Şiir, Sadece: Sibirya Ekspresi ve Fransalı Küçük Jeanne İçin Düz Yazı
Sibirya Ekspresi ve Fransalı Küçük Jeanne İçin Düz Yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sibirya Ekspresi ve Fransalı Küçük Jeanne İçin Düz Yazı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2016 Pazartesi

Sibirya Ekspresi ve Fransalı Küçük Jeanne İçin Düz Yazı

Daha ilk gençliğimi sürüyordum o zamanlar ben
On altısında var yoktum pek bir şey de anımsamıyordum nicedir
çocukluğumdaki günlerden
On altı bin konak uzaktaydım doğduğum yerden
Moskova'da bin üç çan ve yedi gar kentindeydim
Ama yedi garı da görmüyordu gözüm bin üç çanı da
İlk gençliğim o sıralar öyle coşkulu öyle delifışekti ki
Yüreğim ikide bir tutuşuyordu Efes tapınağı gibi ya da
Moskova'nın Kızıl Alan'ı gibi
Güneş batınca.
Ve eski yolları aydınlatıyordu gözlerim.
Çok da kötü ozandım daha
İşin sonuna dek varamıyordum.

Kremlin bir kocaman Tatar çöreği gibiydi
Altın kırıntılı
Apak katedrallerin büyük büyük bademleriyle
Ballı altınıyla çanların ...
Novgorod öyküsünü okuyordu bana yaşlı bir keşiş
Susuzdum
Ve çözmeye çalışıyordum köşemsi biçimleri
Derken, birdenbire, alanda güvercinleri havalanıyordu Kutsal
Ruh' un
Ellerim de havalanıyordu albatros gürültüleriyle
Ve bunlar aklımda kalan son izleriydi son günün
En son yolculuğun
Ve denizin

Çok kötü bir ozandım gene de.
İşin sonuna dek varamıyordum.
Açtım
Ve bütün günleri bütün kadınları kahvelerde bütün bardakları
Birer birer içip kırmak isterdim
Bütün vitrinleri de bütün sokakları da
Bütün evleri de bütün yaşamları da
Bozuk kaldırımlar üstünde fırıl fırıl dönen bütün araba
tekerleklerini de
Bir demir fırınına daldırmak isterdim
Ve bütün kemikleri un ufak etmek
Bütün dilleri koparmak
Ve beni çılgına döndüren giysileri altındaki bütün o büyük,
yadırgı, çıplak gövdeleri eritmek ...
Gelişini seziyordum Rus devriminin büyük, kızıl İsa'sının ...
Ve tıpkı kor gibi açılan
Pis bir yaraydı güneş.

Daha ilk gençliğimi sürüyordum o zamanlar ben
On altısında var yoktum hiçbir şey de anımsamıyordum nicedir
dünyaya gelişimden
Alevlerle beslenmek istediğim Moskova'daydım
Ama ne gözlerimi donatan garlar ne kuleler yetiyordu bana
Sibirya'da top gürlüyordu, savaş vardı
Açlık soğuk veba kolera vardı
Çamurlu suları milyonlarca cesedi sürüklemekteydi Amur'un.
Kalktığını görüyordum bütün son trenlerin bütün garlarda
Artık kimse yola çıkamıyordu çünkü bilet verilmiyordu kimseye
Giden askerlerse hep kalmak isterdi ...
Novgorod öyküsünü okuyordu bana yaşlı bir keşiş.

Ben, hiçbir yere gitmek istemeyen kötü ozan, her yere
gidebiliyordum gene de
Satıcıların bile oldukça parası vardı
Denemeye gitmek için zengin olmayı.
Trenleri sabahtan kalkıyordu her cuma günü.
Çok ölü var deniyordu.
Kimi guguklu Kara-Orman saatleri götürüyordu yüz sandık da
çalar saat
Kimi şapka kutulan, yuvaklar ve bir takım Sheffield açacağı
Kimi de konserve kutulan ve zeytinyağlı sardalyeler dolu Malmo
tabutları
Bir de çok kadın vardı
Kiralık bacak araları tabut olmaya da yarayabilen
Kadınlar
Hepsi de vesikalıydı
Çok ölü var deniyordu oralarda
İndirimli fiyatlarla yolculuk ediyorlardı
Hepsinin de hesabı carisi vardı bankada.

Derken, bir cuma sabahı, benim de geldi sıram
Aralık ayındaydık
Kharbine giden gezgin bir kuyumcuya eşlik etmek için yola
çıktım ben de
Ekspreste iki yerimiz otuz dört sandık da Pforzheim mücevherimiz
vardı
Alman işporta malı "Made in Germany"
Bana gıcır gıcır giysiler almıştı ve trene binerken, bir düğmemi
yitirmiştim
-Anımsıyorum, anımsıyorum, bunu sonra sık sık düşündüm- 
Sandıkların üzerinde yatıyordum bir de bana verdiği nikelajlı
brovnikle oynayabildiğim için diyecek yoktu keyfime.

Çok mutluydum hiçbir şeyi taktığım yoktu
Haydutluk oynadığımı sanıyordum
Golkonda gömüsünü çalmıştık da
Saklamaya gidiyorduk, Sibirya ekspresine sığınıp, yeryüzünün öte
yanında
Jules Verne'in cambazlarına saldırmış Ural hırsızlarından korumalıydım
bu hazineyi
Kunguzlardan, Çin boksörlerinden
Büyük Lama'nın kudurmuş küçük Moğollarından
Ali Baba ve kırk haramilerden
Adamlarından o korkunç Hasan Sabbah'ın
Daha çok da en yenilerden
Otel hırsızlarından
Uluslararası ekspreslerdeki uzmanlardan daha çok.

Ama gene de gene de
Bir çocuk gibi üzgündüm
Trenin salıntıları
Amerikalı ruh hekimlerinin ''iliksi demiryolu"
Kapıların gürültüsü donmuş raylar üstünde gıcırdayan dingillerin
sesi
Altın yolu geleceğimin
Tabancam piyano ve bitişik bölmede kağıt oynayanların sövüp
sayması
Jeanne'ın yanımda oluşu bu yaman durum
Aralıkta sinirli sinirli gezinen geçerken de bana bakan mavi
gözlüklü adam
Kadınların hışırtısı
Buharın ıslığı
Ve tekerleklerin sonugelmez gürültüsü gökteki yol çukurlarında
Camlar buz içinde
Yok doğa!
Ve geride Sibirya ovaları alçak gök ve bir inip bir çıkan
Taciturne'lerin koca koca gölgeleri
Yatmıştım rahatça
Alaca
Bir örtüye yaşamım gibi
Yaşamımsa tutmuyor bu damalı örtüden
Daha bir sıcak beni
Ve son hızıyla yol alan bir ekspresin yel siperliğinde belirmiş
bütün Avrupa
Daha zengin değil yaşamımdan
Zavallı yaşamımdan
Bu örtü
Altın dolu sandıkların üstünde taraz taraz
O kendileriyle yuvarlanıp gittiğim
Düş kurduğum
Sigara tüttürdüğüm sandıkların üstünde
Ve evrenin tek alevi
Zavallı bir düşünce ...

Yaşlar yükseliyor bağrımdan
Sevgi'yi, sevgilimi düşünsem;
Öyle solgun, lekesiz, bir genelevin dibinde
Bulduğum bir çocuktur o daha.

Bir çocuktur o daha sarışın, güleç, üzgün,
Gülümsemez hiç, ağlamak nedir bilmez;
Ama gözlerinin dibinde, dalmanıza ses çıkarmazsa,
Görürsünüz bir tatlı, gümüş zambağın, ozan çiçeğinin titrediğini.

Tatlıdır, dilsizdir, hiç de gücenmez, yalnız
Uzun uzun ürperir yaklaşırsanız;
Bense yanına gelsem şurdan hurdan, eğlenceden,
Bir adım atar da gözlerini kapatır - bir adım daha.
Çünkü sevgilimdir o benim, öbür kadınlarsa
Büyük, alev gövdelerin üstünde altın giysilerdir olsa olsa,
Zavallı sevgilimse yapyalnız,
Çırılçıplak, yok gövdesi - yoksul mu yoksul.

Tertemiz bir çiçektir, incecik,
Ozanın çiçeği, bir zavallı, gümüş zambak,
Çok yalnızdır, çok üşümüştür, bir de solmuştur ki şimdi
Gözlerime yaş dolar halini düşünsem.

Ve geçmiş yüz binlerce gecenin bir eşidir bu gece karanlıkta bir
tren süzülüp gitti mi
- Kuyrukluyıldızlar düşüyor-
Ve kadınla erkek hem de genç, sevişerek eğlenirlerken.

Yırtık çadırına benziyor gök küçük bir balıkçı köyündeki yoksul
bir sirkin
Flandre'da
İsli bir lambadır güneş
Ve bir trapezin tam tepesinde ay yerine durur bir kadın.

Klarnet trombop. keskin bir flüt ve besbeter bir davul
Ve işte beşiğim
Beşiğim
Hep yanında dururdu piyanonun annem Madame Bovary gibi
Beethoven'in sanatlarını çalarken
Çocukluğumu Babil'in asma bahçelerinde
Ve okuldan kaçıp garlarda, kalkmak üzere olan trenlerin önünde
geçirdim
Derken, bütün trenleri ardımsıra koşturdum
Bale-Tombuktu
Auteil'deki Longchamp'taki at yarışlarında da oynadım
Paris-New York
Derken, bütün trenleri bütün yaşamımca koşturdum
Madrid-Stockholm
Tutuştuğum bütün bahisleri yitirdim
Kala kala bir Patagonya kaldı, Patagonya, sonsuz üzüntüme
yaraşan Patagonya ve bir yolculuk Güney denizlerinde
Yoldayım
Her zaman yoldaydım
Yoldayım Fransa'nın küçük Jehanne'ayla
Tren kötü bir sıçrayıp düşüyor bütün tekerlekleri üstüne
Tren düşüyor tekerlekleri üstüne
Tren boyuna düşüyor bütün tekerlekleri üstüne

"Söyle, Blaise, uzak mıyız çok Montmartre'dan?"

Kaygıları unut
Kaygıları
Yol boyunca hep çarpık çatlamış garlar
Asılıp kaldıkları telgraf telleri
Kıpraşarak kaşını gözünü oynatan ve onları boğazlayan direkler
Acımasız bir elin canını yaktığı bir armonika gibi toplanıp açılıp
toplanıyor yeryüzü
Gök yırtıklarında kudurmuş lokomotifler
Kaçışıyor yer yer
Ve çukurlarda
Başdöndürücü tekerlekler ağızlar sesler
Ve ardımızdan havlayan felaket köpekleri
Şeytanlar boşanmış zincirlerinden
O demir hurdaları
Bozukdüzen bir uyum her şey
"Tıkır-tukur-tıkır"ı tekerleklerin
Çarpmalar
Sıçramalar
Bir fırtınayız şimdi bir sağırın kafatasında. ..

"Söyle, Blaise, uzak mıyız çok Montmartre'dan?"

Evet dedik ya canım, sinirlendirme beni, biliyorsun, çok uzaktayız
Lokomotifin içinde böğürüyor cehenneme dönmüş çılgınlık
Kızgın korlar gibi dikiliyor yolumuzda veba kolera
Kıyasıya savaşta gözden yitiyoruz bir tünelin içinde
Bozguna uğramış bulutlara sataşıyor açlık, orospu
Ve kokuşmuş ölü yığınlarında savaşların dışkısı
Bak onlara, bak da yap yapacağını...

"Söyle, Blaise, uzak mıyız çok Montmartre'dan?"

Uzaktayız, evet, uzaktayız
Bu çölde geberdi bütün uğursuzlar
Bu uyuz sürünün çıngıraklarını dinle Tomsk
Çeliyabinsk Kainsk Obi Tayşet Verkne-Udinsk Kurgan Şamara
Pensa Tulum
Mançurya'da ölüm
Tek varacak yerimiz son inimizdir
Korkunçtur bu yolculuk
Dün sabah
Apak kesilmişti saçları İvan Uliç'in
Ve Kol ya Nikolay İvanoviç tırnaklarını kemiriyor on beş gündür ...
Onlara bak Açlık Ölüm bak da yap yapacağını
Yüz kuruşa patlar bu, yüz rubleye patlar Sibirya ekspresinde
Kanapelere coşku sal masanın altında kıpkırmızı ol
Piyanodadır şeytan
Boğum boğum parmakları bütün kadınları kışkırtır
Doğayı da
Orospuları da
Yap yapacağını
Kharbin'e dek ..

"Söyle, Blaise, uzak mıyız çok Montmarte'dan ?"

Sıktın be ... defol git be ... rahat bırak beni be
Köşeli köşeli kalçaların var
Ekşi ekşi kokuyor karnın, belsoğukluğun da cabası
Paris'in koyduğu budur içine
Biraz da ruhtur bu .. çünkü mutsuzsun
Acıdım acıdım gel bana gel bağrıma
İrem ülkesinde yel değirmenleridir bu tekerlekler
Yel değirmenleriyse koltuk değnekleridir bir dilencinin
döndürdüğü
Bizler uzaklıkların kötürümleriyiz
Sürükleniyoruz üstünde dört yaramızın
Kanatlarımızı kemirdiler
Yedi günahımızın kanatlarını
Ve şeytanın hacıyatmazlarıdır bütün trenler
Kümesi
Çağdaş yaşam
Hız onu geçemez ama,
Çağdaş yaşam
Uzaktakiler uzaktır çok
Ve yolculuğun sonunda bir erkek yanında da bir kadın olmak
korkunçtur korkunç ...

"Söyle, Blaise, uzak mıyız çok Montmarte'dan?"

Acıdım acıdım gel bana doğru gel sana bir öykü anlatacağım
Gel yatağıma
Gel yüreğimin üstüne
Gel sana bir öykü anlatacağım ...

Gel! N'olur gel!

Ficilerde sonrasız ilkyaz sürmede
Tembellik
Aşk çiftleri kendinden geçiriyor yüksek otların içinde ve fırengi
sımsıcak geziniyor muzlar altında
Büyük Okyanus'un yitik adalarına gel!
Markiz'dir adları, Feniks'tir
Cava'dır, Borneo'dur
Kedi biçiminde Seleb'dir.

Japonya'ya gidemeyiz pek
Meksika'ya gel!
Yüksek yaylalarında lale ağaçları çiçeklenir
Güneşin saçıdır dokunaçlı sarmaşıklar
Bir ressamın paletiyle fırçaları dense yeridir
Gonglar gibi sersemletici renkler,
Ordaydı Rousseau
Orda şaşkına çevirdi yaşamını
Kuşlar ülkesidir orası
Cennetkuşu, alaycı kuş,
Lirkuşu, tukan
Ve kara zambakların içlerinde barınan sinekkuşu
Gel.
Görkemli yıkıntıları içinde sevişiriz bir Aztek tapınağının
Benim putum olursun sen
Alacalı çocuksu biraz çirkin ve pek padırgı bir put
N'olur gel!

İstersen uçakla gideriz, bin göller ülkesinin üzerinden uçarız,
Geceler öyle uzundur ki sığmaz ölçüye orada
Motorumdan korkar tarih öncesi ata
İnerim
İnerim de bir hangar yaparım uçağıma taşıllaşmış kemikleriyle
mamutların
İlkel ateş zavallı sevgimizi ısıtır gene
O semaveri
Ne güzel sevişiriz kutbun yanında
N'olur gel!

Jeanne Jeannette Ninette'ciğim nonoşum
Meleğim minnacık pıtırcık Peru'm benim
Tonton
Bebeğim bir tanem
Cicim çıtı pıtım
Canımın içi
Agucuk küçücük kuzucuk
Nazlıcık şeytancık
Gıdı gıdı
Ce-eee
Uyuyor.

Uyuyor
Yeryüzünün bütün saatlerinden bir tekine bile kanmadı
Şöyle bir görülmüş bütün yüzlere garlarda
Bütün duvar saatlerine
Paris saatine Berlin saatine Sen-Petersburg saatine ve bütün gar
saatlerine
Topçu erinin kanlı yüzüne Ufa'da
Grodno'nun aptalca aydınlık saat kadranına
Ve durmadan ilerleyişine trenin
Ayarlanıyor saatler her sabah
Tren ilerliyor güneş gecikiyor
Sürüp gidiyor bu böyle, çan sesleri duyuyorum
Notre-Dame'ın kocaman çanını
Barthelemy'yi bildiren ekşimtrak çanını Louvre'un
Bruges-la-Morte'un paslı çan seslerini
Elektrik zillerini New York kitaplığının
Venedik kampanalarını
Ve Moskova çanlarını, bir yazıhanedeyken bana saat başlarını
vurup
Anılarımı vurup bildiren Kızıl Kapı'daki saati
Gümbürdüyor dönen levhaların üstünde tren
Tren kayar gibi gidiyor
Bir çigan marşını cızırdatıyor bir gramofon
Ve yeryüzü, Prag'daki Yahudi mahallesinin saati gibi tersine
dönüyor delicesine.

Rüzgar gülünün yaprakları kopuyor
Zincirlerinden boşanmış fırtınalar gürlüyor işte
Trenler karmakarışık ağlar üstünde kasırgalar gibi akıp gidiyor
O şeytansı hacıyatmazlar
Hiç karşılaşmayan trenler var birbirleriyle
Kimisi de yolda yitip gidiyor
Satranç oynuyor gar şefleri
Tavla
Bilardo
Karambol
Parabol
Demiryolu yeni bir geometridir
Siraküza
Arşimed
Arşimed'i boğazlayan askerler
Ve kadırgalar
Ve gemiler
Ve olağanüstü silahlar onun bulduğu
Ve bütün kıyımlar
Eski çağ
Yeni çağ
Kasırgalar
Gemi batışları
Titanik'in bir gazetede okuduğum batışı da
Dizelerimde geliştiremediğim nice imge-çağrışımlar
Çok kötü bir ozanım gene de çünkü
Evren beni aşıyor çünkü
Demiryolu kazalarına karşı sigortalanmayı hep savsakladım çünkü
Ve korkuyorum.

Korkuyorum
Varamıyorum işin sonuna dek
Dostum Chagall gibi ben de bir dizi çılgınlık tablosu yapabilirdim
Ne var ki hiç not almadım yolculuk boyunca
"Bağışlayın bilgisizliğimi
Bağışlayın eski dize oyunlarını bilmeyişimi de"
Dediği gibi Guillaume Apollinaire'in
Savaşı ilgilendiren her şey Kuropatkin'in "Anılar"ında
Ya da yavuzcasına resimlenmiş Japon gazetelerinde okunabilir
Neye yarar benim belge toplamam
Kapıp koyveriyorum kendimi
Belleğimin sıçrayışlarına ...

İrkutsk'tan kalkınca daha bir ağırlaştı yolculuk
Daha bir uzadı
Baykal gölünü dolanan ilk trendeydik
Lokomotifi bayraklarla yağ kandilleriyle donatmışlardı
Çar marşının üzücü sesleriyle çıkmıştık gardan.
Ressam olsaydım birçok san, birçok da kırmızı kullanmaya
kalkışırdım bu yolculuğun sonunda
Hepimizde bir parça delilik var sanıyordum çünkü
Ve bitmez bir taşkınlığın kan oturttuğunu sanıyordum kasılan
yüzlerine yol arkadaşlarımın
Yaklaşırken bir yangın gibi
Horuldayan Moğolistan'a.

Tren gidişini yavaşlatmıştı
Ve duyuyordum tekerleklerin o sürekli gıcırtısında
Çılgın sesleriyle hıçkırıklarını
Bir sonsuz duanın

Gördüm
Gördüm Uzakdoğu'dan gelen ve hayaletler gibi geçip giden kara
trenler sessiz trenler
Ve gözüm, arka feneri gibi o trenlerin arkasında koşuyor daha
Talga'da 100.000 yaralı can çekişiyordu bakımsızlıktan
Krasnoyarsk hastanelerini görmeye gittim
Ve Khilok'da upuzun bir çıldırmış askerler topluluğuyla karşılaştık
Orglar boşanır gibi kanayan yaralar açık yaralar gördüm hafif
yaralılar karantinasında
Ortalıkta kesik kollar bacaklar horan tepiyor ya da uçuyordu
bir boğuntu havasında
Yangın bütün yüzlerde bütün yüreklerdeydi
Trampet çalıyordu bütün camlarda aptal parmaklar
Çıbanlar gibi patlıyordu bakışlar baskısı altında korkunun
Ve gördüm
Gördüm kudurmuş ufukların çılgın kovalayışından var güçleriyle
kaçan 60 lokomotifli trenlerin ve umutsuzca arkalarından
gelen karga sürülerinin
Gözden yittiğini
Port-Arthur yönünde.

Çita'da soluklandık birkaç gün
Beş gün durduk yol kapalı diye
Tek kızını benimle evlendirmek isteyen Bay İankeleviç'in evinde
geçirdik bu beş günü
Sonra tren yeniden yola çıktı.
Şimdi piyanonun başına geçen bendim ve dişlerim ağrıyordu
İstedim mi gözümün önüne getiriyorum o durgun, o sessiz odayı
babanın dükkanını ve akşam üzerleri yatağıma gelen kızın
gözlerini
Musorski'yi
Lidlerini Hugo Wolf un
Gobi kumlarını
Ak develerden bir kervanı Kaylar'da
500 kilometre boyunca sarhoştum
Ama piyanodaydım bütün gördüğüm de buydu
Gözlerini kapatmalı insan yolculuk ederken
Uyumalı
Öyle isterdim ki uyumayı
Her ülkeyi kokusundan gözüm kapalı tanıyordum
Bütün trenleri çıkardıkları gürültüden tanıyordum
Avrupa trenleri dört zamanlıdır Asya trenleriyse beş ya da yedi
zamanlı
Öteki trenler sessiz giderler tıpkı beşik gibidirler
İçlerinde tekerlek sesleri bana Maeterlinck'in ağır düzyasını
anımsatanlar da vardır
Çözdüm tekerleklerin bütün karışık metinlerini ve yakıcı bir
güzelliğin dağınık öğelerini bir araya getirdim
Bende olan
Ve beni zorlayan bir güzelliğin.
Tsitsikar ve Kharbin
Uzağa gitmem daha
Son istasyon bu
Kızılhaç yazıhanelerinin ateşe verildiği sırada çıktım Kharbine.

Ah Paris
Sen sıcacık büyük ocak çapraz odunlarıyla sokaklarının ve
yukardan eğilerek ısınan eski evlerinin
Nineler gibi
Ve işte, o sarıdan şaşmaz geçmişim gibi kırmızısı yeşili bol renkli
afişler
Sarı, onurlu rengi dışardaki Fransız romanlarının.
Severim indi-hindiyi işleyen otobüslere büyük kentlerde
Saint-Germain-Montmartre hattındakiler Buttee baskın vermeye
götürür beni
Altın boğalar gibi böğürür motorlar
Otlar alacakaranlık inekleri Sacre-Coeur'ü
Ah Paris
Ana gar istemlerin rıhtımı kaygıların dört yol kavşağı
Ancak yakıt satıcıların ışığı vardır biraz kapıları üstünde şimdilik
Beynelmilel Yataklı Vagonlar ve Avrupa Sürat Katarları Kumpanyası
el ilanını gönderdi bana
Yeryüzünün en güzel kilisesi bu
Dostlarım var beni parmaklıklar gibi çeviren
Yola çıktığım zaman geri gelmeyeceğimden korkarlar
Tanıdığım bütün kadınlar ufuklara dikilir
Yağmur altındaki işaret kulelerinin acınacak devinimleri, üzgün
bakışlarıyla
Bella, Agnes, Catherine ve İtalya'daki oğlumun annesi
Ve o, Amerika'daki sevgilimin annesi
İçimi parçalayan canavar düdükleri var
Orada, Mançurya'da bir karın çocuk doğurur gibi sarsılıp duruyor
daha
İsterdim
İsterdim yolculuklarımı hiç etmemiş olmayı
Yüreğimi yakıyor bu akşam büyük bir özlem
Ve halime bakmadan Fransa'nın küçük Jehanne'ını düşünüyorum
Üzüntülü bir akşamımda onun onuruna yazdım bu şiiri de
Jeanne
Küçük orospu
Üzgünüm üzgün
Gideceğim yiten gençliğimi anmak için "Lapin Agil"e
Ufak ufak içeceğim
Sonra döneceğim yapyalnız

Paris
Büyük Darağacı'yla Çark'ın tek Kule'li kenti.


Blaise Cendrars
Çeviren: Sait Maden