Şiir, Sadece

26 Kasım 2014 Çarşamba

Sibirya Madenlerinin Koyu Derinliğinde

Sibirya madenlerinin koyu derinliğinde, 
Koruyun gururlu sabrınızı. 
Boşa gitmeyecek kahırlı emeğiniz, 
Ve düşüncelerimizin soylu kavgası.

Felaketin sadık kardeşi umut, 
Karanlık mağaralarda, 
Ayaklandırdığında yaşam ve neşeyi, 
Beklenen o an da gelecek.

Sevgi ve kardeşlik, size kadar ulaşacak, 
Özgür sesimin,
Tutsaklık hücrelerinize vardığı gibi. 
Karanlık ve kasvetli kilitlerin ötesine.

Ağır prangalarınız kırılıp koparken, 
Göçerken zindanlar ve özgürlük sizi, 
Sevinçle karşılarken kapıda, 
Kılıcı size, kardeşleriniz verecek


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1827


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Arion

Çok kişiydik ağaçtan oyma kayığımızda,
Kimisi yelkenleri gerip,
Diğerleri elbirliğiyle salarken,
Derinlere ağır kürekleri.
Sessizlikte, abanmış hünerli dümenci,
Suskun, götürmekteydi yüklü kayığı.
Bense, kaygısız, hafif bir inançla dolu,
Denizcilere şarkılar söylerken,
Birden, denizin karnı,
Patlayan gümbürtülü kasırgayla buruşuverdi,
Denizciler de, dümenci de gömüldü sulara!
Kurtulan sadece ben oldum; gizemli şarkıcı.
Kasırganın fırlattığı kıyıda,
Islak giysilerimi bir kayaya sermiş, kuruturken,
Geçmişin yeminleri,
Artık söylediğim tek şarkı.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1827

Üç Pınar

Bu dünyanın bir bozkırında,
Hüzünlü ve sınırsız düzlüklerde,
Gizemle fışkırmış üç pınar.
Gençlik pınarı, sabırsız ve âsi,
Kaynaşır, taşar, ışıltılarla kükreyerek.
Kastal Pınarı*, ilham dalgası şairin,
Dünya bozkırı sürgünlerini,
Suya doyurur.
Sonuncu pınar,
Soğuk pınarı unutulmuşluğun,
En tatlısı hepsinin.
İhtiras alevlerini,
En iyi o söndürür.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1827


* Sanat tanrısı Apollon ve müzik tanrıçaları Müzler'e adanmış esin pınarı.

19 Ekim 1827

Tanrı yardımcınız olsun dostlarım. 
Yaşam tasalarınızda, Çar'ın emrinde, 
Zevke düşkün dostluğun şölenlerinde, 
Ve aşkın tatlı sırlarında!

Tanrı yardımcınız olsun dostlarım. 
Kasırgalarda, yaşam dağında, 
Yaban yerlerde, ıssız denizlerde, 
Ve karanlık uçurumlarında dünyanın!


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1827

Şair

Bir şairi çağırmadıkça Apollon*
Kutsal kurban olmaya,
Günlük yaşamın kaygılarına,
Dalmıştır o yüreksizce;
Kutsal liri suskun,
Ruhu, soğuk uykunun tadında,
Ve dünyanın önemsiz çocukları arasında,
Belki de en önemsiz kişidir şair.

Ama bir kez tanrının seslenişi, 
Duyarlı kulaklarına ulaşmaya görsün, 
Silkinir ruhu şairin, 
Uyandırılmış bir kartal gibi. 
Sıkılır dünya meşgalelerinden, 
Yabancılaşır insan sözlerine.

Ulusal putun ayakları dibinde, 
Eğmez gururlu başını. 
Kaçıp gider, yabanıldır ve serttir; 
Sesler ve korkulu heyecanlarla dolu, 
Issız dalgaların kıyılarına koşar. 
Uğultusu derin ormanlara...


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1827


* Mitolojide, sanat ve şiir tanrısı.

Peygamber

Gönül susuzluğundan kavrularak,
Kasvetli çölde üzgün sürüklenirken,
Altıkanatlı melek Serafim*,
Yolağızında göründü birden.
Gezdirdi, tüy kadar hafif parmaklarını
Uyku gibi gözbebeklerimde.
Bilge gözbebeklerim büyüdü;
Ürkmüş bir dişi kartalınkiler kadar.
Kulaklarınla dokundu;
Ve kulaklarım uğultu ve çınlamayla doldular.
Ve duydum ben de göklerin titremesini,
Meleklerin yüksek uçuşunu,
Denizdeki sürüngenlerin sualtı gezintisini,
Ovadaki söğütlerin amaçsız yaşamını.
Ağzıma bastırıp,
Tuttu, kopardı
Boş laflar eden, kurnaz ve günahkar dilimi.
Ve bilgelik yılanının iğnesini,
Suskun ağızıma yerleştirdi.
Kanlı sağ eliyle.
Göğsümü yardı kılıcıyla,
Söktü küt küt atan yüreğimi.
Ve sonra yarık göğsüme,
Alev Alev yanan
Bir kömür parçasını koydu.
Ceset gibi yatıyorken çölde.
Tanrı'nın sesi geldi birden;
"Kalk! Ayaklan peygamber,
Gör ve duy!
Emrime uy ve gez denizleri, dünyayı,
Tutuştur sözlerinle insan yüreklerini".


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1826-1828


* Haberci melek

Puşçin'e

İlk dostum,
Dostların en değerlisi,
Kaderime şükürler etmiştim,
Kuytudaki sarayım,
Senin kızağının züleriyle şenlendiğinde.

Yalvarırım ilahi takdire, 
Sesimle, senin ruhuna da, 
Aynı huzur gelsin de, 
Lise günlerimizin aydınlığıyla, 
O zindan ışılasın.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1826

İtiraf

Aleksandra İvanovna Osipova'ya


İster kudurmuşluk deyin,
İsterse boş utanç ve çaba olsun adı,
Bu talihsiz enayiliğimle,
Ayaklarınızın dibinde itiraf ediyorum;
Sizi seviyorum.
Ne adıma yaraşır, ne yaşıma...
Daha akıllı olmam gerek!
Ama belirtiler açık artık;
Aşk humması bu, ruhumdaki.
Siz olmayınca yanımda,
Herşey sıkıcı bana-esniyorum,
Yanınızda üzgünüm-katlanıyorum,
Gücüm yok -ama söylemek istiyorum,
Meleğim, sizi nasıl sevdiğimi.
Ne zaman duysam,
Konuk odasından gelen hafif adımlarınızı,
Ya da giysinizin hışırtısını,
O bakir, günahsız sesinizi,
Yeniden kaybederim aklımı.
Gülümsersiniz-sevinirim,
Dönüp gitseniz-bozulurum.
Bir işkence günü sonunda,
Solgun elinizdir ödülüm.
Gergefi alıp, gayretle oturur,
Savsakça eğilirsiniz üstüne.
Gözleriniz ve kıvır kıvır saçlarınız,
İner aşağılara.
Ben, tarifsiz heyecanlarda,
Susarım şefkatle,
Hayranlıkla seyrederim, çocuk gibi!
Bahsetmeli mi acaba size,
Zaman zaman yağmurda yürüdüğümüzde
Talihsizliğimden, kıskanç acımdan?
Uzaklara mı gidecekmişsiniz?
Ya yalnızken döktüğünüz gözyaşları?
Köşede söylenmiş iki kişilik laflar?
Opoçka'ya yapılan gezi?
Akşamları piyano?
Alina! Acıyın bana.
Aşk dilenmeye cesaretim yok.
Belki de, günahlarım yüzünden meleğim,
Bu aşkı haketmiyorum.
Ama sevıyormuş gibi oynayın siz rolünüzü! 
Şu bakış herşeyi dile getirebilir, mucize gibi! 
Ah! Aldatmak hiç de zor değil, 
Benim gibi, aldatarak kendini mutlu olan birini.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1826

25 Kasım 2014 Salı

Bakıcıma

Ümitsiz günlerimin dostu, 
Tirit ve köhnemiş güvercinim, 
Çam ormanlarının kuytusunda, 
Uzunca zamandır beni beklersin. 
Aydınlık odanın penceresi dibinde, 
Bir nöbetçi gibi kederlenirsin. 
Örgü şişlerin yavaşlar her dakika, 
Çarpılmış, çirkin ellerinde. 
Açılmaya hasret kalan kapıya bakarsın, 
Uzak, kapkara yollara. 
Özlem, önseziler, tasalar, 
Zalimce ağrıtır kalbini, 
Birşeyler sezersin...


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1826


Puşkin'in çocukluk yıllarındaki bakıcısı Arina Rodionovna, sözkonusu olan.

Kış Yolu

Kalın, kıvrımlı sisler arasından, 
Süzülüp geçiyor ay, 
Kederli ormanlar üstüne 
Hüzünlü ışığını saçıyor.

Kasvetli kış yolunda, 
Koşuyor troyka* tazı gibi, 
Usandırıyor beni, 
Çıngırağın tekdüze sesi.

Yanık, uzun türkülerinde arabacının, 
Yürekten, bildik bir hava var: 
Kâh dizginsiz, delice bir sevinç, 
Kâh gönül sıkıntısı.

Ne bir ateş, ne bir kulübe karartısı, 
Karşıma çıkan sadece, 
- Onlar da, birer birer -
Mesafe direkleri.

Sıkıntı ve hüzün... Yarın Nina,
Yarın dönüp sevgiliye,
Ocak başında kendimden geçeceğim.
Hayran ve doymaksızın bakacağım her şeye.

Saat, yüksek sesli tik-taklarıyla, 
Sabit dairesini tamamlayacak, 
Gece yarısı herkesi defedip, 
Başbaşa bırakacak bizi.

Dertliyim Nina, yolum çok sıkıcı, 
Uykusu geldi, susuverdi arabacı, 
Çınlıyor çıngırak tekdüze, 
Ayın çehresi dumanlı.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1826


*Üç atlı kızak.

Mavi Gökleri Altında Yurdunun

Mavi gökleri altında yurdunun,
Sararıp, soluyordu.
Göçüp gitti sonunda ve tam tepemde,
Genç gölgesi uçuştu bir süre,
Boşuna bir aşk yarattım ben;
Kayıtsız dudaklardan ölüm haberi duydum ve kayıtsızca dinledim. 
İşte böyle sevdim onu, 
Alevli canımla, 
Böyle ağır gerginlikle, 
Böyle nazik, çileli özlemle, 
Cinnetle ve işkenceyle, 
Nerede acı? 
Nerede aşk? 
Yazık! 
Kalbimde, 
Bu sefil ve bön gölge için, 
Gerigelmez günlerin tatlı anısına, 
Bulamam, ne gözyaşı, ne acı.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1826


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

19 Ekim 1825

Kızarmış orman, döküyor elbisesini yerlere.
Solmuş ova, ayazla gümüşlenmiş.
Gün, isteksiz, şöyle bir görünüp,
Gizleniyor çevre dağlar ötesine.
Yan, alev alev şöminem!
Metruk ve ufacık odamda;
Ve sen şarap, güz ayazının iyi dostu,
Akıt göğsüme sevinçli mahmurluğu,
Ve acı eziyetlere bir anlık boşvermişliği.
Üzgünüm: bir dostum olsun yok,
Uzun ayrılığı birlikte içecek, 
Eli yürekten sıkılıp, 
Uzun ve mutlu yıllar dilenecek. 
Tek başıma içiyorum. 
Boş yere hayal gücüm, 
Yanıma dostlarımı çağırıyor. 
Tanıdık, sessiz bir yakınlaşma... 
Kalbim, sevgiliyi aramıyor.
Neva kıyılarında içiyorum, tek başıma. 
Bugün, isim takıyor dostlarım bana... 
Çok mu sizden, şölene katılan? 
Sayılmadık kaldı mı? 
Kim bu ihanet eden büyülü geleneğe? 
Aranızdan kimi sürükledi soğuk dünya? 
Kimin sesi sustu, kardeşlerin yoklamasında? 
Kim o gelmeyen, kim eksik aranızda?
Gelmeyen, kıvırcık şarkıcımız*. 
Gözlerinde ateş, tatlıdilli gitarıyla; 
İtalya'nın güzel mersinleri dibinde, 
Şimdi sessizce uyuyor. 
Ve dostluğun keskisi, 
Yazamadı Rus mezartaşına; 
Birkaç sözcük; anadilinde, 
Kaybolan selamı bulsun diye, 
Dolaşırken kuzeyin çocuğu gurbette.

Oturuyor musun, dostlar arasında,
Başka göklerin huzur bulmaz aşığı?
Yoksa yine kızgın dönenceyi mi aşıyorsun?
Ya da geceyarısı denizlerinin, sonsuz buzunu?
Yolun, açık olsun.
Lisenin eşiğinden, atladın şakayla bir gemiye,
Ve o günden beri,
Yolun, hep denizlerde,
Ey, dalgaların ve fırtınanın sevgili çocuğu!

Korudun, gezgin kaderinde, 
Güzel yılların körpe huylarını; 
Lisenin* gürültüsünü, lisenin telaşlarını. 
Taşkın dalgalar arasında düşledin onları. 
Bize uzattın elini, denizin ötelerinden. 
Genç yüreğinde yalnızca bizi taşıdın. 
Hep söylerdin: 
"Belki de bizi, 
Bu uzun ayrılığa mahkum eden, 
Bilinmez kaderimizdi" diye.

Dostlarım, birliğimiz ne güzel! 
Bir ruh gibi, parçalanmaz ve ebedî. 
Sarsılmaz, özgür ve dertsiz, 
Dostluk perilerinin kanadında büyümüş, 
Nereye atarsa atsın kader bizi, 
İsterse uğramasın mutluluk oraya, 
Biz hep aynıyızdır: tüm dünya gurbet, 
Tsarskoye Syelo, anayurt bize.

Bir diyardan diğerine,
İz peşindeyiz, belâ gibi.
Kaderin çetin ağında,
Ben, yeni dostluğun kucağında, titreyişlerle,
Yorulup, yaslandım, başıma huzur verene.
Acılı ve başkaldıran yakarışımla,
İlk yılların, kandırması kolay umuduyla,
Başka dostlara açtım nazik kalbimi.
Ama kardeşçe değildi selamları, acıydı.

Ve şimdi burada, bu unutulmuş sağırlıkta,
Issız tipilerin ve soğuğun manastırında,
Bana tatlı bir keyif sunuldu.
Sizlerden üçünüzü, can dostlarım,
Burada kucakladım.
Bu şairin sefil evine,
Ah, Puşçin'im! İlk sen konuk oldun.
Kovulmuşluğun acı gününü,
Sen tatlandırdın.
Lise günlerimiz gibi bir güne,
Onu sen çevirdin.
Sen, Gorçakov, ilk günlerden beri,
Mutlu olmuş adam,
Övgüm, sana.
Talihin donuk pırıltısı,
Bozamadı özgür ruhunu.
Yine aynısın sen,
Onurun ve dostların için.
Çetin kader hepimize,
Farklı yollar sundu.
Atılıp yaşama, çabucak dağıldık.
Ama istemeden, bir köy yolunda,
Karşılaştık ve kardeşçe sarıldık.

Kaderin öfkesi beni yakaladığında,
Herkese yabancı, evsiz yetimler gibi,
Fırtınada büküp bezgin başımı,
Seni bekledim, Permessos bakirelerinin* bilgesi,
Tembelliğin ilham dolu oğlu,
Ah, Delvig'im; sesin uyandırdı,
Uzunca zaman uyutulmuş,
Yürek ateşimi ve ben,
Neşeyle şükrettim kadere.
Gençliğimizden beri,
Şarkıların ruhu yandı içimizde,
Muhteşem heyecanla tanıştık.
Gençliğimizden beri, bize doğru,
İki muz uçtu.
Onların şefkatiyle tatlandı yazgımız.
Ben, alkışları seçtim.
Sen gururla, müzler ve gönlün için,
Söyledin şarkılarını.
Ben, yaşamım gibi,
Armağanımı da harcadım tasasızca.
Sen, dahî,
Yetiştirdin seninkini,
Büyüttün, sessizlikte.

Müzlerin hizmeti gelmez öyle telaşa, 
Zarif ve azametli olur, olacaksa. 
Ama gençliğin tavsiyesi üzere biz, 
Yerinde duramayan, oynak, 
Yaramaz çocuklar gibi kurnaz, 
Gürültülü rüyalarda mutluyuz. 
Kendimize gelsek-çok geç artık! 
Geriye bakıyoruz-boşuna! 
Hiç iz kalmamış ki... 
Söylesene Wilhelm, 
Başımıza gelen bu değil miydi, 
İlham ve kader ortağım, öz kardeşim?

Vakit geldi.Ayılalım artık!
Değmez bu dünya,
Canımıza çektirilen eziyete.
Çekelim birlikteliğin örtüsünü,
Yaşamımız üstüne.
Seni bekliyorum, gecikmiş dostum.
Gel de sihirli masalın ateşiyle,
Can ver gönül efsanelerine.
Fırtınalı Kafkas günlerinden konuşalım,
Schiller'den, şöhretten, aşktan.

Benim de vaktim tamam.
Bir şölen verin ah, dostlarım!
Bir mutlu buluşma seziyorum.
Şairin kehanetini atmayın yabana:
Bir yıl gelip geçer,
Yine sizinle olacağım.
Rüyalarımın öğüdü doğru çıkacak.
Yıl gelip geçince ben de,
Çıkıp geleceğim size.
Ah, kaç damla gözyaşı, kaç haykırış!
Kaç kadeh elimizde, göklere kalkmış!
Daha da doldurun birinciyi dostlarım, doldurun!
Ve için hepsini dibine kadar,
Birliğimiz şerefine!
Esirgeme bizden hayır duanı,
Sevinç dolu, taşkın muz,
Kutsa da çok yaşasın lisemiz!
Gençliğimizi canlı tutan akıl hocalarımıza!
Merhum ya da hayatta,
Hepsinin şerefine!
Kaldırıp kadehleri dudaklara,
Unutup kötüyü,
Öç alalım iyi adına!
Daha da doldurun! 
Tutuşsun kalbiniz.
Onu da için dibine kadar!
Damlası kalmasın!
Ama kimin için?
Ey dostlarım, bilin bakalım...
Çok yaşa sen Çar! İşte böyle!
Çar'a içiyoruz!
O da insan, ona da anlar hükmeder.
O da kölesi söylentilerin, şüphelerin ve ihtirasın.
Haksız kovuşturmasına boşverin, 
O ki Paris'i almış, lisemizi kurmuş.
Bir şölen verin,
Henüz buradayken hepimiz!
Yazık, çevremiz seyrekleniyor her saat;
Kimi tabutta uykuda,
Kimi yetim kalmış uzaklarda.
Kader, seyrediyor;
Biz soluyoruz, günler koşuyor.
Belli belirsiz bükülüp soğuyarak,
Kendi başlangıcımıza dönüyoruz...
Hangimizin aklına gelir ki,
Şu köhnemişliğin içinde,
Lisenin gününü kutlamak?

Zavallı, mutsuz dostum!
Yeni neslin arasında,
Sıkıcı konuk, gereksiz ve tuhaf,
Bizi ve birliktelik günlerimizi anacak.
Titreyen eliyle gözlerini kapatıp...
O zaman, bu günü,
Kadehler arkasında bitirecek.
Bugün ben, düşkün münzevînin,
Onu, acı ve telaştan uzak tükettiğim gibi.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1825


* Bu dizede sözü edilen "kıvırcık şarkıcı", 1820'de İtalya'da ölen Rus müzisyen Korsakov'dur.
* Puşkin'in okuduğu Tsarskoye Syole lisesi.
* Permessos bakireleri: Müziğin tarınçaları olan 9 kardeş (Müzler).

Son Çiçekler, Hep En Tatlısıdır

Son çiçekler, hep en tatlısıdır, 
Ovaların süslü goncalarının. 
Onların da ardından anılar, 
Hep hüzünlü, ama canlı kalır. 
Bir acı ayrılığın anısının, bazen, 
Sevecen bir buluşmanınkinden, 
Çok daha canlı kalması gibi.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1825


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Kış Akşamı

Fırtına sisle kaplayıp gökleri, 
Döndürüp savururken karları, 
Vahşi hayvanlar gibi uluyarak, ve bir çocuk gibi ağlayarak; 
Bir bakarsın, üstündeki köhne damın, 
Samanlarını hışırdatır; 
Bir bakarsın, geç kalmış bir yolcu gibi, 
Camımızı tıklatır.
Eski harap kulübemiz, Hüzünlü ve loş.

Ya sen niye susuverdin kocakarı, 
Öyle pencere dibinde? 
Yoksa fırtınanın uluması mı, 
Seni böyle yoran? 
Rüyalara mı daldın yoksa, 
Kirmeninin vızıltısında?

İçelim gel can dostum, 
Benim yoksul gençliğime, 
Acı ve kahırdan içelim; 
Şenlensin gönüller; 
Benim bardağım nerede? 
Bir şarkı söyle bana, 
Denizin kıyısında mutlu yaşayan isketenin şarkısını, 
Sabahleyin suya giden 
Bir dilberin türküsünü.

Fırtına sisle kaplayıp gökleri, 
Döndürüp savururken karlara, 
Vahşi hayvanlar gibi uluyarak ve bir çocuk gibi ağlayarak, 
Biz de içelim can dostum, 
Benim yoksul gençliğime, 
Acı ve kahırdan içelim; 
Şenlensin gönüller; 
Benim bardağım nerde?


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1825

Yanık Mektup

Hoşçakal aşk mektubu, hoşçakal,
Ne kadar ağırdan aldımsa da, 
Ne kadar istememiş olsam da, 
Elim emrediverdi, 
Bütün mutlulukları ateşe vermeyi. 
Ama yeter, vakit tamam; 
Yan aşk mektubu!

Hazırım, aldırmaz artık ruhum hiçbirşeye. 
Hırslı alevler, 
Çoktan sardı sayfalarını. 
Bir dakika! 
İşte parladı, 
Cayır cayır yanıyor... 
Hafif bir duman,

Bükülüp kıvrılarak kayboluyor gözden. 
Pahalı taşlardan yapılma, 
Sadık bir yüzüğün 
Hatırası çoktan unutulmuş. 
Erimiş mühür mumu, köpürüyor. 
Ah! 
Sağduyu!

İşte bitti hepsi, 
Kapkara artık tüm yapraklar. 
Hafif küller üzerinde, 
Gizli saklı çizgileri beyazlanıyor... 
Göğsüm daraldı. 
Sevgili kül,
Hazin kaderimdeki sefil lezzet, 
Acılı göğsümde, 
Asırlarca kal benimle.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1825

Aldatsa Da Yaşam Seni

Aldatsa da yaşam seni, 
Üzülme, kızma,
Kader gününde boyun eğsen de, 
İnan gelecek mutluluk gününe.

Kalbin gelecekte yaşar, 
Gerçek kederle, 
Anlıktır herşey, hepsi geçer de, 
Ancak yaşanıp biten tatlıdır.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1825


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Baküs Onuruna Şarkı

Neden susuverdin öyle mutluluğun sesi?
Çalsın Baküs'ün türküleri,
Yaşasın körpe bakireler,
Ve bize aşık genç kadınlar.
Daha da doldurun bardağımı,
Atın kutsal yeminin yüzüklerini,
Fıçının zangırdayan dibine,
Koyu şarabın içine.
Kaldırın bardakları, tokuşturalım,
Yaşasın Muzler*, yaşasın akıl,
Sen, kutsal güneş, parla!
Şu kandilin,
Doğudaki şafak önünde,
Solup da ölmesi gibi,
Yalandan bilgelik de,
Titrek aleviyle erk için için,
Aklın ölmeyen güneşi önünde.
Yaşasın güneş,
Ve kaybolsun karanlık.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
1825


*Baküs: Roma mitolojisinde şarap tanrısı.
*Muzler: Yunan ve Roma mitolojisinde müziğin dokuz kardeş tanrıçaları.

O'na

Anımsıyorum bir mucize anını, 
Karşımda sen belirivermiştin, 
Görünüp kaybolan bir hayal;, 
Sade güzelliğin dehası gibi.

Ümitsiz acının sıkıntılarında, 
Gürültülü koşuşturmanın telaşlarında, 
Uzun uzun çınlayan bir zarif ses duydum, 
Güzelim çizgiler girdi rüyalarıma.

Yıllar geçti. Fırtınalar zalimce kırıp, 
Dağıttı eski hayallerimi. 
Ben de unuttum senin tatlı sesini, 
İlahi güzellikteki çizgilerini.

Bu ıssız yerde, karanlığında tutsaklığın, 
Sıradan günler geçirdim. 
Ne inancım vardı, ne de esin geldi, 
Gözyaşsız, yaşamsız, aşksızdım.

Uyanma vaktinde ruhumun, 
Ve işte sen yeniden belirdin. 
Görünüp kaybolan bir hayal, 
Saf güzelliğin dehası gibi.

İşte çarpıyor kalbim, kendinden geçmişçesine, 
Onda canlanıyorlar yeniden, 
İnanç ve esin, 
Yaşam ve gözyaşları, 
Ve aşk.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1825

24 Kasım 2014 Pazartesi

Yağmurlu Gün Karardı

Yağmurlu gün karardı.
Yağmurlu gecenin pusu,
Kurşunî giysisini giydiriyor göklere.
Çamlığın arkalarından,
Ay yükseldi,
Hayalet gibi,
Dumana boğulmuş.
Herşey, yüreğime sıkıntılı özlemler getiriyor.
Uzakta, orada ay,
Bir ışıltının içinde yükseliyor.
Orada hava,
Akşamın ılıklığında.
Orada deniz,
Süslü perdeler gibi oynaşıyor,
Tozmavi gökler altında.
Vakit tamam; işte o; geziniyor dağlarda,
Gürüldeyen dalgaların dövdüğü kıyılarda,
Orada, gizemli kayalıkların dibinde,
Şimdi üzüntülü ve yalnız oturmakta.
Tek başına...
Hiç kimse yok önünde,
Ne ağlayan, ne de özlem duyan.
Kimse dizlerini,
Kendinden geçmişçesine öpmüyor.
Teslim etmiyor kimseye,
Ne omuzlarını,
Ne ıslak dudaklarını,
Ne de göğüslerini; karbeyazı.
Kimse onun aşkına layık değil.
Yalan mı?
Sen yalnızsın, sen ağlıyorsun...
Ben...
Huzurluyum.
Ama, eğer..............................


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1824


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Denize Karşı

Elveda ey özgür doğa!
Son kez önümde,
Tozmavi dalgalar yuvarlıyor,
Ve mağrur güzelliğinle ışıldıyorsun.
Bir dostun iç karartan homurtusu gibi, 
Ayrılık anında ümitsiz seslenişi gibi, 
Son kez işitiyorum üzgün uğultunu, 
Yalvaran, çağıran seslerini.
Ey ruhumun can attığım sınırı! 
Ne kadar çok dolaştım kıyılarında, 
Sessizce ve başım dumanlı, 
Gizli niyetimin hüznü ruhumda.
Nasıl da severdim seslerini, 
Boğuk gürültünü, derin yankılarını, 
Akşamlan sessizliğini, 
Asi atılışlarını.

Uysal bir balıkçı yelkenlisi, 
Sen öyle istedin diye, 
Cesurca kayıp gider dalgalar arası; 
Ama coşup kükredin mi sen, 
Batar birbiri ardına gemiler.
Beceremedim, sonsuza değin, 
Sıkıntılı, kıpırtısız kıyını terketmeyi; 
Seni coşkuyla kutlayıp, 
Ardından yükselen dağlara, 
Şairce bir kaçışı.

Sen bekledin, sen, çağırdın... 
Ben zincirliydim. 
Boş yere paralandı ruhum: 
Güçlü ihtirasla büyülenmiş, 
Ben, bu kıyılarda kaldım.

Niçin hayıflanayım? 
Nereye çevirsem de kaygısız yolumu, 
Senin çölünde bir şey bugün, 
Yine altüst edecekti şu ruhumu.

Bir kaya, şanlı bir varlığın mezartaşı... 
Göz kamaştıran anılar: 
Orada, soğuk uykuya dalmış, 
Orada sönmüş Napolyon.
Orada öldü, acılar içinde,
Ve ardından da, fırtınanın gürültüsüyle,
Yitirdik bir başka dehayı da,,
Bir başka hükümdarını aklımızın.

Yitip gitti, ardından ağlanan özgürlük gibi, 
Bırakarak dünyaya tacını. 
Uğulda, çalkalan, bozmuş hava gibi! 
Ey, deniz! 
O, senin şairindi*.

Yüzü, seninkine benzerdi, 
Ruhuyla o senin cehnerindendi, 
Senin gibi güçlü, derin ve hüzünlü, 
Senin gibi, hiç bükülmezdi.

Dünya boşaldı... Şimdi beni,
Alıp da nerelere götürmek istersin okyanus?
Dünyanın kaderi hep böyle:
Nereden bir damla iyilik gelse,
Ya aydınlık, ya zorbalık orada nöbette.
Hoşçakal deniz!
Unutmayacağım coşkulu güzelliğini. 
Ve uzun zaman duyacağım, 
Uğultunu, akşam saatlerinde.

Ormanlara, ıssız çöllere gidiyorum, senle dolu. 
Kayalıklarını götürüyorum oraya. 
Koylarını, pırıltını, gölgeni. 
Ve dalgalarının konuşmasını.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler


* Puşkin, İngiliz şairi Lord G. Byron'dan sözediyor. Byron, Osmanlı yönetimine karşı Yunan bağımsızlık savaşına katılmış, 1824'de hummadan ölmüştü.


Gece

Sana şefkatli ve baygın gelen sesim, 
Telaşa verir geç suskunluğunu koyu gecenin, 
Yatağımın yanındaki üzgün mum, 
Işır; şiirlerim kaynaşıp çağıldayarak, 
Akar; derecikleri aşkımın, akar senle dolu,
Karanlıkta gözlerin, öyle ışıldarken önümde, 
Ve gülümserken bana sesler; 
Sesini duyarım; 
"Bir tanem, müşfik dostum... seviyorum... seninim, yalnız seninle..."


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1823

Tutsak

Demir parmaklıkların ardındayım, küflü karanlıkta. 
Avluda bir genç kartal, 
Üzgündür dostum, kanat çırparken, unutulmuş tutsaklığında, 
Gagalarken kanlı yemini pencerenin dibinde.
Fırlatır gagaladığını, gider bakar pencereden. 
Ve sanki aynısını düşünmüşüz gibi, 
Bakışıyla, çığlığıyla seslenir bana, 
Haykırır: "Vakti geldi artık dostum, uçalım!
Bizler, özgürlüğün kuşlarıyız,
Oraya! 
Bulutların ardında dağların beyazlandığı yere, 
Oraya! 
Denizin gökyüzüyle buluşup mavileştiği yere, 
Oraya! 
Yalnız rüzgarlarla benim gezindiğimiz yere."


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1822

Tutkularım Bitti

Tutkularım bitti. 
Düşlerimden de söğüdüm. 
Sade çilem kaldı bana, 
Kalbimdeki boşluğun meyvası.

Zalim kaderin fırtınasıyla, 
Söndü gürbüz hâlem. 
Üzgün ve yalnız yaşarken, 
Beklerim, gelecek mi sonum?

Böyle duyulurken fırtınanın kış ıslığı,
Bir yaprak;
Çıplak dalda tek başına,
Geç soğuklarla vurgun yemiş,
Titriyor, çok geç kalmış.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1821


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Seyrekleşiyor, Sıra Sıra Uçuşan Bulutlar

Seyrekleşiyor, sıra sıra uçuşan bulutlar.
Ey üzgün yıldız, akşam yıldızı,
Işığınla gümüşlendi, solgun düzlükler, 
Uykudaki körfez ve dorukları, kara kayalıkların. 
Severim, yüksek göklerdeki, 
Cılız ışığını.
Dalıp gitmiş düşüncelerimi, 
O uyandırdı.

Yükselişini hatırlıyorum, 
Bu tanıdık ışıldağın, 
Huzurlu ülkem üstünde; 
Heybetli kavakların büyüdüğü, 
Nazlı mersinle, 
Karanlık servinin uyukladığı, 
Öğlen dalgalarının, 
Tatlı tatlı gürüldediği, 
Orada, dağlarda bir yerde, 
Aşkımın anılarıyla doluydum.

Denizin üstünde sürükledim durdum, 
Endişeli tembelliğimi. 
Kulübelere çökerken gecenin gölgeleri, 
Bir genç kız aradı seni sisin içinde, 
Ve kendi adıyla seslendi sana, arkadaşları önünde.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1820


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Günün Işığı Söndü

Günün ışığı söndü.
Akşamın pusuyla kaplandı, denizin mavisi.

Çırpın! Gacırda uslu yelkenli!
Kabar! Çalkalan tepemde suratsız okyanus!
Benim gördüğüm bir uzak kıyı,
Güney toprağı, sihirli ülke,
Heyecan ve özlemle kaçmak istediğim,
Hayaliyle kendimden geçtiğim.
Duyuyorum; gözlerimde yine yaşlar belirdi.
Atışı duruyor kalbimin, delice çarpmaktan.
Tanıdık bir hayal uçuşuyor çevremde.
Geçmişin çılgınlığı bir aşkı hatırladım,
Ve her şeyi, bana acı veren, beni mutlu eden,
Arzuların ve umudun kahreden ihanetini.

Çırpın! Gacırda uslu yelkenli!
Kabar! Çalkalan tepemde suratsız okyanus!
Uç gemim! Uzak yerlere bırak beni.
Aldırma korkunç kaprisine güvenilmez denizlerin.
Ama sakın gitme,
Üzgün ve sisli kıyılarına yurdumun.

Orada, acıların aleviyle,
Genç duygularım kavrulmuştu.
Orada sevecen esin perileri,
Bana gizlice gülümserdi.
Yitik gençliğim orada,
Fırtınalarla yapraklarını döktü.
Güdük kanatlı mutluluk,
Beni orada aldattı.
Soğumuş kalbim, acıya tutsaktı orada.
Yemi heyecanların kaşifi ben,
Sizlerden hep kaçtım, ata yurdum,

Sizlerden de neşenin çocukları! 
Uçarı gençliğimin iyigün dostları, 
Sizler, ahlaksız yanılgılarımın yoldaşları, 
Sevgisizce size kurban etmiştim kendimi, 
Huzurumu, adımı, özgürlüğümü ve kalbimi. 
Artık unuttum sizi genç hainler! 
Altın baharımın gizemli sevgilileri, 
Sizi de unuttum. 
Ama kalbimin eski yaralarını, 
Derin aşk yaralarını, 
İyileştiren hiç olmadı. 

Çırpın! Gacırda uslu yelkenli! 
Kabar! Çalkalan tepemde suratsız okyanus!


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1820


Puşkin bazı şiirlerine başlık koymuş, bazılarını ise başlıksız bırakmış. Bu şiirler, genellikle Rusya'da ilk dizeleri ile anılır ya da adlandırılırlar, ama başlıksız basılırlar. Ben bu şiirleri ilk dizeleri ile başlıklandırdım.

Köy

Selam olsun sana, ıssız köşe,
Çabaların, ilhamın, huzurun sığınağı,
Mutluluk ve unutulmuşluğun göğsünde,
Günlerimin görünmeden aktığı yer.
Ben, seninim: Değiştim,
Çarların ahlaksız sarayını,
Göz kamaştıran ziyafetleri,
Eğlenceleri, yanılgıları,
Değiştim sakin hışırtısına meşelerin,
Ovaların sessizliğine,
Özgür aylaklığıma, düşlerin sevgilisine.
Ben, seninim: Seviyorum şu loş bahçeyi;
Serinliğini ve çiçeklerini.
Bu kır; kokulu tınazlarla bezeli,
Aydınlık derecikler şırıldar,
Çalılıklar arasında.
Her yerde, yaşayan resimler önümde.
Buradan gördüğüm,
İki gölün tozmavi enginliği,
Balıkçının, kimi zaman beyazlanan yelkeni,
Onların da ötelerinde,
Sıra sıra tepeler,
Yol yol sürülmüş mısır ekili tarlalar,
Uzaklara serpilmiş evcikler,
Islak kıyılarda gezinen sürüler,
Dumanlı ahırlar, yeldeğirmeninin kanatları,
Her yerde emek ve doymuşluğun izleri.
Burada, gürültülü zincirlerimden kurtulmuş,
Öğreniyorum, gerçekliğin içinde,
Ebedî huzuru bulmayı.
Özgür ruhumla, yasayı,
Taparcasına sevmeyi.
Cahil yığınların homurtusuna,
Kulak asmamayı.
Boynu bükük yakarışı,
Yakınlıkla cevaplamayı.
Ve imrenmemeyi,
Kaderine caninin, ya da,
Sahte büyüklüğüne budalanın.

Yüzyılların kâhinleri,
Sorarım size!
Burada,
Haşmetli birliktelikte,
Duyulan mutlu sesiniz, defeder,
Tembelliğin suratsız uykusunu.
Çabaya özenen ateşler doğuyor içimde,
Ve yaratıcı fikirleriniz,
Görüyor ruhumun derinlerini.
Ama bir korkunç düşünce burada,
Ruhumu üzüyor.
Şu çiçeklenmiş dağlar
Ve mısır tarlaları arasında,
Her insanlık dostunun farkedeceği,
Dehşetli görüntüsü cehaletin, her yerde.
Görülmeden gözyaşları,
Duyulmadan iniltileri,
Kaderin seçtikleri mahvolurken,
Vahşi kibir burada,
Duygusuz, kanunsuz.
Sahip çıktı sopa zoruyla,
Emeğe, mülke, çiftçinin zamanına.
Başkasının pulluğuna yaslanıp,
Kırbaca hükmetti.
Burada, cansızlaşmış kölelik,
Amanvermez dizginlerinde malsahibi efendinin,
Doludizgin sürünüyor.
Herkes burada, mezara kadar sürüklüyor,
Eziyetli boyunduruğu.
Ümitleri, hevesleri beslenmemiş,
Körpe kızlar çiçekleniyor,
Caninin iştahına uygun.
İhtiyar babaların tek dayanağı,
Genç oğulları,
Çabanın yoldaşları,
Kulübelerinden çıkıyor,
Bitkin kölelerin kalabalığı,
Ve çoğalmaya gidiyor.
Ah! Keşke kalbe dokunan bir sesim olsa.
Neden yanar göğsümde,
Bu meyvesiz ateş?
Ve neden vermemiş kader bana,
Tatlıdillilik denen korkunç armağanı?
Görecek miyim, ah, dostlarım,
Ezilmemiş bir halk?!
Çar'ın kuruntusu gibi,
Yıkılmış bir kölelik?
Ve doğacak mı yurdum üstüne,
Aydınlık özgürlüğün,
Güzel şafağı, sonunda?


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1819

Çaadayev'e

Uzun sürmedi,
Aşkın, umudun,
Suskun şöhretin yalanlarıyla şımarıklığımız.
Dağılıp gitti gençliğin eğlentisi,
Bir uyku, bir sabah sisi gibi.
Yine de içimizde,
Felaketin ağır boyunduruğuna inat,
Sabırsız bir can,
Kalmış bir ateş yanar.
Yurdun çağrısına kulak verip,
Özgürlüğün o kutsal anım,
Şaşmaz buluşmaları bekleyen,
Genç aşık gibi.
Umudun ızdırabıyla bekleriz.
Dostum!
Yakarken özgürlük içimizi,
Ve kalplerimiz,
Onurlu yaşamak için,

Hâlâ canlıyken,
Ruhumuzdaki bu yüce coşkuları,
Vatana adayalım.
İnan yoldaşım, er geç doğacak,
Talihimizin o, büyüleyen yıldızı.
Ve Rusya silkinip, kalktığında bu uykudan,
Başına buyruk zorbalığın yıkıntılarında,
Bizim adımız yazacak.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler
1818


P.Y. Çaadayev (1794-1856): Dekabristlerle ilişkisi olan tarih, kültür, felsefe yazarı; Puşkin'in yakın dostu.

Özgürlük

Kaside


Kaç, gizlen gözlerden aşk tanrıçası!
Neredesin, neredesin kralların dehşeti?
Özgürlüğün kibirli şarkıcısı!
Gel de al benden tacımı,
Kır nazlı lirimi.
Özgürlüğü şakımak istiyorum dünyaya,
Ve bozguna uğratmak sefahati tahtlarda.

Aç soylu yolumu gideyim,
Yüce Galyalı'nın izinden.
Şanlı sefilliğin ortasında,
Ona da cesur yeminler öğretmiştin.
Hafif ruhlu kaderin beslemeleri,
Dünya zorbaları, titreyin!
Ve siz, metin olun, dinleyin!
Kalkın ayağa, düşkün köleler!

Yazık! Nereye çevirsem gözlerimi,
Heryerde kırbaç şaklaması,
Yasaların kahreden ayıbı,
Tutsaklığın çaresiz gözyaşları.
Heryerde haksız egemenlik.
Hurafelerin koyu sisinde,
Kurulmuş oturuyor köleliğin ürkünç dehası ve insafsız, şöhret ihtirası.

Yalnızca orada,
Çar'ın başı üstünde,
Susmadı halkların sancısı.
Güçlü yasalarla kutsal özgürlüğün,
Sımsıkı bütünleştiği yerde;
Sert kalkanı uzatmışlar hepsine.
Bir kılıç, sımsıkı kavranmış,
Sadık, inançlı ellerinde halkın.
Hepsi de aynı boyda kafalar üstünde,
Onların kılıcı kayıyor; ayırmadan.

Ve suç, gururla vuruyor,
İndiriyor adaletli darbelerini.
Ne hırslı cimriliğe, ne de korkuya,
Satılmamış onların elleri.
Siz, efendiler! Size tacı ve tahtı,
Kanun vermiş-doğa vermez,
Halktan yüksek olsanız da,
Sizden de yüksek bir yasa var; ölümsüz.
Ve acı, nesillere acı verir,
İşte o uyuklarsa aymazlıkla;
İster halkı, ister çarları,
Yöneten kanun zoruysa.
Seni, tanıklığa çağırıyorum,
Fırtınanın gürültüsünde, yakın geçmişte,
Ataları için başını veren,
Ünlü yanlışların çilekeşi.
Ölüme gidiyor Lui,
Suskun bir torun gibi.
Eğmiş itibarsız başını,
Kanlı kütükle ihanet baltası arasına.
Yasa susmuş-halk susmuş,
İniyor suçlu balta...
İşte şu-cinayetin süslü cübbesi,
Esir Galyalıların sırtına örtülmüş.
Despot zorbalığın canisi,
Senden de, tahtından da, nefret ediyorum.
Yokoluşunuzu, senin ve çocuklarının,
Zalimce hoşnutlukla izliyorum.
Alnında yazan,
Sadece halkların laneti.
Sen, dünya felaketi,
Doğanın ayıbısın.
Ve yeryüzünde yanlışısın Tanrı'nın.
Üzgün Neva'yı,
Geceyarısının yıldızları aydınlatıp,
Tasasız başımı,
Huzur dolu uyku ağırlaştırınca,
Bir şarkıcı, dalgın dalgın bakar,
Sisin içinde uyuyan,
Korkunç, ıssız anıtına zorbanın,
Unutulmuşluğa terkedilmiş saraya.
Klio'nun korkunç sesini duyar,
Bu duvarlar ötesinde,
Kaligula'nın son saati,
Canlanır gözleri önünde.
Şarap ve hınçla kendinden geçmiş,
Bilinmez katiller geçer.
Giysileri parlak şeritlerle, yıldızlarla süslü,
Yüzlerinde cüret, kalplerinde korku.
Dönek nöbetçi susar,
Asma köprü bomboş ve sessiz,
Gece karanlığında yarılmış kapılar,
Kiralık ihanetin elleriyle.
Ah utanç! Ah felaket!
Vahşi hayvanlar gibi saldırdı yeniçeriler.
İniyor aşağılık darbeler...
İtibarsız cani yok artık.
Ve bugün siz, ders alın krallar;
Ne ceza, ne ödül,
Ne zindanların kanı, ne sunaklar,
Ne de duvarlarınız sadıktır size.
Yasanın güvenli örtüsü altında,
Ebedi bekçisi tahtınızın,

Sadece özgürlüğü ve barışıdır ulusların.


Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Seçme Şiirler

22 Kasım 2014 Cumartesi

Kış Bahçesi

Kış gelmekte. Sessizliğe ve sarıya bürünmüş
yavaş yapraklarla devredildi bana
o muhteşem yazdırım.

Kardan bir kitabım,
geniş bir el, bir kır,
bekleyen bir çemberim ben,
dünyaya ve onun kışına aidim.

Canlandı dünyanın söylentileri ormanlarda,
sonra yanık yaraları misali kırmızı
çiçeklerle çılgına dönüp tutuştu buğday,
şarabın yazısını takdim etmek için
güz geldi sonra:
hepsi geçti gitti, yazın son kadehiydi
o firari gök,
ve o gezgin bulut sönüp gitti.

Balkonda bekledim, büsbütün mutsuzdum,
sanki dünyaya ve yalnız kalmış
sevgilimin üstüne kanatlarını yaymak için
çocukluğun bütün sarmaşıklarıyla gelmişti dün.

Bildim sarkacağını gülün
ve geçici şeftali çekirdeğinin
tekrar uyuyacağını ve kök salacağını:
ve bütün deniz kararıncaya
ve yanardöner gök külrengine dönünceye dek
bir bardak hava yüklendim.

Sessizliğinin derisi gerilmiş dünya
devam eder şimdi,
gevşeterek sorgusunu.

Fazla konuşmadan büyüdüm,
soğuk bir yağmur ve çanlarla sarmalanmış
bir uzaklıktan düştüm buraya:
dünyanın saf ölümüne borçluyum
ateşimin filizlenmesini.


Pablo Neruda

7 Kasım - Zafer Günü İçin Kaside

Bu çifte yıldönümünde, bu günde, bu gecede,
bulacaklar mı ıssız bir dünyayı, karşılaşacaklar mı
umutsuz yüreklerdeki derin boşlukla?
Hayır, saatleriyle bir günden daha fazlası,
aynaların ve kılıçların bir geçit töreni bu,
gecesel köklerinden şafağı burkana dek
geceye çarpan çifte bir çiçektir bu.

İspanya’nın Güney’den gelen
günü, cesur gün
demirden tüyüyle, oradan geliyorsun sen,
çatlamış alnıyla düşen son kişiden
ve ağzında senin yanan sayılarınla!

Ve oraya gidiyorsun bizim
hâlâ yaşayan anımızla:
gündün sen, kavgaydın
sen, destekliyorsun
görünmeyen sütunu ve kaçışı barındıran
rakamındaki kanın doğacağı yeri!

Yedi, Kasım, nerede yaşarsın?
Nerede alazlanır yapraklar, biradere nerede söyler
doğrul diye vızıltın ve düşene: ayağa kalk!
Nerede büyür kanının defnesi
ve sızar insanın zayıf etine ve yükselir havaya
biçimlemek için kahramanı?

Sende, yeniden, Birlik,
sende, yeniden, ey dünya halklarının bacısı,
ey temiz memleketi Sovyetler’in. Bütün dünyaya
yayılmış yapraklar gibi büyük tohumun döner sana.

Kavganda, hiçbir ağlayış kalmadı artık ey halk!
Her şey demirden olacak, her şey dolanıp yaralayacak,
her şey kavranılmaz sessizlik bile, kuşku bile,
evet, kış elleriyle kuşku bile
arayacak yüreklerimizi dondurmak ve batırmak için,
her şey, sevinç bile, her şey demirden olacak,
zaferde yardımcı olmak için sana, ey bacı ve anne.

Seni inkar edene tükürülsün!
Saatlerin saatinde alsın cezasını o sefil,
kan revan içinde,
dönsün korkak
karanlık evine, bulsun defne yürekli olanı,
o cesur yolu, dünyayı savunan
o kardan ve kandan cesur gemiyi!

Selâmlıyorum seni, Sovyetler Birliği, bu günde,
tevazu ile: yazar ve şairim ben.
Babam demiryolu işçisiydi: yoksulduk her zaman.
Seninleydim dün, uzaklarda, o büyük yağmurlu
küçük ülkemde. Orada büyüdü alazlı
adın, ve halkın bağrında yandı,
cumhuriyetimin yüce göğüne dokunana dek!

Bugün seni düşünüyorum, herkes seninle!
İşlikten işliğe, evden eve,
kırmızı bir kuş gibi uçuyor adın.
Kahramanlarınındır onur
ve kanının her damlasınındır,
saf ve mağrur meskenini savunan
yüreklerden o muazzam birikimindir onur!
Seni doğuran o acı ve kahraman ekmeğindir
onur, açılırken zamanın kapıları
halktan ve demirden ordun şarkı söyleyip yürürken
kül ve ıssız toprak arasında, katillerin üzerine doğru,
zaferin temiz ve kutsal toprağında
bir ay gibi büyük bir gül ekmek için.



Pablo Neruda
Yeryüzünde Üçüncü Konaklama

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Şiirin ilk dizesindeki "çifte yıldönümü", şiirin yazıldığı tarih olan 7 Kasım 1941’de, Madrid'de cumhuriyetçilerin milliyetçi taburlara üstün gelmesinin beşinci ve Ekim Devrimi’nin yirmidördüncü yıldönümü olmasına gönderme yapmaktadır.

8 Eylül

Bugün olan gün ağzına dek dolu bir kadehti,
bugün olan gün muazzam bir dalgaydı,
bugün bütün bir dünyaydı.

Bugün yükseltti dalgalı deniz
bizi bir öpüşün doruğuna,
ki titremiştik
bir yıldırımın çakışında,
ürkmüştük ve dibe batmıştık
birbirimizin kucaklayışında.

Bugün yaymıştık bedenlerimizi sonsuzca,
büyümüştük dünyanın sonuna doğru
ve kaynaşmıştık birbirimize sarmalanmış olarak
tek bir damlasında
balmumunun ya da meteorun.

Yeni bir kapı açıldı aramızda
ve henüz yüzü olmayan biri,
oturdu ve bekledi bizi orada.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

Acı Çekmedim

Fakat acı çektim mi? Acı çekmedim. Sadece halkımın
acı çekmesinden ötürü acı çekiyorum. Yaşıyorum
içinde, yaşıyorum anayurdumda, bir hücre gibi
o sonsuz ve alazlı kanda.
Zamanım yok kendi acılarıma.
Kimse acı çekmemi sağlayamaz
bana temiz güvenlerini veren bu hayatlar olmadan,
ve bir hain gibi bıraktı ölü mağaranın
dibine vursun diye, ne ki geri döneceğiz
oradan ve yükselteceğiz gülü.

Cellat benim yüreğimi yargılasın diye
baskı yaptığında yargıçlara,
açtı o kararlı kitle,
halkım, o muazzam labirentini,
aşklarının uyuduğu o bodrumu,
ve orada tuttular beni, gözetleyerek
ışık ve hava gelinceye dek.
Söylemişlerdi: "Borçlusun bize,
sensin koyacak o soğuk işareti
o kötücül kirli isme."
Acı çektim, sadece acı çekememekten ötürü.
Biraderlerimin karanlık hapishanelerinden
geçememekten ötürü,
bütün acılarımla bir yara gibi,
ve her bir topallayan adım yetişti bana,
senin sırtına inen her bir darbe paraladı beni,
senin şehadetinden her bir damla kan
kanayan şarkıma sızdı gitti.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi

Açlık Ve Öfke

Elveda, elveda çiftliğine, fethettiğin
gölgeye, o berrak dala,
kutsanmış toprağa,
öküze, elveda esirgenen suya,
elveda bayırlara, yağmurla gelmeyen
müziğe, o kupkuru
ve taşlı sabah kızıllığının solgun kemerine.

Juan Ovalle, sana elimi verdim, susuz eli,
taştan eli, duvardan ve kuraklıktan bir eli.
Ve dedim ki sana: beddua et o koyu kahverengi kuzuya,
o en merhametsiz yıldızlara, kurşun renkli bir diken gibi aya,
gelinsi dudakların kırılmış dallarına,
fakat dokunma insana, dökme henüz kanını insanın
dokunarak damarlarına, boyama henüz kumu kanla,
vadiyi yangınlar içinde bırakma düşmüş
atardamar dallarının ağaçlarıyla.

Juan Ovalle, öldürme. Fakat elin
yanıtladı beni: "Bu toprak
öldürecek, intikam almak
isteyecek geceleri, acılığında zehirden
bir rüzgârdır o yaşlı kehribar hava,
ve gitar benziyor bir suçlunun
sopasına, ve bir bıçaktır rüzgâr."


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

21 Kasım 2014 Cuma

Adada Gece

Bütün gece seninle yattım
denizin yakınında, adada.
Yabanıl ve uysaldın sevinçle uyku arasında,
ateşle su arasında.

Belki çok geç
birleşti düşlerimiz
dorukta ya da dipte,
aynı rüzgârla kımıldayan dallar gibi yukarıda,
birbirine dokunan kızıl kökler gibi aşağıda.

Belki ayrıldı düşün
benimkinden
ve aradı beni
önce olduğu gibi
karanlık denizde,
sen henüz kendin değilken,
ben farkında değilken senin
yelken açmış geçiyordum yanından,
ve gözlerin aradı
şimdi sana cömertçe verdiğimi
- ekmeği, şarabı, aşkı ve yabansılığı -
çünkü hayatımın armağanlarını
beklemiş kadehsin sen.

Seninle yattım
bütün gece,
karanlık toprak dönerken
yaşayanlarla ve ölülerle,
ve ansızın uyandığımda,
henüz tam karanlık değilken,
kaydı elim belinde.
Ne gece ne de uyku
ayırabilirdi bizi.

Seninle yattım,
ve uyandığımda, ve ağzın
kurtulduğunda düşünden,
verdi bana toprağın lezzetini,
deniz suyundan, yosundan,
hayatının derinliğinden,
ve aldım öpüşünü,
sabah kızıllığıyla ıslanmış,
bizi çevreleyen denizden
bana gelmiş.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Adada Rüzgâr

Bir attır rüzgâr:
denizde, gökte
devineni dinle.

Götürmek ister beni: dinle
nasıl devinir dünyada
taşımak için beni uzaklara.

Sakla beni kollarında
sadece bu gece,
çarparken yağmur
denize ve toprağa
sayısız ağzıyla.

Dinle, nasıl da çağırır
beni dörtnalında
taşımak için uzaklara.

Alınlar bitişik,
ağızlar bitişik,
bizi yakan sevdaya
bağlı bedenlerimizle,
bırak essin rüzgâr,
ki götürmesin beni ötelere.

Köpükle taçlanmış
rüzgâr essin bırak,
bırak çağırsın ve arasın beni
karanlığının dörtnalında,
büyük gözlerinin altında
batmışken ben,
değil mi ki sadece bu gece
huzur bulacak, sevgilim.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

Adalara Gelirler

Kasaplar adaları ıssız koydu.
şehitliği anlatan bu öyküde
Guanahani birinciydi.
Gülüşlerinin yokedildiğini gördü
balçığın oğulları, fırlatıldığını
gördü narin bedenlerinin toprağa,
ve öldükten sonra bile bir şey anlamadı onlar.
Bağlayıp yaraladılar onları,
yaktılar ve küllere dönüştürdüler,
derilerini yüzüp gömdüler toprağa.
Ve o zaman palmiyelerde
süpürücü bir valsi dans ettiğinde
boştu bu yeşil şölen yeri.

Yalnızca kemikler kaldı,
amansızca yığmışlar
bir haç gibi, Tanrı'nın ve insanların
büyük onuru için.

Narvez'in bıçağı yardı
ta mercan kayalıklarına dek
çobanların balçıklı toprağını
ve Sotavento'nun ormanını.
Haç burada, tespih,
burada Garotten'in kutsal Bakire'si.
Kolombus'un definesi, fosfor-aydınlığıyla Küba,
aldı sancağı ve dizleri
ıslak kumunda.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Adonis Gibi Angela

Bugün yattım masum genç bir kızın yanında
beyaz bir okyanusun kıyısında gibi,
korlu bir yıldızın
yavaş yörüngesinin ortasında gibi.

Sonsuz yeşil bakışından
aktı ışık kuru su gibi
berrak derin çemberlerinde
taze gücün.

İki alazlı ateş gibi göğüsleri
parladı dikelmiş olarak iki bölgede,
ve çifte bir akıntıda ulaştı ateş
büyük ışıklı ayaklarına.

Altın bir iklim olgunlaştı erkenden
bedeninin gündelik uzantılarına
ve doldurdu onu akın akın meyvelerle
ve gizli korla.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Ağaca Giriş

Biraz akıl yürütmeyle, parmaklarımla,
yavaşça taşkın altında kalan yavaş sularla,
düşüyorum unutmabenilerin krallığı içine,
üzüncün inatçı yarıküresi içine,
unutulmuş harap bir oda içine,
acı yoncaların bir demeti içine.

Düşüyorum gölge içine, ortasında
tam da mahvolmuş şeylerin,
bakıyorum örümceklere, ve otlatıyorum
ormanları gizli bitmemişliklerle, ve dolanıyorum
arasında bileği bükülmüş ıslak liflerin,
özden ve sessizlikten yaşayan hayatın.

Uysal madde, ey kuru kanatların gülü,
çöküşümde tırmanıyorum yapraklarına
kırmızı bitkinlikten ağır ayaklarla,
ve katı katedralinde eğiliyorum yere
ve dövüyorum dudaklarımı bir melekle.

Benim duran orada, dünya renginin önünde,
önünde solgun ölü kılıcının,
önünde birleşmiş yüreklerinin,
önünde sessiz yığınının.

Benim duran orada, ölen kokulardan dalganın önünde,
sarmalanmış sonbaharla ve dirençle:
benim bir gömü yolculuğuna çıkan
senin sarı yara izlerinin arasında.

Başlangıcı olmayan ağlayışımla gelen benim,
besinsiz, uykusuz, yalnız,
karartılmış dehlizlere giren
ve senin gizemli özüne ulaşan.

Görürüm senin kuru akıntının devindiğini,
görürüm engellenmiş ellerinin büyüdüğünü,
işitirim deniz bitkilerinin
gıcırdadığını, denizle ve öfkeyle sarsıldığını,
ve duyumsarım içe doğru ölen yaprakları
ve senin korunmasız kımıltısızlığınla
yeşil maddelerini birleştiren.

Gözenekler, damarlar, şirinliğin dolaşımı,
ağırlık ve sessiz sıcaklık,
düşmüş ruhunu delmiş oklar,
uyuyan varlıklar kalın ağzında,
tatlı tüketilmiş ilikten toz,
sönmüş ruhlarla dolu kül,
gel bana, benzersiz düşüme benim,
gecenin düştüğü ve ezilmiş su gibi
sonsuzca düştüğü yatak odama düş benim,
ve bağla beni onların hayatına, onların ölümüne,
ve onların uysal maddelerine,
onların ölü nötr güvercinlerine,
ve tutuşturalım ateşi, ve sessizliği, ve sesi,
ve yakalım, ve susalım, ve çanlar.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

Ağacın Çizgisi

Elleri olmayan kör bir marangozum ben.
Suyun altında yaşadım, yiyerek soğuğu
kokan bir kılıf dahi oluşturmadan, o meskenler
o sedir ağacından diğerine, bize gurur verdi hep,
ve gene de ormanın dokusunda aradım ben şarkımı,
o gizli liflerde, dermansız peteklerde,
ve budanmış dallarda, doldurdu rayihayla
yalnızlığı, ağacın dudaklarıyla.

Her bir maddeyi sevdim, her bir damlasını
eflatunun ya da metalin, suyun ve başağın,
ve daldım içine o sıkı katmanın, sonsuz ateşle
ve titreyen kumla çevrilmiş,
dünyanın üzümleri arasında bir ölü adam gibi
donuklaşmış ağızla şarkımı söyleyene dek.

Balçık, çamur ve şarap sarmalamış beni,
gırtlağımın altında bir yangın gibi
çiçekleri açan o toprakla kaplı
kalçalara dokundum çılgınca,
ve taşların arasında kayıp gitti duyularım
kapanmış yaranın içine.

Nasıl dönüşebilirdim olmadan, bilmeden
zanaatım oluşmadan,
demirhane
benim gücümle kararlı,
ya da hızarlar, kışları yük hayvanlarının
havası.

Her şey şefkat ve kaynak oldu
ve ben sadece gecesel amaca hizmet ediyordum.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

20 Kasım 2014 Perşembe

Ağaçların Dallarında Niçin Kalır Güz?

Ağaçların dallarında niçin kalır güz
yapraklar düşene dek?

Ve nerede asar o
kendi sarı pantolonlarını?

Doğru mudur güzün beklemekte olduğu
olacak olan bir şeyi?

Belki bir yaprakta titreyecek
ya da evren uğrayacak geçerken?

Toprağın altında bir mıknatıs mı var,
güzün kardeşi olan bir mıknatıs?

Ne zaman emredilir toprağın altında
gülün önceden belirlenmişliği.


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Ağır Ölüm

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.


Pablo Neruda

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Şiirin son tümcesini, Rimbaud’nun “A’laurore, armes d’une ardente patience nous entrerons aux splendid villes” (“Şafak kızıllığında, ateşli bir sabırla silâhlanmış olarak gireceğiz o muhteşem kentlere”) dizesinden esinlenerek yazmıştır Neruda.

Ağıt

Yalnız başıma, ıssız yerlerde
ağlamak istiyorum ırmaklarca,
söndürülmek istiyorum, uyumak istiyorum,
uyumak senin hayli yaşlı mineralsi gecen gibi.

Neden düştü parıldayan anahtarlar
haydut ellerine? Ayağa kalk,
Ocllo, anatanrıça, bırak dinlensin gizliliğin
bu gecenin sonsuz yorgunluğunda
ve akıt öğüdünü damarlarıma.
Henüz dilemiyorum senden Yupanquierne'nin güneşini.
Uykuda konuşuyorum seninle, ülkeden ülkeye
bağırarak, Peru'lu anne,
sıradağların kasığı.
Nasıl sızdı hançer yığınları
senin kumul ülkenin içine?
Ellerinde kımıltısızca
duyumsuyorum metallerin yayılışını
yeraltı damarlarınca.

Senin köklerinden yaratıldım,
ne ki anlayamıyorum, toprak
sunmuyor bana hikmetini,
gördüğüm geceden başka bir şey değil
yıldız aydınlığı gök bölgeleri altında.
Hangi anlamsız yılan düşü
sürükledi kendini kankızılı o çizgiye?
Acının gözleri, kasvetli gelişme.
Nasıl geldin acaba bu kızgın rüzgâra,
neden, gazabın kayaları arasında
kaldırmadı havaya Capac
parıldayan balçıktan tiara'sını?
Bırak dayanayım acıya bayraklarının altında
ve gömeyim kendimi
bir daha parıldamayacak ölü kök gibi.
Katı gecenin altında, katı gecede
yeryüzüne inmek istiyorum
altın'ın ağzına erişmeye.

Yaymak istiyorum kendimi bu gecesel granitte.

Oraya umutsuz yazgımla erişmek istiyorum.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Ailelerdeki Melankoli

İçindeki bir kulak ve bir resimle
saklıyorum mavi bir şişeyi:
gece mecbur ettiğinde baykuşun tüyünü,
kısık sesli kiraz ağacı yolduğunda kendi dudaklarını
ve deniz esintisi çoklukla
delik deşik ettiği kabuklarla tehdit ettiğinde,
bilirim bulunur batmış büyük yayılmalar,
külçelerce kuvars,
balçık,
mavi sular bir vuruşa,
onca sessizlikten, yenilgiden ve kâfur ağacından,
kaybolmuş eşyalardan, madalyalardan,
okşayışlardan, paraşütlerden, öpüşlerden
çok sayıda damarlar.

Tek bir günün adımları var yalnızca öbürüne doğru,
yalnız bir şişe denizlerde yolcu,
ve güllerin vardığı bir yemek odası,
bir yemek odası, terk edilmiş
bir diken gibi: konuşuyorum
ezilmiş bir kadeh hakkında, bir perde hakkında,
taşları sökerek akan bir ırmağın çağladığı
ıssız bir odada bulunan derinlik hakkında, bu bir evdir
yağmurun temelleri üzerinde duran,
olmazsa olmaz pencereleriyle ve kayıtsız şartsız sadık
yaban şarabıyla iki katlı bir ev.

Gidiyorum akşamlar boyunca, ve dönüyorum eve
kirle ve ölümle dopdolu,
getirerek beraberimde toprağı ve köklerini
ve cesedin buğdayla, metallerle, devrilmiş fillerle
birlikte uyuduğu toprağın sınırsız karnını.

Fakat her şeyden önce korku dolu,
korku dolu ve ıssız bir yemek odası var
kırılmış yağdanlıklarıyla
ve akıyor sirke masaların altından,
ve durdurulmuş bir ay ışığı,
karanlık bir şey, ve arıyorum
bir karşılaştırmayı kendimde:
belki denizle çevrilmiş bir dükkândır bu
ve hırpanî paçavralar damlıyor tuzlu sudan.
Yalnızca ıssız bir yemek odası var
ve etrafında sonsuz genişlikler,
suyun altına konulan fabrikalar,
sadece benim bildiğim enlemler,
çünkü hüzünlüyüm ben ve yolculuktayım
ve tanıyorum toprağı ve hüzünlüyüm.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

Akışkan Kaymak

Acayip, garip aristokratlar
Amerika’mızda, yakın zamanlarda
alçıyla kaplanmış memeli hayvanlar, kısır
genç adamlar, kibirli budalalar,
kötülük dolu toprak ağaları, Kulüp’te
aşırı içkinin kahramanları,
banka ve borsa soyguncuları,
ahmaklar, züppeler, pısırıklar,
kaygan aslanları elçiliklerin,
solgun asil kızlar,
et yiyen çiçekler, kokulandırılmış
haydut mağaralarının zürriyeti,
kan emen tırmanıcı sarmaşık,
gübre ve ter,
boğan sarmaşıklar,
feodal boa yılanlarından zincir

Stepler titrerken
Bolívar’ın ya da
O’Higgins’in dörtnallarıyla (yoksul askerler,
acı görmüş halk, yalın ayaklı kahramanlar) ,
oluşturdunuz sizler yolu
kral için, papaz çukuru için,
bayraklarımıza karşı ihanet için,
ve halkın korkusuz
rüzgârı salladığında mızraklarını
ve bıraktığında anayurdu kollarımıza,
ortaya çıktınız sizler ve çevrimlediniz toprağı,
ölçüp ayırdınız çitleri, yığdınız
toprağı ve ruhları, bölüştürdünüz
polise ve tekellere.

Döndü halk evine savaşlardan,
yitti aşağıda madenlerde, kıvrımların
siyah derinliklerinde,
düştü taşlı pulluk izlerine,
kirli fabrikaları çalıştırmaya başladı,
üredi kiralık kışlalarda,
diğer acıklı yaratıklarla birlikte
tıka basa doldu meskenlerde.

Dibe vurana dek battı halk şaraba,
terk edildi, vampirlerden
ve bitlerden bir ordu tarafından
saldırıldı, kuşatıldı
duvarlarla ve devriye polislerle,
ekmeksiz, müziksiz, yollarda
sersem yalnızlığın içinde
Orfeus bırakmaz herhalde oraya
ruhu için bir gitarı,
bir şeritle ve umutsuzlukla
kendisini sarmalamış
ve köylüklerin üzerinden yoksulluğun kuşu gibi
şarkı söyleyecek bir gitarı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Simon Bolívar: 1782-1830 tarihleri arasında yaşamış general. Kolombiya, Venezüella, Ekvator ve Bolivya’da özgürlük savaşlarını yönetti. Güney Amerika’nın kuzey bölgelerini birleştirmeye çalıştı, fakat başarılı olamadı. Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde ve sürgünde ölmüştü liman kenti Santa Marta’da.

Bernardo O’Higgins Riquelme: 1776-1842 yılları arasında yaşamış ve San Martín ile birlikte Şili’nin bağımsızlığını 1819’da kazanmıştır.

Orfeus: Yunan mitolojisinde, tanrısal şarkıcı.

Alandaki Ölüler

Düştükleri yere ağlamaya gelmiyorum:
sizlere geliyorum, sizleri yokluyorum, yaşayanları,
seni ve beni yokluyorum ve dövüyorum bağrını.
Daha önce de düşenler oldu. Ansır mısın? Elbet, ansırsın.
Aynı ad ve soyadları vardı onların da.
San Gregorio'da, yağmur dolu Lonquimay'da,
Ranquil'de dağılmış her rüzgarda,
İqueique'de kuma gömülmüş,
deniz boyunca ve çölde,
duman boyunca ve yağmurda,
bozkırdan adalar denizine dek
öldürüldü diğerleri de,
senin gibi Antonio'ydu adları
ve balıkçı ya da demirciydi senin gibi:
Şili'nin eti, yaralanmış yüzleri
rüzgarla,
bozkırın işkence ettikleri,
acıyla damgalanmış.

Anayurdun duvarları ardında,
yakınında kar'ın ve kardan cam butiklerin,
ırmağın yeşil yaprakları ardında,
güherçilenin ve başakların altında
gördüm halkımın kan damlalarını,
ve her bir damlası ateş gibi yanıyordu.


Pablo Neruda
İhanete Uğramış Kum
Canto General
28 Ocak 1946, Santiago de Chile