Şiir, Sadece

19 Nisan 2014 Cumartesi

Seninle Sensiz

Sen gelince bir mutluluk ülkesiyim,
Cıvıl cıvıl;
Az gelişmiş toplum gibi, sen gidince,
Boynum bükük.


Oktay Rifat

Dörtlük

Soruyorsan, göğsün içindeki gönül ne demek
Soruna yanıtım şudur:
Gönül aklın tutuşmasıdır ve acı çeken yürek
Bunlarsız o sadece çamurdur


Muhammet İkbal
Çeviren: A N. Tarlan - A. Behramoğlu

18 Nisan 2014 Cuma

Hürrem Sultana Gazel

Bu dünyayı seninle sevmişim, Hürrem!
Öldürür diriltirsin, Mesih’im, Zühre’m!

Karun’ca mal yığsam ben neylerim sensiz,
Neylenir saltanat sensiz, gözüm, gözdem!

Allar kuşan, has bahçeden güller takın,
Bir düştür seyrettiğin aynadan madern!

Gel kavuş akşamla, desinler: ‘Ay doğmuş!
‘Dağılmış, müjdeler olsun, zülüf, perçem!’

Yüzgörümlük Eflak ve Buğdan, dilersen
Bu can var, esirgenmez, iste bir tanem!


Oktay Rifat

Atasözü

Bir atasözü duyarım - iki dudak arasında ışıldar
Ve aydınlatır konuşmanın bütün çehresini -
Düşlerde olduğu gibi - gözümün önüne bir ermiş gelir.
Yalnızca yıllar öğretir onun erdemlerini.

Geçerken onun sözcüklerinden kaleme aldığım şiirlere
Tatlı çiçektozları yağar, büyülenmiş, parlak
O hızlı geçiş anın yüzü hürmetine
Sonsuza değin teşekkür borcum olacak.


Yusuf Şamansurov
Çeviren: Yusuf Eradam

17 Nisan 2014 Perşembe

Gidişini Anlatıyorum

Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için
Saçlarını, gözlerini, ellerini
Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya
Her seferinde bir şey unutuyorsun sıcak
Termometrede yükselen çizgi çizgi
Kim bilir nerelerde soğuyorsun .

Senin gözbebeklerin var ya kadın kadın gülen
İnsan insan bakan gözbebeklerin
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta
Beni yıksa yıksa gözlerin yerle bir eder

Ne gelirse onlardan gelir bana
Bar
Çalışma gücü yaşama direnci
Yur
Mutluluk gibi kazanılması zor
Mutluluk gibi yitirilmesi kolay

Bir açarsın ki mutluyum
Bir kaparsın her şey elimden gitmiş.


Rıfat Ilgaz

Akrabalarım

Soluk alamam anayurdum olmasa,
Dayanılmaz olur tüm yaşam.
Dolaşmasam dört bir yanı elde kalem,
Devşirmesem uçsuz bucaksız ellerin zenginliğini,
Nasıl mümkün olurdu:
Sevincini duymak uzun bir yolculuktan dönmenin,
Sıcaklığını ellerinde hissetmek uzak şeylerin,
Yüz yüze gelmek gerçek bir dostla yabancılar içinde,
Yüceliği sezebilmek söylen en bir çift sözcükte.
Görmek insanoğlunun güçlendiğini günden güne ...
Çok mu oldu insanoğlu ateşi ilk bulalı?
Bugün çoktan aydınlığa yön veriyor.
Dost arıyor insanoğlu -
içten yanıtımı bekliyor.

Gerili bir yaysın sen yaşam!
Her kim olursa türküleri çağıran,
Ne buz gibi olabilir, ne kalpsiz,
Titremeli sevinç ve acıyla,
Rastladıkça her insancıl duyguya.
Boşa çıkacaktır çabası,
Uzatırsa elini çalmaya değersiz notaları.
Geri durmayacağım sevmekten, yeryüzünü,
"Tüm insanları bir boyda toplayan, ortak yuvamızı.
İnsanlar, dünyayı görmeye doğan - öğrenmeye, gezmeye.
Çal, daha yüksek çal kervanın çanları!
Sallanıyor her gün dünya:
İyiyle kötü ahlak kavgasında
Lotusu lekeliyor kan, kar beyaz lotusu,
Alçalan yaşamın kanıyla kızarıyor gökyüzü.
Ama aynı kan parlayan genç ülkelerin bayraklarında,
Yükselen özgürlük savaşçılarının avuçlarında.
Her ırktan insanla yükseliyor gururum.
Özgürlük güneştir
ben de parçası;
Alevdir özgürlük
ben de kıvılcımı.

Özgürlük yoluna koydum yüreğimi.
Gerekirse bu yolda ölebilirim.
Cömert bir ailede açtım dünyaya gözlerimi,
Bilirim sıcaklığını kardeşliğin.
Tüm sesleri dünyanın ulaşır bana
Tüm insanlığa -hepsi kardeşim- gider yüreğim.
Evet, tümünüz derisi beyaz ya da renkli,
Tümünüz, yuvası yakında ya da uzakta,
Bu gezegenin tüm insanları, hepiniz akrabamsınız,
Tümünüze sevgim ve güvenim.


Zulfia
Çeviren: Ergin Koparan

16 Nisan 2014 Çarşamba

Desem Ki...

Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lâzım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki…
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.


Cahit Sıtkı Tarancı

Şarkı

Senin şarkını söylüyorum, kız kardeşim,
Yüreğim dolup taşıyor sevginle,
Topraklarımızın şarkısını söylüyorum, kız kardeşim,
Bir tek bulut yok üstünde.

O becerikli ve telaşlı ellerinle
Tohumlara dil dökersin, açsınlar diye zarlarını,
Seni söylüyorum şarkımda, kız kardeşim,
Ve söylüyorum, bereketli toprağımızı.

Tandan önce ayaktasın, işbaşında;
Güneş doğmadan kalkarsın erkenden,
Birer birer söner yıldızlar
Seni işine yolcu ederlerken.

Seninle gurur duyuyorum, kız kardeşim,
Ülkemiz başarılarını biliyor
Bir zamanlar çöl olan topraklar,
Şimdi güller gibi açıyor.


Zulfia
Çeviren: Yusuf Eradam

15 Nisan 2014 Salı

Ülker'in Gözleri

Bir bahar sabahının karanlığında ıssız
Gökte diz çökmüş iki titrek ışıklı yıldız
Olan gözlerinize âşıkım,
Bayan Ülker!

Mutlu, esen ve hoşken ve gülerken gülerken
Nerden gelir bilinmez üzgünlüklerle birden
Solan gözlerinize âşıkım,
Bayan Ülker!

Ne zaman perdelese içlerini bir buğu
Ölümün güzelliği, özlemin yorgunluğu
Dolan gözlerinize âşıkım,
Bayan Ülker!

Kalbinizin sezilmez parıltıcıklarını
Bir büyük ateş gibi göstermenin sırrını
Bulan gözlerinize âşıkım,
Bayan Ülker!


Ahmet Muhip Dıranas

Boşuna Yaşamış Olmazsın Bırakabilirsen Geride

Boşuna yaşamış olmazsın bırakabilirsen geride
Güzel bahçeler ve zamanın sınavından geçen ismini.

Çünkü bu dünyaya gelişin boşuna değildi
Gelecek olanlara, emeğin en güzel meyvelerini bırak geride.

Eğer kader buyurmuşsa belleğinin eriyip gitmesini
Sakla bütün kederli acılı düşüncelerini, bırakma geride.

Eğer her gün canla başla yaparsan işini
Kötü niyetliler utanır ve çok geçmez kalırlar geride. ·

Aldırma susuzluğa ve öğle sıcağına dağlayan tenini
Ve kumları aşacak bir yol kur, bırak geride.

Canlandır uyuyan çölü, hayat veren yağmur gibi
Sen giderken nefis kokulu güller açsın geride.

Evet, kurmalısın ortasına Aç Step'in o kenti
Ve, yeşil bağlarla parıldasın, bırak geride.

Sabır, yaşıyorsun, öyleyse çalış, yarat, kazan yeni zirveleri
Halkın için yeni şiirler bırak geride.


Sabır Abdullah
Çeviren: Yusuf Eradam

14 Nisan 2014 Pazartesi

Çocuklar Gibi

Bende hiç tükenmez bir hayat vardı,
Kırlara yayılan ilkbahar gibi.
Kalbim her dakika hızla çarpardı,
Göğsümün içinde ateş var gibi.

Bazı nur içinde, bazı sisteydim,
Bazı beni seven bir göğüsteydim,
Kâh el üstündeydim, kâh hapisteydim,
Her yere sokulan bir rüzgâr gibi.

Aşkım iki günlük iptilâlardı,
Hayatım tükenmez maceralardı,
İçimde binlerce istekler vardı,
Bir şair, yahut bir hükümdar gibi.

Hissedince sana vurulduğumu,
Anladım ne kadar yorulduğumu,
Sâkinleştiğimi, durulduğumu
Denize dökülen bir pınar gibi.

Şimdi şiir bence senin yüzündür,
Şimdi benim tahtım senin dizindir,
Sevgilim. saadet ikimizindir,
Göklerden gelen bir yadigâr gibi.

Sözün şiirlerin mükemmelidir,
Senden başkasını seven delidir,
Yüzün çiçeklerin en güzelidir,
Gözlerin bilinmez bir diyar gibi.

Başını göğsüme sakla sevgilim,
Güzel saçlarında dolaşsın elim.
Bir gün ağlayalım. bir gün gülelim,
Sevişen yaramaz çocuklar gibi.


Sabahattin Ali

En Güzel Dize Geliş

Dans edeceğim
Senin için dans edeceğim
Gece lambasının aydınlığında
Saçlarım çözülmüş olarak
Çırılçıplak

Dans edeceğim
Ta içerimden doğru
Kopup gelen şarkıya uyarak.

Ve yanıbaşımda sen
Ayaklarım dibinde diz çökmüş
Kalacaksın öyle
Yarı aydınlıkta
Uzun bir süre.

Diz çökmüş bir erkek
Dans eden bir kadın için!
Ne anlamlı dize geliş bu
Ne erkekçe, ne umut dolu!


Marta Takvam
Çeviren: Ata Karatay

12 Nisan 2014 Cumartesi

Geri Dönmek İstiyorum Güney’e

Veracruz’da hastayken, Güney’de bir gün
anımsadım, ülkemde, gökyüzünün suyunda
hızlı bir balık gibi gümüşten bir günü,
Loncohe, Lonquimay, Carahue, serpiştirilmişler
yukarıdan, sessizlik ve köklerle çevrilmişler,
oturuyorlar meşinden ve tahtadan tahtlarında.
Güney bir attır delgiyle batırılmış,
yavaş ağaçlarla ve çiyle taçlanmış,
kaldırdığında yeşil dudaklarını düşer damlalar,
kuyruğunun gölgesi ıslatır o büyük adalar denizini
ve büyür içinde o saygın kömür.

Söyle bana, sen gölge, söyle bana, elim,
ve söyle bana sen ayağım, kapı, kemik ve mücadele,
asla rahatsız etmeyecek misiniz ormanı, yolu, başağı,
sisi, soğuğu, senin her bir adımını kararlaştıran
o mavi şey, tüketilen sürekli?
Gökyüzü, bırak bir gün dolanayım yıldızdan yıldıza,
tepinen ışık ve barut, döken kanımı benim,
ta yağmurun meskenine ulaşana değin!
Dolanmak istiyorum
ağacın ardından ırmakla birlikte
Toltén, mis kokulu, gelmek istiyorum bıçkıhanelerden,
elektrik fındıktan gelen ışığın götürmesini istiyorum beni,
ineklerin dışkılarının yakınlarında yaymasını istiyorum beni,
ölmek ve yeniden doğmak, çiğneyerek yeryüzünün buğdayını.
Okyanus, getir bana
Güney’den bir günü, senin dalgalarına yapışmış bir günü,
ıslak ağaçtan bir günü, getir
kutup mavisi bir rüzgârı soğuk bayrağıma!


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan
1941

Geri Dönüyor Sonbahar

Düşüyor çanlardan hüzünle giyimli bir gün
huzursuz bir dulun titreyen peçesi gibi,
bir renk bu, toprağa batmış
kiraz ağacından bir düş,
suyun ve kıyıların rengini değiştirmek için
durmaksızın gelen dumandan bir kuyruk bu.

Anlaşılıyor muyum bilmiyorum: gece
yaklaştığında yücelerden, yalnız şair
penceresinde işittiğinde dörtnaldaki adımları ve teperek
ezen korkunun yaprakları hışırdadığında damarlarında,
bir şey vardır gökyüzünde, şişman bir öküzün dili gibi,
gökyüzünün ve havanın belirsizliği gibi.

Yerine oturuyor şeyler yeniden,
olmazsa olmaz avukat, eller, zeytinyağı,
şişeler,
hayatın bütün izleri: yataklar, her şeyden önce,
kanlı bir sıvıyla dolu,
sırlarını kirli kulaklara teslim ediyor insanlar,
merdivenden iniyor katiller,
fakat bu değil, o eski dörtnaldır bu,
titreyen ve dayanan atıdır o eski sonbaharın.

O eski sonbaharın atı kızıl sakallıdır
ve korkunun köpüğü örter yanaklarını
ve onu izleyen hava bir deniz biçimdedir
ve kokar gömülmüş uçucu çürümeyle.

Güvercinlerin yeryüzü üzerinde paylaştırması gereken
kül grisi bir renk düşer her gün gökten
gözyaşları ve unutuş gibi örülmüş halatlar,
uzun yıllar çanlarda uyumuş gibi zaman,
her şey,
eski paçavra giysiler, karın geldiğini gören kadınlar,
ölmeden önce kimsenin göremeyeceği o siyah gelincikler,
her şey düşüyor yağmurun ortasında
kaldırdığım ellere.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama'dan

İki Defa

Her şeyi iki defa buldum ben
Gökyüzünü, güneşi, yıldızları
Ve ne varsa baharla gelen

İlkin: gözlerimi açtığım an dünyaya
Sonra: yaşantıma girdiğin zaman sen

Ölümüm de iki defa olacak benim

Önce: Sen beni unuttuğun için
Sonra: ben artık senden vazgeçtiğim gün
İki defa öleceğim.

Ama bu öyle uzak öyle olumsuz ki
Gerçek ölüm geldiğinde belki
Bizi yine koyun koyuna bulacak
Ve uyandırmaya kıyamayacak.


Magli Elster
Çeviren: Ata Karatay

11 Nisan 2014 Cuma

Gezegenler Arası Öpüşleri Yasaklamak

Gezegenler arası öpüşleri yasaklamak
en iyi durum olmaz mıydı?

Niçin incelememeli bu tür şeyleri
donatmadan önce diğer gezegenleri?

Ve niçin uzay için
süslenmesin palazlar?

Aydaki atlar için
yapılmamış mıydı ki nallar?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Baharda Bir Akşam

Bu gün hiç kalbime dokunma
Bahar alt üst etti beni
Tuzlu dalgalarla yakıyor her yanımı
Eski yenilgilerin öpüşleri

Yenilgiler, yitirişler
Erecek mi bir gün sona?
Yok, hayır bir şey söyleme!
Bahar anlatmakta bana.

Bak! açlıktan, susuzluktan
Öte istekler uyandı
Bu akşam kalbime dokunma
Bahar çok önce davrandı.


İnger Hagerup
Çeviren: Ata Karatay

10 Nisan 2014 Perşembe

Gómez

Gómez, Venezüella’nın bataklığı,
boğuluyor yavaşça yüzler
ve ruhlar çalılıklarında.
Geceleri düşüyor insanlar ona,
hızla hareket eden kollarla, koruyan
yüzünü korkunç darbeye karşı,
fakat bataklık yutuyor onu,
yeraltı bodrumlarına yutuluyor,
yollar boyunca çıkıyor sonra,
zincire vurulmuş, toprağı kazıyor
ölene dek, kötürüm edilmiş,
yitik, kaybedilmiş.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

Dün Gece Ölümü Arzuladım

Ölümü arzuladım ölümü dün gece
Sonra birden korktum çünkü yalnızdım
Karanlık bir azgın ummandı çevremde.

Oysa gövdem bana fazla geliyordu
Günleri geceleri ne yapacaktım
Sen olmayınca?

Ölümü istedim ama öyle yakındı ki o
Kocaman gözleriyle bana bakıyordu her yönden
Ve kapkara urbalarını da giymişti törenlik
Korktum.


İnger Hagerup
Çeviren: Ata Karatay

9 Nisan 2014 Çarşamba

Góngoraik Yumuşakçalar

Kaliforniya’dan getirdim silisyumdan dikenleriyle
boynuzlu bir murexi, katılaşmış gülün
o dikenli giysisi örtülmüş dumanla,
ve içi bir gırtlak gibi gül kızılı, yanmış
etli bir taçyaprağının uysal karanlığıyla.

Bir tane de cyprea vardı bende, düştü lekeleri
üzerine kabuğun ve süsledi o saf kadifeyi
barutla ya da panterle yanmış yüzüklerle,
ve bir başkası taşıdı tas gibi o düz sırtında
ay ışığında dövme yapılmış ırmaklardan dalları budakları.

Ve daha da iyisi, yalnızca havayla
ve denizle taşınan sarmal salyangoz,
ey merdiven, ince zevkli scalaria,
ey şafağın kırılgan anıtı
bir yüzük gibi bilenmiş opal
çevreliyor kayarak şirinliğin arasından.

Açtım kumu ve soydum denizden
o katılaşmış istiridyenin kanayan mercanını,
içinde kendi boğulmuş hazinesinin
ışığını saklayan spondylus,
kızılın iğneleriyle ya da karın
saldırgan dişleriyle kuşatılmış bir sandık.

Kumda buldum o narin zeytin salyangozunu,
nemli gezgin, eflatun kızılı ayak,
şeklinde meyvenin ateşini
ölümsüzleştirdiği ıslak mücevher,
kristal cilalamıştı kendi deniz doğasını orada
ve güvercin eğmişti çıplaklığını.

Tritón salyangozu korudu
mesafeyi sesin mağarasında,
ve örülmüş kireçten binasında taçyapraklarından
kubbesiyle havaya kaldırdı denizi.

Ey rostellaria, delinmez çiçek
bir işaret olarak yükseltildin bir iğnede,
sen minyatür katedral, gül renkli mızrak,
ışığın kılıcı, suyun taş kalemi.

Fakat şafağın boyunda gösteriyor kendini
ışığın oğlu, aydan yaratılmış,
bir titreyişle yönetilen argonaut,
yoğrulmuş hamuru titreyen bir dokunuşla
köpükle, bir dalgayla giden
gemisinin yaseminden sarmalıyla.

Ve o zaman, saklanmış gelgitte,
o dut renkli denizin dolambaçlı ağzı
o muhteşem menekşe dudaklarıyla,
tridacna, bir şato gibi kapalı,
muazzam gülünün kendisini öpen
mavi ağaç gövdelerini yiyip bitirdiği yerde:
tuzdan manastır, kıpırtısız miras parçası
kaskatı bir dalgayı hapseden.

Fakat söylemeliyim, hemen hiç değinmeden,
ey Nautilus, senin kanatlı hanedanlığını,
o yuvarlak denkleminde gidiyorsun
kayıp giden sedeften geminle,
denizin çanlarının fildişiyle ve temiz çizgiyle
birlikte eridiği sarmal geometrin senin,
ve adalara doğru gitmeliyim ben, rüzgârda,
seninle birlikte gitmeliyim, sen yapının tanrısı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan


Notlar:
Góngoraik: 1561-1625 yılları arasında yaşamış İspanyol barok şair Luis de Góngora’ya özgü anlamında kullanılan bir sıfat. İspanyolca yazan bütün çağdaş şairler tarafından Luis de Góngora’ya çok değer verilmiştir.
Silisyum: Atom sayısı 14, atom ağırlığı 28,09, yoğunluğu 2,34 olan, 1420 °C'de eriyen, endüstride geniş ölçüde kullanılan ve doğada oksijenden sonra en bol bulunan element (simgesi Si).
Murex: Mor midye. Antik çağda mor boya elde etmek için kullanılmış kabuklu deniz canlısı.
Cyprea: Bir deniz kabuğu cinsi.
Scalaria: Koni salyangoz.
Opal: Panzehir taşı. Silisin hidratlı ve jelatinli bütün türlerini kapsayan değerli bir mineral.
Spondylus: Dikenli taş istiridyesi.
Tritón: Borazan salyangoz.
Rostellaria: Deniz salyangozu.
Argonaut: Mürekkep balığı.
Tridacna: Dev midye.
Nautilus: Kafadanbacaklılar (Sefalopodlar; Cephalopoda) sınıfına dahil bir deniz canlısı cinsi. Kabuk taşımayan yegane yumuşakçalardandır. Salyangozlarınkine benzeyen kabuğu, septumlar ile odacıklara ayrılmıştır. Hayvan büyüdükçe yeni bir odacık oluşturulur ve canlı daima en son oluşturulan odacık içerisinde bulunur.

Umut

Şimdi mucize zamanı yeryüzünde,
Şimdi umut hükmeden.

Bakın - tüm canlı şeyler arasından
Umut akıp giden:
Yeşeren otlar, kabaran tomurcuklar,
Kollarında çiçekler taşıyan genç kızlar
Ve çocukların gözlerine gülümseyen analar
Baştan başa umut!

Ama mutluluk içinden
Yükselen bir keder çığlığı, bir acı inilti,
Ve bir yaşamın yargılanıp hüküm giyişi
İşte umutsuzluk.
Seven, düşler kuran, kendisi için savaşan
Fakat şimdi sadece sonsuz bir yankı olan insan
İşte umutsuzluk.

Daha demin yaşama pırıl pırıl gülen
Yüreği umutla dolu genç anne
Artık çaresiz.
Taşıyor içinde gitgide büyüyen
Bir korkunun ağırlığını.

Ey ordaki yaşam -
Yaprakları, kuş cıvıltıları, güneşi ve kahkahalarıyla -
Her şey kötü ve anlamsız kalmıyor mu
Yanımızda duran sevdiklerimizin
Göz yummaları üzerine
Umudun öldürülmesine?

Oysa yaşamın ışınları içinde yürüyen bizler
Bütün ışıkları
Karanlığa ve ölüme karşı çevirebiliriz
Bu güç var bizde.

Neden öyleyse
Biz de söylemeyelim evrenin oluşundaki yaratıcı sözü
En yalnız, en zayıf olanımız bile
Diyebilir bunu:
Işık ve umut olsun!

Çünkü her birimiz
Kendimizce ışığa bağışta bulunabilir,
Yeryüzünde ilkbahar zaferinin
Ve umudun bir parçası olabiliriz!


Nordahl Grieg
Çeviren: Ata Karatay

8 Nisan 2014 Salı

Gonzáles Carbalho’ya

Yutarken gece gölgesini ve insan seslerini,
çizgi çizgi, düşer toprağa,
işitiriz büyüyen sessizlikte, ötesinde yaşayanların,
Gonzáles Carbalho ırmağının çağıltısını,
derinliği ve sonsuz suyu
sanılır ki ağacın ya da zamanın gelişimi gibi kımıltısızdır.

Bu büyük ırmak şiirler eşlik ediyor dünyanın sessizliğine
ahenkli ciddiyetle, ve dünyanın gürültüsü ortasında
kulak verecek ona, o (tıpkı yolunu kaybetmiş kaşifler gibi
ormanda ya da yaylalarda yapıyor onu)
dayıyor kulağını
toprağa: ve henüz ortasında caddenin
adımların gürültüsü arasında işitecek bu şiirin
yükseldiğini:
toprağın ve suyun derin sesleri.

O zaman, şehrin ve sıkışıklığının altında, altında lambaların
kızıl tunikler içinde, mısırın büyüdüğü,
delip geçen bütün enlemi: şarkı söyleyen bu ırmak.

Bütün bu ırmak yatağı üzerinde: şafağın ürkütülmüş
kuşları, uzayı bölen gırtlağı akşam kızıllığının,
erguvan kırmızısı yapraklar inen yere.

Yalnızlığın içine bakmaya cesaret eden bütün insanlar:
vuranlar o terk edilmiş ipe, bütün
sonsuzca temiz olanlar, ve gemilerden işitmişler
tuzun, yalnızlığın ve gecenin birlikte eridiğini,
gecesel ilkbaharın billurundan ve Gonzáles Carbalho korosunun
güçlü yükseldiğini duyacaklar.
Anımsıyor musunuz başka birini? Aquitanya’nın prensini:
kaybetmiş kulesini yerine koydu ilk saatinde gözyaşlarının köşesinde
bin yaşındaki insanın boşaltması gibi kadehleri.
Ve yalnızca bilmeliydi, yüzleri görmeyen,
galip ya da bozguna uğramış:
dokun ötedeki bütün caddelere, o karanlığa,
ötesinde anın, ve bırak devam edelim birlikte.

O zaman görülmüştü o mütevazi hayatın mavi mürekkepten
düzensiz haritası: ırmak, şarkı söyleyen suların ırmağı
umuttan yaratılmış, batmış olan üzünçten,
kaygısız sudan yükselen utkuya doğru.

Biraderim yarattı bu ırmağı:
onun yükselmiş ve yeraltı şarkısından yükseldi
sessizlikle ıpıslak bu ciddi ton.
Şeyleri çevreleyen bu ırmaktır kardeşim.

Nerede olursanız olun, geceleri, gündüzleri, yollarda,
çayırlıkların uykusuz trenlerinde,
ya da nemli gülünün yakınında o soğuk şafağın,
ya da hemen hemen,
ortasında giysiler arasında, sıyırarak
kafa karışıklığını,
atın kendinizi toprağa, ki yakalasın yüzünüz
bu güçlü darbesini gizli, kuşatan suyun.

Birader, sen yeryüzünün en büyük ırmağısın:
dünyanın arkasında ciddi ırmaktan sesin duyulur,
ve nemlendirir göğsündeki ellerimi,
asla kesilmeyecek bir varsıllığa olan inanç,
yükselmiş gözyaşlarının berraklığına olan inanç,
insanın saldırılmış sonsuzluğuna olan inanç.


Pablo Neruda
Şarkının Irmakları
Evrensel Şarkı

17 Mayıs 1940

Tören bayrak direği bugün çıplak, boş
Eidsvoll'un yeşeren ağaçları arasında
Ama hiçbir çağda şu andaki kadar
Özgürlüğün ne demek olduğunu bilmemiştik.
Şimdi bütün memleket üzerinde bir şarkı
Kendi dilince zafere seslenir
Kapalı dudaklarla bir düşünce fısıltısı
Yabancı boyunduruğu altında.

İçimizde yer etmiş bir inanç
Özgürlük ve yaşam ayrılmaz diyor
Öylesine gerekli ki bu
İnsanca nefes alış için.
Bu yüzden boğucu korkusunu köleliğin
Şimdi ta ciğerlerimizde duyuyoruz
Batık bir denizaltıda kalmışçasına
Ve böyle ölümü istemiyoruz.

Yanan şehirlerden daha kötü
Kimsenin görmediği bu savaş
Yayılıyor bir zehirli örtü gibi
Çayırlar, karlar, ağaçlar üzerine.

Dehşetin ve alçaklığın pisliği
Sanki veba döküntüsü yuvamızda
Ama düşlediğimiz dünya bambaşka
Özlediğimiz, unutamadığımız ...


Nordahl Grieg
Çeviren: Ata Karatay


Not: Norveç'in "Anayasa ve Özgürlük Bayramı" günü

7 Nisan 2014 Pazartesi

Gonzáles Videla - Şili’nin Haini

O çok eski sıradağlardan çıktı cellatlar
kemikler gibi, felaketlerin şeceresinin
dikelmiş sırtındaki Amerikan
dikenleri gibi: alındılar,
eklendiler halk yığınlarının sefaletine.
Her gün kirletti kan onların saçaklarını.
Geldiler kemikleri çıkmış canavarlar gibi
siyah balçığımızdan oluşan sıradağlardan.

Yırtıcı kertenkelelerdi onlar, buzdan küçük krallar,
yenilerde geldiler kadim mağaralardan ve yenilgiden.
İşte böyle keşfedildi Gómez, elli yıldır
kanımızın lekelediği yollardaki çene kemiği.

Ve gölgeledi dünyayı canavar kaburga kemikleriyle
idamlardan sonra burarken bıyıklarını
çay ikram eden
Amerikan Elçisi’nin yanında.

Acımasızdı canavarlar, fakat çökmüş sayılmazlardı.
Bugün
gülüyor ışığın saflığa saklandığı o küçük ülkede,
Araukanya’nın karla kaplı, ak memleketi,
çürük bir tahtta oturan bir hain.

Anayurdumda hüküm sürüyor yozlaşma.

Gonzáles Videla sattığı ülkemin üzerine
dışkıyla ve kanla dolu kürkünü
silkeleyen bir sıçandır. Her gün
karıştırıyor ceplerindeki çalıntı parayı
ve düşünüp duruyor yarın ülkeyi mi satsam
yoksa kanı mı diye.

İhanet etti her şeye.

Bir sıçan gibi kıvrıldı halkın omuzlarında,
ve oradan kıvırdı aç gözlü kuyruğunu,
ülkemin kutsal bayrağını kemirdi,
ve toprak sahibine, yabancıya, Şili’nin yeraltına
hüküm sürene şöyle söyledi: “İstediğiniz kadar
emin kanı, ölüm cezasının idarecisiyim ben”.

Hüzünlü palyaço, sefil karışımı
maymunla sıçanın, ki taratır
altın briyantinle kuyruğunu Wall Street’te,
sen ağaçtan düşmeden ve sokak köşelerinde
üzerine basmamak için herkesin dikkat ettiği
pislik olduğun bilinmeden geçmemeli günler!

İşte böyle oldu. İhanet Şili’nin Hükümeti oldu.
Ve bir hain bıraktı adını bizim tarihimize.
Kurukafanın dişlerini bayraklar gibi dalgalandırdı hain
ve sattı biraderimi,
zehir verdi benim anayurduma,
Pisagua’yı kurdu, söktü aldı yıldızımızı,
tükürdü benzersiz bayrağın renklerine.

Gabriel Gonzáles Videla. Duruyor adı burada,
Ve zaman sildiğinde utancı
ve ülkem temizlediği zaman
buğdayla ve karla aydınlanmış yüzünü,
yeşil bir alaz gibi bu dizelerde bıraktığım
mirası arayacaklar burada onlar,
halkım tarafından geri çevrilen, ölüm kalım savaşının
kadehini getiren hainin adına rastlayacaklar.

Halkım, halkım, kaldır havaya kaderini!
Dağıt hapishaneni, yık seni içeri tıkan duvarları!
Saraydan emir yağdıran sinsi sıçanı
ez ayakların altında: şafağın ışığında kaldır mızraklarını
ve bırak parlasın en yukarısında göğün hiddetle alazlanmış
Amerika’nın yolları boyunca parıldayan yıldızın.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan
Sonsöz - 1949

Koşucular

OWENS, zenci koşucu, fırladı en önde
üstün ırkın atletleri, geride kaldılar tek tek

Sarışın başlarla silme dolu stadyum şaşkın
Ve Führer'in öfke dalga dalga yüzünde.
Ama hemen tesellisi bulunuyor yenilginin:
Nasıl olsa yine,
Kurtarmak için hayatlarını kaçışırken,
Kadın erkek binlerce yahudinin
Koşup sokaklarda arkasından yetişmek mümkün!


Nordahl Grieg
Çeviren: Ata Karatay

5 Nisan 2014 Cumartesi

Yeis

Akşam üstleri geliyor
Tam insanlar işten çıkarken,
Salkım salkım tramvaylardan
Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
Namussuz, akşam üstleri geliyor.

Neremden yakalıyor, bilmiyorum
Ben tam sevmeye hazırlanırken
On altı yaşındaki sevgilimi.
Elini elimle tutmak
Yirmi dört saatte bir
Sıcak bir lâf dinlemek isterken..
Rezil…
Tam o saatlerde geliyor!


Sait Faik

O ve Ben

Sana koşuyorum bir vapurun içinden
Ölmemek, delirmemek için…
Yaşamak; bütün âdetlerden uzak
Yaşamak…
Hayır değil, değil sıcak;
Dudaklarının hâtırası;
Değil saçlarının kokusu
Hiçbiri değil.
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
Ben onsuz edemem.
Eli elimin içinde olmalı,
Gözlerine bakmalıyım,
Sesini işitmeliyim.
Beraber yemek yemeliyiz.
Ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, onsuz edemem.
Bana su, bana ekmek, bana zehir;
Bana tad, bana uyku
Gibi gelen çirkin kızım,
Sensiz edemem!


Sait Faik

Kalplere

Hiç unutma o kızı
Hiç rastlamadığın
Belki rastlayacağın
Öldükten sonra.

Hiç unutma o kızı
Belki de bekledi
Rastlamayı sana
Ömrü boyunca.

Hiç unutma o kızı
Özleye geldiğin
Unutma hiç onu
Onu seviyorsun.

Hiç unutma o kızı
Yalnız odur çünkü
Aslında sevdiğin
Sevdiğin kızda.


Gunnar Reiss - Andersen
Çeviren: Ata Karatay

4 Nisan 2014 Cuma

O Kalp, O Ateş Nerde?

Ağaçların yeşile, denizin laciverde
Tekrar erdiği vakti, hatırlarsın, şafaktı;
İlkbahar bahçelerde nemli, yaprak yapraktı,
Seninle buluşmuştuk yine her günkü yerde.

Varlığın ellerime bıraktığın ellerde
Yine sesin sıcaktı, hülyalı yüzün aktı,
Bilmiyordun, gelişim artık son olacaktı.
Nerde eski sabahlar, o kalp, o ateş nerde?

O gün veda. teselli, esefle dolu sözler
Söylemek, ‘oyun bitti!’ demek isteğindeydim.
Lâkin seni görünce sustum, başımı eğdim,
Kaçtım.

Bilmem ardımdan nasıl baktı o gözler.
Şimdiyse geliyorum.
Barış, affediver de..
Fakat eski sabahlar. o kalp, o ateş nerde.


Hamit Macit Selekler

Şopen Bitişik Odada

Yine dertli komşum Şopen'den çalıyor
Ve benim bitirmem gerek şu şiiri

Sen bilirsin Tanrım!

Tam güzel bir deyiş yakalamıştım ki
O bin güçlükle gelen kelimeler
Melodiye dönüp uçuverdiler
Ne varsa alıp götürdü musiki

Masam bile titreşimler içinde org gibi!

Kalemim de ayak uydurmuş tempoya gidiyor
Şopen ve ben kardeşler gibiyiz şimdi sarmaş dolaş,
Görülmemiş bir göz kamaştıran gül tomurcuğu
Belirmiş notalardan doğru kağıtlarımda

Ama ne olurdu bir an susabilseydi musiki!

Ey Tanrım, sen ey ulaşılmaz
Sen ey yüce olan yücelerden
Benim de diyeceklerim var çünkü
Benim de
Ölmeden!


Olaf Bull
Çeviren: Ata Karatay

3 Nisan 2014 Perşembe

Kal

Gün soldu, vakit geç, gitme bırak, kal
Omuzlarında şal, başında örtü,
Odamda hülyâlı bir akşam üstü
Gölgeler içinde renk ve dudak kal.

Gidersen sana da kırılacak, kal
-Gönlüm ki, böyle her gidene küstü-
Ve deme ‘buradan bir akşam üstü
‘Giderken ardımda hıçkırarak, kal!’

Madem, günlerimiz, sevgilim, kısa,
Madem. dudakların yandığı lâhza
İçin ruhumuzda bir özleyiş var,

Kal, çizsin hülyâmız mat ufkumuza
Gümüşlü sabahlar, altın akşamlar,
Soluk bir gül ıtrı gibiyken bahar…


Hamit Macit Selekler

Dua

İlk damlasından sonra gözyaşının
Çözülen buzullar gibi
Yavaş yavaş
Acılar diner
Tanrım içerimde donup kalmış
Gözyaşlarımı erit
Ne olur
Geri ver!


Sigbjörn Obstfelder
Çeviren: Ata Karatay

2 Nisan 2014 Çarşamba

Onar Mısra

Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak.
Gözlerine yavaşça, yavaşça doldu akşam…
Göklerin ateşini kalbime boşaltarak
Benim içimde yaktı sanki gurubu akşam.
Senin kirpiklerinde bir damla oldu akşam.
Gündüzden, gürültüden ve kainattan ırak,
Akşamı seyredeyim bakışlarında bırak,
Ayırma gözlerini gözlerimden bu akşam,
Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak..

Eriyor fırtınanın hızı pencerelerde,
Soba ılık bir hava dağıtıyor içerde,
Ateşin karşısında yüzün kızıllaşıyor.
Yanan ince dalların hafif çıtırtıları
Bize unutturuyor dışarda yağan karı,
Saadet içimizden bir sel gibi taşıyor.
Ah bu kış geceleri, bu en güzel geceler!
Bir yığın sözden fazla tesir eden heceler:
Canım, kızım, yavrucum, benim bir tane yavrum,
Seni bilsen ne kadar, ne kadar seviyorum.

İnanmak, ah, bir çocuk saffetiyle inanmak…
Gözlerin, sevgilinin, dalınca gözlerine
Bütün muhabbetine ve bütün sözlerine
Nihayetsiz bir huzur hasretiyle inanmak.
Şüpheyi içerinde kırıp ta bir dal gibi,
İnanmak deli gibi, inanmak aptal gibi,
Her yalana kananın illetiyle inanmak..
İnanmak fazilete, şeytana ve ahrete,
Ve mesut olmak için inanmak saadete,
İnanmak, ah, bir çocuk saffetiyle inanmak…


Yaşar Nabi Nayır

Görüyorum

Mavi gökyüzünü görüyorum
Kül rengi bulutları görüyorum
Kızıl güneşi görüyorum

İşte evren
İşte vatanı yıldızların
Su damlacıkları gibi

Yüksek evleri görüyorum
Binlerce pencere görüyorum
Uzaktaki kilisenin kulesini görüyorum

İşte yeryüzü
İşte vatanı insanların
Kül rengi bulutlar toplanıyor, güneş kayboluyor

Güzel giyinmiş adamlar görüyorum
Kendimi yıldızlarda sanıyorum
Yeryüzünde her şey ne kadar garip


Sigbjörn Obstfelder
Çeviren: Muzaffer Uyguner

1 Nisan 2014 Salı

Seni Düşünmek

Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...


Nazım Hikmet

Yitik Ada

Sandalım kayıyor
Şimdi denizde
Yemyeşil kıyılı
O ada'ya doğru.
Tüm gözlerden ırak
Yetişmiş çiçekler
Yabancı yabancı
Bana bakıyorlar.

Oysa kalbimde de
Bir büyülü bahçe
Şu ada'da olan
Çiçeklerle dolu.
Yanyana gelince
Fısıldaşıyorlar
Gülüp söylüyorlar
Çocuklar misali.

Herhalde bir gün
Zaman doğarken
Varlığın burada
Bir ak Şpir'miş
İşte yeniden
Ta eskilerden
Gelen kokular
Rüyalarlayım.

Gözlerim kapalı
Bir uzak anıdan
Başım düşüvermiş
Senin omuzuna
Gece büyümekte
Ada üzerinde
Denizde kükrüyor
NİRVANA, yok oluş


Knut Hamsun
Çeviren: Ata Karatay

31 Mart 2014 Pazartesi

Vera'nın Uykudan Uyanışı

İskemleler ayakta uyuyor
masa da öyle
serilmiş yatıyor sırtüstü kilim
yummuş nakışlarını
ayna uyuyor
pencerelerin sımsıkı kapalı gözleri
uyuyor sarkıtmış boşluğa bacaklarını balkon
karşı damda bacalar uyuyor
kaldırımda akasyalar da öyle
bulut uyuyor
göğsünde yıldızıyla
evin içinde dışında uykuda aydınlık
uyandın gülüm
iskemleler uyandı
köşeden köşeye koşuştular
masa da öyle
doğrulup oturdu kilim
nakışları açıldı katmer katmer
ayna seher vakti gölü gibi uyandı
açtı kocaman mavi gözlerini pencereler
uyandı balkon
toparladı bacaklarını boşluktan
tüttü karşı damda bacalar
kaldırımlar akasyalar ötüştü
bulut uyandı
attı göğsündeki yıldızı odamıza
evin içinde dışında uyandı aydınlık
doldu saçlarına senin
dolandı çıplak beline ak ayaklarına senin


Nazım Hikmet

Yüzük

İlkin
Fırlattım sevgili yüzüğü
Moldavya bozkırında uzaklara.
Tepeler aştım
Bulmak için onu.
Böylece öğrendim koşmayı.

İlkin
Düşürdüm sevgili yüzüğü
Dibine denizin.
Daldım kabaran dalgalara
Onu bulmak için.
Böylece öğrendim yüzmeyi.

İlkin
Savurdum sevgili yüzüğü
Yıldızlara.
Sıçradım ardı sıra
Bulmak için onu.
Böylece öğrendim uçmayı.


Grigore Vieru
Çeviren: Ataol Behramoğlu

29 Mart 2014 Cumartesi

Gonzáles Videla

Ama kimdi? Kimdi o? Nerede olursam olayım
soruyorlar bana
mülteci olarak dolandığım yabancı ülkelerde.
Şili’de kimse sormuyor, yumruklar sıkılmış rüzgâra karşı,
madenlerdeki gözler dikilmiş bir noktaya,
onlarla ağlayan utanmaz bir haine doğru,
tahta çıkabilmek için onların oylarını tartakladığında.
Gördüler onu, Pisagua’dan bu adamlar, kömürün
cesur savaşçıları: gözyaşı dökmüştü o,
dişlerini göstermiş ve vaatler vermişti,
şimdi kendisinin kumlu çıban izini
yıkayan çocukları kucaklayıp öpmüştü o zamanlar.
Halkımın arasında, memleketimde, tanıyoruz onu. İşçi
uyuyor ve düşünüyor ne zaman nasırlı elleri
kavrayacak o yalancı köpeğin boğazını,
ve maden işçisi karanlıkta kaygılı mağarasında
uzatıyor ayağını ve düşlüyor ezdiğini
o zararlı, o alçaltan ve doymaz biti.

Biliyor kimin konuştuğunu ardında süngülerden
bir perdenin, pazardaki hayvanların
ya da yeni esnafların ardında,
fakat kendisine başvuran halkın değil asla
bir saat bile konuşmuyor için onlarla.

Çaldı umudu halkımdan, gülümseyerek
sattı onu karanlıkta en fazla fiyat verene,
ve yeni evler ve özgürlük yerine yara aldı halk,
madenlerin gırtlaklarında dövüldü,
havan toplarının arkasında emredildi maaşı,
yalaka bir şirket hükümetteyken ve dans ederken
keskin dişleriyle gecesel timsahlar gibi.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Şarkı


Not:
Gabriel Gonzáles Videla, 1946-52 yılları arasında Şili Devlet Başkanı. Komünistlerle seçim ortaklığı yaptı, ama devlet başkanı seçildikten sonra A.B.D.’nin baskısı sonucu 1949 yılında ”demokrasiyi savunma yasası” ile birlikte Şili Komünist Partisi’ni yasakladı, parti liderlerini tutukladı ve amansız bir takibe girişti. Kuzey Şili’deki İquique kentinin kuzeyindeki çölde bulunan Pisagua’ya sürüldü tutuklananlar. Komünist Partisi’nden milletvekili seçilmiş bulunan Neruda önce saklanmak, daha sonra da Şili dışına çıkmak zorunda kalmıştır.

Göğümde Bir Bulut Gibisin

Bu şiir Rabindranath Tagore'un Bahçıvan'ındaki 30. şiirin başka sözcüklerle tekrarıdır.


Göğümde bir bulut gibisin alacakaranlıkta,
Ve renginle biçimin tam sevdiğim gibi.
Benimsin, benimsin, ey tatlı dudaklı kadın,
ve sonsuz düşlerim yaşıyor yaşantında.

Ruhumun lambası ayaklarını kızıllaştırıyor,
kekre şarabım dudaklarında daha tatlı,
ey şarkımın hasadını toplayan kadın, akşam olunca
beni hissettiği gibi hisseder seni ıssız düşlerim!

Benimsin, benimsin, haykırıyorum akşamın melteminde,
ve rüzgâr sürüyüp götürüyor yalnız sesimi.
Gözlerimin derininde avlayan sen, avın
engelliyor su gibi, gecesel bakışlarını.

Müzikten ağımda tutuklusun, ey sevgili,
ve müzikten ağımda genişsin gök gibi.
Ruhum doğuyor hüzünlü gözlerinin kıyısından.
Düşlerin ülkesi başlıyor hüzünlü gözlerinde.


Pablo Neruda
Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı'dan

Şiir

Gülden, bir tek gülden maymuncukla
açmayı deniyorum kapalı kapıyı.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

28 Mart 2014 Cuma

Göğün Boğulmuş Kızı

Örülmüş kelebek
ağaçlarda asılı entari,
gökyüzünde boğulmuş, sürüklenmiş
rüzgâr ve bulutlar arasında, yalnız, yalnız, yoğun,
giysisi ve saçı darmadağın,
ve içsel bir hava yemiş bitirmiş.
Kımıltısız, karşı koyarsan eğer
kışın boğuk sesli iğnesine,
kızgın suyun akıntısı ıstırap verir sana.
Göksel gölgeler, geceleyin
ölü çiçekler arasında kırılmış güvercin dal:
duruyorum ve acı çekiyorum
soğukla dolu yavaş bir sesle
suyun kırbacı gibi dağıtırken kızıl alazını.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama'dan

Yönelim

Elim bazen yüreğimin üzerinde durur
İşte oradadır vatanım benim.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

27 Mart 2014 Perşembe

Gök Renkli Liman

Lizbon’da
karaya çıktığında,
gök mavisi gökyüzü ve gül kızılı gül,
beyaz alçı ve altın,
kiremitten taçyaprakları,
evler,
kapılar,
çatılar,
limon altınının püskürtüsüyle
pencereler,
gemilerin denizaşırı mavisinden yapılmış.
Karaya çıktığında,
bilmiyorsun,
pencerelerin ardında saklandıklarını,
iyi ve doğru konuşan
hüznün gardiyanlarının
seni gözetlediğini
bilmiyorsun,
fakat sürer gardiyanlar mahkûmları adalara
ve sessizlikle mahkûm eder onları,
gölgelerden dörtlüler gibi
kaynaşarak
yeşil camların altında,
mavi dağların arasında,
ilkbaharın gereksiz kornası altında
gardiyanlar
kovalar Portekizlileri:
toprağı kazır gardiyanlar
ve seçer adamları karanlık için.


Pablo Neruda
Üzümler ve Rüzgar'dan
1954

Siz İnancımsınız Benim

Sabahleyin tramvayda
dokunup dururuz ya birbirimize
dirseğimizle, sırtımızla,
akşamleyin keyifle kadeh tokuştururuz ya birahanede,
ve sabah
ve öğlen yemeğinde,
ve cumartesi,
ve pazar,
en olmayacak cinsinden fıkralar anlatırız ya,
zaman öldürmek için
çocuk yaparız ya,
geçsin diye pazar günleri,
ve yerleştiririz ya dudaklarımıza sigarayı
koz çektiğimizde,
ve bir torna kalemi gibi
iz bıraktığında basan
ve yanıbaşımızdaysa kaygı,
ve hiç kimse son veremiyorsa ona,
sağlamıyorsa düzeni,
ve güneş alev alev tutuştuğunda,
kar yağdığında,
öfkeyle dolduğunda yürek:
her zaman,
her gün,
her saat,
her dakika
iğneli olsun, okşayıcı ya da
sizin üstünüzedir söylediklerim,
proletarya üstüne.
Sizler, nasipsizler!
bir mezara yatmak için doğan,
sizler, kadınların ihanet ettikleri,
ya da kısraklar gibi boyun eğerek-
sevdikleri, gücünüz yettiği sürece!
Yüksek fırında demir gibi
öylesine kaynaşmak istiyorum ki sizinle,
ayrılsın moleküllerim
curuftan;
döküleyim biçimlerine
kolay unutuşların,
görevin ve sevincin,
ve emeğin;
kaynaşma susuzluğundayım sizinle
sonsuzca!

Yoksullar!
Kaldırımdan bir taş söker gibi
koparıyorum kendimden
bu şiiri!
felaket, uyuz bir it gibi
her an ardınızda!
Sözlerim ulaşır mı size!
sonsuz öksüzlere?
Sizler, uzamış sakallarıyla,
sevincin kıyısında toplaşanlar,
kapı önlerinde
toplaşır gibi...
Şairlerin yaşamı
şaşmaz bir süreklilikle
son bulur bir kurşunla,
yalnızlıkla
ya da tekerlekleri altında bir trenin.
Fakat hepsi de bir gün
gelecektir kapınıza,
açlıktan ya da susuzluktan bitkin.

Her zaman ölçüm olacaksınız benim,
sizler hiç de ideallerden gelmeyen başlarının dönmesi;
koparmayın afiş tahtasından
şiirimin,
hayallerinizi ve düşlerinizi.


Mihaly Ladany
Çeviren: Ataol Behramoğlu