Şiir, Sadece

10 Ekim 2014 Cuma

Çöl ve Duvar

Hanlarda uğuldayan çılgın hayaletler
çölün zamansız epopesinden
gündeliğin sefertasına daralan günler

çimentonun aktığı oluklarda
harflerdeki kehribar
tekrarlanarak kaybettirilen
yollardan gecece
vardığımız
dünyaya kapatılmış kapılar

çimento akıyor harfler soluyor
başkalaşmış bir benliği
kendimizle değiştiriyoruz her seferinde
çıkmıyor gönlümüzden hiç kimse
her yer çöl her yer duvar


Murathan Mungan

9 Ekim 2014 Perşembe

Eskidendi, Çok Eskiden

Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.


Murathan Mungan

8 Ekim 2014 Çarşamba

Fay

kaç kişiyim bu yalnızlığın ortasında
bir boğa, bir leopar
Arena ve Opera
İyot ve Rüzgar
Arsenik ve Sözcükler arasında
yüzüm çalılıklarla kaplı
aralayan gözüpek avcılar
için parslar geziyor kuytularında
iyi yürekli bir canavar saklanıyor
yazdıklarımın ve yüzümün
satırlarında
kendim için büyük bir tehlikeyim artık
ilerliyorum
içimdeki yer çatlağı boyunca


Murathan Mungan

7 Ekim 2014 Salı

Gece Nöbeti

daha az seviyorum seni
giderek daha az
unutur gibi seviyorum
azala azala
aramızdaki uzaklığın karanlığında

geceler kısalıp, gündüzler uzuyor böyle olunca
daha az seviyorum seni
kendini iyileştiren bir yara gibi
daha az
ve zamanla

sen geceyi tutuyorsun, ben nöbetini
uzak dağ kışlalarında
görmüyoruz birbirimizi
usul usul sis iniyor
kopmuş yollara
ışığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin
bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda
sevgilim sevgilim
yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da

artık daha az seviyorum seni
unutur gibi, ölür gibi daha az
yeniden ödetiyorum kendime
onca aşkın öğretemediğini
kolay değildi
yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben
kaç acı birden imtihan etti beni
bir tek gece vardır insanın hayatında
ömür boyu sürer nöbeti
bu da öyleydi,
iyi ol, sağ ol, uzak ol
ama bir daha görme beni.


Murathan Mungan

6 Ekim 2014 Pazartesi

Göç Yolları

Söyleyin dağlara rüzgara
Yurdundan sürgün çocuklara
Düşmesin kimse yılgınlığa
Geçit vardır yarınlara
Göç yolları
Göründü bize
Görünür elbet
Göç yolları
Bir gün gelir
Döner tersine
Dönülür elbet
En büyük silah umut etmek
Yadigar kalsın size
Yolverin kanatlı atlara
Sürgünden dönen çocuklara
Ateşler yakın doruklarda
Geçit vardır yarınlara
Dağılsak da göç yollarında
Yarın bizim bütün dünya


Murathan Mungan

4 Ekim 2014 Cumartesi

Göçebe

Birbirinde arınan iki nehir gibi
Birbirimizden geçerek
Çıktığımız açıklık
Ruhlarımızı yeniden bölüştürüyordu bedenlerimize
Uçurum içini çekiyordu
Orman fısıldıyordu
Kumlarını silkeleyen göçebe bedenin
Yeniden düşüyordu yola
Görünmezin atlarıyla uzaklaşıyordun
Erkekliğin sütünü bıraktığın
Tuzlu dudaklarım
Ardından bi şiiri mırıldanıyordu sana

Uçurum, orman, ay ve bedenindeki birkaç işaretle
Zamana geçirilen dayanıklı söz, o gece
Ardından mırıldandığım şiir
Şimdi başkalarının dudaklarında göçebe


Murathan Mungan

Görü

Bundan önceki hayatımın içinden geçiyorum
önceki hayatımdaki çölden geçiyorum
şimdi iki yanında yükselen uzun binalara aldırmadan
burası çöldü biliyorum
o zaman da çöldü
bu zamanda
binaların örtemediği çölü görüyorum
eski bedenimde aldığım öldürücü yaralar
yalnızca birer leke şimdiki bedenimde
yatağan, saldırma, ok mızrak
fal gibi saklı duruyor derinimde
kutsal kitaplara dilini veren şiir
birer leke dilimde
bir zamanlar gördüğüm bir rüya bu
şimdi içinden geçiyorum
görmüştüm görmüştüm görüyorum


Murathan Mungan

3 Ekim 2014 Cuma

Grizu

Sözcüklerin hepsi pusu
İçindeki dilsiz çocuk
Çengel yürek, sarsak adım
Kırışmış kafesi yüzünün
Bu rol sana sepya
Alnın eski Türkçe yazısı
Taahhütlü sözcükler
Çık bu oyundan çık! Her replik sobe
Sözcüklerin gönderdiği yerden
Kim sağ salim dönebilmiş geriye
Çok azı gittiği gibi kalır
gönderildiği yerde: metruk anlam, tenha dilek
atomize edildiğin dil oyunlarının içinde saklı
Grizu: karşı tehlike
Kundakçı laser yakıyor jeneriği

Gittikçe genişleyen bir perde kalır
gittikçe genişleyen bir perdede


Murathan Mungan

2 Ekim 2014 Perşembe

Güz Beyleri

Güz beyleri! Güz beyleri!
Kızarmış yapraklar saltanatı, nal sesleri
cam çekiçler göğsünüzde
hiçbir uyku silemez yüzünüzden
yılın değil bu ömrün hazanı
başka göklerden bir yıldız
başka dağlardan bir ırmak
başka atlaslarda yaşadı
bağrınıza kadar battığınız gece
hiçbir yağmur yıkayamaz artık bu duayı
bulutların atlarla birlikte uyuduğu
bir zamanlar sizin olan mevsimden
bir yaprak düşüyor
ne zaman gözlerimin önünden geçseniz
cam çekiç
yüreğimden kopmayan çığ
Siz yoktunuz ben sizin mevsiminize geldiğimde


Murathan Mungan

1 Ekim 2014 Çarşamba

İstersen Hiç Başlamasın

İstersen hiç başlamasın
Bu hikaye eksik kalsın
Onca yaraların ardından
Yeni bir aşk yaratamazsın
Örselenmiş bir çocukluk
İşte benim bütün hikayem
Kaç sevda geçse de yüreğimden
Bu yıkıntıları onaramazsın

İstersen hiç başlamasın
Geç kalmışız birbirimize
Yanlış kapılarla geçmiş bunca yıl
Dönemeyiz artık ilk gençliğimize
İstersen hiç başlamasın
Söz verelim kendimize.


Murathan Mungan

30 Eylül 2014 Salı

Kan, Tuz, Ölü

Kanını değiştirir suyla
Birkaç dönemeç önceki ölü
Tuzunu yıkar deniz
Suyunu değiştirirken ırmağı
Denize tılsım dağlıyor
Kurşun yayılıyor tenine
Ağır
Ağır
Kurşun
Birkaç ölü her dönemeçte
Bir ırmak kaç büklüm dönerse
Doğuya edilen yemin
Kan, tuz, ölü hakkı
Kollarına çoğalan ırmaklar
Geleceğini tasarlayan coğrafya
Tarih ve yemin kuşatırken toprağı


Murathan Mungan

29 Eylül 2014 Pazartesi

Kırılgan

Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.


Murathan Mungan

27 Eylül 2014 Cumartesi

Daha Önce Onları da Tanımadığım

Daha önce onları da tanımadığım
genç bir çift açtı kapıyı.
Kadın
altın-sarısıydı haziran ayı gibi,
ve derin gözlü bir mühendisti erkek.
Bölüştüm ekmeği ve şarabı
onlarla,
yavaş yavaş
eriştim onların tanınmamış içtenliklerine.
'Ayrılmıştık,
sonsuzcaydı görüş ayrılığımız:
bugün konuklamak için buradayız,
bugün seni bekledik birlikte.'
dediler.
Orada, o küçük evde,
sessizlikten bir kale kurmak için
birleştik.
Uykunun içindeymişim gibi suskundum tüm.
Merkezde, kentin tam da yüreğinde
buldum kendimi, ve neredeyse işitiyordum
adımlarını Hain'in,
benle onları ayıran duvarların ardında
işitiyordum gardiyanların iğrenç seslerini,
gümbürdeyen hırsız kahkahalarını,
anayurdumun hayatına mermilerle birlikte ateşlenmiş
sarhoş hecelerini.
Holger'in ve Poblete'nin geğirtileri
handiyse tırmıklıyordu suskun derimi,
sürtük adımları çiğnedi neredeyse
yüreğimle alevlerini yüreğimin:
Gönderdiler halkımı işkenceye,
kılıcın sağlığını korudum ben.
Ve geceleyin gene, hoşça-kal, İrene,
hoşça-kal, Andres, hoşça-kal, yeni tanışım,
hoşça-kal yapı direklerine, yıldıza,
belki bir hoşçakal da tamamlanmamış yapıya
ki penceremin karşısında dolu gibidir
çizgisel hayaletlerle.
Hoşça-kal her öğle sonrası
gözlerimle hapsettiğim en küçük dağ doruğu,
hoşça-kal her yeni geceyi
şimşek parıltısıyla açan yeşil neon-lambası.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Dalga

Dipten çağıldıyor dalga, köklerle,
o batmış gök kubbenin kızları.
O esnek istilâ fırlatıldı havaya
Okyanus’un temiz gücüyle:
ortaya çıktı kalıcılığı, su bastığında
o derin gücün kameriyelerini
ve her bir varlık direnç gücünü verdi,
ve kuşağında savurdu o soğuk ateşi
ta ki bükene dek kendi kar beyazı gücünü
kudretin dallarından.

Yeryüzünden bir çiçek gibi geliyor o
yuvarlanırken kararlı kokusuyla
manolya çalısının görkemine doğru,
fakat dipteki bu çiçek, infilâk etmiş,
taşıyor yok edilmiş bütün o ışığı,
taşıyor yanmamış bütün o dalları
ve beyazlığın dolu kaynağını.

Ve onun yuvarlak gözkapakları,
oylumu, fincanları, mercanları,
oynuyor denizin derisiyle ve böylelikle gösteriyor
bu hayat bereketini suyun altında:
o vakit denizin birliği oluşturuluyordu,
denizin havaya yükselen sütunu,
tekmil doğumları ve düşüşü.

Tuzun okulu açtı kapılarını,
tekmil ışık uçtu ve kırbaçladı göğü,
geceden şafağa kabardı
o nemli metalin ekşi hamuru,
tekmil ışığın bolluğu bir taçyaprağı oldu,
çiçek büyüdü taş tüketilene dek,
ölüme doğru yükseldi köpüğün akışı,
fırtınanın bitkileri saldırdı,
gül akıttı kendini çelikte:
suyun iskelesi iki kat oldu
ve çağıldamaksızın çökeltti deniz
kristalden ve ürpertiden kendi kulesini.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

26 Eylül 2014 Cuma

Dans

Java’nın derinliklerinde, gölgelerin
bölgelerinde: burada duruyor aydınlanmış saray.
Duvarla birlikte büyümüş yeşil sırakemerlerin
arasından yürüyorum ve giriyorum
taht salonuna. Orada oturuyor hükümdar,
hastalıklı beyinli bir domuz, ve kirli bir erkek hindi,
kurdeleli nişanlarla süslenmiş, dekore edilmiş,
duruyor iki Hollandalı adamın arasında,
şüpheci bakışlı küçük hesapların adamları.
Ne kadar da iğrenç bir haşarat topluluğu, ne kadar da
tasarlanmış bir şekilde atıyorlar kürek kürek zehri
insanların üzerine!
Uzak ülkelerden gelen
rezil muhafızlar ve hükümdar orada
kör bir kurbağa gibi sürüklüyor
mantarsı etini ve sahte yıldızlarını
nalbantların küçük düşürülmüş vatanının üzerinden!
Fakat birden
sarayın derinliklerinden geliyor
on dansöz, suyun altında
bir düş gibi kayarak.
Her bir ayak
ulaştı kenardan, kırmızı balık gibi, ve açığa çıkardı
gecesel balı, ve sarı maskeleri
meshedilmiş ağır saçlarında taşıyordu
portakal çiçeklerinden yeni örülmüş bir çelengi.
Satrapın önünde durdular,
ve durdu onlarla birlikte müzik de,
kristal üst kanatların çağıltısı: bir çiçek gibi büyüyen
gerçek dans, geçici bir heykel yapan
o güzelim eller,
dalgalar ya da kamaşma gibi
topuklara inen tunika,
ve kutsal metalin
her bir güvercinsi hareketinde saklıydı
adalar denizinin usul uğuldayan havası, ilkyazda
ateş almış bir gelin ağacı gibi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1929

25 Eylül 2014 Perşembe

Değişken

İzledi gözlerim
geçip giderken esmer bir kızı.

Siyah fildişi gibiydi
koyu menekşe üzümler gibi,
ve kamçıladı kanımı
ateşli kalçaları.

Takılırım peşi sıra
ardından hepsinin.

Sapsarı bir sarışın geçti gitti
altından bir bitki gibi,
sallayarak armağanlarını.
Ve akıştı ağzım
bir dalgada gibi
göğüslerinde onun
bırakmak için kandan bir şimşeği.

Takılırım peşi sıra
ardından hepsinin.

Fakat kımıldamadan bir yere,
seni görmeden, ey uzaktaki,
gider kanım ve öpücüklerim sana,
esmerim ve sarışınım benim,
uzun ve kısa boylum benim,
şişmanım ve zayıfım benim,
çirkinim ve güzelim benim,
onca altından yaratılmış
ve onca gümüşten,
onca buğdaydan yaratılmış
ve onca topraktan,
onca sudan yaratılmış
denizlerin dalgasında,
kollarım için yaratılmış,
öpüşlerim için yaratılmış,
ruhum için yaratılmış.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

24 Eylül 2014 Çarşamba

Deniz

Öğretmenim olduğundan gereksinim duyarım denize:
bilmem müziği mi öğrenirim bilinci mi:
bilmem yalnız bir dalga mıdır yoksa derin bir varlık mı
ya da yalnızca çatlak bir ses midir ya da balıkların
ve gemilerin parıldayan bir telkini mi.
Gerçek şu ki, uykuya dalana dek ben
bazı manyetik çemberlerde
kımıldarım dalgaların üniversitesinde.

Bazı ürperen gezegenlerin
ağır ölümlerini belirten
çatırdamış sıradan deniz kabukları değil yalnızca,
hayır, günü yeniden kurguladım parçalarından
bir çimdik tuzdan sarkıtı
ve bir kaşık dolusu tuzdan o büyük tanrıyı.

Daha önce ne öğrettiyse bana unutmadım.
Havayı, sürekli esen rüzgârı, suyu ve tuzu.

Buraya gelip kendi ateşiyle yaşayan
bir delikanlı için önemsiz görünür bunlar,
fakat gene de, doğrulan
ve uçurumunda atan nabız,
o mavi soğuğun çatırtısı,
aşamalı dağılışı uzaktaki yıldızın,
dalganın uysal yayılışı,
köpüğüyle birlikte karın çarçur edilişi,
sessiz gücü orada, derinlerdeki
taştan bir taht gibi,
inatçı üzüntüyle giderek büyüyen dünyamı
değiştirir, unutuşları toplar,
ve hayatım birden değişir:
bu saf devinimin bir parçası olurken.


Pablo Neruda
Memorial de la Isla Negra
1964

23 Eylül 2014 Salı

Deniz Feneri

Portekiz,
denize, gemilerine geri dön,
Portekiz, geri dön insana, denizciye,
geri dön toprağına, güzel kokuna,
gökyüzü altındaki özgür aklına,
yeniden
karanfilin ve dalga köpüğünün
sabah ışığına.

Göster bize hazineni,
adamlarını, kadınlarını.
Saklama artık
cesur gemi yolculuğu çehreni,
Okyanus’un ileri karakollarında,
Portekiz, denizcisin sen,
adaların kâşifisin,
baharatların bulucususun sen,
keşfet yeni insanı,
o şaşırmış adaları,
keşfet çağımızın takımadasını.
Ekmeğin
beklenmedik
görünüşü
masada,
sabah kızıllığı,
keşfet bunu,
ey sabah kızıllıklarının kâşifi.

Nasıl mümkün oldu bu?

Ey kör yolları gösteren,
nasıl reddedebilirsin
ışığın döngüsünü?

Ey uysal, demir grisi, eski,
ufkun dar ve mağrur atası,
nasıl
kapatabilirsin kapını
yeni üzümlere
ve Doğu’nun yıldız rüzgârına?

Ey Avrupa’nın pruvası, ara
dalgada
ataların dalgalarını,
Camõens’in deniz sakalını.
Sök çıkar
rayihalı direğini örten
örümcek ağını,
ve göster bize
oğullarının oğullarını,
torunların için keşfetmiştin
o ışıltılı gezegenin şimdiye dek
karanlık kalmış kıyılarını,
göster bize yeniden
o kasvetli denizi ölçebildiğini,
yeryüzünün en büyük ada imparatorluklarında
doğmuş insanı keşfedebildiğini.

Denizde dur, Portekiz, zamanı
geldi, kaldır
pruvanın biçimini havaya
ve göster bize yeniden
adalarla insanlar arasında.
Bu döneme ışığını sun,
yeniden bir fener ol:

o zaman yeniden öğreneceksin bir yıldız olmayı.


Pablo Neruda
Üzümler ve Rüzgâr
1954

22 Eylül 2014 Pazartesi

Deniz Gecesi

Deniz gecesi, beyaz ve yeşil heykel,
seviyorum seni, uyu benimle.
Gittim, tutuşarak ve ölerek,
bütün yollar boyunca,
benimle büyüdü ağaç, yendi insan
kendi küllerini ve bıraktı kendini
dinlenmeye toprakla çevrili olarak.

İndi gece, görmesin diye
gözlerin onun sefil dinlenmesini:
yakınlık istiyordu, açtı kollarını
korunmuş olarak varlıklarla ve duvarlarla,
ve düştü sessizliğin uykusuna, battı
mezar toprağına kökleriyle beraber.

Fakat ben, ey Okyanus gecesi, geldim senin çıplaklığına.
Aldebarán’ın koruduğu sınırsızlığına senin,
beni oluşturan sevgiyle
senin şarkının ıslak ağzına.

Deniz gecesi, gördüm doğumunu,
sonsuz sedef ışıltısıyla kırbaçlanmış,
gördüm senin yıldız liflerinin örüldüğünü
ve kuşağının elektrik kıvılcımını senin,
ve ahenklerin mavi devinimini
yutulmuş tatlılığını avlarlarken.

Sev beni sevgi olmadan, zalim gelin.

Sev beni uzayınla, nefesinin
akıntısıyla, muhteşem
elmaslarının bütün çoğalmasıyla:
sev beni yüzünün molası olmaksızın,
sun bana yok oluşun temizliğini.

Güzelsin sen, sevgilim, görkemli gece:
koruyorsun fırtınayı korkutulmuş
erciklerinde uyuyan bir arı gibi,
ve düş ve su titriyor kaynak ırmaklarıyla
taciz edilen taslarında göğsünün.

Gecesel aşk, izledim seni her yerde,
senin sonsuzluğunu, titreyen kule
giyinmiş yıldızlarla, ölçüsü
ikircikliğinin, köpüğün
senin kıyılarında yarattığı sevişme yerleri:
zincirlenmişim gırtlağına
ve kumda patlayan dudaklarına.

Kimsin sen? Denizlerin gecesi, söyle bana
senin yalçın saç örtünün bütün
yalnızlıkları kapladığını, kandan ve
çayırlıklardan bu mekanın sonsuzluğunu.
Söyle bana, kimsin sen, gemilerle dolu,
rüzgârın ezdiği kamerlerle dolu,
bütün metallerin hükümranı, derinliğin
gülü, çıplak sevdanın ölçüsüzlüğüyle
kanamış gül.

Dünyanın tuniği, yeşil heykel,
ver bana çan gibi bir dalgayı,
ver bana çılgın turuncu çiçeğin bir dalgasını,
sevinç balosunun çokluğunu, o merkezi
gök kubbeden gemileri, yelken açtığım suları,
o göksel ateşin çeşitliliğini: arzuluyorum
senin sonsuzluğunun tek bir dakikasını ve bütün düşlerden
daha fazlasını, senin boyutunu:
ölçtüğün bütün bu mor, o ciddi
ve düşünceli yıldız sistemi:
karanlığı arayan bütün görkemi
saçının, ve hazırlandığın o gün.

Kavramak istiyorum senin her yerde hazır alnını,
kapatmak istiyorum içimde ulaşmak için
kıyılarına senin, şimdi yitip gitmek için
bütün nefes alan gizlerle birlikte,
senin karanlık çizgilerin saklanmış
bende kan gibi ya da bayraklar gibi,
ve getirmek bu gizli orantıları
her günün denizine, kavgalara,
her bir kapıda olduğu gibi - sevdalanmalar ve tehditler -
uyuyarak yaşar.
Fakat sonra
gireceğim kente senin gibi olabildiğince
çok gözle ve taşıyacağım beni kuşattığın
o giysiyi, ve bırak dokunsunlar bana
kimsenin ölçemediği o kusursuz suya dek:
saflık ve gazap bütün ölüme karşı,
yok edilmez yayılma, bütün uyuyanlar için
ve bütün uyumayanlar için müzik.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

20 Eylül 2014 Cumartesi

Kuzeydeki Pencere

kokladığın gülün kokusu kalmış sende
bıraktığın denizin tuzu
geçtiğin iklimlerin masalı sinmiş üstüne
kuzeydeki pencere açık
göçebe bin bir gece

sözcükler sökülmüş bir anıyı
ne kadar tamamlayabilirse
bir andır eski defterlerin
güneşinden vurur yüzüne
yazsam olmaz dersin
kimi zaman sırf bunun için
yazmaya değerse de
kuzeydeki pencereyi açarken
yere düşen defterden görünür:
eksik kule, yırtık nehir
sımsıkı kapatmış olsak da
bizi ürperten anıları hayatımızın
eski defter ya da kuzeydeki pencere


Murathan Mungan

Parçalar

Parçasından anladığımız filmler
Parçasından anladığımız bütünler
Parçasından anladığımız hayat
Yaşanmaz, ertelenir
Şimdiki zaman parçalar
Gelecek hafta, pek yakında
Sinemayla ilk tutkunluk ilişkimiz
Parçaları birleştirip, kurduğumuz gelecek
Sinemayla ilk tutkunluk ilişkimiz
Parçaların yarattığı merakı gidermek
Parçalarla süreklilik sağlanan
Seyre açılmış başka hayatlar
Olasılıklar, tuzaklar
Ya da var sandığımız bütünlük
Uğruna inançlar, ilkeler, değerler, aşklar
Zamanla parçalanırlar
Beyaz perdeden geçerek çıktığımız sokaklar
Çıkmadıkça sandıklarımızdan
Kendimize yazdığımız serüven
Ve çocukluğumuzdan beri
Bizi bir yerlerde beklediğini sandığımız
O muhteşem sahneler
Düşeriz gözümüzdeki kendimizden
Sıyrılır tüller, düşler, dumanlar
İçindeki kendimiz
Üzerimizden
Boşuna ararız bu sokaklardan
İçinde olmamız gereken fotoğrafları
Sinemalar hepimizi kandırdı!
Uzun bir bekleyişten sonra
Eşiğine vardığımız,
Umduğumuz,
Bulamadığımız,
'Tam da parçasında gösterdiler ama, filmin kendinde yoktu' dediğimiz anlar
Belki sahiden kırpılmış
Belki de hiç olmamış
Uçucu, bulanık tasarımlar
Aynı eşikte durduğumuz insanlar
Bazen ayrı sokaklara çıkar.
Gözleri bağlı geçtik şimdiki zamanları
Bağı çözülmüş gözler geriye baktığında
Anlar anlamı bilinmeden, değeri verilmeden yaşananları
Yok mudur herkesin hayatında
Bir kaç yitik sayfa, birkaç zaman parçası
İşte onlar toparlanır bir gün
Çıkar yol ağzında karşınıza
Tutuklar bizi anılar, sorgular, geçen zaman
Bir intikam gibi bulur yerini!!!
Filmlerde kopukluk sandığımız boşluklar
Her seferinde yanından geçtiniz,
Görmemiştiniz çünkü derinde
Unuttunuz zamanın ellerini. Yalnız perdede yaşanır
İki saate sığdırılan hayatlar.
Oysa ayrıntıların bilgisine sahip oldukça,
Açar bize sırlarını hayat
Bölünüp parçalanmış ilişkileri kimlikler, serüvenler
Herşey yerleşir yerli yerine
Anlaşılır olur
Bir zamanlar anlamadan seyrettiğimiz filmler.
Beyaz perdenin iki boyutlu kareleri
Dağılır sokağın prizmasında
Aldanışlar, ihanetler, yanılgılar
Yani melodramı hazırlayan bütün tuzaklar
Oysa pusuda!
Yaşamın omurgası dağılmış kurgusunda
Kırılır som hayaller,
Kırılır yüreği bütün tutan fanus
Kör filmlerden kalma gözlerimiz
Alışır çiğ ışığa
Bir zamanlar başka türlü çarpan kalbimiz
Salonların delinmiş karanlığında
Çürümüş koza
Değerinden eksiğine bozdurulmuş düşlerden
Yalnızca bir dövme gül kalır geriye
Dağılmış parçalarını arar
Bir Geçmiş Zaman tanımı olan
Bütünlüğümüz
Bozgunlarla sağlamlaşır
Ütopya Kalesi
Dağılmış parçaları bütünler,
Yeni zamanların gümrüğünde
Yol ayrımını doğru bilenler
Hiçbir aşk ve macera tanrısı
Yola çıktığı gibi dönmez geriye
Kabuk bağlar yüzümüzdeki gölgeler
Unutarak ve vedalaşarak geçilen durakların
Birinde inmemiz gerekir
Bindiğimiz düşlerden!
Hayat belki başka biri yapar bizi
Bir melodram öğesi olarak
Umudun da, umutsuzluğun da aşıldığı
O altın dengede
Biliriz içimizdeki avdan yorgun dönen akşamlar
Ne kadar bütünlese de
Parçalar


Murathan Mungan

19 Eylül 2014 Cuma

Söyle Bana

Her takvime üç beş ömür
bahtımızın bilmecesini bölüştürdük
çabuk düşen yapraklara

her sey niye bu kadar çok zaman alıyor? niye?
ne çabuk geldik
bu soruyu derin bir iç sızısıyla soracak yaşa

ölüm karşısında kazanılabakış derinliği
niye yitirildi yaşamda?

Eski bir fotoğrafa bakıyordum
Bu sorular beni yokladığında
Fotoğrafta sen de varsın
Bak ve söyle bana


Murathan Mungan

18 Eylül 2014 Perşembe

Sudra Gömlekleri

Sudra gömlekleri içindeyim
Zaman tanrı hem erkek hem kadın
Amcamoğlu beni bul
Mahpus değilim
Bir mahpusun saydığı günlerdeyim

Dağlanmış dövmelerim okunmaz etmiş izlerimi
Yittim ben, bilmiyorum nerdeyim
İkindiyle akşam arasında
Ne kadar taşıyabilir tebdilim beni
Ben ki reddettim
Mahpus, casus ve katilken
Yıkanmamışların takdirini

İçimi öldürüyorum. kazıyorum içimi
Çoğalmasın diye ötekilerim
Çoğalmasın diye parçalandığı yerde
Kaldı bedenim
Gövdemi çoktan aştı gitti gövdemin tarihi
Geçilmez yerinde karanlığın
Başkasını denedim

Bazen ıslığım çalınıyor kulaklarıma, bazen gelirken
Düşündüğüm kelimeler
Maden ocakları hatırlıyorum, demirci körükleri, kaçarken
Değiştirdiğim sayısız kan, bir her konaklama yerinde
Ödediğim defterler

İçime attığım taşlar tıkadı sarnıcımı
Tuzun ve kirecin şerbeti dindi
Kuzey defterleri güney rüzgarları arasında
Mühürlü mektuplar taşıdım
Bozgun zamanlarının çarşılarında dağıldı
Başka bir kader için sakladığım kıymetler

Ey benim ateşler kitabındaki babam
Nerde sazımın mızrabı
Nerde kehribarım
Amcamoğlu beni bul
Gidemem, bu yıl güney
Zaman tanrı Zurvanic
Beni de ezberine aldı
Resimde ellerin örtülü olması Kaderin
Esrarengiz karakterini simgeler
Denedim kabartmaların hacminden öteye açılan bütün imkanlarını
Ne yapsam gölgede kalıyordu
Hem Hürmüz hem Ahriman
Kendime dönecek bütün zamanı kılcala daraltmıştı
Taşıl katmanlar
Şimdiyse boşluğundayım
Bir büyük kabartmanın
Örtülü ellerin arkasında
Gömleğimi ilikleyen kopça
Gövdeme yazılan esrar
Karışır yazının gövdesine
Başkaları okudukça
Amcamoğlu buradayım
Otların gürültüsüne, taşların tarihine bak
Mezopotamyadayım...


Murathan Mungan

17 Eylül 2014 Çarşamba

Tılsım ve Kum

İçimdeki hayvanın suya indiği saatler
tılsım ve kum
gümüş kadar çıplak
altın kadar bulanık
sükut ve konuşmak
ve olmamış şeyleri hatırlamak
Hatıra diye
içimdeki hayvanın suya indiği saatler
dışındaki derin uyku
dile kaçtım
cinnetinden, cehenneminden
dile geçtim
dile gelmezken
uykudayken söylediklerim
kum söndü
tılsımla dindim.


Murathan Mungan

16 Eylül 2014 Salı

Unutmadık

Yaralı bayramlar geçti
Mevsimler, bütün anlamlarıyla
Yüreğin koyu yerinde birikenler
Kendi takvimleriyle gelip geçtiler
Gelip geçti şehirler ve ölüler
Unutmadık
Topraktan çoban yıldızına değin
Hey yer
Her şey
Mümkündü
Nazım kadar coşkulu
Aragon kadar aşık
Lorca kadar yaralıydık
Unutmadık
Orada bir coğrafya yağmalanıyor
Orada gazetelerin ofset baskısı
Orada yeniden yazıyorlar 835 satır
Ve umudunu kaybetmeyen şehirler
Gökyüzünün karanlık kefeniyle örtük
Yıldızların delik deşik ettiği ölüleriz
Adsız ölüleriz
Adları bir coğrafya ile yan yana yazılan
Gövdelerinizi unutmadık, unutmadık hiçbirinizi
Savaşlar ve pazarlar çağıydı
Aynı silahlardı kullandığımız
Aynı çarşılar aynı kandı
Sevgiye ve kurşuna açılmayan yüreklerden geçtik
Pusu yataklarından, dağılmış bahçelerden
Viran tarihten
Uykuları çevik, namlularını oğulları gibi seven
Çocuklar gibi kusup
Kırda gelincikler gibi gülümseyen
Müsademe çocuklarını gördük
Geçip gidiyorlardı
Tarihin en uzun gecesinden
Pazarlarda aynı kan
Aynı paranın değiş tokuşunda
Karanlık çarşılar
Aynı kanlı tarih her defasında
Bir biz kaldık bu kadar içindeyken hayatın
Ölüme yakın duran
Bir de on binlerin korosunda haykıran
İntifada intifada intifada
İki güzelliğimiz vardı bizim
Ufkumuzdan inen
Ve bir daha geri dönmeyen iki güzelliğimiz
Birini kurşunlar, ötekini ofset baskılı resimler aldı
Otuz üç kurşun sıkıldı her birimize
Kutuplar kadar uzak, baba ocağı kadar yakın
Doğunun gündüz ve gecelerinde
Otuz üç yıldız
Hala ışığını gönderiyor bize
Birkaç çakmaktaşı cebimde gezdirdiğim
Birkaç karanfil
Yol için ipek, uyku için maya
Kalbiniz için
Kara bir yemin gibi çırılçıplak
Kelimeler getirdim
Kaybolmuş yüzyılların vatanında
Ölümün erken takibe aldığı çocuklar
Dağlarda değilim sizinle birlik
Yalnızca mataranıza su vermeye geldim
Nazım kadar coşkulu
Aragon kadar aşık
Lorca kadar yaralı
Serap ile hakikat arası
Çağın aşamadığı uçurumlarda
Gider gelirim gider gelirim
Efsanelerin çeşitlendigi yol ağızlarindaki büyük kamaşma
Anda gizlenen zaman
Ateşin avesta dili
Bitkiler, otlar, kökler
Dağlanmış dil, narın rengi
On binlerin dönüştüğü uğuldarken
Doğunun yeni defteri
Topraktan çobanyıldızına değin
Her yer her şey karanlık bir pusuda
Yazının, tekerleğin, tarihin
İlk çocuklarından
Ey büyük mezopotamya
İki bin yıllık gece
Dön geri bak
Kardeşlerim ölüyor kalbimin doğuşunda.


Murathan Mungan

15 Eylül 2014 Pazartesi

Yaş

Yazmam daha aşk şiiri,
Diyenlerin kervanında kışladım
Çöle yağarken donmuş levhalarda kar sureti
İmkansızın bereketi
Gözümü alırken her yanımda ışıyan gençliğim
Kimin yaşındaydım bilmedim.

Geceleri heceleyerek söktüm
Aldım yedeğimdeki kelimeleri
Işığa tuttum içimi loş tutan nesneyi
Yunus'un yaşına geldiğimde
Dünyayı aşk, imkansızı erkek bildim.

Kelimelerle dokundum dünyanın hallerine
Dokunulmazlığım kalktı
Kendi şiirimde kendi Divan'ımdan
Sürüldüm
Git gide Fuzuli'nin
Yaşına geldiğimde.

Halk türkülerinin serçeli kafiyeleri
Gibi uçuşu kolay ve çabuk akla gelmez
Engelleri aşk için yapılan bütün benzetmelerin
Sırasını sektiren olayların gidişi
Yılları saymadan Karacaoglan'ın, Baki'nin yaşına geldim.

Görmenin gevşeyen bilgisi
Yaş aldıkça tutunduğum diri şaşkınlık
Başkasına doğru çözülüyor tenimdeki kelepçe
Zaman benim için de ileri gittikçe
Dönüp bakmaların tarihinden
Geri saydım kendimi sana geldim
Onca aşk içinden geçtim de
Kimsenin yaşına değmedim.

Kimsenin yaşına değmeden
Daha anısı kurumayan
Dünlerim bitmediğinde
Hayatın rüya dilini bile öğrenemeden
Hayatta kaldım
Onca felaketten
Şimdi buradayım
El ver yanına geleyim bunca aradığım,
Babam ol, oğlum ol,
Kardeşim, yoldaşım, arkadaşım ol,
Ben sevgilim gibi seveyim
Benim yaşıma geldiğinde.

Bildiklerim kadar unuttuklarımla da seni büyüteyim.

Biliyorum, yenilenenler geçmişe kadar kaçar birinde
Haritamı kaybettim ey Piri Reis!
Çinisi soldu maviliğimin
Nice Osmanlı şiirinde
Odalardan odalara
Azala çoğala
Yaşadım da
Fatih'in kokladığı karanfili
Denize bakan bir şiirde düşürdüm.

Rüyasında koklanmış karanfilini Fatih'in
Alınmış İstanbul'da düşürdüm
İçim başka yere sürüldü
Tarih alındı benden
Günümün acı ışığına kaldım yeniden

Bir sikkenin ilk basıldığı günü hatırlıyorum
Suç ışımasında ortak belleğin altın
Kaynağına indiğim suya düşürdüm
Kendi yaşıma geldiğimde

İlk şiirimi üzerine kazdım ben
Ben kendimi ilk şiirimde düşürdüm
Çok alındım kendimden.


Murathan Mungan

13 Eylül 2014 Cumartesi

Deniz Kasidesi

Deniz kuşatır burada adayı.
Ama ne deniz?
Coşkundur hep.
Evet der önce,
sonra hayır,
sonra hayır yeniden,
ve hayır der.
Evet der
mavide,
püskürtüsünde denizin.
Öfkeyle
hayır der
ve hayır yeniden.
Sakin olamaz deniz.
Kekeler:
benim adım deniz der.

İnandıramazsa kayalıkları
yapıştırır tokatlarını
öpücüklerle çarpar, ıslatır ve yumuşatır.
Yedi yeşil köpeğin
ya da yedi yeşil kaplanın
ya da yedi yeşil denizin
yedi yeşil diliyle,
vurur göğsüne,
heceleyerek adını.

Ey deniz,
budur senin adın.
Ey okyanus yoldaş,
ne zamanını tüket
ne de suyunu.
Öfkeleneceğine
yardım et bize.
Bizler sıska balıkçılarız.
Kıyının aç ve üşümüş adamlarıyız.
Ve sen bize düşmansın.
Öyle hiddetli vurma.
Öyle yüksek sesle bağırma.
Aç yeşil sandıklarını,
gümüş armağanlar koy ellerimize.
Ver bize bugün
gündelik balığımızı.

Gümüş, cam veya aydan yapılsın,
burada her bir evde istenen balıktır.
Zavallılar için doğmuştur balık dünya mutfaklarına.
Dalgalarının altındaki ıslak soğuk aydınlıkta
tutma balıkları ey cimri deniz.
Bırak balıkları ellerimizin yanına.
Bırak balıklarını
ve bir gün bitirmek için dünyasal yoksulluğu
yardım et bize ey okyanus,
ey yeşil ve derin baba.

Bize sonsuz buğdaylarını ve boğanı ver,
metallerini, ıslak görkemini ve dolu yemişlerini ver,
hayatların hasadı için izin ver bize.

Baba deniz, zaten biliyoruz kendine verdiğin adı.
Tüm martılar dağıtır kumlarda adını:
şimdi, iyi davran bize.
Savurma yeleni, korkutma kimseyi.
Kırma güzelim takma dişini göğü ısıracağım diye.

Şanlı tarihini bırak şimdi bir kenara.
Her bir erkek için, her bir çocuk için, her bir kadın için
ver bize gündelik balığımızı.
Küçük ya da büyük
gönlünden ne koparsa artık.

Tüm dünya caddelerinde
tuzlu balık dağıtmak için
seslen.
Yoksullar seni duysun diye
seslen.
Seni duyanlar
belirsin hele maden ağzında:
'Koca deniz balık dağıtır bizlere”
desinler hele.

Ve sonra zamana gülümseyerek
karanlığın altına dönecek onlar.
Ve caddeler ve ormanlar
şeneltilecek gülümseyen insanlarla.
Kuşanacak dünya mavi bir giysiyi.

Ama bir itirazın varsa,
pek niyetli değilsen böyle yapmaya
bekle o zaman bizi.
Düşünüp düzene koyalım
bütün önemli işlerimizi hele.

Alazlı bıçaklarla keseceğiz dalgalarını.
İçine dalacağız senin.
Elektrikli bir atın üstünde
köpüğünde zıplayacağız.
Bağırsakların dibini oyarak çökerteceğiz seni.

Atomik bir iplik tutacak senin belini.
Bahçende çimento ve çelik bitkileri ekeceğiz.
Bağlayacağız ayaklarını ve ellerini.
İnsanlar sana tükürerek yürüyecek
evcilleştirecek senin ruhunu.
Büyük sorunumuzu aşama aşama çözeceğiz.

Seni zorlayacağız deniz.
Dünyayız bizler.
Mucizeler yapmaya zorlayacağız seni.
Kavgamız için, kendimiz için
balık olacak, ekmek olacak ve mucize olacak.


Pablo Neruda

12 Eylül 2014 Cuma

Deniz Kızı İle Sarhoşların Masalı

Bütün herifler içerdeydi
girdiğinde o çırılçıplak
herifler içiyordu, ona tükürmeye
başladılar
daha yeni çıkmıştı nehirden, birşey
anlamıyordu
yolunu yitirmiş bir deniz kızıydı
küfürler aktı parıldayan teninde
açık saçık sözler yağdılar altın
memelerine
ağlamadı çünkü bilmiyordu ağlamayı
çıplaktı çünkü bilmiyordu giysileri
dağladılar gövdesini sigaralar, yanık
mantarlarla
yuvarladılar meyhanede kahkahalar
atarak
konuşmadı çünkü bilmiyordu
konuşmayı
uzak bir aşkın rengindeydi gözleri
kolları ikiz safirlerdi
dudakları titriyordu mercan ışığında
sonunda çekip gitti kapıdan
güçbela girdiği nehirde tertemiz oldu
yağmurda beyaz bir taş gibi pırıl pırıl yine
yüzdü bakmadan arkasına
yüzdü hiçliğe, yüzdü ölüme.


Pablo Neruda

11 Eylül 2014 Perşembe

Deniz Kızlarının Gözyaşlarını

Deniz kızlarının gözyaşlarını
kehribarın barındırdığı doğru mudur?

Kuştan kuşa uçan
bir çiçeğin adı ne olsa gerek?

Asla olmasın daha iyi değil midir geç olmasından?

Ve niçin karar verdi peynir
Fransa’da büyük işler yapmaya?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

10 Eylül 2014 Çarşamba

Deniz ve Yaseminler

Senin küçük elinden filizlendi daha önce
kendi özlerini
coğrafyanın hayretine dağıtan
varlıklar.
Böylelikle dönüştü Camõens
her daim çiçeklenen
bir yasemin dalına.
Soyunu alazlandırdı o ruh
berrak üzümlü
bir asma bahçesi gibi.
Guerra Junquerio’nun boyun eğmez
özgürlükten oluşan gövdesi
düştü dalgalarda,
şarkısında sürüklemişti deniz kendisiyle,
ve diğerleri çoğalttı
gül çalılarından ve salkımlardan ışıltını
sanki senin dar ülkenden
bütün dünya için
tohum eken
büyük eller filizlendi.

Fakat gene de
gömdü zaman seni.
Papaz gibi toz,
yığılmış Coimbra’da,
düşmüş yüzünün
okyanussu portakalına
ve örtmüş belinin ışıltısını.


Pablo Neruda
Üzümler ve Rüzgâr
1954

Denize Düşen Saat

Ne de kasvetli bir ışık var havada
ve ansızın sarılaşan ne çok boyut,
çünkü düşmüyor rüzgâr
ve soluk almıyor yapraklar.

Denizde tutuklu kalmış bir pazardır,
batmış bir gemi gibi bir gün,
pulun saldırdığı bir damla zaman
zalimce kuşanmış o saydam nemde.

Kapalı gözlerimizle ağlarken, koklamak istediğimiz
bir giyside ciddice yığılmış aylar vardır,
ve yeşille dinlenen suyun
basit kör bir işaretinde yıllar vardır, ne parmakların
ne de ışığın tutuklu kılabildiği çağlar vardır,
parçalanmış bir yelpazeden daha pahalı,
mezardan çıkarılmış bir ayaktan daha da sessiz,
balıkların geçip gittiği hüzünlü bir mezarda
o çözünmüş günlerin düğün zamanı vardır.

Düşüyor sonsuzca zamanın yaprakları
gökyüzüne benzeyen uçucu şemsiyeler gibi,
etrafımda büyüyor neredeyse
kimsenin görmediği bir çan gibi,
su altında kalmış bir gül, bir denizanası, uzun
ve çatlamış bir yürek atışı:
fakat bu değil, ancak hissediyor ve yıpranıyor,
sessiz ve kuşsuz şaşkın bir iz,
rayihadan ve zürriyetten bir soluk.

Tarlada yosuna yayılmış ve elektrikli biçimiyle
bir kalçaya çarpan saat,
koşuyor gevşekçe ve yaralanmış o dalgalanıp duran
korkunç suyun altında, içsel bir dalgayla titreyen.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

9 Eylül 2014 Salı

Denizin İşçileri

Valparaiso'da davet etti beni
denizin işçileri: ufak tefek ve haşindiler,
ve onların kavrulmuş yüzleri
Pasifik Okyanusu'nun coğrafyası gibiydi: kocaman suların
derininde bir girdaptılar onlar, bir dalganın kası,
fırtınada deniz kanatlarından bir sürüydü onlar.
Onları yoksul küçük tanrılar olarak görmek güzeldi
yarı çıplak, yetersiz beslenmiş; güzeldi
görmek onları kavgada ve hızla yürürken
yandaki okyanusun insanlarıyla,
başka sefil limanların erkekleriyle,
ve güzeldi işitmek onları,
aynı dili konuşuyordu hepsi de, İspanyollar ile Çinliler
Baltimore'de ve Kronstadt'da konuşulan dili.
Ve Enternasyonal'i söylediklerinde ezgiledim içimden:
yüreğimden kopan bir ilahiyi,
'Kardeşler' diye seslenmek istedim onlara,
ama şarkıya dönüşen tek bir şefkat vardı bende
onların şarkısıyla ağzımdan denize ulaşan.
Beni kendilerine eşit saydılar, güç dolu bakışlarıyla
kucakladılar beni,
tek bir sözcük söylemeden baktılar bana ve şarkı söylediler.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

8 Eylül 2014 Pazartesi

Denizin O Gürleyen Kahkahasında

Denizin o gürleyen kahkahasında
bir tehlike hissetmiyor musun?

Gelinciğin kanayan ipeğinde
bir tehdit görmüyor musun?

Elma ağacının sadece elmanın içinde
ölmek için çiçeklendiğini görmüyor musun?

Unutuşun şişeleriyle birlikte
ağlamıyor musun kahkahayla kuşatıldığında?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

6 Eylül 2014 Cumartesi

Denizkızıyla Sarhoşların Masalı

Bütün o adamlar oradaydı
büsbütün çıplak girdiğinde içeri o.
Sarhoştu adamlar ve tükürdüler ona.
Irmaktan yeni gelmiş, yolunu yitirmiş
o denizkızı bir şey anlamadı.
Sataşmalar aktı parıldayan teninde.
Altın memeleri sırılsıklam oldu çirkeflikten.
Yabancıydı göz yaşlarına, ağlamadı.
Yabancıydı giysilere, giyinmedi.
Dağladılar onu izmaritlerle ve yanmış tıpalarla,
ve yuvarlandı meyhanenin tabanında kahkahaları.
Konuşmadı, yabancıydı konuşmaya.
Gözleri uzak bir aşkın rengiydi,
kolları topaz gibiydi.
Mercan ışıkla kıpırdadı dudakları,
ve en sonunda çıktı gitti kapıdan.
Arındı girer girmez ırmağa,
yağmurda beyaz bir taş gibi pırıl pırıldı,
ve bakmadan geriye, yüzdü bir defa daha,
hiçliğe doğru, ölümüne doğru.


Pablo Neruda
Estravagario

5 Eylül 2014 Cuma

Deprem

Uyandım düşlerin toprağı yittiğinde
altında yatağımın.
Külden kör bir sütun gerindi
gecenin ortasında,
soruyorum sana: öldüm mü ben?
Uzat ellerini bana gezegen çatlaklarının ortasından,
menekşe gökyüzünün yara izi bin parçaya bölünürken.
Ah! Fakat anımsıyorum, neredeler? Neredeler?
Neden cızırdıyor ölümle püre yapılmış toprak?
Ey süpürülmüş evlerin altındaki katılaşmış maskeler,
korkuya asla ulaşmamış gülüş, direklerin altında
ezilmiş yaratıklar, gecenin örttüğü.

Ve bugün ışıklanıyorsun, ey mavi gün, harabelerden
sönmüş denizinin üzerinde
bir altın salıntı gibi balo için süslenmişsin, alazlanıyorsun,
ararken gömülmemiş olanın aranan yüzünü.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Devlet Sahipleri

Trujillo, Somoza, Carías,
bugüne kadar, bu acı
Eylül ayına kadar
yıl 1948,
Paraguay’da
Moriñigo (ya da Natalicio) ile birlikte,
tarihimizin en aç gözlü sırtlanlarıyla,
kemiriyorlar onca kan ve ateşle
fethedilmiş bayrakları,
zenginlikleriyle kirletiyorlar kendilerini
bu cehennem hırsızları,
satraplar, binlerce kez satılmışlar,
ve satıyorlar kendilerini, örnek alarak
New York’taki çakalları.
Aç dolar makineleri,
kuşatılmış acı dolu halk kurbanlarıyla,
fahişe pazarlıkçıları
ekmeğin ve Amerikan havasının,
çamurdan tabutlar, cellatlar, kerhane işleten
sarı sendikacıların kliği,
işkenceden ve halkı acı çektirerek öldüren açlıktan
başka yasayı tanımayanlar.

Kolombiya Üniversitesi’nin
fahri doktorları,
çenelerinin ve bıçağın üzerinden
savrulan cüppeleriyle, zalim
davar sürüsü Waldorf Astoria’dan
ve tutuklanmışın sonsuz
yaşının çürüyüp gittiği
lanetlenmiş odalardan.

Küçük akbabalar kabul etti
izleyici olarak Mister Truman,
saatler takılı, “Loyalty”lerle süslenmiş,
ülkenin kan emicileri, bunlardan daha kötü
ancak tek bir şey vardır, sadece tek bir şey,
ve o benim ülkeme bir gün
bir felaket olarak verildi halkıma.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Notlar:
Rafael Leonidas Trujillo, 1930-61 arasında yaşamış, Dominik Cumhuriyeti’nin Başkanı idi. Metresini görmeye giderken, bir suikastla öldürülmüştü.
Anastasio Somoza, 1933’den öldürüldüğü tarih yıl olan 1956’ya kadar Nikaragua’nın Başkanı olan diktatör.
Tiburcio Carías Andino, 1932-49 yılları arasında Honduras Başkanı idi.
Hinigio Moriñigo, 1941-48 yılları arasında Paraguay Başkanı idi.
Waldorf Astoria, New York’ta bulunan lüks bir otel.
Harry S. Truman, 1884-1972 yılları arasında yaşamış, 1945-53 yılları arasında ABD’nin 33. Başkanı olan kişi.
Loyalty: Bağlılık nişanı.

4 Eylül 2014 Perşembe

Diego Muñoz

Öyle görünse de kendimizi savunmadık sadece,
fırtınalı kağıtlara yayılan fikirler ve işaretlerle,
fakat bir kumandan gibi kendimize yol yardık
o kötücül cadde arasından
ve daha sonra kaldırdık akordeon seslerine
sularla ve palamarla dolu yüreği.

Ey denizci, limanlarından, Guayaquil’den,
zaten getirmiştin tozlanmış meyvelerin kokusunu,
ve çelikten bir güneş bütün dünyadan
utkulu kılıcını akıtmana izin veren.
Anayurdun kömürü üzerinde doğuyor bugün
bir saat - acılar ve aşk – bölüştüğümüz,
ve denizden yükseliyor sesinin üzerine
dünyanın ötelerini kucaklayan kardeşlik ipi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

3 Eylül 2014 Çarşamba

Diktatörler

Bir koku kaldı geriye şekerkamışı tarlalarında:
bedenden ve kandan bir karışım, iç bayıltıcı
iğrenç bir taç yaprağı gibi.
Hindistan cevizi ağaçları arasında doldu mezarlar
ezilmiş kemiklerle ve dilsizleştirilmiş can çekişle.
Nazik satrap konuşuyor
kupalar, yakalıklar ve altın zincirlerle.
Bu küçük saray ışıldıyor bir saat gibi
ve gür, eldivenli kahkahalar
dolduruyorlar koridorları
ve birleşiyorlar ölü seslerle
ve o mavi, o yeni gömülmüş ağızlarla.
Filizini toprağa durmaksızın sunan
ve büyük kör yaprağını karanlıkta da büyümeye zorlayan
bir bitki gibi saklandı ağlayış.
Azar azar büyüdü nefret,
yumruk yumruk, bataklığın acımasız suyunda,
çamur ve sessizlikle örtülü bir domuz burnuyla birlikte.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

2 Eylül 2014 Salı

Dilenciler

Katedrallere yaslanmış, bağlanmış
duvara, sürüklüyorlar
ayaklarını, bohçalarını, siyah bakışlarını,
soluk benizli, gotik çatı canavarları,
onların basit yemek çıkınları,
ve oradan, taşın
sert dindarlığından
caddelerin biteyine dönüştü, yasal
vebaların dolanan çiçekleri.

Parkın kendi dilencileri var
işkence edilmiş dalları
ve kökleriyle kendi ağaçları gibi:
bahçenin en dibinde yaşıyor köle,
bir insanın sonu gibi dönüşmüş pisliğe,
kirli simetrisiyle kabullenmiş,
alesta süpürgesine ölümün.

Gömüyor onu merhamet
cüzzamlı toprağındaki deliğine onun:
benim günlerimin insanı için örneğin hizmet ediyor.
Öğrenmeli ayaklarıyla çiğnemeyi ve boğmayı
soyunu hor görmelerin bataklığında,
ki basmalı ayakkabılarıyla yenilenlerin
üniformasını giyenin alnına,
ya da en azından anlamalı
doğanın ürünleri arasında onu.
Amerikan dilenciler, 1948 yılının
oğulları, katedrallerin
torunları, saygı göstermiyorum sana,
antik fildişiyle ve kral sakalıyla
süslemek istemiyorum senin tanımlanmış olan figürünü
böyle haklı çıkarıyorlardı seni kitaplarda,
seni bir umutla yok etmek istiyorum:
benim örgütlenmiş sevdama girmeyeceksin,
cesetlerinle girmeyeceksin göğsümden içeri,
aşağılanmış figürün püskürtüldüğünde
onlarla yaratılmıştın sen,
senin balçığını topraktan ayırmak istiyorum
metaller seni inşa edene
ve sen kendini gösterene dek, bir kılıç gibi ışıltılı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

1 Eylül 2014 Pazartesi

Dillerinin Nasıl Çevrileceği Hakkında

Dillerinin nasıl çevrileceği hakkında
nasıl hemfikir olmalı kuşlarla?

Nasıl demeliyim kaplumbağaya,
yavaşlıkta onu geçtiğimi?

Nasıl sormalı pireye
yüksek atlamadaki derecesini?

Ve güzel kokuları için
nasıl teşekkür etmeli karanfillere?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Yaz Bitti

yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye

ve sonra hiç bir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime

orda, burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz
kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri

yatıştırıcı rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne dinginlik adını verir
"seni iyi gördüm" diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki..

köşe başları, akşamüstleri, kokular,
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anıların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler, serin, hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi...


Murathan Mungan

Yılan Yastığı

Yolcu bir mağaraya uğrar
Ve olaylar başlar

Kuzey ışığı, doğu rüzgarı
Güney denizleri
Günbatımı
Yasemin, zakkum, kara manolya
Başımızı koyduğumuz yılan yastığı
Efsane, zehirden sonra başlıyor

Ey içinden geçtiğim ateş
Yıkandığım su
İncinmiş sisler içinde kalbimin doğuşu
Bakımsız yüzyıllardan sonra
On binlerin dönüşünü akan
Geri çağrılmış ırmaklar
Hergün gizleriyle bakıştığımız eski uygarlıklar
Kadar yabancı
Gündeliğin karanlık uğultusu
Efsanesi içimizi yakan
Yılan yastığı
Güneşin akşam dualarını söylediği mezralarda
Herşey dünyanın yaradılışına benziyor
Doğu rüzgarları ağzında zehirli yaprakları
Esiyor esiyor

Mağarada ejderha uyanıyor
Yedi uyku uyumuş yolcu
Yılan yastığı terliyor


Murathan Mungan

29 Ağustos 2014 Cuma

Başkalarının Gecesi

Görünmeyeni görmenin azabı
İçimizde durmadan ödediğimiz
ne ruhumun ay ışığı
ne yırtıcı hayvanlarla güreşen
yorgun bedenim
ihtiyar atlar gibi kapandım içime
yasını tutuyorum sonsuz bir kehanetin

Görünmeyeni görmenin azabı
Çılgınlar otu ağzımda
Kırların yırtığına takılmış karaca
Sıvası dökülmüş duvarlardaki
Donmuş halı zamanı

Çılgınlıklar otu ağzımda
Değişik kalibreli intiharlar denedim
Dipteki arayış boş kovan
Başkalarının gecesi bitmedi daha
 
 
Murathan Mungan

28 Ağustos 2014 Perşembe

Bu Ne Biçim Hayat

Bu ne biçim Postacı
Üç defa çalıyor kapıyı
Bu ne biçim kel
Hem merhemi var
Hem sürmüyor başına
Bu ne biçim biçimler
İstediğiniz kadar çoğaltılabilir
Memleket çok müsait buna
Örneğin yeni bir komşu taşındı karşıya
Bir baktım Fahriye Abla!
Kırk yıllık bir rötar yapmış
Erzincan Treni
Ben gelmişim şu yaşıma
O ise şiirdeki yaşından gün almamış daha
Benimki ne biçim hayat
Uymuyor ne gördüklerime
ne duyduklarıma
ne okuduklarıma
Ben ne biçim benim
Ne kendime benziyorum
Ne başkalarına


Murathan Mungan
Mürekkep Balığı
23 Haziran 1991, Ludwigshafen

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Bis

Maske ölmek isteğidir sevgilim
takma yüzlerle yaşamak kendi tarihimizi
büyük kopmalar gerekiyor büyük hayatlar için
Kötülük her çağda din değiştiriyor
unutmanın borçları ödeniyor
ruhun imkanları adına
Kundakçı laser yakıyor jeneriği
Şairler gibi sözcüklere tapıyoruz bu dilsiz dünyada
anlam ve kelimelerin içinde bulunduğu koma
prova ediyor başka yüzyılların aynalarında
her kip kullanım hattında buruşuyor
aşk yoksa ölüm de yok
boşlukta kenetlenen ilk buluşma
çekimine girdiğimiz
tarihin parçalayamadığı çekirdek
Hiçbir oyun sonuna kadar masum kalmaz
bunce reel yaşanırken cinnetin enkazı
Metropoller hem İhtilal hem Devlet
el değmeden ayıklanmış ruhun bütün kanalları yayına hazır
oysa dehşet yatıyor derinliklerimizde
dans bittiğinde birimiz ölecek
Gümüş Kurşun hangisine sıkılmalı?
geniş tut bu dansın adımlarını
içimdeki demir kelebek
başkalarının gözlerini kamaştıran
savaş boyalarıdır imgenin dolaşımında
bulmaca kayıtlarına Siyah Kare
hikayeler kendi yasalarının içinden geçtikçe
kramp içindesiniz
yaygın vahşet günlük ölüm over dose
 
 
Murathan Mungan