bol, ilham perileri oturaklı,
biliyorlar geceler kaç saat sürer
günler kaç fersah. El vermiş ustaları.

Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
cebine kuş üzümü, sarı leblebi doldurayım,
parklara götürüp simitler alayım ona
kıvırcık saçlarını rüzgarla tarayayım.
Ben de güzel bir şiir yazayım artık,
son günlerimde yalnız kalmayayım.

İdris peygamber, terzilerin piri,
ey bütün pirleri bütün mesleklerin,
izin verin bir tek dize yazayım, tek bir dize,
bir kez "oldu" desinler ölmeden önce.


Özdemir İnce
Elmanın Tarihi

Bir Kuş

Bir kuş uçuyordu Sisam'la Kuşadası arasında,
anlayamadım bir türlü Türk müydü yoksa Yunan mı,
bir başka yerden mi yoksa? Hiçbir belirti yok.

Denize sordum onu: "O bir dalıcı kuştur, dedi,
danteller örer durmadan bağrımda"..
Gökyüzüne sordum onu: "O benim ulağımdır, dedi,
mordan, gülrenginden eflatuna kadar".
Balıklara sordum onu, öteki kuşlara, .
teknelere sordum, bayraklı flamalı,
hepsi bir şey söyledi bir cevap alamadım.

Bir kuş uçuyordu Sisam'la Kuşadası arasında
anlayamadım bir türlü Türk müydü Yunan mı,
bir başka yerden mi hangi milletten?
"Ey kuş, dedim, kimlerden olursun, hangi ülkeden?"
"Ben bir martıyım, dedi, yaşım evrenin yaşında;
ülkemi sorarsan: yeryüzü, gökyüzü ve deniz,
sınırlarımı sorarsan: topraktır, su ve hava".


Özdemir İnce
Rüzgara Yazılıdır

26 Şubat 2018 Pazartesi

Yannis Ritsos'un Mektubu

Yannis Ritsos'tan bir mektup geldi bugün;
açık sarı kağıda siyah mürekkeple yazılmış,
el veren bir yetki belgesi -bana-,
bir duyuru sulara, otlara, dağlara,
bir ferman ceylan derisine yazılmış,
bir yüreğin giriş kapısında bir tuğra!

Yannis Ritsos'tan bir mektup geldi bugün;
bir mektup özgürdür herşeye benzeyebilir:
acıyı yenmiş ses kadar saydamdır hazan,
içilmeyi bekleyen bir testi su, serin,
yüzü belki Athena Panagulis'in yüzü yüzler arasında,
annemin sabun kokan elleri eller arasında,
denize doğru bakış Santorin adasından.

Yannis Ritsos'tan bir mektup geldi bugün:
tam yirmi satıra sığdırılmış bir dünya!
Gidip kapısını çalsam, evine konuk insem,
usta, desem, koruyalım barışı ve özgürlükleri,
öldürmesin çocuklarımız sakın birbirlerini,
bir masa donatalım: zeytin, domates, beyaz peynir,
toplanalım bir reçinanın, bir rakının başına,
rüzgarlara, denizlere, dostluklara içelim
istersen bir tütüncü dükkanı açalım ortaklaşa.

Biliyorum vereceği cevabı, ak sütü gibi anamın,
işte bu yüzden erken kutladık bayramı dostlarla,
kadehlerimizi komşu kıyının sağlığına kaldırdık,
işte bu yüzden bir ege mavisi var ellerimde, alnımda.

Yannis Ritsos'tan bir mektup geldi bügun,
bir ozan yüreği eklendi oniki burca!


Özdemir İnce
Rüzgara Yazılıdır
Ankara, 24 Şubat 1978

Gön

Yorgun değilim
seni beklemekten seni düşlemekten geçen günlerden,
yeniden başlasam da bir başka yenilgiye.

Yorgun değilim
ne aşktan ne dostluktan ne de ölümden,
geceye gözlerimi açarak bakıyorum.

Yorgun değilim
ne acıdan ne umuttan ne de korkudan
sonbaharla birlikte kazıya başlıyorum

Yorgun değilim
ne geçmişten ne şimdiden ne de gelecekten;
bir yalnızlığım vardı, gittikçe aşıyorum.


Özdemir İnce
Rüzgara Yazılıdır

Şiir Sanatı

Alain Bosquet'ye


Bir şiir, bekçisi sürekli yalımın
Gökyüzü kadar karışık ama akışkan
Yani duvar saatlerinin tozlu yalnızlığı.

Bir şiir, gergin pazar sessizliği
Yüreğiyle yarışamayan gövde
Ölüm için yaratılmış bir hayvan.

Bir şiir, çığırtkan bir duvar afişi
Güneşli öğle parkında koşan
Bazan bir cami avlusuna bırakılmış.

Bir şiir, buğday tenli, birseksen boyunda
Arananlar listesinde geçer adı
Yüreğinde seğiren gözü sokakların.

Bir şiir, yaralı omuzlardan sızan
Yorgunluk ve acının dinlendiği umut
Sırtlardaki kırbaç gibi duyulan.

Bir şiir, fabrika kapısında tan vakti
Uykusuz bacakları geceyi kıskandıran
Savrulan sıcak külleri Anka'nın.

Bir şiir, kapalı kapılarda pencerelerde
Ateşi suyu ve toprağı duyan
Gönlü yeşil çayırlar ve bir bayram yeri.

Bir şiir, orada acı çektiğin yerde
Tüm öpüşler ve kucaklaşmalarla akraba
Sevgilinin kokusu kendini savunan.

Bir şiir, bir sis çanı duvarlar arasında
Yazmak için bir yürek yatmak için bir ömür
Unutma: şiirler de yatar zindanda.


Özdemir İnce
Rüzgara Yazılıdır

20 Haziran 2011 Pazartesi

Ölmeyecek Kadar Yaralı

Öfkeliyim!
Ama yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama
sanki neşter "tak" diye iniyor ve boşalıyor yara
gömleğim sırsıklam irinden, bayıltıcı bir koku
sanki birdenbire durması gibi bir diş ağrısının
acıdan kıvranarak uyanmalardan sonra,
ya da bir yangın, bir fırtına sonrası
sokaklarda somyalar, kırık aynalar, masalar,
albümlerden dağılmış resimler dört bir yana:
çocukluk, okul ve nişanlılık resimleri
yani resimlere tutuklanmış mutluluklar
yani bütün bunlar: sessizliğin amansız yasası,
yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama.

Her çeşit mecazdan uzak, yaygın bir akşam
ranzaların yarısı dolu: çocuk yüzlü delikanlılar,
koğuşta mayalanmış ter, keskin erkek kokusu,
sırt üstü yatmışım şiir okuyorum ranzamda
kuş kanatlı, kara kehribar şiirler
gecenin alnında telörgüler, nöbetçiler
düdük sesleri, motor uğultusu ve bir uzak sayıklama
şiir okuyorum ve oğlum aklımda:
uyuyor oğlum milyonlarca çocuğu gibi yurdumun
uyuyor oğlum şimdi geçilmez geceyi

(Ama gece de geçilir
çünkü bütün geceler geçilir!)

Öfkeliyim!
Diyorum ki: "Bu bir dirilmedir", kendime:
hatırlanması unutulmuş bir sevdanın,
simgesi zeybek gibi diz vurup ayağa kalkmanın
diyorum ki: "Ey kendini yüreklendiren acı, sonbahar tortusu!"

bir umut geçiyor yüreğimin iğnesinden -
eşsiz bir yalım -
güvercinler havalanıyor yüreğimin bir köşesinden
güvercinler havalanıyor ilkyaz güvercinleri
konmak için başka yüreklere havalanıyor güvercinler
hatırlatarak kuşandığımız acıyı
hatırlatarak yüzümüze, ellerimize sıvanan acıyı
yaylaları, ceviz ağaçlarını, kitapları, ozanları
hatırlatarak dört duvar arasına kapatılmışlığımızı
hatırlatarak adsız ölüleri, yalımlanan yüreği
güvercinler havalanıyor, sonsuz güvercinler!

Öfkeliyim!
kendime, uğultusuna dünyanın
öfkeliyim!
kendime, sağır duvarlara
öfkeliyim kendime
"müebbed" tüketsem de
ben bu sabrımla...

Sabrım genç ve yalansız
gerçeğin sabrı
sılasız, katı
kaynayan su, sabrım,
uçsuz bucaksız buğday tarlası.

Yatmışım sırt üstü, gözüm tavanda,
beklenen bir mektup gibi tıpkı
açıyorum geceyi
usulca...

Yatmışım sırt üstü, yüreğimi dinliyorum
sanki bir dağ başı yüreğim,
binlerce yaz, binlerce gökyüzü;
bir serinlik içindeyim, bir sürekli rahatlamada
camların direnen pırıltısı gibi
bir sağnak sonrasında

Yüreğim
gene de ezik
örselenmiş bir yaprak
güvendiğim yüreğim ezik bir yaprak da olsa
biliyorum ki
kendi küllerinden yeniden doğar Anka!

Dayan ey benim yüreğim
sulu sepken karlara
dayan ey benim ayaklarım
bu yamaçlara, bu sarp doruklara
dayan ki
uzaklar yakın olsun
dayan ki
yokuşlar düz olsun
dayan ki
karalar ak, gülpembe olsun
şenlensin dağların üstü
şenlensin örenler, yangın yerleri, yıkıntılar
dayan ki
öğrensin dayanmayı yüreğim
unutmasın
kayaların toprağın ırmağın anısını
unutmasın
benim nakışlı sabrımı
unutmasın
yüreğim!

Öfkeliyim!
Ve birden yüreğimde taptaze, bilmediğim bir rahatlama.


Özdemir İnce
Karşı Yazgı
1971

Ozan

I.

Kar yağdı bütün kış. Bir ağır düş.
Kar yağdı bütün kış kederli ülkemize
ormanın soluğu ıslak toprakla birleşti
karayel budayıp geçti bütün yamaçları
ak kefenler sarardı ve çürüdü durup dinlenmeden
buruştu çocuklar silinip gitti çoğu
kızamık gülleri açmıştı omuzlarında

kar yağdı bütün kış
ve ben düşledim seni

Ülkemiz yurdumuz sevdamız kardeşliğimiz
Ülkemiz yurdumuz aydınlığımız gençliğimiz
yirmi yaşında otuz yaşında yetmiş yaşında
çağların tuzlu kemiklerinde birleşen
ülkemiz yurdumuz yani yenilmez umudumuz
ülkemiz yurdumuz kocamayan gelinimiz
yazan kalemimiz öfkeli sevincimiz
alın yazımız bitmez çilemiz

ülken ve yurdun
ıslak hücreler dar odalar ağır anahtarlar
yitesin diye bu taşlar ormanında
kulak zarın yırtılsın diye sessizlikten
kararsın diye sesin demir parmaklıklarda
kireç tutsun paslansın diye eklem yerlerin
ülkeler ve yurtlar kurdular sana
kara anahtarlar ve soğuk odalardan

kar yağdı bütün kış
ve ben düşledim seni

Ama yitmedin hiç
kendini hatırlatan
lodos gıcırdadı pencere kanatlarında
çilekleri portakalları vurdu karayel
ama sessizlik direncin oldu mavi çelikten
telgraf tellerine dönüştü demir parmaklıklar
anahtar gürültüsünden türkü
zindancıdan dost yaptın
dizeler sağdın terden ve kandan
şiirler dokudun umuttan ve sevdadan
pişti yüreğin kavganın yüksek fırınında
mayısta gelincik tarlası açtı yorgun yüreğin
bayram yeri gibi onurlu yüreğin
ekmeğin ve katığın oldu yıllar boyunca

kar yağdı her kış
kederli ovaya

bir madenciydin ayağa kalkışınla
bir sabır yarattın köylü duyarlığınla
dostlar her zaman dost olmasa bile
metrelerle ölçülse de genişlik
bir işçi bir köylü gibi yaşadın günü - geceyi
umudun işçisi sabrın köylüsü
bayram yeri gibi onurlu yüreğin
dostlara pay ettin yıllar boyunca.


II.

Sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
dalgın yorgun ve yalnız
bir otel odasında
malın - mülkün olmadı
hasretten başka

Sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
dalgın yorgun ve yalnız bir otel odasında
tepeden tırnağa asık
sevilen her kadına
tepeden tırnağa aşık
mavi tana köpüren suya yerleşen ota
kırmızı balıkların
kara gözlü karıncaların dostu
trenlerin uçakların vapurların eksilmez yolcusu
ondokuzunda delikanlı
altmışında delikanlı
usanmaz ve uslanmaz sevdalı
belki Paris'tesin St-Michel Rıhtımı'nda
hava güneşli ve sancımıyor yüreğin

Sen memleketten uzak
hasretin bin türlüsüyle delik deşik yürek
bir güvercin gibi geçer İstanbul
mavi gözlerinin içinden
Sarayburnu Kadıköy Gülhane Parkı
bir acı hüzünle geçer
mavi kederli gözlerinin içinden
belki uçarsın karlı Ukrayna ovalarını
aklında Tuz Gölü Konya ovası
aklında ülken sekiz bin metre yukarlarda
Lejyonerler Köprüsü'ndesin belki Prag'da
Vıltava suyunun köpüklerinde gözün

ama aklın İstanbul'da Beyazıt Meydanı'nda
Bursa'da Çankırı'da Diyarbakır'da
yaşarsın en belalısını sanatların
yaslı yorgun ülkenden uzak
ekmeğini kendi öz kanına banarak
kederli bir ırmak gibi çoğalarak
kendi sıcak dost masmavi denizlerinden uzak
yaşarsın en kanlısını sanatların

Sen memleketten uzak gurbet işçisi
hasretin bin türlüsüyle yaralı ozan
senden öğrendim umudun söz dizimini
senden öğrendim inancın tatlı dilini
sen ondokuzunda sevdalı ve delikanlı
sen altmışında sevdalı ve delikanlı
sen memleketten uzak gurbet işçisi
hasretin bin türlüsüyle yaralı ozan
ustam benim! hasretlerin, ayrılıkların ozanı!


Özdemir İnce
Karşı Yazgı
1969

Erselik Çiçek

eve giriyorum bu herşey değil
yakamda kocaman bir günebakan
alıyor o çiçeği verip aynayı
öptükçe öpüyorum dudaklarından
gülüyor ağzında bir aslanağzı

kuşanıyorum denizi bu da bir şey mi
beynimde bile o hınzır şeytan
uyanırken mersin'i nasıl bir sabah
onun da ağzında bir aslanağzı

öperken öpmeyi dudak dudaklarından
ağzımda gülüyor Ülker'in ağzı.


Özdemir İnce
Eski Şiirler
1961