Şiir, Sadece

15 Kasım 2014 Cumartesi

Amerika’nın Sihirbazları

Merkezi Amerika, uğramışsın kertenkelelerin istilasına,
keskin kokulu terle şişmişsin,
terlemiş yaseminlerinin arasına gitmeden önce,
beni geminde bir lif,
tahtan için kanatlar olarak algıla
ikiz köpükten çıkarılmış
ve doldur beni büyüleyici kokuyla,
tacından çiçek tozu ve tüyle
sularının filizlenen sahilleriyle,
yuvanın kıvırcık çizgileriyle
Fakat sihirbazlar öldürüyorlar dirilişin
metallerini, kapatıyorlar kapıları
ve karartıyorlar göz kamaştıran
kuşların meskenini.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Anakonda Bakır Madencilik Firması

Dolambaçlı yılanların adları,
o doymaz yutak, yeşil canavarlar
dorukların izdihamında
ülkemin incelmiş
eyerinde, o sert,
topraktan çıkarılmış ayın altında
açıyorsun sen minarelin ışıklı
kraterlerini, granitin
çakılında gömülmüş,
bakırın kızoğlankız galerilerini.

Chuquicamata’nın sonsuz gecesinde,
yüceliklerinde dağların, gördüm
kurbanlıkların odun ateşini,
kendi bakır kubbelerinin altında
çizerken gövdesini,
Şilililerin ellerini ve ağırlığını
ve belini yiyip tüketen kiklopun
çökerten şangırtısı,
döküyordu onların sıcak kanını,
eziyordu iskeletlerini
ve savuruyordu avuntusuz,
ıssız dağlara.

Yankı yapıyor hava patlatılmış
tepelerinde Chuquicamata’nın.
Yeraltı dehlizlerinde eziyor
küçücük insan elleri
gezegenin direncini,
kanyonların kükürt kuşu
titriyor, başkaldırıyor
metalin demir grisi soğukluğu
utangaç yara izleriyle,
ve sirenler uluduğunda
yutuyor toprak küçücük
insanların akıntısını
düşerken onlar
kraterin çene kemikleri arasından.

Küçük kaptanlardır onlar,
benim yeğenlerim, oğullarım,
ve boşalttıklarında külçeleri
denize doğru ve kuruladıklarında
alınlarını ve titrediklerinde
ateşli ürperişlerle dönerler geriye,
o zaman o büyük yılan yer onları,
parçalar ve öğütür onları,
kaplar iğrenç köpükle,
savurur yollara,
bırakır polisler öldürsün onları,
bırakır Pisagua’da çürüsün diye,
hapse atar onları, tükürür onlara,
kendilerini aşağılayacak ve kovalayacak
hain bir Devlet Başkanı satın alır onlara,
açlıktan ölmeye bırakır onları
kumun sonsuz ovalarında.

Ve cehennem yokuşlarda bulunur
bir çok çarpık haç,
dağ işçisi o halkın ağacında bulunan
tek tahtadır o.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Anayurdun Savaşı

Araukanya boğdu gülün
şarkısını vazoda, kesti
ipleri yirmibeş yıl önce evlenmiş
gelinin örgü sandalyesinden,
şanlı Machi indi merdivenlerinden,
ve dallanan ırmaklarda, balçıkta,
savaşçı Anddağı ladinlerinin
dimdik taçlarında
doğdu gömülmüş çanların
ölüm kampanası. Savaşın anası
sıçradı tepenin yumuşak taşı üzerinde,
balıkçı ailesini aldı kendiyle,
ve yeni evli çiftçi öptü taşı
onlar yaraya doğru seğirtmeden önce.
Araukanya reisinin orman-yüzü ardında
ayağa kaldırdı savunmasını Araukanya:
gözler ve mızraktı, sessizlik ve tehditten
dillerden bir kalabalık,
yokedilemez beller, gururlu
kara eller, birleşen yumruklar.

Araukanya reisinin ardında durdu dağ,
ve dağda sayısız Arauco.

Arauco sarhoştu göçmen sulardan.

Arauco kasvetli sessizlikti.

Topladı azar azar elçi
Arauco'nun damlalarını kesik eliyle.

Arauco savaşın dalgası oldu.
Arauco gecenin yakacağı oldu.
Her şey kaynadı majestik reisin ardında,
ve saldırdığında bir tek karanlık göründü,
ormanlar, kum ve toprak,
uyumlu ateş ve organlar,
fosfor ışıltılı görünümüyle pumalar.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Anayurt, Bölmek İstiyorlar Seni

“Şilili deniyor ona” diyor benim hakkımda bu solucanlar.
Çekip almak istiyorlar ayaklarımın altından anayurdu,
parçalamak istiyorlar seni, kesip biçmek kirli bir
iskambil oyununda ve dağıtmak istiyorlar seni kötü et gibi.
Sevmiyorum onları. Sanıyorlar ki şimdiden ölmüşsün,
kesip biçilmişsin, ve onların kirli emellerinin sefahat âleminde
çarçur ediyorlar seni efendiymişler gibi. Sevmiyorum onları.
Bırak seveyim seni toprağında ve halkında, bırak izleyeyim
denizle sarmalanmış düşümü karla kaplı sınırlarında,
bırak toparlayayım yolumda yürürken
bir kapta taşıdığım bütün o acı kokunu,
fakat onların yanında duramıyorum, bunu isteme benden,
omuzlarını silkelediğin zaman ve düştüklerinde yere
çürümüş hayvanlardan filizleriyle birlikte,
isteme benden inanmamı, onların senin oğlun olduklarına.
Halkımın kutsal tahtası başka bir çeşit.
Yarın
senin dar teknenin ufacık mekanında
arasında karın ve okyanusunun iki gelgiti arasında
en çok sevilen olacaksın, ekmek, toprak, oğul.
Gündüzleri kurtarılmış zamanın ayini,
geceleri göğün yıldız berrağı yaratığı.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Ballad

14 Kasım 2014 Cuma

Anımsarım Denizi

Ey Şilili, deniz kıyısında bulundun mu yakın zamanlarda?
Git oraya benim adıma, ıslat ellerini ve kaldır yukarı;
yabancı ülkelerden tapacağım o sonsuz sudan
yüzüne düşen bu damlalara.
Biliyorum onu, benim bütün kıyım boyunca yaşayıp durdum,
Kuzey’in hırçın denizini, çorak tarlalardan
köpüğün fırtına ağırlıklı adaları civarında.
Anımsarım denizi, Coquibo’nun çatlamış
ve demir grisi kıyılarını, Tralca’nın mağrur sularını,
Güney’in beni yaratan yalnız dalgalarını.
Anımsarım Puerto Montt’da ya da adalarda, geceleri,
sahile geri dönüşü ve bekleyen o kayığı,
ve ayaklarımız bıraktı ateşi izlere,
fosfor aydınlığı bir tanrısallığın mistik alazlarını.
Her bir adım fosfordan bir akıntıydı.
Yıldızla yazdık biz dünyayı.
Ve kayarak deniz üzerinde titredi kayık
deniz ateşinden bir dal budak, ateşböceğinden,
sayısız gözlerden bir dalga uyanan
her bir seferinde ve tekrar uyuyan kendi uçurumunda.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Ballad

Anımsıyorum Seni Olduğun Gibi

Anımsıyorum seni olduğun gibi geçen sonbahar.
Başlığın griydi ve yüreğin sakince.
Gözlerinde savaşıyordu alacakaranlığın alevleri.
Ve düştü yapraklar ruhunun sularına.

Bir boru çiçeği gibi yapışmıştın koluma,
ikircikli ve sakin sesine korunak olurken yapraklar.
Arzumun alazlanıp durduğu kötürüm eden bir ateş.
O uysal mavi sümbül burkulmuş ruhumun üstünde.

Gör nasıl uzaklaşıyor gözlerin, sonbahar gibi uzak,
başlık, o gri, o cıvıltılı ses ve o evcimen yürek,
kömürün koruna öpücüklerimin neşeyle düştüğü
derin özlemlerimin amacı olan şey.

Bir gemiden görünen gökyüzü. Yüksek dağlardaki yaylalar.
Hatıran ışık gibi, duman gibi, o sessiz gölcük gibi.
Ötesinde gözlerinin durur yangında akşam kızıllığı.
Fırıl fırıl sonbaharın kuru yaprakları ruhunda.


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera

Anlaşma

Toprağa düşmüş tozlu yapraklardan
ya da kendisini gömen sessiz yapraklardan.
Işıksız metallerden, boşlukla birlikte,
yokluğuyla birdenbire ölen günde.
Ellerin tepesinde kelebeklerin ışıltısı,
ışığının son nedir bilmediği kelebeklerden bir akın.

Korudun ışıktan izi, ezilmiş varlıklardan
batışındaki terk edilmiş güneşin
fırlattığı gibi kiliselere.
Bakışla lekelenmiş, işi gücü arılarla,
beklenmeyen alev için kaçışta, gidiyor özü
günden önce ve izliyor onu ve onun altın soyunu.

Gözetleyen günler geçip geçiyor gizlice,
fakat düşüyor onlar ışıktan sesinin içine.
Ey aşkın hükümranı, sükûnetinde
kurdum düşümü, içe kapanıklığımı.

Ürkünç sayılardan bedeninle senin, birdenbire
yayılmışsın dünyayı açıklayan o kemiyetlere,
günlerin kavgasının ardında beyaz uzay
ve soğuğu yavaş ölümün ve solan içgüdünün,
hissediyorum kasığının alazlandığını ve öpüşlerinin geçtiğini
dönüşerek rüyamdaki genç serçelere.

Bazen yükseliyor gözyaşlarının kaderi
alnıma yükseldiği gibi yaşımın – orada
patlıyor dalgalar ve öldüresiye vuruyor kendilerini:
ıslaktır devinim, gevşek ve kesin.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Annelik

Nasıl da yuvarlanırsın anneliğin içine ve onaylarsın
sıklıkla ölümcül olan gramlı karanlık asidini?
Güllerin geleceği geldi! Ağın
ve yıldırımın zamanı! Şiddetli beslenmiş
yaprakların uysal duaları!
Ilımlı olmayan bir ırmak
çağlayıp odaların ve kıvrımların arasından
uyandırır tutkuları ve acıları
ağır sıvısıyla ve gözyaşlarından taşkınıyla.

Bazı kemikleri, bazı elleri,
bazı denizci giysilerini şenelten
beklenmeyen bir mevsim hakkında konuşurum.

Ve onun ışıltısı değiştirir gülleri
ve onlara ekmek verir ve taş ve çiy,
ey karanlık anne, gel,
sol elinde bir maskeyle
ve kolların hıçkırıklarla dolu.

İsterim ki kimsenin ölmediği bu dehlizlerden
geçesin, balıksız bir denizin arasından,
pulsuz, gemi batışlarının olmadığı,
adımsız bir otelin arasından,
dumansız bir tünelin arasından.

Senin için kimsenin doğmadığı bu dünya belirlenmiş,
orada ne ölü çelenkler bulunur
ne de dölyatağı çiçekleri,
senindir bu gezegen, deriyle ve taşla dolu.
Orada bütün hayatlar için gölge var.
Sütten ve kandan binaların dolaşımı var
ve yeşil havadan kuleler.
Duvarlarda sessizlik var
ve rüzgârdan toynaklarıyla büyük solgun inekler.
Rüzgâr var orada, böylece durabilir
diş çenede, ve dudak dudak üzerinde,
böylece konuşabilir ağzın ölmeksizin,
ve kanın boş yere dökülmeyecek.

Ey karanlık anne, yaralarsın beni
yürekteki on bıçakla,
bu tarafa doğru, o aydınlık zamana doğru,
o külsüz ilkbahara doğru.

Bağır yüreğimde, ezene dek
onun siyah kerestesini, kandan
ve taşkın saçtan bir harita
lekeleyene dek delikleri ve gölgeyi,
vur ona, ağlayana dek camları,
eriyene dek iğneleri.

Parmakları var kanın,
ve kazıyor tünelleri toprağın altında.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

Antarktik

Antarktik, güneysi taç, donmuş
fenerlerin salkımı, toprağın derisinden
sökülmüş buzdan oluşan
külün kabuğu, saflıktan
yıkılmış kilise, o beyaz
katedrale konan yelkenli gemi,
çatlayan kristal için kurban yeri,
gecesel karın duvarlarına doğru
parçalanan fırtına,
uzat bana o çift göğsünü, o saldıran
yalnızlığın üzerinde öfkelenmiş,
o korkutan rüzgâr için rota
tekmil kakımın taçyapraklarıyla maskeli
tekmil gemi batışlarının sis düdükleriyle
ve dünyaların beyaz zararıyla,
ya da sun bana berrak bir parça kuvars gibi
soğuğu temizleyen huzurunun memesini,
ve nefes almamışı, o sınırsız
berrak maddeyi, o özgür havayı,
topraksız yalnızlığı ve yoksulluğu.
En katı öğle zamanlarının denetimi,
buzun mırıldanan harpı, kımıltısız,
yakınında o düşman yıldızların.

Tekmil denizler mükemmel denizindir senin.

Tekmil okyanusun direnç kuvveti
toparladı kendi berraklıklarını sende,
ve tuz doldurdu seni kendi şatolarıyla,
inşa etti kentleri buz, kristalden
bir iğne üzerinde yükseldi, rüzgâr
tuzlu yabanıl püskürtün arasından hızla geçti
karla yanmış bir kaplan gibi.
Kubbelerin doğdu tehlikeden
fırtına rüzgârlarının holünde,
ve ıssız sırtında dinleniyor hayat
denizin altındaki bir asma bahçesi gibi,
tükenmeden yanarak, saklayarak ateşi
karın ilkbaharı için.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

13 Kasım 2014 Perşembe

Araucaria

Bütün kış, bütün mücadele,
o ıslak demirin bütün yuvaları
kalkıyor ayağa senin o yabanıl kentinde,
havayla egemen olan o gücünde senin.

İnkar olunan hapishaneleri taşların
dikenlerin boğulmuş ipleri,
dikenli saçlarından yaratılan
mineralsi gölgelerden bir köşk.

Katılaşan gözyaşı, sonsuzluğu suyun,
balık pullarından dağ, toynaklardan yıldırım,
senin yıkılmış evin inşa edilir
saf jeolojinin taçyaprağından.

Yüksek kış öper senin zırhını
ve örter seni çatlamış dudaklarla:
şiddetli rayihanın ilkbaharı
ezer özlemini senin uzlaşmaz sütuna karşı:
ve ciddi sonbahar bekler boşuna
akıtmak için altınını senin yeşil tepelerine.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Araukanya Reisi Caupolican

Rauli-ağacının saklı kökünde
büyüdü Caupolican, başsız heykel ve fırtına,
ve halkını sürdüğünde
kâşif silâhlarına doğru,
çekip gitti ağaç,
çekip gitti anayurdun katı ağacı.
Bu yeşil sis arasında
gördü yaprakların kımıldadığını kâşifler,
güçlü dallar ve giyiti
sayısız yaprağın ve tehditin,
gördüler bu topraksı aşiretin halk'a dönüştüğünü,
gördüler köklerin toprağı terk edişini.

Biliyorlardı zamanın vurduğunu
hayatın ve ölümün saatinde.

Onunla birlikte geldi yeni ağaçlar.

Bütün soyu kızıl dalların,
yabanıl bütün acıların örgüleri,
ağaçtaki nefretin bütün budakları.
Caupolican sarmaşıktan maskesini düşsün diye bırakır
yolunu şaşırmış kâşiflerin gözleri önünde:
yok burada hiç boyalı kral tüyü,
yok burada hiç kokulu bitki taçları,
yok burada hiç parıltılı kolyeleriyle papazlar,
burada ne eldivenler
ne de altınla kaplanmış prensler var:
bu ormanın yüzüdür,
paramparça edilmiş akasyalardan bir maske,
yağmurla saklanmış bir beden,
sarmaşık bitkileri üzerinde büyümüş bir kafa.

Bakış Caupolican'ın,
dağla kaplı evrenin batan bakışı,
dünyanın amansız gözleri,
ve titan'ın yanakları asılan duvarlarıdır
şimşeğin ve kök'ün.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Ars Poetika

Gölge ve boşluk arasında, kışlalarla genç kızlar arasında,
garip bir yürekle ve kederli düşlerle bezenmiş olarak,
bir anda solgunlaşıp kurudu alnım
ve hiddetli bir duladamın üzüntüsü her bir gününde hayatın,
ah, her bir damla görünmez suyu uyur gibi içerdim
ve titreyişle yakaladığım her bir seste
bu uzak susayışı ve aynı soğuk ateşi duyumsarım,
büyüyen bir ses, dolaysız bir acı,
sanki hırsız ya da hayalet yaklaşır gibi,
ve saran bir kabuk ve derin kucaklayış gibi,
şaşkın garson gibi, az biraz zırıldayan bir can gibi,
eski bir ayna gibi, konuklarının geceleri sarhoş döndükleri
ve çiçek yokluğunun ve yere atılan çamaşırların
pis kokusu yükselen
boş bir evin kokusu gibi,
- belki şu ya da bu şekilde, biraz daha az melankolik -
ama şu ki gerçek rüzgâr kırbaçlıyor göğsümü,
yatak odamda düştü sonsuz kumaşlardan yapılmış geceler,
ve bir günün gürültüsü azdırıyor fedâyı
dalgınca bir anda istiyor peygambersi ne varsa bende,
ve bir yığın şey çağırıyor beni yanıt almadan
ve sürekli bir devinim, ve şaşkın bir isim.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Askerin Gecesi

Yaşıyorum askerin gecesini, yıkım ya da melankoli bilmeyen adamın zamanını, okyanus ya da bir dalganın uzağa fırlattığı adamın zamanını, o acı suyu bilmeyen ayırdı kendini ondan, ve korkusuzca ve yavaş yavaş yaşlanıyor, büyük değişimleri olmayan sıradan hayata adanmış, yokluğu olmaksızın, kendi hayatını yaşayan derisinde ve giysisinde, gerçekte karanlık. Tütün tüttüren, tüküren ve denetimsizce içki içen ve ansızın ölümlü hastalar gibi hep birden çöken aptal ve neşeli arkadaşlarla birlikteyken işte böyle görüyorum kendimi. Değil mi ki nerededir askerin teyzesi, gelini, kaynanası ve yengesi? Belki ölürler toplum dışında bırakılmaktan ya da malaryadan, soğurlar ve sararırlar ve buzdan bir yıldıza göç ederler, soğuk bir gezegene, en sonunda dinlenmek için, genç kızlar ve buzul meyveler arasında, ve onların cesetleri, zavallı ateş cesetleri uyumak zorunda alazların ve kaymaktaşı meleklerinin koruduğu külün uzağında.

Akşam yükümlülüğüyle yenilmek için sonuna yaklaşan her gün, dolanıyorum Müslüman tacirlerin arasında, geziniyorum gereksiz bir nöbetçi gibi, ineğe ve kobra yılanına tapan insanların arasında, dolaşıyorum cazibesiz ve sıradan bir yüzle. Aylar değişimsiz değil, ve yağmur yağıyor bazen: gökyüzünün sıcağından dökülüyor gebe su, ter gibi suskun, ve dev bitkilerin üzerinde, yabanıl hayvanların sırtlarında dolanıyor birbirine ve uzuyor bu ıslak tüyler bir zaman sessizlikte. Gecenin suları, musonun gözyaşları, tuzla doymuş tükürük düşmüş atların köpükleri gibi, büyümesi yavaşça, püskürtüsü yavaş, hayrette kalmış kaçışta.

Şimdi, o profesyonel merakın, yalnızca huzuruyla bir yarık açan o acınası şefkatin, yıldırım ışıltısıyla beni aşırı maviyle giydiren o mükemmel vicdanın nerede? Bağlayıcı bir sistemin oğlu ta yüreğe dek, inatçı fizikî bir sabırdan, nefes almayı sürdüreceğim gündelik olarak yığılan besinin ve zamanın bir sonucu olarak, öçten ve altın derimden oluşan gardırobum çalınmış. Çünkü ayaklarım kayıyor tek bir mevsimin mekanlardan oluşan saatleri gibi, ve üzerimde asılı duruyor hemen her zaman günün ve gecenin biçimlerinden oluşan bir gün.

Sonra, ara sıra düşüyorum genç gözlü ve kalçalı kızların peşine, saçlarında sarı bir çiçeğin yıldırım gibi alazlandığı varlıkların peşine. Ayak parmaklarının her birinde yüzükler var, ve bilezikler, ayak bileklerinde halhallar ve bunun yanı sıra renkli kolyeler, boyunlarından çıkarıp araştırdığım zincirler, değil mi ki hayran kalıyorum önünde sonsuzca tekrarlanan diri bir bedenin, ve dinelmiyor öpüşlerim. Her bir yeni heykeli tartıyorum kollarımda ve içiyorum erkeksi susuzlukla onların yaşayan iksirini sessizlikte. Uzanmış yatarak bakıyorum yukarıya, o uçucu yaratığa, bakış tırmanıyor onun çıplak varlığı üzerinden gülüşüne: devasa ve üçgensi yukarısı, kaldırılmış havaya iki global memeyle, beyaz yağdan ve uysal enerjiden ışığıyla iki lamba gibi dipdiri gözlerimin önümde. Teslim oluyorum onun karanlık yıldızına, teninin sıcaklığına onun, ve düşmüş bir düşman gibi devinimsiz bağrımın altında, aşırı kalın ve mat kollarla bacaklar, uzanıyor savunmasız dalgada o: ya da çapraz milli solgun, hızlı, derin bir teker gibi ve parmaklar dönüp duruyor etrafında, şaşkın bir yıldız gibi.

Ah, kendi kendisini tüketen ve düşen, harabelerle çevrilmiş, yas tutan şeylerin ortasında, terk edilmiş bir kor gibi peş peşe geceler. Olağan olarak hazır ve nazır bulunuyorum bu sonlu, gereksiz silâhlarla kuşanmışlıkta, mahvolmuş itirazlarda. Koruyorum bu yarı gecesel maddenin kanıyla hafifçe ıslanmış giysilerimi ve kemiklerimi: etrafımda toplanan bu dayanıksız toz, ve ara sıra uyanıyorum vekalet tanrısının yanında, direngen soluk alışıyla, yükseğe kaldırılmış kılıcıyla.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Askerin Sevgilisi

Askerin sevgilisi yaptı hayat seni
kavganın sıcağında.

Zavallı ipek entarinle
sahte taşlardan tırnaklarınla
ateşin arasından geçmeye hazırlandın.

Gel buraya, ey avare,
gel ve iç o kızıl şebnemi
göğsümde.

Bilmek istemedin nereye gittiğini,
kavalyeydin,
ne eğlencen vardı ne de ülken.

Ve dolandığında yanı başımda,
hayatın benimle gittiğini görürsün
ve ölüm var ardımızda.

Artık dans edemiyorsun
ipek entarinle salonda.

Ayakkabılarını aşındırmak istersin,
fakat büyüyeceksin yürüyüşte.

Dolanmalısın dikenlerin üstünde,
bırakmalısın kandan küçük damlaları.

Öp beni yeniden, sevgilim.

Temizle silâhını, yoldaş.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

Asma Çubuğu Ve Rüzgar

Bir şarkıcıyım ben,
Avrupa’nın bağlarında dolaştım;
Gezindim rüzgarlar altında.
Asya’nın rüzgarı altında.
Yaşamlar içinde en iyisi
Yaşam bile,
Dünyanın tadı;
Ak pak barış bile;
Avareydi
Devşirdim
Evet devşirdim.

Başka toprakların
En iyisi
Yüceltti şarkısını dudağımda;
Bağların ortasında
Barışın ve rüzgarın özgürlüğü!

İnsanlar nefret ediyor gibiydiler
Birbirleriyle.
Yine de aynı gece
Birbirlerinin üzerlerini
Örtüyorlardı.
Bizi uyandıran
Tek ışık
Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim,
Yemek yiyorlardı masalarında;
Fabrikadan çıkmıştılar,
Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de
Hepsi birbirine benziyordu.
Ve hepsi de
Gözlerini ışığa çeviriyorlardı
Yollarını arıyordu hepsi de.

Hepsinin bir ağzı vardı
Türkü çağırıyorlardı,
Türkü çağırıyorlardı
İlkbahara dönük!

Hepsi.

İşte rüzgarda
Bağ çubuklarının arasında
En iyi insanları devşirdim
Şimdiyse dinlemeniz gerek beni


Pablo Neruda

Aşık Olmalar: Kent

Ekim ayında öğrenci aşkı
alazlanır kiraz ağaçlı sefil caddelerde
ve mırıldanan bir tramvay her köşede,
su gibi kızlar, Şili’nin balçığından
ve çamurundan ve karından
ve ışığından ve kara gecesinden birleşmiş bedenler,
Rosa’yla, Lina’yla ya da Carmen’le
düşmüş yatağa hanımelleri,
çıplaklar şimdiden, çalınmış gizler belki
ya da gizem dolular kıvırırlarken kendilerini
kucaklayışta, bir sarmal belki, bir kule,
ya da yaseminden ya da ağızlardan bir titreyiş:
dünde miydi, şimdiki sabahta mı, nereye kayboldu
o uçucu ilkbahar? Ey elektrikli
kalçanın ritmi, ey tünelinden çıkıp
türüne giderken apaçık kırbaç vurması atmığın
ve uyuklayan bir topalakla
utkulu akşamda ve kağıtlar arasında
dizelerim, yazılmış orada
temiz mayayla, dalgayla,
güvercinle ve yayılan saçla.
Tek kerelik aşık olmalar, hızlı,
şehvetli, anahtardan anahtara,
ve buna katılmış olmanın gururu!
Sanıyorum, şiirimin temeli yalnızca
yalnızlıkta değil, fakat bir bedendedir de
ve ondan sonra başka bir bedende daha,
yeryüzünün bütün öpüşleriyle
ve ayın tekmil teninin altında.


Pablo Neruda

Aşk

Bunca gün, ah, bunca gün
görmeyi seni böyle kırılgan, böyle yakın,
nasıl öderim, neyle öderim?

Uyandı kana susamış
ilkbaharı koruların,
çıkıyor tilkiler inlerinden
çiylerini içiyor yılanlar,
ve ben gidiyorum seninle yapraklarda
çamlar ve sessizlik arasında,
sorarak kendime nasıl, ne zaman
ödeyeceğim diye şu bahtımı

Bütün gördüklerim içinde
yalnız sensin hep görmek istediğim
dokunduğum her şey içinde
senin tenindir hep dokunmak istediğim:
seviyorum senin portakal kahkahanı
hoşlanıyorum uykudaki görüntünden

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiceğim
bilmiyorum nasıl sever başkaları
eskiden nasıl severlerdi,
yaşıyorum, bakarak, severek seni,
aşk tabiatımdır benim

Her ikindi daha da hoşuma gidiyorsun.

Nerde o? Hep bunu soruyorum
kaybolduğunda gözlerin
Ne kadar geç kaldı! Düşünüp inciniyorum,
yoksul, aptal, kasvetli duyuyorum kendimi
geliyorsun sen, bir esintisin
şeftali ağaçlarından uçan.

Bu yüzden seviyorum seni, bu yüzden değil
o kadar neden var ki, o kadar az,
böyle olmalı aşk
kuşatan, genel
üzgün, müthiş,
bayraklarda donanmış, yaslı,
yıldızlar gibi çiçek açan,
bir öpüş kadar ölçüsüz.


Pablo Neruda

Aşk

Armağanlarınla beraber verdin bana, İspanya,
o yılmaz aşkı.
Beklediğim şefkat geldi bana
ve benimle hâlâ, en derin öpüşü
sunuyor ağzıma.
Fırtınalar
alamadı benden bunu,
ve uzaklık o zamandan beri gömemedi
birlikte fethettiğimiz sevgi mekanını,
Görmüştüm savaş yangınından önce giysilerini
İspanya’nın cesur tarlaları arasında,
sonra gördüm her şeyin bozulduğunu, belirsiz ışıkta,
ve acılı bir ifade kayıp gitti yüzünden
yitirilmiş taşa düşene dek.

Kaskatı bir ağrıyla, zıpkınlarla delik deşik
daldım senin sularına, sevgilim,
tıpkı hiddetin ve ölümün arasından
dört nala giden ve birdenbire
sabah tazesi bir elma verilen bir at gibi, vahşi ormanın
titreyişinden oluşan bir çağlayan gibi.

Hayatımı belirleyen o ıssız ovalar
o zamanlardan tanıyorlar seni, sevgilim benim,
o karanlık okyanus izliyor beni
ve o müthiş sonbaharın kestaneleri.

Kim görmedi ki seni, sevda yüklüm, kavgada
hemen yanımda duran şefkatim benim,
bir yıldızın türlü türlü işaretlerini
göstermesi gibi? Kim bulmadı ki seni,
beni aradığında ordunun içinde,
çünkü ben insanlığın tahıl ambarında bir tohumum,
kim bulmadı seni köklerime dayanmış,
kanımdaki şarkıyla beslenen, kim?

Bilmiyorum, sevgili, zamanım ve mekanım olur mu
tekrar betimleyebilmek ve yazdığım kağıtlara yayabilmek
senin o hoş gölgeni, gelinim benim:
bu günler oldukça çetin ve parıltılı,
ve bunlardan toparlamalıyız şirinliğimizi,
çamurdan bir göz kapağı ve dikenlerin arasında.
Neredeyse unutuyordum, ne zaman oluştuğunu:
sen sevdadan önce bulunuyordun,
kaderin güçleriyle geldin,
ve hemen senden önce yalnızlığım senindi,
belki o senin dinlenen saçlarındı.
Bugün, anmayacağım adını,
sen benim sevdamın arzusu,
benim günlerimin yol göstericisi, sen tapılansın,
ve zamanın mekanında günü içine alıyorsun
evrenin sahip olduğu tüm ışığı.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

Aşk

Onca gün, ah, onca gün görürüm seni.
Nasıl öderim, neyle öderim
onca somut ve onca yakın oluşunu?

Kana susamış ilkbahar
ormanlarda uyanır.
Yakında çıkar tilkiler inlerinden,
çiyi içer yılanlar,
ve çamlarla sessizliğin arasında
yürürüm seninle yapraklarda,
bu talihimi nasıl ve ne zaman
öderim diye sorarım kendime.

Gördüğüm her şeyden
görmek istediğim sensin hep,
dokunduğum her şeyden
dokunmak istediğim tenindir hep:
severim portakal gülüşünü,
seni uyurken izlemekten hoşlanırım.

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiğim?
Bilmem nasıldır diğer aşklar
ya da geçmişteki sevdalılar,
yaşarım, izlerim, severim seni,
sevmek doğamda var benim.

Hoşlanırım senden ikindileri.

Nerededir şimdi? Gözlerin yittiğinde
sorarım hep.
Ne de uzun oyalandı diye düşünüp yaralanırım.
Zavallı, aptal ve üzgün hissederim kendimi,
ve varıp ışıldarsın,
yükselirsin şeftali ağaçları üzerinde.

Bundandır seni sevmem, ve bundan değil.
Onca nedeni var, ve onca nedeni yok,
ve böyle olmalı aşk dediğin,
kapsayan ve olağan,
özel ve dehşetli,
bayraklı ve gamlı,
yıldızlar gibi çiçeklenmiş
ve bir öpüş gibi ölçümsüz.


Pablo Neruda
Estravagario

12 Kasım 2014 Çarşamba

Aşk

Derdin ne, derdimiz,
neler oluyor bize?
Oy, bizi bağlayan ve yaralayan
öyle sert bir iptir ki aşkımız,
birbirimizden ayrılıp
kurtulmak istediğimizde yaralarımızdan,
bir düğüm daha atar aşk ve birlikte kanamaya
ve birlikte yanmaya mahkûm eder bizi.

Derdin ne senin? Bakıyorum sana
ve diğer gözlere benzeyen yalnızca iki göz
buluyorum sende, öptüğüm daha güzel
bin ağız arasında yitmiş bir ağız,
bedenimin altında kaymış
o bedenlere benzeyen
çoktan unutulmuş bir beden.

Ve nasıl da boş dolandın durdun dünyada
buğday renkli bir çömlek gibi
havasız, sessiz, içeriksiz!
Durmaksızın toprağın altını kazan
kollarım için boş yere aradım
derinliği sende:
teninin altında, gözlerinin altında
hiçbir şey,
neredeyse kabarmayan
memelerin altında
niçin şakıyarak acele ettiğini bilmeyen
kristal berrağı türünden bir akıntı.
Niçin, niçin, niçin,
aşkım, niçin?


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

Aşk Düşünceleri İçine Mi Düşer?

Aşk düşünceleri içine mi düşer
sönmüş volkanların?

Öç eylemi midir bir krater
yoksa yeryüzünün bir cezası mı?

Denize asla ulaşmayan ırmaklar
hangi yıldızlarla sürdürür konuşmayı?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Aşk Sonesi I

Matilde, bitki ismi, taş ya da şarap,
doğarsın topraktan ve yaşarsın daima,
sözcük aydınlatır günü yaratısında,
patlar limonların ışığı yazında.

Arı sürüsünün mavisiyle, deniz ateşiyle
çevrilmiş ahşap tekneler yüzer bu adda,
ve kömürleşmiş yüreğime dökülen
bu harfler ırmak suyundan.

Ey bir boru çiçeği altında bulunmuş isim
dünya kokularının iletişiminde
bilinmedik bir tünelin girişi gibisin.

Ah alazlanan ağzınla işle içime,
istersen incele beni gece karası gözlerinle,
yeter ki yelken açıp uyuyayım isminde.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

Aşk Sonesi III

Amansız sevişme, menekşe renkli dikenli taç,
onca katı tutkunun arasındaki yabanıllık,
acının mızrağı, öfkenin çiçek sepeti,
nasıl, hangi yollardan gelirsin ruhuma?

Niçin fırlatırsın bana acı dolu ateşini bir çırpıda
soğuk yaprakların arasında giderken yolumda?
Sana kim öğretti bana ulaştıran adımları?
Hangi çiçekler, taşlar ve dumanlar gösterdi meskenimi?

Fakat bir şey kesin: bir titreyiş geçti ürküten gecenin içinden,
şafak doldurdu kadehleri şarapla
ve doğruldu güneş göksel yakınlığında,

bıçaklarla ve dikenlerle un ufak edene dek
ve yüreğime alazlı bir yol açana dek
kuşattı yüreğimi durmaksızın acımasız sevişme.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

Aşk Sonesi V

Gece, hava ya da şafak dokunmasın sana asla,
fakat gece yalnızca, üzümlerin içi,
o saf suyu duyduğu zaman büyüyen elmalar,
mis kokulu ülkende balçık ve reçine.

Gözlerinin dünya ışığını gördüğü Quinchimalí’den
sınır bölgesinde benim için yaratılmış ayaklarına kadar,
bildiğim balçıklı topraksın sen:
yeniden dokunurum kalçalarında dünyanın tahılına.

Belki bilmiyorsun, Araukanyalı kadın,
ki seni sevmeden evvel, unutmuştum öpüşlerini,
ki yüreğim ağzını anımsamayı sürdürdü,

ki bir yaralı gibi yürüdüm sokaklarda,
ta ki, sevgilim, bulduğumu anlayana dek,
öpüşlerden ve volkanlardan bölgemi.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

11 Kasım 2014 Salı

Soneto I

Matilde, nombre de planta o piedra o vino,
de lo que nace de la tierra y dura,
palabra en cuyo crecimiento amanece,
en cuyo estío estalla la luz de los limones.

En ese nombre corren navíos de madera
rodeados por enjambres de fuego azul marino,
y esas letras son el agua de un río
que desemboca en mi corazón calcinado.

Oh nombre descubierto bajo una enredadera
como la puerta de un túnel desconocido
que comunica con la fragancia del mundo!

Oh invádeme con tu boca abrasadora,
indágame, si quieres, con tus ojos nocturnos,
pero en tu nombre déjame navegar y dormir.


Pablo Neruda
Cien Sonetos de Amor

Aşk Sonesi VIII

Gözlerin ayın rengini barındırmasaydı
ve balçıktan günleri, çalışmayı ve ateşi,
ve yakalayamadığın havanın esnekliğini,
kehribar olmasaydın bir hafta uzunluğunda,

ve sonbaharın boru çiçekleri arasında yükselen
o sarı an olmasaydın
ve uğraşarak gökteki unun arasında
pırıltısında ayın yaptığı ekmek de olmasaydın,

sevmezdim seni o zaman, ey çok sevdiğim!
Kollarında kucaklarım var olan her şeyi,
kumu, zamanı, yağmurun ağacını,

ve her şey yaşar ben yaşayayım diye:
mesafesiz görürüm her şeyi:
senin hayatında duyumsarım yaşayan her şeyi.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

Aşk Sonesi XVII

Tuzun gülü gibi ya da topaz gibi
ya da ateşi çoğaltan karanfillerin oku gibi sevmem seni:
karanlık bazı şeylerin, gizlice, gölgeyle ruh arasında,
sevildiği gibi severim seni.

Çiçeklerin ışığını içinde gizleyen
çiçeklenmeyen bitki gibi severim seni,
ve teşekkürler aşkına, kasvetle bedenimde
yaşar topraktan yükselen kesif rayiha.

Severim seni bilmeden nasıl, ne zaman, nereden,
basitçe severim seni, sorunsuz ve gurursuz,
başka türlü sevmeyi bilmediğim için böyle severim seni.

Fakat ne sen varsın ne de ben,
öyle yoğun ki sevdamız, bağrımdaki elin elimdir,
öyle yoğun ki, uyuduğumda kapanan gözlerindir.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

Aşk Sonesi XXVII

Çıplak ellerinden biri gibi yalınsın, pürüzsüzsün,
dünyevisin, küçüksün, mükemmelsin ve şeffafsın,
ayın zambakları sende, elma yolları,
çıplak incesin çıplak buğday gibi.

Çıplak mavisin Küba gecesi gibi,
boru çiçeklerin var ve yıldızlar saçlarında,
çıplak muhteşemsin ve sarı
altın bir kilisedeki yaz gibi.

Çıplak küçüksün tırnaklarından biri gibi,
kıvrılmışsın, incesin ve gül pembesin, giysiden
ve uğraşlardan bitimsiz bir tünel gibi yeraltından

bir dünyaya gidene dek sen ve doğana dek gün:
çıplak bir ele dönüşmek için yeniden
söner berraklığın, giyinir ve yitirir yapraklarını.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

Aşk Sonesi LXVIII

Bir Gemi Süsü Figürü


Tahtadan yapılmış bu kız yürüyerek gelmedi,
birden oturuyordu orada, tuğla yığınları arasında,
denizin kadim çiçekleri taçlandırmıştı alnını
ve köklü hüzünleri barındırıyordu bakışları.

Boş hayatlarımıza bakarak, dinlendi orada,
yaptığımız, olduğumuz, gittiğimiz, geldiğimiz bütün dünyada,
ve soluyordu gitgide günün taçyaprakları.
İzliyordu bizi, görmeksizin, tahta kız.

Kadim sularla taçlanmış kızcağız
bakıp duruyordu yenilmiş gözlerle,
ve biliyordu zamandan ve sudan ve dalgadan

ve sesten ve yağmurdan yapılmış uzak ağlarda yaşadığımızı,
bilmeden var olduğumuzu ya da kendisinin düşü olduğumuzu.
Bu hikayesidir tahtadan yapılmış o kızın.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

Aşk Sonesi LXXXVII

Okyanusun üç kuşu, üç şimşeği, üç makası,
uçup gitti Antofagasta’nın soğuk göğünden:
onun için titreşip durdu hava,
titreşip durdu her şey yaralı bir bayrak gibi.

Ey yalnızlık, ver bana sonsuz kökeninin işaretini,
merhametsiz kuşların o dar yolunu,
ve kuşkusuz daha önceden gelen titremeyi
balı, müziği, denizi ve doğumu.

(Yalnızlık göğün saf çoğalmasını kapsayana dek,
değişmez bir yüzle sürdürülür
sürekli açan ağır bir çiçek gibi) .

Okyanusun soğuk kanatları uçup gitti, adalar denizinden,
Şili’nin kuzeydoğusundaki kumullara doğru.
Ve gece çevirdi anahtarını göksel kilidinde.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959


Antofagasta, Şili’nin kuzeyinde dağlık bir çöl bölgesinde yer alan bir kıyı kentidir.

Aşk Sonesi XCIV

Ölürsem, sağ kal bütün pak gücünle
uyandır ölümün ve soğuğun öfkesini,
kaldır kalıcı gözlerini güneyden güneye,
duyulsun gitarın ağzı güneşten güneşe.

İkircikli olmasın gülüşün ve adımın,
ölmesin sevincimin kalıtı,
bağırma göğsümde, çünkü ölmüşüm ben.
Bir evde gibi yaşar gibi yaşa yokluğumda.

Öyle şeffaf ki yokluğun evi
hayatsız olsam da görürüm yaşadığını,
ve acı çekersen, sevgilim, ölürüm yeniden.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959

10 Kasım 2014 Pazartesi

Aşk, Erkeğin ve Kadının Aşkı

Aşk, erkeğin ve kadının aşkı,
eğer gittilerse onlar, nereye gittiler?

Dün, dün sordum gözlerime:
ne zaman göreceğiz birbirimizi tekrar?

Ve değiştirirsen görüntüyü
çıplak mıdır ellerin yoksa eldivenli mi?

Nasıl kokar göğün söylentisi
şakırken suyun mavisi?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Atacama

Dayanılmaz ses, serpiştirilmiş
tuz, başkasının yerine geçen
kül, en uçtaki çiy incisinde
hüzünlü bakır dehlizlerde
kör ayın ortaya çıktığı siyah dal.
Hangi madde, hangi boş kuğu
batırıyor ölen çıplaklığını kumda
ve pekiştiriyor akıcı, yavaş ışığını?
Hangi sert ışın eziyor kendi yakutunu
arasında taşlarının,
kaybolmuş tuzu katılaştırana dek yılmaz?
Toprak, toprak
üzerinde denizin, üzerinde rüzgârın, üzerinde
mercanlarla süslenmiş dörtnalında amazonun:
çanın titreyen kökünde
buğdayın uyuduğu dolu silolar:
Ah, okyanusun anası! kör yeşimden
ve altın çakmaktaşından çiftçi kadın:
ekmekten temiz derinde, uzağında ormanın,
sadece gizemli çizgiler var,
sadece kumdan alnın var senin,
sadece insanların geceleri ve günleri var,
fakat senin dikeninin susuzluğu yakınında, gömülmüş
unutulmuş bir kağıdın bulunacağı yerde, bildiriyor
bir taş kılıcın ve arzunun derin beşiklerini,
işaretliyor kirecin uyuyan ayaklarını.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Ateşi Ve Soğuğu Ve Öfkeyi Tüküren

Ateşi ve soğuğu ve öfkeyi tüküren
volkanları rahatsız eden nedir ki?

Niçin keşfedemedi İspanya’yı
Kristof Kolomb?

Kaç tane sorusu vardır bir kedinin?

Dökülmeyen gözyaşları
durup bekliyorlar mı küçük göllerde?

Yoksa kedere doğru akıp giden
görünmeyen ırmaklar mı oluyorlar?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Atlar

Atları gördüm pencereden.
Berlin’de kıştı. Işıksızdı
ışık, göksüzdü gök.

Islak bir ekmek gibi beyazdı hava.

Ve kışın dişleriyle kemirilmiş gibi görünen
yalnız bir sirki gördüm penceremden.

Birden on atı götüren bir adam
göründü sisin arasından.

Neredeyse kımıltısız alev dalgaları gibiydiler,
fakat o saate kadar boş olan bütün dünyayı
doldurdular gözlerimde. Kusursuz, alazlı,
tuzun düşüne benzeyen yeleleriyle,
uzun temiz bacaklarıyla on tanrı gibiydiler.

Sağrıları dünyalar ve portakallardı.
Renkleri baldı, kehribardı ve ateşti.

Gururun taşından oyulmuş
sütunlardı boyunları,
ve öfkeli gözleri gösteriyordu
bir mahkûmun gücünü.

Ve orada, gün ortası sessizliğinde,
o kirli ve hüzünlü kışın ortasında,
atların o yoğun varoluşları
kandı, ritimdi, hayatın kışkırtıcı hazinesiydi.

Baktım. Baktım ve yeniden buldum bilmeden
kaynağı, o altın dansı, göğü
ve güzellikte yaşayan ateşi.

Unuttum o kasvetli Berlin kışını.

Ama unutamam atları çevreleyen ışığı.


Pablo Neruda
Estravagario
1958

Atmosferle Caddeler Arasında Boş Bir Ağ Gibi

Atmosferle caddeler arasında boş bir ağ gibi
ileri geri salındım durdum havada
ve yaklaşıp ilkbaharla mısırbaşağı arasında,
ve uzaklaşarak sonbaharın gelişiyle
serpilmiş yaprak-sikkelerinden
en büyük sevdaya benzeyen o şeyin
bize sunduğu uzunparmaklı bir ay gibi
düşen bir eldivenin içindeymiş gibi.

(Bedenin çiğ havasında
yaşayan parıltının günleri: çelik dönüştü
asidin sessizliğine:
geceler bölündü en son mısırununa kadar:
gelinlik anayurdun saldırgan gündönümleri.)

Beni kemanlar arasında bekleyen biri
sarmalını, bütün solgun kükürt renkli
yapraklardan daha derine batıran
gömülmüş bir kuleye benzeyen bir dünya buldu:
hatta daha derine, aşağı yerbilimin altınına;
göktaşlarıyla karışlanmış bir kılınç gibi
batırdım hiddetli ve kibar elimi,
yeryüzünün bu en dahiyane derinine.

İndirdim bu alnı dalga-diplerine,
o kükürt ekşisi huzurda sanki bir damla buldum,
ve, melez gibi, yaseminlere döndüm geriye
bitkin insansı ilkbaharda.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

Avuntusuz Sistem

Her biri gibi bu tür günlerden, eski demir gibi siyah,
büyük kırmızı öküzler gibi güneşin çıkarttığı,
tam da havayla ve düşlerle hayatta tutulmuş
ve ansızın geri dönülmezcesine geçip gitmiş,
hiçbir şey yerine koyamadı huzuru kaçırılmış kökenimi,
ve yüreğimde dolaşıp duran eşitsiz ölçüler
kaynak yapılır orada gece ve gündüz yalnızlıkta
ve bitirilir zapt edilmez ve hüzünlü çokluklarda.

İşte, duyarsız ve kör bir gözetleme kulesi gibi,
kuşkucu ve acınacak şekerlemeye yargılı,
zamanın her bir günü birleştiği duvara doğru çevrilmiş,
değişik yüzlerimi toparlayan ve büyük, solgun
ve ağır çiçeklerden bir zincir oluşturan,
durmaksızın vekalet eden ve ölmüş.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Ayakların

Bakamayınca yüzüne
bakıyorum ayaklarına.

Kemerli kemikleriyle ayakların,
sağlam küçük ayakların.

Taşıyorlar seni, biliyorum,
ve ağırlığın
yükseliyor onlarda.

Belin ve memelerin,
meme uçlarının
çifte moru,
gözlerinin çukuru,
yenilerde uçuşup durmuş,
geniş ağzın, bir kavun,
kızıl lülelerin,
benim küçük kulem.

Fakat ben sadece ayaklarını seviyorum,
çünkü dolanıp durmuşlardı
yeryüzünde
ve rüzgârda ve suda,
benimle karşılaşana dek.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

Aynı Uçurumdan Ölüler, Tek Bir Koyaktan Gölgeler

Aynı uçurumdan ölüler, tek bir koyaktan gölgeler,
ta en dipten geldi böylece
büyüklüğünün kucağına gerçek,
herşeyi yokeden ölüm,
ve delik deşik edilmiş kayalardan,
kan kızılı sütun başlıklarından
tırmanan su kemerlerinden
çakıldınız biricik ölüme bir güzhasadı gibi.
Bugün ağlamıyor artık boş hava,
tanımıyor toprak balçıklı ayaklarınızı,
şimdiden unutuldu çömlekleriniz ki süzmüştü
gökyüzünü akarken şimşeğin bıçağı üstünde.
Ve yuttu sis, rüzgârın yardığı
kudretli ağacı.
Zamanın sonuna gökyüzünün şakağından
ansızın düşen el çarptı onu.
yoksunuz artık:
dokuma-ağdan eller,
kırılgan lifler,
karmaşık doku:
Her neydiyseniz atıldınız öteye: alışkanlıklar,
aşınmıs heceler, gözkamaştırıcı ışıktan maskeler.

Ama kaldı gene de taşın ve sözün sürekliliği:
kent yükseldi herkesin elindeki bir kadeh gibi,
ölülerin, yaşayanların ve sesi kesilmişlerin ellerinde,
onca ölüyle, onca hayatla yükseldi bir duvar
taşlaşmış çiçekten bir nabıztaşı: kalıcı gül,
meskenimiz: buzul sömürgelerin And-dağı ışığı.

Döndüğünde bu topraksı gri el toprağa,
bu güzelim gözkapağı kaba duvarlarla,
ve kapandığında kalelerle dolarak,
ve bütün bir insanlık korkuyla sindiğinde deliğinde,
mükemmelliğin azametli hedefi kalacak geriye:
insanlık-şafağının yüce kalesi,
sessizliği koruyan en uzun çömlek:
bunca hayattan kalan taştan bir hayat.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

8 Kasım 2014 Cumartesi

Azarlanmış Topraklar

Sonsuz sessizliğin
sonsuz şehitliğinde gömülmüş
bölgeler, arının
ve yok edilmiş kayanın nabız atışı,
buğday ve yoncalar yerine
kurumuş kanı ve suçu barındıran toprak:
bereketli Galiçya, yağmur kadar temiz,
gözyaşlarıyla her daim tuzlu:
ey Extremadura, gökyüzünden ve alüminyumdan
görkemli kıyılarında uzanır hatırasız Badajoz,
bir mermi deliği gibi kara, ihanete uğramış
ve yaralı ve harap edilmiş,
çevirmiş bakışlarını anımsayan bir göğe
ölmüş oğullarının arasında:
Málaga ölümün sabanıyla sürülmüş
ve yalçın yarıklar tarafından takip edilmiş
çarpana dek hissiz anneler
kayaya yeni doğmuş çocuklarını.
Öfke, üzüncün
ve ölümün ve hiddetin meyvesi,
gözyaşları ve üzünç yeniden birleşinceye dek,
sözcükler ve güçsüzlük ve hiddet, yol kıyısında
kemikleri yığmaktan başka bir şey yapamaz
ve bir taş gömülmüş tozun altında.

Onca, onca
mezar var, onca acı, onca
yıldızda dörtnal giden hayvan!
Hiçbir şey, utku bile,
kanın zalim boşluğunu silemez:
hiçbir şey, ne denizin, ne kumun
ne de zamanın devinimleri,
ne de mezarda yanan sardunya.


Pablo Neruda
Yürekteki İspanya
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Bacaklarımın Törenleri

Haylidir bakıp duruyorum uzun bacaklarıma,
sonsuz, meraklı bir şefkatle, olağan tutkumla,
sanki göğüs kafesimin uçurumuna batmış
tanrısal bir kadına aitlermiş gibi:
ve gerçekte oluyor, ki bazen zaman, zaman geçiyor
toprağın üzerinden, damın üzerinden, kirli başımın üzerinden,
ve geçiyor, geçiyor zaman, ve ben geceleri yatağımda hissetmiyorum
bir kadının soluk aldığını, yanı başımda çıplak uyuduğunu,
ki garip, karanlık bir şey onun yerine geçiyor,
özlem dolu melankolik düşünceler
yatak odamda cazip imkanlar sunuyor,
ve sonra, evet sonra bakıyorum bacaklarıma
sanki onlar başka bir bedene aitmişler gibi
ve güçlü bir şekilde yapışmışlar ve uysalca ruhuma benim.

Bitki sapları ya da hoş kadınsı biçimler gibi
yükseliyor diz kapaklarından, silindirik ve diri,
sıkı, şaşkın, yaşayan bir maddeden:
bir tanrıçanın merhametsiz kalın kolları gibi,
insanlar gibi korkunç giyimli ağaçlar gibi,
muazzam ölümcül dudaklar gibi, susuz ve sakin,
en iyi tarafı bunlar bedenimin: maddesel tümüyle,
duygulardan ya da hava borusundan ya da bağırsaklardan
ya da lenfa bezinden karmaşık içeriği olmaksızın:
kendi hayatımın temiz, tatlı ve kalın özünden
başka bir şey olmaksızın, en uç biçiminde korur hayatı fakat.

Şimdilerde dolaşıyor insanlar dünyayı ve neredeyse
anımsamıyorlar hayat dolu bir bedenleri olduğunu,
ve korku var, korku var dünyada
bedeni tanımlayan kelimelere karşı,
ve giysiler hakkında konuşmak tercih ediliyor,
mümkünse pantolonlar hakkında, takım elbiseler
ve kadın iç çamaşırları (çoraplar ve jartiyerler “bayanlar” için)
sanki giysiler ve takım elbiseler tümüyle bomboş geçiyor caddelerden
ve loş, arsız bir gardırop zaptetmiş dünyayı.

Giysilerin hayatı, rengi, biçimi ve kesimi var,
ve mutlak bir yeri var söylencelerimizde, aşırı fazla bir yeri,
aşırı fazla mobilyalar ve aşırı fazla odalar dünyada,
ve bedenim yaşıyor üzgünce arasında ve altında onca şeyin,
kölelik ve zincirler hakkındaki parlak bir fikirle.

Pekâlâ, dizlerim, düğümler gibi,
özgün, yararlı, apaçık,
ayırıyor gerektiğince bacaklarımı iki parçaya:
gerçekte iki farklı dünyaya, iki farklı cinsiyete
çok da farklı değil bacaklarımın iki parçası gibi.
Dizden ayağa dek katı bir biçim görünüyor,
mineralsi, soğukça yararlı,
bacaktan bir yaratık ve dayanıklılık,
ve ayak bilekleri şimdi çıplak amaçtan başka şey değil,
kesinlik ve gereklilik düzenlenmiş bir kez herkes için.

Tensel duyarlılık olmaksızın, kısa ve sert,
ve erkeksi, kas yığınlarıyla donanmış dizlerim
tümleyici hayvanlar gibi, fakat orada da
hayat var, diri ve ince ve hiddetli bir hayat
titremeksizin dayanıp duruyor, bekliyor ve etkin.
Gıdıklanan ayaklarımda,
güneş gibi sert ve çiçekler gibi açık,
yorulmaz, nefis askerler
uzayın boz savaşında,
her şey sonlanıyor, hayat bitiyor sonsuzca ayaklarımda,
orada başlıyor yabancı ve düşmansı her şey:
dünyanın adları, sınırlanma ve o uzak,
o dilbilimsel isimler ve sıfatlar, kalbimin barındıramadığı,
fırlıyor buradan soğuk ve koyu sağlamlıkla.

Her zaman
imal edilmiş ürünler, çoraplar, ayakkabılar,
ya da basitçe sonsuz koku,
olacak ayaklarımla toprağın arasında
ve güçlendirecek varlığımdaki o yalıtılmış ve yalnız olanı,
inatla varsayılmış hayatımla toprak arasında,
besbelli yenilmez ve düşman bir şey.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Bağışlayın

Bağışlayın, eğer denizin köpüğünden
daha çok ışık sızmadıysa gözlerimden,
bağışlayın, çünkü korunmasız
yayılır benim göğüm
ve sınırsız:
tekdüze benim şarkım,
sözcüklerim kasvetli bir kuş,
kayalardan ve denizden bir direy,
avuntusuzluk
kışsı, bozulmaz bir gezegende.
Bağışlayın suyun kayadan ve deniz köpüğünden
o sonsuz nakaratını, sonsuz abuk sabuk konuşmalarını
gelgitin: işte böyledir benim yalnızlığım:
apansız gürleyişinde savrulur tuz
saklı varlığımın duvarlarına, böylece
kendim
denizde,
çanlardaki çanların sesiyle
kendini tekrarlayan enlemin
ve kışın bir parçası olurum,
sessizliğin bir parçası, bir yele gibi ağır,
yosununki gibi bir sessizlik, batmış bir şarkı.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas

Balbao'ya Övgü

Mucit, engin deniz, köpüğüm benim,
ayın gökyüzü yayı, suyun imparatorluğu
yüzyıllardır konuştu seninle benim ağzım aracılığıyla.
Ölümden önce olgunlaşmıştı senin tamamlanmışlığın.
Kaldırdın bitkinliği ta göğe doğru,
ve ağaçların katı gecesinden
sürükledi seni ter bütün denizlerin denizi
okyanusun kıyısına.
Amansız ışık küçük insan yüreğiyle
evlendi senin bakışında, daha önce hiç dolmamış
bir çanak doldu! Şimşekten bir mısırtohumu
geldi seninle,
ve azgın gökgürültüsü çekildi toprağa.
Balbao, ordu kumandanı, ne kadar da
önemsiz senin küçük elin miğferin üstünde,
sır dolu küçük odam, tuzun keşiflerinde büyümüş,
okyanus şirinliğinin damadı.
dünyanın genç dölyataklarının oğlu.
Deniz majestelerinin karanlık sanısı
yağmaladı gözlerine ağan portakal ağaçlarının
dörtnallarıyla,
cüretkâr bir sabahkızıllığı düştü kanına
ruhunu yönetmek için, ey mecnun!

Gölgelerin bölgesi evine döndüğünde,
Sen, ey denizin uyurgezeri, yeşil kaptan,
ölüydün sen, kemiklerini almak için
bekleyen toprak gibi.

Ölümlü damat, tuttu işte ihanet verdiği sözü.

Cürum boşuna yürümedi ağır adımlarla
tarih boyunca, şahin yoketti
kendi yuvasını, ve birbirini buldu yılanlar
ve altın dilleriyle atıldılar birbirlerinin üzerine.
Azgın alacakaranlıkta girdin içeriye,
ve kaybolmuş adımları götürdü seni
hâlâ yıkanan o derinliği ölçülemezde,
ışın parlaklığına bürünmüş ve en kudretli
köpükle evli, alıp götürdüler seni
bir başka denizin sahiline: ölüme.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Balıklar ve Boğulmuş

Birden gördüm bu bölgelerin dolduğunu
yoğunlukla, çelikten pürüzsüz biçimlerle,
kesen bir çizgi gibi ağızlar,
taşan gümüşten yıldırım,
hüzünle giyimli balıklar, gotik balıklar,
altın kaplama gök kubbe gibi balıklar,
ay lekeleri parlayan balıklar,
bir ürperiş gibi hızla geçen balıklar,
beyaz sürat, dolaşımın
ince bilimi, öldürüşün ve çiftleşmenin
oval ağızları.

El ya da bel, uçucu ayla
çevrelenmiş olsa bile,
gördü balık sürüsünün titreyişini,
o nemli, elastik akıntısı hayatın,
yıldızların pullardaki gelişimi,
ve tohum ağırlığı opal savruldu
okyanusun karanlık çarşafına.

Alazlı görünüyordu o, batan gümüş taş,
titreyen bir hazinenin sancakları,
ve teslim etti kanını inerken
o esneyen derinlikte,
kanlı çemberli gövde heykelinin
içine işleyen ağızlarla tutulmuş,
ta çözülene dek ve ezilene dek
kanlı bir başak gibi gelgitlerin
kalkanı, ametistlerin parçaladığı
bir giysi, yaralanmış bir miras
dibinde denizin, o sonsuz ağaçta.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Opal: 1) Silisin hidratlı ve jelatinli bütün türlerini kapsayan değerli bir mineral. Panzehir taşı. 2) İnce, düzgün dokunmuş pamuklu kumaş.

Ametist: Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.

Balla Sarhoş

Balla sarhoş vızıldayıp durursun, beyaz arı, ruhumda
ve bükülürsün dumandan ikircikli sarmallarda.

Umutsuzum ben, yankısı olmayan söz gibi,
her şeyini kaybeden gibi ve her şeye sahip olan.

Sen, son bağımsın benim, sende patlar son kaygım.
Issız toprağımda son gülsün sen.

Ah, suskunsun sen!

Kapat derin gözlerini. Orada çırpar gece kanatlarını.
Ah, göster bana çıplak bedenini, bu ürkek heykeli.

Derindir gecenin kanatlarıyla vurduğu gözlerin.
Çiçekler gibi serin kolların, bir gül gibi kasığın.

Memelerin beyaz salyangozları andırır.
Bir pervane uzanmış karnında dinlenmek için.

Ah, suskunsun sen!

Benimki şimdi bana bıraktığın o yalnızlıktır.
Yağmur yağıyor. Deniz rüzgârı avlıyor titrek martıları.

Yalınayak koşuyor su ıslak caddelerden.
Oradaki ağaçta inliyor yapraklar, hastalar gibi.

Beyaz arı, çok uzakta, hâlâ vızıldıyorsun ruhumda.
Yeniden doğuyorsun, zarif ve suskun.

Ah, suskunsun sen!


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera