Şiir, Sadece

5 Ekim 2017 Perşembe

Çiçek

Adını söylemeden önce
Bir hiçti o
Özlemdi yalnızca.

Adını söyleyince
Geldi bana
Çiçeğim oldu.

Ne zaman söylesem adını,
Tatlı bir ses duyarım
Adımı fısıldayan.

Bu renk, bu koku,
Ona yaklaşınca
Bir çiçek olur ses.

Bir şey olmayı özleriz hep -
Bir anlam olmayı sözgelişi,
Ben de sen olmayı


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eski Posta Kartı

Bütün gün yağmur yağdı.
Gemilerin gidip geldiği liman sessiz
Bir Güney treni hızla gidiyor.
Üçüncü mevkiin dar penceresinden
Akıyor yağmur suları;
Akvaryumda yüzen kağıt bir gemi gibi
Filizlenmiş arpa tarlaları görünüyor;
Kavaklar görünüyor; eski dağ silsileleri görünüyor.

Konuşulduğu halde uyku hali var içerde,
Ben de
Orta Asya kıyılarını düşünerek
Yumuyorum uykulu gözlerimi


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Çiçek Açmış Manolya

Felsefeye giriş sanma bunu.
Gelinlik tülünü açan bir manolyadır bu.

Hüzünlüydü geçip giden güney yeli
Ve bilinmez bir anı gibi uçup gitti.

Ullam, Beatrice'den daha güzeldi
Ak giysiler giydiğinde, manolya açtığında.

Büyüleyici çelengiyle
Gelmeyen Nisan'ı bekleyip durdu.

Geçip gitti o güzellikler
Yapayalnız kaldı şimdi


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

4 Ekim 2017 Çarşamba

Granada'da Cinayet

I.

Namlular arasında yürüyordu gördüm,
O uzun caddenin tam ortasında
İlerde, bir ıssız tarla beliriyordu,
Erkenci yıldızlarla, gündoğumlarının beklediği
Sonra silah sesleri ve Lorca öldürülüyordu,
Gün doğuyordu, son nefesini verdiği an
İdam mangasının buz kesilmiş yüzünde
Bir korku vardı ki; çağların tanımladığı
Kapatıp gözlerini sözde duaya durdular,
Lorca'nın cesedinde ölümsüzlük başlıyordu,
Kana bulanmıştı alnı, elleri, gövdesi
Ah, Granada'da cinayet işleniyordu,
Granada'da, onun bir şair gibi sevdiği
Lorca, Granada'da can veriyordu.


II.

Gördüm, o caddede, ölümle birlikte yürüyordu,
Yüzünde izi bile yoktu o tanımsız korkunun
Güneş neredeyse parlıyordu, çekiç sesleri başlıyordu doklarda,
Demir ocaklarında, madenlerde
Garcia Lorca, birden, ölüme sesleniyordu,
Ölüm Lorca'yı dinliyordu:
"Dostum, senin sesindi, o ölümcül palmiyelerden kopan
Mısralarında yankılanan daha dün,
Senin soğuğundu, şarkılarımı donduran
O elindeki araktı benim alınyazım
Dinle, tenimin şarkısını, sende olmayan
Şu gözlere bak, sende olmayan
Bak sende olmayan, şu dağınık saçlara
Hep eskisi gibi gene, sensin gene ölüm,
Seninle yapayalnız başlamak sonsuza,
Okşarken rüzgarıyla son defa Granada."


III.

Gördüm işte, şurada yürüyordu
Kardeşlerim, dostlarım, yiğitlerimle
Bir şair için şu anıt yüceliyor
Elhamra'da, taşların, düşlerle yoğrulduğu
Suların ağladığı, bir çeşmenin üzerinde,
Bir ses derinden, "Cinayet" diyordu,
"Granada" diyordu, "Granada" diyordu.


Antonio Machado
Çeviren: Engin Aşkın

Aşkım Mı?

Aşkım mı?.. Söyle bana anımsar mısın
bu yumuşak kamışları,
bükülgen ve sarı,
derenin kurumuş yatağındaki?

Anımsar mısın gelinciği
kırların üzerinde kara bir tül gibi
yazın kavurup bıraktığı
solgun gelinciği?

Anımsar mısın donmuş güneşi,
alçak gönüllü, sabahleyin,
ışıldayan ve titreyen güneşi
buz tutmuş bir çeşmenin üzerinde?


Antonio Machado
Çeviren: Eray Canberk

Gözlerinde

Gözlerinde bir giz yanıyor, el değmemiş
kızıl yonca, can yoldaşım benim

Nefret ya da aşk -bilir miyim bunu?- kara sadağının
bitmez tükenmez ışığında

Bedenim gölgeye serilene ve sandalların kuma gömülene kadar
sen benim yanımda olacaksın.

-Susuzluk mu yoksa yolumun üstündeki su musun sen?
Söyle bana el değmemiş kızıl yonca, can yoldaşım benim.


Antonio Machado
Çeviren: Eray Canberk

3 Ekim 2017 Salı

Kıyı

Deniz
Azgın deniz
Kıyıya vurup duran su; gelip giden su!

Sonra
Yine Özler
Yine gelip gider!

Aşınmış kıyıda bir yalnız fener
Yanıp söner
Hiç kimse de yok denizde!

Deniz
Azgın deniz
Kıyıya vurup duran su; gelip giden su!


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Sarmal Kabuk

Kıyıda
Bir sarmal kabuk
Tek başına

Boş umutla
Öyle yapayalnız büyümüş
Sarmal kabuk gizlice
Özlemiş derinlikleri

Güneş ve ay batmış çoktan
Kabuğun düşleri
Yok olmuş deniz sularında
Büyük denizin kıyısında
Günler boyunca
Sarmal kabuk
Tek başına


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anı

Unutmak istiyorum
Deniz kıyısında yürüdüğümüz günleri

Bir gün
İki gün
Üç gün

Yaz gelir
Güz gelir
Her şeyi denizden toplayıp kış gelir

Unutmak istiyorum
Deniz kıyısında yürüdüğümüz günleri

Bir gün
İki gün
Üç gün.


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

2 Ekim 2017 Pazartesi

Dostlara Özlem

Oy kardeşim benim
İşitir misiniz işitir misiniz
Söylediğim şarkıyı öylece hafif ten
Saygılı bükülmüşlüğümce diz çökmüşlüğümce
Yıkık duvarlar altında oturup

Hey benim kardeşlerim
Duyar mısınız kokusunu duyar mısınız
Kokulu dallara yönelmiş baharların
Titrek parmaklarımca yanmışlığını
Duyar mısınız
Bin parça buhurdanlarda.

Oy benim kardeşlerim
Görür müsünüz görür müsünüz
Durup beklediğimi
Kentlerin ötesinde ağlamaklı
Bu deli özlem büyür de büyür
Küçücük bir yer için
Yüreciğinizde.


Lee Kwang - Su
Çeviren: Coşkun Zengin

Neşe Yaşın'a Karşılıklar

A.

Neşe
işitmiştik ki
yurdunu sevmelidir insan,
aynı şeyleri söyler
senin ve benim babam.
Ve biz ellerimizi uzatıyoruz
ikiye bölünmüş memleketimizde
fakat kana bulanıyor telörgülerde.
Bekleyeceğim seni yine de
yarın aynı saatte,
bir karanfil armağan etmek için sana
doğum gününde
ama beceremeyeceğim saçlarına takmayı
onu telörgülerin üzerinden atacağım sana
kan kokmasın diye
yüreklerimize çok benzeyen o çiçek.


B.

Yurdumuzun
ikiye bölündüğünü yazdın
son mektubunda
ve soruyorsun bana
hangi parçasını sevmeli öncelikle
Neşe
sen yüreğini parçalara bölme
özgür bir güvercin yap onu
her yere gidebilen
pasaportsuz bir kuş


Neofitos Taliotis
Çeviren: Mehmet Yaşın

Küçük Tanrı

Kıbrıs'ın küçük Tanrı'sı kalkıp gömütlerden
yürür yücelere, cennete doğru.
Taşıyarak ellerinde ve omuzlarında
anaların adadığı
binlerce yanık mumu.
Ve kokudan sersemlemiş, yol alırken yukarlara
- kan kokusu mu, tütsü mü yoksa -
karışır kafası bu adaklarla.
"Bunların hangisi Rum ananın
hangisi Türk'ün?"
Birbirine karıştırır artık yüzleri
dilleri karıştırır.
Ama onlar, her biri kendi dilinde hala
"bizim tanrımız" bizim Tanrımız" diye haykırmaktadır ...


Petros Sofas
Çeviren: Neşe Yaşın - Mehmet Yaşın

Yağ Yağmur

Ne dişi, ne erkektiniz
iki çocuktunuz sadece
kara saçlı
Beraber çektiniz içinize taze kokusunu kırların
ve ürperişin.

Yabani kekik çiğnediniz
Saklambaç oynadınız
kavrulan başaklar arasında
ezdiniz kehribar tanelerini bağda fıçılarla
bağda fıçılarla
iki çocuktunuz sadece
Cumartesi akşamı kolalı gömlekleri
ve boyalı ayakkabılarıyla
caka satardı delikanlılık sokak kapısında

Karalar bağlamış ana
Boş başlı ana
Ecel sana sormadı
Ecel sana sormadı
Türk müsün Rum musun
Ecel sana sormadı
Ecel sana sormadı
başka çocukların da var mı
Yalnız aştı yaslı eşiğini
Ve oturdu sofrada karşına
Koy yağı kandile ve lafla
Meryem ile
Koy toprağı çiçekli ve bir türkü yak karanfile
Koy merhemi yarana
ve gözyaşı
aldatılmış yüreğine Oy!
Yağ yağmur, yıka yağmur
Irmak ak derinliklerimize
çok acı, çok kurak
yüreğimize.


Eli Peonidu
Çeviren: Neşe Yaşın - Mehmet Yaşın

30 Eylül 2017 Cumartesi

Anısına

Yaşamı bir baharda sona eren
küçük yabancı Merife için


Altınlaşıyor portakallıklar
limonluklar Lefke'de
Ama uyumaya nereye gidesin?
Ayazlı toprağa çıkacak dizlerin
(yarısı aşınmış topuklar
yarı kadın yarı çocuk bacaklar)
Uzattığı eli tut portakallıkların
Ve Lefke'deki limonlukların
kaldır başını yükseğe.
Olağan bir ömür on dokuz yıl
Söyleyin portakal bahçeleri toprağa düşenleri
ve bir yandan çürüyenleri
On dokuz çıplak portakal ağacı
çiçeksiz ve meyvesiz.
Ama uyumaya nereye gidesin?
Bir avuç ak toprak
Bir avuç kum nehirden
ve bir bardak yağmur suyu
gidermen için susuzluğunu.
Fakat bir düşünce verdik sana:
kanatlanması kuşun.
Yok olmadın.


Eli Peonidu
Çeviren: Neşe Yaşın - Mehmet Yaşın

Gel Gidelim Naime

Sana yazayım demiştim, fakat birden
engeller geldi aklıma. Dil, mektuptaki pullar,
ve binlerce el mektubun içindeki
çıplak ruhuma dokunacak.
Göçmen masasında duran iki kahve fincanından
başka bir şey kalmadı.
Küçük Kıbrıs'ımız, beşiğinde uyuyan bir bebek,
başının üstünde kuşlar ve deniz kızları dolaşıyor,
bebek acıkınca benim göğsümde süt, susayınca
senin göğsünde su. Eskiden olduğu gibi.

Sana yazayım demiştim, fakat birden
aramıza yabancı sözcükler girdi.
Göç, tecrit ve kaybolanlar.
O zamanlar ikimiz, bu sözcükleri küçümsüyorduk.
İkimiz, yanyana, avluda elişimize eğiliyorduk
ikimiz bu kelimeleri kitre ağacının köküne
gömmüştük. Hayatımız bir elişi, bir ırmak
bir kök, bir çiçek gibi akıp gidiyordu.

İkimiz de yağmuru bekliyorduk
Çevremizde tuzlu deniz ve kurumuş kuyular
Eğilerek bu kuyulara, ruhumuza sesleniyorduk.
Bir-iki Deprem!
iki-üç Açlık!
üç-dört Ateş!
ve çekirgeler!
ve Yılanlar!
ve Dolu!
Fakat yağmur gelmiyordu.
Karıncalar susuzluktan çıldırmışçasına
deliklerine toprak taşıyorlar ve diri diri
bu toprağın altına gömülüyorlardı.
Muhtarlar, bir haberci seçmek için
saatlerce uğraşıyorlar ve geleceği öğrenmek
için onu bilici Mabetine gönderiyorlardı
Fakat Mabet yıkılmıştı, bu son kardeş kavgasında
bu ani ölümde, bu yabancılar akınında
Ve sen gittin. Alıp başını kuzeye gittin
Kendi kendime soruyorum, benim yatağımda
nasıl uyuyabiliyorsun, benim hayaletlerimle nasıl
arkadaşlık kurabiliyorsun?
Ve sen gittin, Seni alıkoymak için hiçbir
şey yapamadım. Sense karşı gelemedin.

Gel gidelim, Çorbamız soğumuştur.
Ölüler darılmazlar, yalnız hayret ederler
her şeyin bitmediğine.
Gel gidelim Naime. Önümüzde kuru
bir ırmak, kuru otlar ve yükseklerde
yusyuvarlak, terli Ağustos güneşi.


Eli Peonidu
Çeviren: Neşe Yaşın - Mehmet Yaşın

Kardeşim Osman

Kardeşim Osman, yüreğimi açarım sana
sevginin karbeyaz bir lale gibi filizlendiği
mutsuzluğumu ve acımı birleştiririm seninkiyle
uzatırım elimi.

Kan yolu hiçbir yere götürmez kişiyi
nefret tohumlarını zorba yabancılar ekti
ve onların ürkütücü giyotini sallanmakta
başımızın üstünde.

Yıllar yılı dost yaşadık bu topraklarda
tatlı davranış, meyvelerini sundu bize
ve kucağında sımsıkı sardı
gözetti bizi.

Yağmurun altında ya da kızgın güneşte terleyerek
çalışırken tarlalarda, üzüm bağlarında
aynı ekmek somununu paylaşırdık
bu küçük işyerinde.

Orada üzünçler ve acılar yok oldu
ve düşlerimiz - güzel ve aynı
uzak yolculuklara çıkan
dostluk kayıkları gibi.

Bütün dünyanın Barış şarkılarıyla çınlayacağı
ve yeryüzünün bütün insanlarının
kardeş olacağı günü düşlerken
unuttuk birbirimizi


Kostas Kleanthis
Çeviren: Neşe Yaşın

Ölümsüz Bir El Sıkış

An gelir
an geçer
seslerini işitiriz
görürüz geçtiklerini
anılar penceresinden
Hepsinin önünde
Mişauli-Kavazoğlu
O güzel bayrakla.
izlerler.
Mihaili
Elya
Yahya
Eksintari
Hikmet-
Gürkan
ve Sella,
Kana banmış kalem
ve ötekiler.
Meşaleler taşıyarak geçerler
tarihin meşalelerini taşıyarak
ellerinde.
Karanfiller taşıyarak
ceketlerinde.

Binlerce el
alkış tutar onlara
ve karşı tepelerinden
Beşparmakların
binlerce yoldaş
zorlar yarı karanlığını
tanın.
Onlar da geçerler
yaklaşırlar
belgileri duyulur
"Barış dostluk
kardeşlik"
Dağlar ses verir
Yankı yol alır Mesarya'da
ve dolaşır gök mavisi
denizi.
Yaklaşırlar
ölçülü adımlarla
yavaş ama dimdik.
Uzatın ellerinizi
telörgülerin üzerinden
hazır olmalıyız
ölümsüz bir el sıkışa.


Antis Kanaklı
Çeviren: Neşe Yaşın - Mehmet Yaşın

29 Eylül 2017 Cuma

Ayrılık Çok Şey Getirdi

ayrılık
koyu bir başlangıç getirdi
yetmişdördün yazından sıcak ...

ayrılık
koyu bir özlem getirdi
yetmişdörtün yazından göçenlere ...

ayrılık
koyu bir bilinç getirdi
yetmişdördün yazından doğanlara ...

ve ayrılık
koyu bir inat getirdi
yetmişdördün yazından kalanlara ...


M. C. Azizoğlu
1 Mayıs 1978

Göçmencikler

Göçerken bir Kıbrıslı çocuk
kuzeyden güneye
unutmuş evinde melodikasını
unutmuş evinde melodikasını
en güzel şarkıları çalmak istiyor

Göçerken bir Kıbrıslı çocuk
güneyden kuzeye
unutmuş evinde badem ağacını
unutmuş evinde badem ağacını
hep ağlamak istiyor.

"Melodikanı vereyim
getir bana badem ağacımı" -

Ama aşamaz ki çocuklar
kocaman duvarları
Geçemez ki çocuklar
mayın tarlalarını.


Neşe Yaşın
Aralık 1978 - Ankara

Sevgilimin Türküsü

Sevgilimin türküsüydü deniz
mavi sesine demir attı savaş
sevgilim,
ölü asker.

Sevgilimin türküsüydü buğday
altın bakışlarına kelepçe vurdu savaş
sevgilim
ölü asker

Sevgilimin türküsüydü Barış
beyaz gülüşünü ikiye böldü savaş
sevgilim,
ölü asker.

Duyuyorum sevgilimi
türkü söylüyor ölü asker.
evimizin kapısını çalıyor mavi türküler.
Duyuyorum,
barış için en güzel türküleri söyler
savaşta ölenler.


Mehmet Yaşın

28 Eylül 2017 Perşembe

Ölüm Boş Bir Sayfadır

Ölüm boş bir sayfadır

Üzerinde ne geçmiş yazılıdır
ne de gelecek

Ne acı ne sevinç
ne sabır ne direnç

Üzerinde ne sevda yazılıdır
ne ekmek

Ölüm boş bir sayfadır


Zeki Ali
Toronto, 1982

Tay

Sen nasıl taysın be
Sen nasıl tay
Sen nasıl tay...

Günlerboyu aç
Ve günde üç öğün kırbaç ...

Sen nasıl gençsin be
Sen nasıl genç
Sen nasıl genç ...

Açlık bir yana da
Boyunduruk iğrenç ...

Tayım benim
Gerilmemiş yayım benim
Kopar ipini fırla
Dağlara kaç ...

Sen bağlı durdukça
Ve sırtında kırbaç
Ferman padişahın
Dağlar da padişahındır ...


Orbay Deliceırmak

Nötron

Cevriyemin bileziği Cevriyemin kollarında güzeldir ...
Tüfek icat olmuş, mertlik bozulmuş, o bir gazeldir ...
Artık yavrunuza değil, yavrunuzun beşiğine sarılın
Analar heyy analar
Beşikler ninnilerden güzeldir.


Orbay Deliceırmak

27 Eylül 2017 Çarşamba

Aşk Kokulu Memeli Sevgilime Bir Şarkı

Yurdumun güzel kokulu kavunları değil mi
besleyen senin de aşk kokulu memelerini,
gözlerin aşk rengini bu ülkeden almadı mı
yurdumuzun toprağından buğu gibi yükselen
kokudan almadı mı gövden sevda güzelliğini
ve güzel kadın sesin aşk mevsimi rengini,
bu toprağın şarkılarından almadın mı
bir sevişme çığlığı gibi güzelliğini,
seni de bu acılar ve sevinçler emzirmedi mi?

Sevgilim, güzelim, gözlerin aşk rengini
benim sevdalı gözlerimden almadı mı
gözlerin bir sevişmeden almadı mı rengini;
öyleyse sen de kuşatılmışsın bu kan tufanıyla,
sen de kulaçlıyorsun aynı acı denizlerini.
Seni kucaklayan gövdemden çıkan kıvılcım
senin sevda kokulu gövdenden de çıkmadı mı?
Öyleyse iyi aç sevgilim, güzelim ve bak
bu yaralı dünyaya, aşk irisi gözlerini


Fikret Demirağ
Lefkoşa, 13 Ağustos 1982

Yüreğin Karıştığı Şarkı

Bu haksız, bu kirlenmiş dünyada
sevgilere saygılı ol ey insan

Sevdalara saygılı ol
yüreklerin üstüne basıp geçme

Bulut sızan evlerin, dilsiz portakalların
Kanayan şarkısına kulak ver

Yüreğin arada bir bulutlansın
yaşama saygılı ol

Sevinçlere, acılara saygılı ol
küllerine bile basıp geçme

Bu yoğun insan kirlenmeleri
ey ozan, şiirinde yer bulsun

Çocukların uçucu çiçek yüzleri
sana bir şeyler anımsatsın

On beş deniz, yüz ülke gezsen
yurdunda olsun yüreğin

Saygılı ol ekmeğe ve şiire
yüreğin yaşamı uğultusunu duysun

Umutlara saygılı ol ey insan
kütlelerine bile basıp geçme


Fikret Demirağ
Lefkoşa, 8 Ocak 1984

Babil Daha Uzakta

Sevinme ilkyazın geldiğine
N'olursun sevinme
Bir yıl daha kocadık
Bir yıl daha tükendi hayatımızdan
Bir yıl daha

Anılarımız paslanıyor görüyor musun
Yalnızlık oluyor kurtlar gibi
Bir garip hal ortalıkta
Bir garip hal ortalıkta

Eski ilkyazlar nasıldı hatırla
Acep tükendi mi
Umut çeşmesinin suyu

Gençliğimizi kaçırdılar uzun soluklu atlarla
Peşlerinde çığlık çığlığa
Bir yarı aydınlıkta kaldık
Bir yarı aydınlıkta

Yitirdik sevinci ilkyaz sabahlarından
Eski serin rüzgarlar üşütür bizi
Artık koşamayız ayaklarımızda tutsak zincirleri
Babil her yıl daha uzakta
Babil daha uzakta


Özker Yaşın

26 Eylül 2017 Salı

Evrensel Yankılar

I.

dört yanım süt mavisi cam duvar
üstümde iç içe aydınlıklar
ışık
hava
ateş
kan
buğu
ve sihirli parmakların gezindiği doğal kubbe
durup haykırırım içimin bir boşluğundan
sesimin şimşekleri görünmese de
sarsılır göklerin en yüce katı
belki merih
belki satürn
yankılar verir
sesimin
sesi
belki neptünden
"gerçek olamaz bu" derim
bu evrensel ayna
bu anıt-yapı
peki
bu ses
kimin sesi
bir düş olmalı
kırılmış birazı dünden


Osman Türkay

Sıcak

Ne güzel bir kadın bu
açmış kollarını uyuyor
tozlu elma ağacının altında
bir pınarın başında.
Ezilmiş yoncaların üstünde vızıldıyor bal arıları.
Kadının göğüslerini gün ışığı örtmüş.

At sırtındayım, geçiyorum pınar başından.
Ne güzel bir kadın! Yere yayılmış saçları!
Utanarak başını çeviriyor atım.
Gün ışığı
avuç içi kadar.


Olcas Süleymanov
Çeviren: Ülkü Tamer

Sümbüle Yıldızı...

Sümbüle yıldızı
parlayarak belirince gökte,
kısrak sürüleri
ak sütler verince,
İncecik uzun kazlar geçince bozkırdan
karanlıkta acıyla bağırarak,
otlar yaşanmış demektir çayırlarda.
Kalk artık, Kıpçak ...
Parlak Sümbüle yıldızı
avuçlarında ölsün.


Olcas Süleymanov
Çeviren: Ülkü Tamer

25 Eylül 2017 Pazartesi

Sen

Sana can atıyorum erkekçe sözlerle,
Okşayan kımıltılar, derin susuşlarla,
Fışkıran kahkahalarla etlerimde yaralarla.
Sana can atıyorum sığınak
Kolların sarıp sarmalasın beni
Asmalardan daha güçlü.
Sana can atıyorum anılar ormanı
Huzur dolu bir ova ol bana.
Sana can atıyorum fırtınalı gök
Ve yağmurdan daha canlı durgunluk.
Can atıyorum sana, can atıyorum -
öyle güçlü bağlan ki bana
Varlığı yaratalım birlikte
Ve sonsuz öldürelim ölümü ...


Louise Gareau Des Bois
Çeviren: T. S. Halman

Günlük Ülkem

Kış ülkesinin kadınıyım ben
Ellerimi bağlamışlar
Buzdan iplerle.
Cendereye sokulmuş bir kadınım
Hala adını arayıp durduğum
Koskocaman bir ülkede.

Biliyorum bunu, duyuyorum
Soğuk parmaklarımın ucuyla,
Ansızın sarsıcı
Bir ateş fışkırıyor da
Buzlu dağları koparıp
Çözüyor şaşakalmış ellerimi.

Karanlığı yoklayarak
Açılıyor ellerim
Yeni bulunmuş bir evrene,
Daha dün bilmediğim,
Bir adı
Onlar söylüyor bana.

Ah benim günlük ülkem
İnsan ne uzun bir sabrın acısını
Çekmek zorunda seni sevmeyi öğrenmek için ...


Louise Gareau Des Bois
Çeviren: T. S. Halman

Unutulmuş Bir Adayım

Unutulmuş bir adayım
çamurlu çakıltaşından da kara
hareketlerle ve kanla kirli
sen takımada yaptın beni
birçok yığınını vardı
ellerim ve kollarım
kucaklamak ve okşamak için
çevremde akıp duran
ırmağı
artık üzerimden aşamayacak
ırmağı
ışıkların ve gecelerin ırmağı
akıp giden
toprağın ve suyun mağrur uzunluğu
bilmeyen yıldızlarda daha canlı ve saf.


Jean - Guy Pilon
Çeviren: M. Uyguner

Zamanın Seherinde Zaman

Taş çağı zamanları
o kadar uzak mısınız kulağımdan
mağaraların kahkahalarını duymuyorum artık.
Zamanın seherindeki zaman
taşıl kıvancın zamanı
kireçler dünyasının.
Anılar çakmak taşı uğulduyor başımda.
Savaş baltalarının, tamtamların, davulların zamanı
iğneler zamanı, çiçeklerin yırtıcı zamanı
yalnızlığın kumlarında yok olan.
Aşktan daha insancıl olan sfenksin kızarması.
Gözler bulacak yolunu barışın
aynalar ormanında
umutsuzluk bir yalandır orada binlerce maskeli.

Eriyen buz üstünde yalnayaktı küçük kız
yüreği de bir fenerdi sanki.


Gilles Henault
Çeviren: M. Uyguner

23 Eylül 2017 Cumartesi

Durgunluk

Su damlaması
karanlıkta
ve gürültü
fazla gürültü
güvenle
ilerleyen
ve duran
hayvanlar
Düşen
kayalar
çakıl
parçaları
yivlerden
ve orada
ayılar
fareler (görülmekten
kızgın)
yılanlar
kertenkeleler
ağaçlar
arasında
yavaşça
yürüyen geyikler
ve sonra
yolun kıyısında
ben
sigara içen
kızgın
geceyarısı
saatte
100 mil
tuzlu
ve korkunç
yolun kıyısında
tek canlı
kımıldanıyor
hiçbir şey


Alfred W. Purdy
Çeviren: M. Uyguner

Garcia Lorca'nın Anısına

Garcia Lorca,
Bırakırlar mı sandın
Yakaya takılı
Sonsuz yas çiçeğini?
Hiç sezmiş miydin
Işıltılı sözlerinin seni
Yabancı gibi göstereceğini,
Kötü kişi yapacağını seni?

Granada kılını kıpırdatmadı,
Seni serseri gibi öldürdüler;
Granada unuttu cinayet gününü,
Unuttu hangi çukura gömüldüğünü,

Çingeneler, çiftçiler, paşalar,
Papazlar, turistler
Ses çıkarmayan zenginler
Şimdi umursamadan yürüyüp
Geçiyor senin üstünden.

Oiga hombre!
Sorun herkese.
Bir yerde
Gömülü
Bir gümüş kafatası var.


Eldon Grier
Çeviren: T. S. Halman

Güzelim Ülke

Mayıs güzeller güzeli bir ülkeydi;
Dünyadaki tüm çocuklar sanki hacca çıkmış
Yazı karşılamak için; yolda hayvanat bahçesine
Uğrayıp altın kaplanla yalnız aslanın
Üstündeki büyüyü bozmuşlardı.
O çocuklar, zebraları kahkahaya elçi
Atamışlar, tavşanları renklerin naibi olarak
Kabul edip otlarla örtülü dağın üstünde
İzlemişlerdi tavus kuşunu, dalmış düşünüyordu,
Gördüler ki onun boyu bosu gururdu
Bir kalem güzelliğe kaydını yaptılar
Güzelliğin başlığı ağırdır, başı hafif.
Bataklıkta kuğular
Musiki gibi rahat kayıyordu. Çocuklar şöyle dedi:
"Dokunmayın onlara, uyku gibi yumuşacık yastıklar yapsınlar
"ve uyku, ölüm gibi derin olsun." Çocuklar öyle dediler
Ve rahat bıraktılar kuğuları.

Çevrelerinde kent akıp gidiyordu; çocuklar gördü ki
Ceketlerden mandalina sarısı fışkırıyor,
Hem de fıstıkiler, allar, morlar -
Yollar, allı pullu panayırlar gibiydi
aşk çıkıyordu talihlilere,
Büfede dilencilerle kraliçeler bir arada,
Ah bu ne hengame yaz mevsiminin sarayında
Çocuklar dizi dizi yürürken ilahiler söylüyorlar Mayıs'a,
Ne övgüler söylüyorlar Mayıs'a ve çayırlara.


Miriam Waddington
Çeviren: T. S. Halman

Trajedinin Doğuşu

Ben şiir yazınca mutlu oluyorum en çok.
Aşk, iktidar, zafer çığlıkları da
bir şey, hem de bir hayli;
ama bir şiir, tıpkı bir havuz gibi
suyu da içeriyor, yansımayı da.
Doğada bölünmüş ne varsa benim içimdedir,
ağaç da ağacın küfü de
bende kıvama varır;
ben caneviyim onların. Değişsinler,
atışsınlar, sağa sola sapsınlar alev gibi
ben onların ağzıyım, hizmetindeyim onların.

İyice görüyorum, kösnülü pervaneler
kokuyla ve güneş aydınlığıyla kocaman
dalıyorlar tehlikeli çalılıkların içine
ya da gelip duran gölgelerini düşürüyorlar
yıllardan bir yıl, dört başı mamur tanrılar
ayaklarını koysunlar diye,
çiçeklerden yaptığım bahçenin üstüne:
o tanrılar, yükselen düzenlerin dostudurlar,
onlar destekler bu coşkulu düşünceleri
ve ta oralardan bağışladıklarını bildirirler
başkaldıran kanları.

Ben sessiz bir deliyim, gözyaşlarının yanıbaşında,
canına kıyılmış bir şey gibi yatıyorum
ağaçların evi olan
yeşil havada ya da yaslanmışım çarçabuk alev alan
havanın nice ardıçların kanatlarıyla
üstüne devrildiği bir iskemleye;
biliyorum, tam mevsimi,
yapraklarla tomurcuklar fışkırıyor
ve canlı ne varsa hazırlıyor kendi ölümünü
bir yandan da ta uzaklarda bir yerden
gelmiş birisi söndürüyor dünyanın doğum günü mumlarını.


Irving Layton
Çeviren: T. S. Halman

22 Eylül 2017 Cuma

Bir Pencere, Bir de Masa, Kuzeyde

Maviden alacakaranlığa derken ışıklar çıkageldi.
Olup bitenler bu kadar yanıldı işte
Ta kentin üzerinde.
Kuşların, kanatlar üstünden, çığrışması değil,
Aşağılarda yaz akıp giden bir yeşillikti,
Durumu sorarsanız kaya gibi ağırbaşlı.
Biz feylesoflara gelince
İzledik
Dünyanın bir ucundan bir ucuna:
Caddeler, takların uzaklığıdır,
O kemerli boylamlar,
Geçitlerin odak yeri
Kutup gecesi.
Buzlar kapladı parkı
Bir pembe kayak yeri
Bir bando öttürüyor da öttürüyor
Sevinç içinde
Sokaklar sonsuza dek koşu tutturmuş
Kuzey de kuşlar da yükseklerde uçuyor
Onlar bizim onurumuzun yoldaşı
Ve muhteşem ülkenin dört bucağında
Işıklar yandı artık.


Ralph Gustafson
Çeviren: T. S. Halman

Sözcüklerin Ruhu

Ne çok sözcük birikti dünyada
Ama ne parayla, ne güç kullanarak
Onu mülkiyetine geçirebilirsin
Kilitleyemezsin çekmecene
Satın alamazsın
Sözcük, çok şükür, ortak malıdır herkesin

Sayısız kere farklı dudaklar
Tek ve aynı sözcüğü yineler
Ve değişir önemi yeniden
Sayısız ağızda her sefer

Başkadır kokusu ve çınıltısı
Kimi kez küstahça ister, kimi kez yalvarır
Onu söyleyenin ışığını ve karanlığını
Bir köle uysallığıyla yansıtır

Pek çok ince ayrıntıyı gizler kendinde
Anlamı daha fazla değildir bir giysiden
Her sözcüğün kendi ruhu var
Konuşanın ruhuna benzeyen


David Kugultinov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Bir Çocuk Ağlayışı

"Çocuklar ağlaya ağlaya büyür" diyor atasözü
Fakat bir çocuk ağlayışı duymaya göreyim
Çevremdeki dağlar yasa batıyor sanki
Öylesine ağrıyor yüreğim

Anımsıyorum, uğursuz savaş yıllarında
Kan içinde kaçan çocukları, yanıp yıkılmış yollardan
Tüm evren ağlıyormuş gibi gelir bana
Bir çocuk ağlayışı duyduğum zaman


Kaysın Kuliyev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

21 Eylül 2017 Perşembe

Çınarlar Yine Acıyla Hışırdıyor

Çınarlar yine acıyla hışırdıyor
Yine onursuz bir savaş var bir yerlerde
Kardeş kardeşe nişan alıyor
Ve ölüm mazlumu buluyor yine

Bomboş sokakta oğlancık
Okula gidiyor ve dönmüyor geri
Kapanıyor üstüne kederli sözlerim
Acılı bir anne gibi

Yine bir yerlerde köyler yakılmış
Ağlıyor kurban ve cellat gülmede
Oysa çok olmadı göreli o düşü
Artık kan akmayacaktı hiçbir yerde

Bulutsuz düşler, nasıl da kolay
Dağıttı sizi uzak gümbürtü
Uzaklarda olsa da
Ucu bana dokundu çünkü

Varsın tek bir kaya üstünde gürlesin gök
Dingin kalamaz hiçbir kaya
Kederlenir her ağaç
Kesilen kendi olmasa da


Kaysın Kuliyev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Lermontov'a

Benim için çok kimseden daha yakın ve değerlisin
Üstelik yaşıtız da
Ben de on dördüncü yılda doğdum
Sadece bir yüzyıl sonra

Hükümdarın yüce buyruğuyla
-Gözden düşen dost-
Kuzeydeki yurdundan
Kafkas derbentlerine sürülmüştün
İşin bitirilsin diye bir dağlı kurşunuyla

Kurşunlar vızıldadı dağ köyünde
Ve bağırdı sığınağından dağlı:
Korkma!
Kafkasyalı bilir kime nişan alacağım...

Bacım güneşten önce kalkar
Yufka ekmeği pişirirdi sana
Üzengini tuttuğum olurdu
Sen eğere sıçradığında

Yazgıma teşekkür borçluyum
Orada, yüce karlar ülkesinde
Çömelip de ocak başında
Sana İsmail Bey öykülerini çevirdim diye

Ve tüylü halının altında
Uyku öncesinde
Gerek görmezdin başucunda silah saklamaya
Sen, basit bir dağlıyı öylesine yücelten ölümsüz şiirlerde...

Derdim ki:
"Ne olur, az daha kal!"
Fakat sen yamçının siyah kanadını neşeyle savurmuş
Ve gabardin eğere oturmuştun bile...

Dağlarımızda at koşturan delikanlı
Seni biz başka dinden saymıyoruz
Ben sol yanında yüreğimle
Kaysın Kuliyev sağda
Sana siper oluyoruz...

Dağ dorukları düşünceli ve dalgın
Yıldızlar birbirleriyle konuşuyor
Gençsin sen ve sonu yok yolların
Ardın sıra yüzyılların tozu uçuşuyor...


Alim Keşokov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Konu

Bitirirken önemsiz bıkkınlığını
Bir cigarayla dişlerinin arasında,
Gördün cenaze alayını kendinin.

Örneğin,
Toparla saçmalıkları
Ve bir ateş yak
Ve bir umutsuzlukmuş gibi bu
Sırıt yalnız başma.

Ve tutkum şahlanır şahlanmaz
Felsefeye
Ve
kelebeğe karşı,
O ben'im işte,
O'nun için değil ama,
Herhangi biri için'im yalnız.


Fujitomi Yasuo
Çeviren: İhsan Doğan

20 Eylül 2017 Çarşamba

Minerva'nın Fısıltısı

Takma bir bıyık bulamadım
Senin beğenine uygun.

Şaşırıp kaldığın o dörtyol ağzında
Eşi güçlüydü, biliyor musun,
Ve evin yolunu tuttum ben hıçkırarak

Seni bir yere götüreyim, mesela bu akşam bir çeşme başına,
Çünkü daha iyi olacak, yeniden başka bir dingin güne gelmemiz:
Buraya geliyor Madame Carossa!

Yağmur için birkaç küçük bulut toplamaya geldim;
Yeterince toplanmış zaten şimdiden.
Ama yanılgıya düşmekten korkuyorum yarınki Oratoryo'da;
Hanna'nın şarkısını söyleyeceğim tüm bu olanlardan sonra.

Birden bulutlar ağırlaştı;
Hemen koşup pencereleri kapamalıyım,
Çünkü ayakları üşürse eğer
Bay Mozart hasta olacak.


Mitsuko Inoue
Çeviren: İhsan Doğan

Bir Adam

Biliyor ki
Bacakları arasında bir kadının
Bir çiçek
Açar değişe değişe
İlkbahar
Yaz
Sonbahar
Kış.
Duraksamadan konuşuyor adam
Geleceği okuyan bir büyücü gibi
Tok sesi
Utandırıyor kadını
Tepeden tırnağa
İstiyor ki
Sevgilisi ölsün çabukça
İnanması için
Tek onun olduğuna.
Aydınlık bir kış günü
Kadının ardına düşüp:
"Ölürsen
Ben taşıyacağım tabutunu" diyor.
Acele ediyor
Yeşermiş kaysının kızarması için
Açması için zorla tomurcuk gülün.
Sanıyor ki
Ellerinin ayasıyla dokununca
Olgunlaşır ve düşer bir kadın,
Avuçları hep nemli
Yehova gibi tıpkı.


Takiguşi Masako
Çeviren: Eray Canberk

Ölünün Ardında Bıraktığı

1. Ölünün ardında bıraktığı
Bir kadın
Ve bir çocuk
Hepsi o kadar
Bir mezar taşı bile yok.

2. Ölen kadının ardında bıraktığı
Solmuş bir çiçek
Ve bir çocuk
Hepsi o kadar
Bir elbise bile yok

3. Ölen çocuğun ardında bıraktığı
Burulmuş bir bacak
ve kurumuş gözyaşı
Hepsi o kadar
Bir anı bile yok ardında

4. Ölen askerin ardında bıraktığı
Bir kırık tüfek
Ve çığırından çıkmış bir dünya
Ardında ne bırakabilirdi başka
Bir rahat gün bile yok

5. Bu ölülerin artlarında bıraktıkları
Yaşayan ben
Yaşayan sen
Kimse yok başka
Kimse yok artık


Santaro Tanikawa
Çeviren: Y. N.

19 Eylül 2017 Salı

Üç Ses

Uzaktan geldi ses
Ses çok uzaktan geldi
Daha sessizdi tüm fısıltılardan
Daha tizdi tüm çığlıklardan
Daha derindi tarihin derinliklerinden
Emden Denizi'nin 10.830 metresinden daha derindi
Sözcüklerdeki deniz
Aşıyordu yalnızca ozanların bulduğu yitik denizi
Yarıyordu dünyanın en soğuk atmosferini
Dünyanın en güzel filosunu denizin dibine batırıyordu
Krallarımızı ve tutku kentlerimizi denetleyen güç
Ölü denizlerimizi ve bitkinliğimizi yeniden yaratan güç
Uzaktan geldi ses
Ses çok uzaktan geldi

Ah çünkü
Çünkü biz suç işlemeyiz
Biz terör istatistikleriyiz, terör istatistikleri
Biz arzunun bildirişiyiz, arzunun bildirisi
Suç işlemeyiz biz

Ah çünkü
Biz tek bireyler değiliz
Biz sürüyüz, topluluğuz
Kişileştirilmiş topluluğuz biz

Gözyaşlarında geldi ses
Ses tek bir gözyaşı damlasında geldi
Daha zayıftı zayıf olan her şeyden
Daha acınasıydı acınabilir her şeyden
Daha yoğundu beyaz sıcağında yüreğin
İkibin yıl önce yalnız ölen birinin acılarından daha yoğun
Sözcüklerdeki sevgi
Aşıyordu yalnızca ozanların bulduğu yitik sevgiyi
Parıldıyordu dünyanın en yakıcı ışık gösterisinde
Dünyanın o en çok kavrulmuş boğazından aşağı dalıyordu
Enerjilerimizi ve derilerimizi mahveden güç
İnançlarımızı ve öpücüklerimizi yok eden güç
Gözyaşlarında geldi ses
Ses tek bir gözyaşı damlasında geldi.

Ah çünkü
Çünkü sevgiyle yok edemeyiz
Biz tutkunun gizli planlarıyız, tutkunun gizli planları
Biz bunalımın bilgisiyiz, bunalımın bilgisi
Sevgiyle yok edemeyiz biz

Ah çünkü
Biz tek bireyler değiliz
Bir sürüyüz, topluluğuz
Kişileştirilmiş topluluğuz biz

Aştı Zamanı ses
Ses aştı bir tek anı
Daha acılıydı getirdiği gelecek tüm geçmişlerden
Daha parlaktı getirdiği geçmiş tüm geleceklerden
Daha keskindi tanrının acımasından
Tokyo Merkez Standart Zamanına göre akşam sekizde
Şubat meridyeninden geçen arabanın ışığından daha keskindi
Sözcüklerdeki zaman
Aşıyordu yalnızca ozanların bulduğu yitik zamanı
Öpüyordu dünyanın en soluk yanaklarını
Akşam güneşini dünyanın en çürümüş ufkunda batırıyordu
Kalıntılarımızı ve yapayalnız tren istasyonlarımızı çalan güç
Bilimimize ve kanımıza yalancı tanık olan güç
Aştı Zamanı ses
Ses aştı bir tek anı

Ah çünkü
Çünkü ölçmeyiz biz
Biz ölümsüzlüğün ilanıyız, ölümsüzlüğün ilanı
Biz boşa harcama siyasetiyiz, boşa harcama siyaseti
Ölemeyiz biz

Duyuyorum sesi
Ve en sonunda gebe bırakacağım annemi
Duyuyoruz sesi
Ve cesetlerimiz atılacaklar akbabaların üzerine
Sesi duyuyor


Tamuro Ryuichi
Çeviren: Yusuf Eradam

Uçarı Dizeler

Önlerinde birer acı kahve, gizlice
aşktan konuşmaya çalışıyor aşıklar.
Kaim bir sesle
"Aşk" demek istiyor erkek
Ama "Yarın" diyor onun yerine.

"Yarın, savaş, ertesi gün..."
Bütün yükünü taşıyordu yirminci yüzyılın
Duvarda asılı duran takvimin yaprakları;
Köre yol gösteren kör gibi.
Yumuşacıktı kadın;
Bir adada büyümüştü
"Aşk" sözcüğünün ondokuz yüzyıl bilinmediği bir adada;
Ondoküz yüzyıl ağzına almamıştı bu sözcüğü;
Ama şimdi tedirgindi işte bir kar fırtınasının uğultusunda
Az sonra patlayacak olan kar fırtınasının, dışarda.
Önlerinde duruyordu acı kahve
Ama tedirgindi aşıklar.


Shozo Kashima
Çeviren: Özdemir İnce

Şiir

Doğduğu zaman ay
Bir bataklığı andıran zevk bahçesinin üstünde
Başlar o yürümeye

Bildirge içinde, dilekçede, söylevde
Ve kalabalıkta,
Radyoya doğru, cigaraya, çakmağa doğru
Ve naylon çoraplara.
Sürükler onu düşünceleri
Daha yakınına çıplaklığın.

El çırpmalara, alkışlara doğru
Eller ve eller ve eller
O yürür
Ve birden denizi görür.
Ama artık değildir onun bu deniz.
Yapma göğüslerin hızında
Akşam taraçası önünden geçer.
Yürümeye başlar o önüne eğilerek,
Çayın acılığına doğru,
Uzun, çok uzun bir yolculuğun ardından.


Kizu Toyotaro
Çeviren: İhsan Doğan

18 Eylül 2017 Pazartesi

Bir Sandalye Var Orada

Bir sandalye var şurada
Sağ yanımda -
Otur oraya
Sana "Otur" diyebileyim diye
Her zaman
Bir boş sandalye var
Sol yanımda.

Sevgilim
Ancak bir kez oturdun
Oraya
Çünkü bir anan, bin baban vardı
Ve bağlı olduğun bir tapınak,
Alıp görürdü seni kolayca
Bu dünyanın yasaları
Henüz oturmuştun daha.
Yumuşak başlı bir genç kız
Sadık bir dindar olman gerekiyordu
Bu dünyada.

Sevgilim,
Neler olman, kaça bölünmen gerekiyordu
Ama gene de sen,
Bir gece,
Kafesten kaçan bir küçük kuş gibi
Kaçarak dünyanın yasa ağından
Oturmaya geldin
Sol yanıma.

Uçup gitti mi yoksa
Bir gecede hayatım?
Ah, işte o gün bu gündür
Gece - gündüz
Bir boş sandalye
Var
Sol yanımda
Boş yere
Tekrarlayıp duruyorum aynı sözcükleri
Haydi otur
Bir boş sandalye var şurada.


Saburo Kuroda
Çeviren: Özdemir İnce