Şiir, Sadece: Pablo Neruda şiirleri
Pablo Neruda şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pablo Neruda şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Kasım 2014 Pazartesi

Atlar

Atları gördüm pencereden.
Berlin’de kıştı. Işıksızdı
ışık, göksüzdü gök.

Islak bir ekmek gibi beyazdı hava.

Ve kışın dişleriyle kemirilmiş gibi görünen
yalnız bir sirki gördüm penceremden.

Birden on atı götüren bir adam
göründü sisin arasından.

Neredeyse kımıltısız alev dalgaları gibiydiler,
fakat o saate kadar boş olan bütün dünyayı
doldurdular gözlerimde. Kusursuz, alazlı,
tuzun düşüne benzeyen yeleleriyle,
uzun temiz bacaklarıyla on tanrı gibiydiler.

Sağrıları dünyalar ve portakallardı.
Renkleri baldı, kehribardı ve ateşti.

Gururun taşından oyulmuş
sütunlardı boyunları,
ve öfkeli gözleri gösteriyordu
bir mahkûmun gücünü.

Ve orada, gün ortası sessizliğinde,
o kirli ve hüzünlü kışın ortasında,
atların o yoğun varoluşları
kandı, ritimdi, hayatın kışkırtıcı hazinesiydi.

Baktım. Baktım ve yeniden buldum bilmeden
kaynağı, o altın dansı, göğü
ve güzellikte yaşayan ateşi.

Unuttum o kasvetli Berlin kışını.

Ama unutamam atları çevreleyen ışığı.


Pablo Neruda
Estravagario
1958

Atmosferle Caddeler Arasında Boş Bir Ağ Gibi

Atmosferle caddeler arasında boş bir ağ gibi
ileri geri salındım durdum havada
ve yaklaşıp ilkbaharla mısırbaşağı arasında,
ve uzaklaşarak sonbaharın gelişiyle
serpilmiş yaprak-sikkelerinden
en büyük sevdaya benzeyen o şeyin
bize sunduğu uzunparmaklı bir ay gibi
düşen bir eldivenin içindeymiş gibi.

(Bedenin çiğ havasında
yaşayan parıltının günleri: çelik dönüştü
asidin sessizliğine:
geceler bölündü en son mısırununa kadar:
gelinlik anayurdun saldırgan gündönümleri.)

Beni kemanlar arasında bekleyen biri
sarmalını, bütün solgun kükürt renkli
yapraklardan daha derine batıran
gömülmüş bir kuleye benzeyen bir dünya buldu:
hatta daha derine, aşağı yerbilimin altınına;
göktaşlarıyla karışlanmış bir kılınç gibi
batırdım hiddetli ve kibar elimi,
yeryüzünün bu en dahiyane derinine.

İndirdim bu alnı dalga-diplerine,
o kükürt ekşisi huzurda sanki bir damla buldum,
ve, melez gibi, yaseminlere döndüm geriye
bitkin insansı ilkbaharda.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

Avuntusuz Sistem

Her biri gibi bu tür günlerden, eski demir gibi siyah,
büyük kırmızı öküzler gibi güneşin çıkarttığı,
tam da havayla ve düşlerle hayatta tutulmuş
ve ansızın geri dönülmezcesine geçip gitmiş,
hiçbir şey yerine koyamadı huzuru kaçırılmış kökenimi,
ve yüreğimde dolaşıp duran eşitsiz ölçüler
kaynak yapılır orada gece ve gündüz yalnızlıkta
ve bitirilir zapt edilmez ve hüzünlü çokluklarda.

İşte, duyarsız ve kör bir gözetleme kulesi gibi,
kuşkucu ve acınacak şekerlemeye yargılı,
zamanın her bir günü birleştiği duvara doğru çevrilmiş,
değişik yüzlerimi toparlayan ve büyük, solgun
ve ağır çiçeklerden bir zincir oluşturan,
durmaksızın vekalet eden ve ölmüş.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Ayakların

Bakamayınca yüzüne
bakıyorum ayaklarına.

Kemerli kemikleriyle ayakların,
sağlam küçük ayakların.

Taşıyorlar seni, biliyorum,
ve ağırlığın
yükseliyor onlarda.

Belin ve memelerin,
meme uçlarının
çifte moru,
gözlerinin çukuru,
yenilerde uçuşup durmuş,
geniş ağzın, bir kavun,
kızıl lülelerin,
benim küçük kulem.

Fakat ben sadece ayaklarını seviyorum,
çünkü dolanıp durmuşlardı
yeryüzünde
ve rüzgârda ve suda,
benimle karşılaşana dek.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

Aynı Uçurumdan Ölüler, Tek Bir Koyaktan Gölgeler

Aynı uçurumdan ölüler, tek bir koyaktan gölgeler,
ta en dipten geldi böylece
büyüklüğünün kucağına gerçek,
herşeyi yokeden ölüm,
ve delik deşik edilmiş kayalardan,
kan kızılı sütun başlıklarından
tırmanan su kemerlerinden
çakıldınız biricik ölüme bir güzhasadı gibi.
Bugün ağlamıyor artık boş hava,
tanımıyor toprak balçıklı ayaklarınızı,
şimdiden unutuldu çömlekleriniz ki süzmüştü
gökyüzünü akarken şimşeğin bıçağı üstünde.
Ve yuttu sis, rüzgârın yardığı
kudretli ağacı.
Zamanın sonuna gökyüzünün şakağından
ansızın düşen el çarptı onu.
yoksunuz artık:
dokuma-ağdan eller,
kırılgan lifler,
karmaşık doku:
Her neydiyseniz atıldınız öteye: alışkanlıklar,
aşınmıs heceler, gözkamaştırıcı ışıktan maskeler.

Ama kaldı gene de taşın ve sözün sürekliliği:
kent yükseldi herkesin elindeki bir kadeh gibi,
ölülerin, yaşayanların ve sesi kesilmişlerin ellerinde,
onca ölüyle, onca hayatla yükseldi bir duvar
taşlaşmış çiçekten bir nabıztaşı: kalıcı gül,
meskenimiz: buzul sömürgelerin And-dağı ışığı.

Döndüğünde bu topraksı gri el toprağa,
bu güzelim gözkapağı kaba duvarlarla,
ve kapandığında kalelerle dolarak,
ve bütün bir insanlık korkuyla sindiğinde deliğinde,
mükemmelliğin azametli hedefi kalacak geriye:
insanlık-şafağının yüce kalesi,
sessizliği koruyan en uzun çömlek:
bunca hayattan kalan taştan bir hayat.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

8 Kasım 2014 Cumartesi

Azarlanmış Topraklar

Sonsuz sessizliğin
sonsuz şehitliğinde gömülmüş
bölgeler, arının
ve yok edilmiş kayanın nabız atışı,
buğday ve yoncalar yerine
kurumuş kanı ve suçu barındıran toprak:
bereketli Galiçya, yağmur kadar temiz,
gözyaşlarıyla her daim tuzlu:
ey Extremadura, gökyüzünden ve alüminyumdan
görkemli kıyılarında uzanır hatırasız Badajoz,
bir mermi deliği gibi kara, ihanete uğramış
ve yaralı ve harap edilmiş,
çevirmiş bakışlarını anımsayan bir göğe
ölmüş oğullarının arasında:
Málaga ölümün sabanıyla sürülmüş
ve yalçın yarıklar tarafından takip edilmiş
çarpana dek hissiz anneler
kayaya yeni doğmuş çocuklarını.
Öfke, üzüncün
ve ölümün ve hiddetin meyvesi,
gözyaşları ve üzünç yeniden birleşinceye dek,
sözcükler ve güçsüzlük ve hiddet, yol kıyısında
kemikleri yığmaktan başka bir şey yapamaz
ve bir taş gömülmüş tozun altında.

Onca, onca
mezar var, onca acı, onca
yıldızda dörtnal giden hayvan!
Hiçbir şey, utku bile,
kanın zalim boşluğunu silemez:
hiçbir şey, ne denizin, ne kumun
ne de zamanın devinimleri,
ne de mezarda yanan sardunya.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Bacaklarımın Törenleri

Haylidir bakıp duruyorum uzun bacaklarıma,
sonsuz, meraklı bir şefkatle, olağan tutkumla,
sanki göğüs kafesimin uçurumuna batmış
tanrısal bir kadına aitlermiş gibi:
ve gerçekte oluyor, ki bazen zaman, zaman geçiyor
toprağın üzerinden, damın üzerinden, kirli başımın üzerinden,
ve geçiyor, geçiyor zaman, ve ben geceleri yatağımda hissetmiyorum
bir kadının soluk aldığını, yanı başımda çıplak uyuduğunu,
ki garip, karanlık bir şey onun yerine geçiyor,
özlem dolu melankolik düşünceler
yatak odamda cazip imkanlar sunuyor,
ve sonra, evet sonra bakıyorum bacaklarıma
sanki onlar başka bir bedene aitmişler gibi
ve güçlü bir şekilde yapışmışlar ve uysalca ruhuma benim.

Bitki sapları ya da hoş kadınsı biçimler gibi
yükseliyor diz kapaklarından, silindirik ve diri,
sıkı, şaşkın, yaşayan bir maddeden:
bir tanrıçanın merhametsiz kalın kolları gibi,
insanlar gibi korkunç giyimli ağaçlar gibi,
muazzam ölümcül dudaklar gibi, susuz ve sakin,
en iyi tarafı bunlar bedenimin: maddesel tümüyle,
duygulardan ya da hava borusundan ya da bağırsaklardan
ya da lenfa bezinden karmaşık içeriği olmaksızın:
kendi hayatımın temiz, tatlı ve kalın özünden
başka bir şey olmaksızın, en uç biçiminde korur hayatı fakat.

Şimdilerde dolaşıyor insanlar dünyayı ve neredeyse
anımsamıyorlar hayat dolu bir bedenleri olduğunu,
ve korku var, korku var dünyada
bedeni tanımlayan kelimelere karşı,
ve giysiler hakkında konuşmak tercih ediliyor,
mümkünse pantolonlar hakkında, takım elbiseler
ve kadın iç çamaşırları (çoraplar ve jartiyerler “bayanlar” için)
sanki giysiler ve takım elbiseler tümüyle bomboş geçiyor caddelerden
ve loş, arsız bir gardırop zaptetmiş dünyayı.

Giysilerin hayatı, rengi, biçimi ve kesimi var,
ve mutlak bir yeri var söylencelerimizde, aşırı fazla bir yeri,
aşırı fazla mobilyalar ve aşırı fazla odalar dünyada,
ve bedenim yaşıyor üzgünce arasında ve altında onca şeyin,
kölelik ve zincirler hakkındaki parlak bir fikirle.

Pekâlâ, dizlerim, düğümler gibi,
özgün, yararlı, apaçık,
ayırıyor gerektiğince bacaklarımı iki parçaya:
gerçekte iki farklı dünyaya, iki farklı cinsiyete
çok da farklı değil bacaklarımın iki parçası gibi.
Dizden ayağa dek katı bir biçim görünüyor,
mineralsi, soğukça yararlı,
bacaktan bir yaratık ve dayanıklılık,
ve ayak bilekleri şimdi çıplak amaçtan başka şey değil,
kesinlik ve gereklilik düzenlenmiş bir kez herkes için.

Tensel duyarlılık olmaksızın, kısa ve sert,
ve erkeksi, kas yığınlarıyla donanmış dizlerim
tümleyici hayvanlar gibi, fakat orada da
hayat var, diri ve ince ve hiddetli bir hayat
titremeksizin dayanıp duruyor, bekliyor ve etkin.
Gıdıklanan ayaklarımda,
güneş gibi sert ve çiçekler gibi açık,
yorulmaz, nefis askerler
uzayın boz savaşında,
her şey sonlanıyor, hayat bitiyor sonsuzca ayaklarımda,
orada başlıyor yabancı ve düşmansı her şey:
dünyanın adları, sınırlanma ve o uzak,
o dilbilimsel isimler ve sıfatlar, kalbimin barındıramadığı,
fırlıyor buradan soğuk ve koyu sağlamlıkla.

Her zaman
imal edilmiş ürünler, çoraplar, ayakkabılar,
ya da basitçe sonsuz koku,
olacak ayaklarımla toprağın arasında
ve güçlendirecek varlığımdaki o yalıtılmış ve yalnız olanı,
inatla varsayılmış hayatımla toprak arasında,
besbelli yenilmez ve düşman bir şey.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Bağışlayın

Bağışlayın, eğer denizin köpüğünden
daha çok ışık sızmadıysa gözlerimden,
bağışlayın, çünkü korunmasız
yayılır benim göğüm
ve sınırsız:
tekdüze benim şarkım,
sözcüklerim kasvetli bir kuş,
kayalardan ve denizden bir direy,
avuntusuzluk
kışsı, bozulmaz bir gezegende.
Bağışlayın suyun kayadan ve deniz köpüğünden
o sonsuz nakaratını, sonsuz abuk sabuk konuşmalarını
gelgitin: işte böyledir benim yalnızlığım:
apansız gürleyişinde savrulur tuz
saklı varlığımın duvarlarına, böylece
kendim
denizde,
çanlardaki çanların sesiyle
kendini tekrarlayan enlemin
ve kışın bir parçası olurum,
sessizliğin bir parçası, bir yele gibi ağır,
yosununki gibi bir sessizlik, batmış bir şarkı.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Balbao'ya Övgü

Mucit, engin deniz, köpüğüm benim,
ayın gökyüzü yayı, suyun imparatorluğu
yüzyıllardır konuştu seninle benim ağzım aracılığıyla.
Ölümden önce olgunlaşmıştı senin tamamlanmışlığın.
Kaldırdın bitkinliği ta göğe doğru,
ve ağaçların katı gecesinden
sürükledi seni ter bütün denizlerin denizi
okyanusun kıyısına.
Amansız ışık küçük insan yüreğiyle
evlendi senin bakışında, daha önce hiç dolmamış
bir çanak doldu! Şimşekten bir mısırtohumu
geldi seninle,
ve azgın gökgürültüsü çekildi toprağa.
Balbao, ordu kumandanı, ne kadar da
önemsiz senin küçük elin miğferin üstünde,
sır dolu küçük odam, tuzun keşiflerinde büyümüş,
okyanus şirinliğinin damadı.
dünyanın genç dölyataklarının oğlu.
Deniz majestelerinin karanlık sanısı
yağmaladı gözlerine ağan portakal ağaçlarının
dörtnallarıyla,
cüretkâr bir sabahkızıllığı düştü kanına
ruhunu yönetmek için, ey mecnun!

Gölgelerin bölgesi evine döndüğünde,
Sen, ey denizin uyurgezeri, yeşil kaptan,
ölüydün sen, kemiklerini almak için
bekleyen toprak gibi.

Ölümlü damat, tuttu işte ihanet verdiği sözü.

Cürum boşuna yürümedi ağır adımlarla
tarih boyunca, şahin yoketti
kendi yuvasını, ve birbirini buldu yılanlar
ve altın dilleriyle atıldılar birbirlerinin üzerine.
Azgın alacakaranlıkta girdin içeriye,
ve kaybolmuş adımları götürdü seni
hâlâ yıkanan o derinliği ölçülemezde,
ışın parlaklığına bürünmüş ve en kudretli
köpükle evli, alıp götürdüler seni
bir başka denizin sahiline: ölüme.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Balıklar ve Boğulmuş

Birden gördüm bu bölgelerin dolduğunu
yoğunlukla, çelikten pürüzsüz biçimlerle,
kesen bir çizgi gibi ağızlar,
taşan gümüşten yıldırım,
hüzünle giyimli balıklar, gotik balıklar,
altın kaplama gök kubbe gibi balıklar,
ay lekeleri parlayan balıklar,
bir ürperiş gibi hızla geçen balıklar,
beyaz sürat, dolaşımın
ince bilimi, öldürüşün ve çiftleşmenin
oval ağızları.

El ya da bel, uçucu ayla
çevrelenmiş olsa bile,
gördü balık sürüsünün titreyişini,
o nemli, elastik akıntısı hayatın,
yıldızların pullardaki gelişimi,
ve tohum ağırlığı opal savruldu
okyanusun karanlık çarşafına.

Alazlı görünüyordu o, batan gümüş taş,
titreyen bir hazinenin sancakları,
ve teslim etti kanını inerken
o esneyen derinlikte,
kanlı çemberli gövde heykelinin
içine işleyen ağızlarla tutulmuş,
ta çözülene dek ve ezilene dek
kanlı bir başak gibi gelgitlerin
kalkanı, ametistlerin parçaladığı
bir giysi, yaralanmış bir miras
dibinde denizin, o sonsuz ağaçta.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Opal: 1) Silisin hidratlı ve jelatinli bütün türlerini kapsayan değerli bir mineral. Panzehir taşı. 2) İnce, düzgün dokunmuş pamuklu kumaş.

Ametist: Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.

Balla Sarhoş

Balla sarhoş vızıldayıp durursun, beyaz arı, ruhumda
ve bükülürsün dumandan ikircikli sarmallarda.

Umutsuzum ben, yankısı olmayan söz gibi,
her şeyini kaybeden gibi ve her şeye sahip olan.

Sen, son bağımsın benim, sende patlar son kaygım.
Issız toprağımda son gülsün sen.

Ah, suskunsun sen!

Kapat derin gözlerini. Orada çırpar gece kanatlarını.
Ah, göster bana çıplak bedenini, bu ürkek heykeli.

Derindir gecenin kanatlarıyla vurduğu gözlerin.
Çiçekler gibi serin kolların, bir gül gibi kasığın.

Memelerin beyaz salyangozları andırır.
Bir pervane uzanmış karnında dinlenmek için.

Ah, suskunsun sen!

Benimki şimdi bana bıraktığın o yalnızlıktır.
Yağmur yağıyor. Deniz rüzgârı avlıyor titrek martıları.

Yalınayak koşuyor su ıslak caddelerden.
Oradaki ağaçta inliyor yapraklar, hastalar gibi.

Beyaz arı, çok uzakta, hâlâ vızıldıyorsun ruhumda.
Yeniden doğuyorsun, zarif ve suskun.

Ah, suskunsun sen!


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera

Barkarol

Yalnızca yüreğime dokunsaydın,
yalnızca ağzını yüreğimin üstüne koysaydın,
o güzel ağzını, dişlerini,
dilini kırmızı bir ok gibi bıraksaydın
tozlu yüreğimin çarptığı yere,
üfleseydin yüreğimde, yakınında denizin, ağlayarak,
kasvetli bir gürültüyle duyulurdu, uyuyan
tren tekerlerinin sesiyle,
huzursuz sular gibi,
bol yapraklı bir sonbahar gibi,
kan gibi,
göğü yalayan ıslak alevlerin gürültüsüyle,
düşler ya da dallar ya da bulutlar gibi bir sesle,
ya da avuntusuz bir limandaki sis düdüğü gibi,
üfleseydin yüreğime, yakınında denizin,
beyaz bir hayalet gibi,
köpüğün tepeleri boyunca,
ortasında esintinin,
zincirlerinden kurtulmuş bir hayalet gibi, ağlayarak
deniz kıyısında.

Muhteşem bir yokluk gibi, ani bir çan gibi
dağıtıyor deniz yüreğin sesini,
yağmur yağarken akşama doğru yalnız bir kıyıda:
iniyor gece kuşkusuz,
ve kazazede bayraklarının hüzünlü gri rengi
şeneltiyor kendisini boğuk sesli gümüş gezegenlerle.

Ve sesleniyor yürek somurtkan bir salyangoz gibi,
bağırıyor, ey deniz, ey şikayet, ey çözülmüş korku
belaların ve bodur dalgaların arasında dağılmış:
Yankıyla suçluyor deniz
dinlenen gölgelerini, yeşil gelinciklerini.

Hüzünlü bir kıyıdaysan ansızın,
çevrilmiş o ölü günle,
dalgalarla dolu
yeni bir geceyle yüz yüzeysen,
ve üflemişsen yüreğime soğukla vuran korku gibi,
üflemişsen yüreğimin yalnız kanına,
üflemişsen alazlı güvercin dalgalanmasına,
kara kanlı hecelerini duyardın yüreğimin,
dur durak bilmez kızıl suları yükselirdi,
ve işitilirdi, gölgelerin sesleri,
ölüm gibi sesler,
çağırırlardı rüzgârla ya da ağlayışla dolu bir boru gibi,
ya da kısa püskürtülerle korku fışkırtan bir şişe gibi.

İşte böyle, ve yıldırımlar örtecekti senin beliklerini,
ve yağmur sızacaktı gözlerinden içeri
hazırlamak için gizlice sakladığın ağlayışını,
ve denizin kara kanatları dönecekti
çevrende, muazzam pençelerle ve boğuk çığlıkla ve kaçışla.

O yalnız hayalet mi olmak istiyorsun, deniz boyunca
hüzünlü, verimsiz çalgısını üfleyen?
Sadece çağırdın mı
uzatılmış sesini, kötücül ıslığını,
yaralı dalgalardan düzenini,
gelirdi biri belki,
biri gelirdi,
adaların şakaklarından, denizin kızıl derinliğinden,
gelirdi biri, biri gelirdi.

Gelirdi biri – üfle bir çılgın gibi,
bırak işitilsin batmış bir gemiden siren gibi,
bir şikayet gibi,
köpüğün ve kanın ortasında bir kişneme gibi,
dişleri kesen ve yankı veren acımasız bir su gibi.

Deniz mevsiminde
bir çığlık gibi döneniyor onun gölge salyangozu,
deniz kuşları hor görüyorlar onu ve kaçışıyorlar,
onun seslerden yoklaması, hüzünlü parmaklıkları
kalkıyor ayağa ıssız denizin kıyısında.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama


Barkarol: 1) Venedik gondolcularının söz ve müziği önceden yazılmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri şarkı. 2) Ritmi üç zamanlı müzik eseri.

7 Kasım 2014 Cuma

Başka Bir Sefer, Başka Bir Gece, Gittim Daha Öteye

Başka bir sefer, başka bir gece, gittim daha öteye.
Boyunca kıyı sıradağlarının,
Büyük Okyanus'a doğru geniş ırmaklar boyunca,
ve o zamandan beri geçtim, Valparaiso,
kıvrılan caddelerden, geçitlerden ve sokaklardan.
Vardım bir denizcinin evine.
Oturmuş bekliyordu annesi beni.
'Dünden önce bilmiyordum - dedi - oğlum anlattı
geleceğinizi, ve Neruda adı
bir titreyiş gibi geçti içimden.
Sonra, hangi rahatlığı, hangi ikramı
sunabiliriz ki oğlum? , diye sorduğumda
bizdendir O, yoksuldan yanadır - dedi oğlum -
ne alay eder ne de hor görür
yoksul yaşantımızı, O yüceltir ve
savunur onu sonuna dek. - İyi, dedim, öyleyse.
Bundan böyle sizlerindir de bu ev.'.
Kimse tanımıyordu bu evde beni.
Lekesiz masa-örtüsüne, en derin geceden gelen
kristal kanatlar gibi bana ulaşan
hayat kadar temiz su testisine
ilişti gözüm.
Yaklaştım pencereye: Valparaiso açtı
titreyen binlerce gözkapağını,
gecesel denizhavası sökün etti ağzıma,
tepelerdeki ışıklar,
denizcil ayışığının suda titreyişi,
yeşil elmaslarla süslenmiş
bir krallık gibi karanlık,
hayat gibi bütün bu yeni barış
sunuldu bana.
Baktım: donatılmıştı masa,
ekmek, peçete, şarap, su,
ve nemletti asker gözlerimi
toprak ve merhamet kokusu.

Valparaiso'daki bu pencerede
günler ve geceler geçirdim.
Yeni evimdeki denizciler
denize açılabilmek için
bir gemi aradılar her gün.
öyle çok kandırıldılar ki
peşpeşe.
Ne 'Atonema' alabilirdi onları,
ne de 'Sultana' gemisi.
Açıkladıkları şuydu bana:
Şu ya da bu kaptanın kumar borcunu
ya da fuhuşunu ödediklerinde,
daha çok ödüyordu yalnızca ötekiler.
Her şey çürümüştü
Santiago'daki Saray gibi.
Burada doluyordu
kâhyayla sekreterin cepleri,
yeterince büyük değildi ne ki
Başkan'ın cepleri gibi,
gene de yoksulların iskeletini kemirecek kadar büyüktü.
Musibete uğramış cumhuriyet,
hırpalanmış hırsız çocuğun elleri gibi,
yollarda yalnız uluyan,
polisin adamakıllı ıslattığısın.
Musibete uğramış millet, Gonzales Videla'nın
kabusladığı, sahte oyuncular tarafından
ispiyoncuların kusmuğuna fırlatılmış,
alelâde sokak köşelerinde satılmış,
en son paçavraya bürünmüş.
Zavallı cumhuriyet özkızını satan
ve anayurdunu yaralı, dilsiz ve domuza bağlı
kılarak teslim edenin pençelerinde.
Sonra iki gemici geldi ve çuvallar,
muz ve yiyecek taşımaya gittiler,
bitkin düştüler
dalgaların tuzundan,
denizin ekmeğinden,
yüce gökten.
Benim yalnız günümde çekildi deniz:
izlerken tepelerin yaşayan alazını,
sallanan her evi, Valparaiso'nun
çarpan nabzını:
yayılmış tepeler hayat dolu boyanmış kapılar
firuze, kızıl ve gül renklerine,
dişsiz merdivenler,
alelâde kapıların yığını,
handiyse çökecek kulübeler,
herşeyin üstüne tuzdan ağlarını atan
sis ve duman,
kayaçatlaklarına sımsıkı yapışan
umutsuz ağaçlar,
insana yakışmayan meskenlerin kollarına asılı
ıslak çamaşırlar,
ansızın, kısık ıslık sesi,
işareti gemiye binmenin,
tuzlu suyun sesi,
sisin, tok sesli çatırtının ve fısıltının yarattığı,
denizcil ses,
bütün bunlar sardı işte gövdemi,
bir dünya giyiti gibi,
ve yoksulların bu haşmetli kentinde
oturdum böylece
bu yüce pusta.


Pablo Neruda
Sığınmacı (El fugitivo)
Canto General

Batıyorsa Her Gün

Batıyorsa her gün
her gecede,
ışığın kapatıldığı
bir kuyu olmalı orada.

Kuyunun derin karanlığının
kenarına oturmalı
sabırla
tutmak için batmış ışığı.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Kız Öğrenci

Ah sen, daha tatlısın, daha bitimsiz
tatlılığın kendisinden bile, gölgelerin arasında
sen sevilen et ve kan:
geçmiş günlerde
ilerledin ve doldurdun tasını
ağır çiçek tozlarıyla, sevinç içerisinde.
Dökülmüş şarap gibi gece,
paslanmış erguvandan gece,
işte o gecenin hakaretler toplamından
yaralı bir kule gibi çöktüm yanında,
ve iğrenç çarşaflar arasında titredi
yıldızın bana doğru ve yangına çevirdi gökyüzünü.

Ah yaseminden ağ, ah ayaklı ateş
yeni gölgelerden beslenmiş,
kemerleri bağladığımız zaman farkına vardığımız
karanlık, başağın kana susamış vuruşuyla
döven zaman.

Sevişme ve başka bir şey değil, bir köpüğün içinde,
ölü sokaklarla sevişme,
bütün hayat ölüp gittiğinde sevişme
ve bize sadece şunları bıraktı:
ıssız köşeleri alevlendirmek.

Isırdım kadını, gücümden ötürü
aklım başımdan gitti, toplanmış çiçek demetleri,
ve çözdüm kendimi dolaşmak için kıyıdan kıyıya,
okşayışın kölesi yalnızca, zincirlenmiş
bu serin saçın mağarasına,
dudakların uzun uzun dolaştığı bu bacaklar:
her daim aç dünyanın dudakları arasında,
emilmiş dudaklar tarafından emilen.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1923

Bayrak

Doğrul benimle.

Kimse istemezdi
benim kadar, bütün dünyayı
benim için kapatacak gözlerini barındıran
yastıkta kalmayı.
Orada isterdim ki kanım uyusun
şirinliğinin etrafında döne döne.

Fakat doğrul,
sen, doğrul,
fakat doğrul benimle,
ve gidelim birlikte
ve savaşalım beden bedene
kötünün örümcek ağlarına karşı,
açlığı yayan sisteme karşı,
sefaletin örgütüne karşı.

Dağıtalım,
ve sen, yıldızım, yanı başımdasın,
kendi balçığımdan yeni doğmuşsun,
yakındır sakladığın kaynağı bulman,
ve ortasında ateşin
yanı başımda olacaksın,
inatçı gözlerinle,
yükseltirken bayrağımı.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

Bayraklar Nasıl Doğar?

Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur.
Halk işlemiştir onları
Tüm sevgisiyle
Onun parçalarını dikmiştir
Bütün yoksulluğuyla
Ve yıldızı çivilemiştir
Canı gönülden
Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için
Bir mavi kesmiştir
Ve damla damla
Kırmızı doğmuştur


Pablo Neruda

Bazı Arjantinliler Geldi

Bazı Arjantinliler geldi,
Jujuy ve Mendoza idi adları,
bir mühendis ve bir doktor,
üç üzüm tanesi gibi üç kızla.
Söyleyecek sözüm yoktu.
Yabancım da değillerdi.
Ama bir şey söylemedik birbirimize,
birlikte soluduk yalnızca
Pasifik Okyanusu’nun güney soğuk havasını,
o yüzen pampanın
yeşil havasını.
Belki kendileriyle birlikte götürdüler onu
başka bir ülkeden bir köpek götürür gibi,
ya da garip kanatlı,
titreyen bir kuş.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Bazı Harabeler Hakkında Şarkı

Burada yaratılmış ve evcilleştirilmiş,
nemlenmiş, kullanılmış ve seyredilmiş,
yatıyor şimdi – zavallı bir bez gibi –
toprak ve siyah kükürt dalgaların arasında.
Gonca ya da göğe yayılan
göğüs gibi, ezilmiş kemiklerde
açan çiçekler gibi, işte böyle belirdi
dünyanın şekli şemali. Ey gözkapağı,
ey sütunlar, ey basamaklar.
Ey derin maddeler,
birleşmiş, temiz: ne kadar daha sizler çan olmadan!
ne kadar daha sizler saat olmadan! Alüminyum
mavi orantılarda, insanların düşlerine
yapışan çimento!
Toplanıyor toz,
kauçuk, çamur, büyüyor şeyler
ve duvarlar boy atıyor
siyah insan derilerinden asmalar gibi.
İçeride o beyazda, bakırda,
ateşte, terk edişte, büyüdü kağıtlar,
o korkunç ağlayış, gece zamanı
biri yatarken ateş içinde
eczaneye getirilmiş reçeteler,
o kuru düşünceli şakak, asla
açmamak için
insanın yaptığı kapıyı.
Her şey geçti, çöktü,
soldu birden.
Mahvolmuş kap kacak,
gece giysileri, kirli köpük, yeni işenmiş sidik,
yanaklar, cam, yün,
kâfur ağacı, iplik ruloları ve deri, her şey,
her şey bir devinimde geri getirildi toza,
metallerin karmakarışık uykusuna,
bütün mis koku, bütün sihir,
her şey birleşti hiçbir şeyde, her şey çöktü
bir daha oluşmamak için.
Göksel susuzluk, undan belleriyle
güvercinler: üzümlerin
ve çiçek tozlarının çağları, bak, nasıl
parçalanıyor ağaç
yalnızca yas olan şeye: kökler yok
insan için: her şey yaslanıyor tam da
titrek bir yağmura.
Bak, rayihalı kırıkta
nasıl çürümüş gitar ağızda:
bak, onca şey yaratan sözcükler
nasıl yalnızca yıkımdır şimdi: bak, kirece
ve kırık mermere,
bir hıçkırıkla – şimdi yosunun örttüğü – ize.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Bazı Hayvanlar

Kertenkelenin şafağıydı bu.

Dili, gökkuşağı parıltılı dağdoruğundan
avladı bir mızrak gibi
yemyeşil çimende.
Papaza benzeyen karınca-yiyen girdi
balta girmemiş ormana melodik adımlarla,
oksijen kadar hafif Guanaco,
geniş, koyu yamaçlarda
altın çizmeler giyiyordu,
açarken lama
suçsuz gözlerini
çiy içindeki dünyanın lezzetine,
sabah alacasının genişliklerinde
maymunlar sonsuz bir
şehvet ipliği ördüler,
değil mi ki unufak ettiler çiçektozlarının duvarlarını
ve şaşırttılar
Muzo'lu kelebeklerin mor firarını.
Timsahların gecesiydi bu,
dokunulmaz gece, çamurdan yükselen
sürü sürü domuzburnuyla kaynaşan;
ve uykuya boğulmuş bataklıklardan
döndü zırhların tok sesi, geriye,
yeryüzünün kaynağına.

Fosfor ışığı ayrılışıyla
dolanıyor yaprakları jaguar,
puma yokeden ateş gibi
koşturuyor dalların arasında
parıldarken vahşi ormanın
alkolik gözleri üzerinde.
Porsuklar ırmak boyu toprağını
altüst ediyor ve havaya kaldırıyorlar yuvaları
ki kırmızı dişlerle saldırmaya hazırlar
onların çarpıcı güzelliğine.
Ve genişce suyun derininde
dinleniyor, kutsal çamurla kaplı,
herşeyi yalayıp yutan, sofu,
muazzam boa-yılanı, dünyanın çapı gibi.


Pablo Neruda
Canto General