Şiir, Sadece

26 Mart 2014 Çarşamba

Göksel Şairler

Neler yaptınız Gide okuyanlar,
Entelektüelciler, Rilke hayranları,
kutsal gizemlerin yorumcuları, sahte varoluş
sihirbazları, bir mezarda
alevlenen sürrealist
gelincikler, moda gereği
Avrupalılaşmış ceset,
kapitalist peynirdeki solgun kurtçuk,
neler yaptınız
kaygının hükümetine karşı,
bu karanlık insan hayatı için,
bu tekmelenmiş varlık,
bu pisliğe zorla bastırılmış baş için
bu kötü davranılmış hayat
bu dirençli öz için?

Kaçmaktı tüm yaptığınız:
sattınız yığılmış çöpü,
göksel bir saç arıyordunuz,
korkak bitkiler, kırılmış tırnaklar,
“Mutlak güzel”, “sihrin gücü”,
korkutulmuş zavallıların eserleri,
gözleri görmemek için, cezbetmek için
o hassas göz bebeklerini,
hakkınızdan gelmek için sizin
efendilerin fırlattığı
kirli artıkla dolu kaplarla,
ölüm savaşında taşı görmeden,
savunmadan, fethetmeden,
mezarların kıpırdamaz, çürümüş
çiçekleri üzerine düşerken yağmur
mezarlıkların sallanan
çelenklerinden daha da uysal.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan


Not:
André Gide: 1869-1951 yılları arasında yaşamış Fransız yazar.
Rainer Maria Rilke: 1875-1926 yılları arasında yaşamış Avusturyalı şair.

Bir Çiçektir Bu Kadın

Bir çiçektir bu kadın, bir rastlantı buraya bıraktılar
Yatıyor kum yatağında kıyıdaki,
Çıplak güzel bir bakış gibi
Bir taş gibi çıplak.

Uyudu, unuttu zamanı,
Kocaman beyaz bir kelebek uçuyor üstünde
Ve bir başka böcek;
İşte Cennet bahçesinin ülkesi
Aşkın doğuşundan önce.

Boğa başlı dağ da bakıyor ona.
Ve tahtadan oyuncaklara benzeyen hayvanlar.
Bir balıkçı olurdum ona bakmasaydım eğer.
Soluğu karışıyor saçlarına.
Bir perili uçurumdur böğürleri.

Başlıyor dünya onun yattığı yerde,
Yalnızlık ufkuyla kuşatılmış olduğu yerde,
Başlıyor dünya biz yüreklenelim diye,
Gövdelerin birleşmesinin ötesinde,
Son bir umudumuz olsun diye.

İnildiyor gemi, ağlıyor dalga, hışırdıyor kamış,
Yarat, Tanrım, bir elma ağacı, bir gülüş yarat,
Sıkıntı içinde uyanırsa eğer kadın
Sigaramın dumanını küçük bir yılan sansın diye.


Sandor Csoori
Çeviren: Özdemir İnce

25 Mart 2014 Salı

Gölgelerdir Anlamı

Hangi umudu düşünmeli, hangi saf uyarıyı,
hangi geri dönmez öpüşü gömmeli yüreğe,
çaresizliğin ve zekanın kaynağında denetlemeli,
o sonsuzca bulanık sularda uysal ve emin?

Hangi dirimli, hızlı kanatlarını yeni bir düş meleğinin
kapsamalıyım uyuyan omzuma
sürekli bir güvenlik gibi,
işte ki ölümün yıldızları arasındaki yol
şiddetli bir kaçış olsun, bir çok günler için başlanmış,
aylar ve yüzyıllar öncesinden?

Belki arıyor o doğal zayıflık endişeli
ve şüpheli varlıklar arasında
zamanda hem sonsuzluk olan ve çevrilmeyen toprakta,
belki yayılır can sıkıntısı ve o amansız yığılmış çağlar
yeni yaratılmış bir okyanusun ay dalgası gibi
kumsalların ve korkutan ıssız bölgelerin üzerine.

Ah, bırak olduğum şey sürsün ve yaşasın ve bıraksın yaşamayı,
ve bırak alıştırayım kendimi bu demir katısı koşullara,
ki ölümün ve doğumların titreyişi rahatsız etmesin
her zaman istediğim o derin yeri.

Bırak olsun olduğum şeyi o, şu ya da bu zaman, bütün zamanlarda,
kurulmuş ve emin ve alazlanan bir tanık,
dikkatle mahvediyor kendi kendisini ve durmaksızın ayakta,
besbelli yutulmuş özgün görevi tarafından.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan

Yiyecek

Öğle yemeği yiyen bir adam gördüm:
Üst üste koyduğu asfalt parçalarının
Yerleşti üstüne güzelce,
Bir kıvrım yaptığı noktada sokağın.

Küçük bir küskü sapladı ortasına yolun
Sürücüler biraz dikkat etsin diye;
Tarttı gözleriyle yiyecek paketini
Çıkardı tıpasını süt şişesinin. Durdu bir süre.

Başını ilgiyle eğdi üstüne yiyeceklerin
Sıcak francalayı ikiye böldü bıçağıyla:
Ne gevşeklik vardı, ne gerginlik,
Ne tezcanlılık, görkemli davranışlarında.

Isırdı ekmeği, çiğnedi beceriyle
İçerek sütünü her lokmanın üstünden.
Duyduğu hoşnutluk besbelliydi
Dünyadan, kendinden, bu öğle saatinden,

Ve başka hiçbir şeye gereksinim duymadığı
Okunuyordu bütün davranışlarından.
Bir sıcaklık yayılıyordu güçlü vücuduna
Bitiyordu şişe - uçuyordu zaman.

Sizler! Sofra başı uzmanları!
Oburlar, pisboğazlar, züppeler!
Gırtlağına kadar yiyeceğe saplananlar!
Öğle yemeğinde giysi değiştirenler!

Sıkı bir perhizin sofu yandaşları!
Gastritliler! isterdim görmenizi
Bıyıklarının altında, süt şişesinden
Nasıl yuvarlacık bir halkanın çiçeklendiğini.

Bir törendi - kutsal ve olağan,
Yiyeceklerin görkemle yutuluşu;
Ve yüzü, çalışan adamın,
Bayramlar gibi kutluydu.

Hiçbir neden yoktu kibirlenmesine
Fakat sanki sonsuz bir ışık kaynağıydı;
Aydınlatıyordu güneş gibi
Kalkıp, ağır adımlarla geçtiği sokağı.

Yürüyordu, sakin ve yumuşak bir düşünceyle dolu:
Her şeyin iyi, alışkın ve sağlam olduğuna dair yaşamda.
Tıpkı bu öğle sonrası gibi. Soğuyan terin tadı gibi...
Ve yarın yeniden başlayacaktı ekmek ve çalışma ...


Gabor Garai
Çeviren: Ataol Behramoğlu

24 Mart 2014 Pazartesi

Görevini Yaptıktan Sonra

Görevini yaptıktan sonra
kime haber verir hırpanî kondor?

Yapyalnız bir kuzunun üzüntüsüne
ne ad verilir?

Ve güvercinler şarkı söylemeyi öğrenirse
neler olur güvercin evinde?

Arıları gücendirir miydi sinekler
eğer bal yapsalardı?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı'ndan

Bir İnsan Konuşuyor

Çocuklara acıyorum,
Büyüyecekler.

Büyüklere acıyorum,
Bir gün ölecekler.

Dünyaya acıyorum,
Habersiz kendi sonsuzluğundan.

Var olsaydı. Tanrı'ya da acırdım
Çılgın yasaları için.


György Timar
Çeviren: Özdemir İnce

22 Mart 2014 Cumartesi

Seviyorum Seni

Seviyorum seni
ekmeği tuza batırıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini,
neyin nesi belirsiz,
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık,
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni.
"Yaşıyoruz çok şükür" der gibi.


Nazım Hikmet

Tahir'le Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da hatta
sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbunu keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi
Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil
Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil.


Nazım Hikmet

Rüzgarlı Batı

Rüzgarlı Batı
Titriyor pespembe
Düşünce ve kaygılar
Artık dinlenmede

Çiy taneleri gibi
Donmakta ter
İçip doysunlar diye
Yıldız civcivler

Kızıl dağ koca bir
Geviş getiren inek
Başı üstünde ay
Bir taç oluverecek


Laszlo Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

21 Mart 2014 Cuma

Firari

Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin,
Sana kâfir dediler, diş biledim Hak’ka bile.
Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,
Kahpelendin de garaz bağladın ahlâka bile…

Sana çirkin demedim ben, sana kâfir demedim,
Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin.
Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim,
Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin?

Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine
Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.
Sen bir âhû gibi dağdan dağa kaçsan da yine
Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek!..


Faruk Nafiz Çamlıbel

Kim Ulaştıracak Sevgiyi

Ben çekip gidince kim hayran olacak
Yay çeken ağustosböceklerine?

Ebemkuşağında haça gerilip
Kim ısıtacak donmuş ağacı?

Kim yoğurup kaya göğüsleri
Yumuşak tarlalar haline koyacak?

Saçlar, kanlı duvarlara kök salmış
Damarlar, kim okşayacak sizi?

Kim çiğnenmiş imana sığınak
Küfür katedralleri dikecek?

Ben çekip gidince büsbütün
Kim ürkütecek akbabaları?

Bakir aşkı dişleriyle kavrayıp
Kim ulaştıracak karşı yakaya?


Laszlo Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

20 Mart 2014 Perşembe

Sen Nerdesin?

Caddeden sokaklara doğru sesler elendi,
Pencereler kapandı kapılar sürmelendi.
Bir kömür dumanıyla tütsülendi akşamlar,
Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar…
Son yolcunun gömüldü yolda son adımları,
Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları.
Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda:
Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda,
Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye,
Yollarını bekledim görüneceksin diye,
Senin için kandiller tutuştu kendisinden,
Resmine sürme çektim kandillerin isinden.
Saksıda incilendi yapraklar senin için,
Söylendi gelmez diye uzaklar senin için…
Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle,
Saatler son gecenin geçti cenazesiyle,
Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü,
Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü…


Faruk Nafiz Çamlıbel

En Doğrusu

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
insanlar kırılacak bana gülmekten.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
gezip tozacağım arasında delilerin.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
olacağım kapkara, ağaç gibi.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
toprağa düşeceğim
kendini öldürmüş biri gibi
kaskatı.

Anadan doğma dolaşacağım sokakta,
dileneceğim aptal aptal sırıtarak.

Ne diye yeniden kuşanayım
yalancı giysiler?
Anadan doğma dolaşacağım sokakta.


Peter Kuczka
Çeviren: A. Kadir - A. Timuçin

19 Mart 2014 Çarşamba

Karanlık

Aşkın bu karanlık gecesinde
Bülbül yine vahşi müterennim,
Mecnûnunu terketti mi Leylâ?
Vahşi sesi firkat sesi sandım.

Aşkın bu karanlık gecesinde
Hicrânımı duydum seni andım.
Firkat-zede bülbül gibi yandım.


Ahmet Haşim

Arasında

Hava açmış elini kolunu
Ve yaslanmakta ona
Hem kuş bilimciler, hem kuşlar
Hem uçucu sözcükler.
Canlı bir buhar yayılıyor
Tutku gibi kaprisli;
Ve yukarda, bulutlarda
Akıyor, beyaz yelkenliler gibi.
Oh, solumak dakikada yirmi kez
Muazzam, kırağılı melekleri!

Aşağıda, yerçekimi, ağırlık
Devsel dağların kımıltısız taşkınlığı.
Donmuş tepelerin yeleleri.
Kayalıkların ağır baskısı,
Muazzam forumu tüm jeolojinin.
Ansızın bir ova (gerginliği azaltmak
yolu bir an kesmek için)
Ve yeniden iskelet, kütleler, biçimler
taşlaşan hareket
gökle yer arasında.

Kayaların yarıkları.
Ve madeni parıltısıyla güneş.
Ve maden, güneşsel parıltısıyla.
Geziniyor vahşi hayvan kızgın kütlelerde
Ve dumanlı izi tırnaklarının
Kalıyor yersel kemiklerin granitinde.
Ardından, uçurumda gece;
Her şey donduğunda, soğuduğunda,
Çatırdadığında toprağın çekirdeği
Eklemleri ve kıkırdakları kıtırdadığında
Patladığında dökme demirden levhalar
Ve büyük bir gerginlikte
Kemiren bir çılgınlıkta
Vuruşları sessiz yıldırımın
dilsiz, kara-beyaz hıçkırıklar
yerle gök arasında

Yarıklar, yara izleri
Kuraklık ve inatçı serap.
Ve yeniden doğuş, anlık bir acıyla.
Kaya kaslarının titreyişleri
Yerden göğe kadar düşey hatlar ...
Ve arasında iklim kuşakları
Ve arasında taş ve tank izleri
Ufukta kararan kamış:
Ve iki satır, iki kitabede;
Ve yıldızlar, satır üstü işaretleri gibi...
Gökyüzüyle
Gökyüzü arasında


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: A. Behramoğlu

18 Mart 2014 Salı

Geçmiş Yaz

Rüya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her anını, her rengini, her şi’rini hazdan,
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtap… iri güller… ve senin en güzel aksin…
Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde!


Yahya Kemal Beyatlı

Dönerken

Masa gene dünkü gibi bomboş.
Ayakları. İplik. Lamba kımıldıyor.
Bir kadeh başköşede. Görüyorum onu.
Ve mavi zehir bir zamanlar içtiğim.
Pencereden bakıyordum.
Sis kımıldıyordu önümde.
Bir dal yığını boğuyordu
İçinde gecenin yüzdüğü çayırın suyunu.
Pencereden bakıyordum.
Gözlerim, kollarım vardı, sevincim de.

Şimdi çizmelere sürünüyorum.
Dizini aştığım yok bir şeyin.
Dün güllerin kırbacına meydan okurdu vücudum

Bunca kuşun üşüştüğü göklerde

Bir saz yangını gibi
Rüzgardan ürkmüş çatırtılı bir düğüm,
Kanın coşkunluğundan çığlık çığlığa.
Bin bir tüye bürünmüş çıplak yüreği
Kaybolmuş uçuşlarıyla bunca kuş
Dün ateşti dün göktü.

Gidiyorum. Neden parmaklarımla
Dokunamıyorum yerlere dalga dalga?
Soğuk rüzgarda bir ruh gibi
Kayıp gidiyorum kendimden geçmiş.


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: Yaşar Nabi

17 Mart 2014 Pazartesi

Erenköyü'nde Bahar

Cânan aramızda bir adındı,
Şîrin gibi hüsn ü âna ünvan,
Bir sâhile hem şerefti hem şan.
Çok kerre hayâlimizde cânan
Bir şi’ri hatırlatan kadındı.

Doğmuştu içimde tâ derinden
Yıldızları mâvi bir semânın;
Hazzıyle harâb idim edânın,
Hâlâ mütehayyilim sadânın
Gönlümde kalan akislerinden.

Mevsim iyi, kâinât iyiydi;
Yıldızlar o yanda, biz bu yanda.
Hulyâ gibi hoş geçen zamanda
Sandım ki güzelliğin cihanda
Bir saltanatın güzelliğiydi.

İstanbul’un öyledir bahârı;
Bir aşk oluverdi âşinalık..
Aylarca hayâl içinde kaldık;
Zannımca Erenköyü’nde artık
Görmez felek öyle bir bahârı.


Yahya Kemal Beyatlı

Buz

Kışın, tıpkı göldeki sazlar gibi
Dünya usulca donar içimde
Ve bir parça gökyüzü, bir imge, bir dal
Sıkışır sazların arasında, donup kalır.
İnansaydım eğer sana, açardım
Sessizce sıcak avuçlarını yine,
Yukarda, gölün ve bütün kışın üzerinde
Küçük güneşlere dönüşecek avuçlarını.
O zaman buz ve köpük oynardı yerinden
Tıpkı sudan fırlayıveren balıklar gibi
Hep birden pırıl pırıl olurdu nesneler.


Agnes Nemes Nagy
Çeviren: Özdemir İnce

15 Mart 2014 Cumartesi

Görkemli Ölüm Çağırdı Beni Bir Çok Kez

Görkemli ölüm çağırdı beni bir çok kez:
dalgalardaki görünmez tuzdu O,
ve farkedilmez tadındaki yayılan şey
uçurum ve doruğun parçaları gibiydi
ya da rüzgâr ve yağmurdan kocaman evlerdi.

Demir grisi bu yumurtaya geldim, havanın
ensizliğine, tarımın ve kayanın ölü şebnemine,
yıldızsızlığın son basamağına,
başdöndürücü bu helezon yola:
ama sen, yayılmış deniz, ey ölüm! yaklaşmıyorum
sana her bir dalganda,
ne ki gecesel açıklığın dörtnalası
ya da gecenin bütün toplamı gibi geliyorum.

Hiç yeltenmedin ceplerimizi karıştırmaya, senin varışın
ancak
kızılın en güzel giyitinde olasıdır:
kuşatılmış sessizliğin sabahkızılı halısında:
gözyaşlarının gömülü büyük vasiyetnâmesinde.

Her insanda bir ağaç sevemedim
omuzlarındaki küçük ilkbaharlarıyla (bin yaprağın
ölümü) , bütün sahte ve topraksız ölümler,
uçurumsuz yeniden dirilmeler:
yüzmek isterdim o engin hayatta,
o geniş deltalarda,
ve kaynak tazesi ellerimin avutulmaz hayatsızlığını
dolanmaması için yolu ve kapıyı kapattığında,
ve azar azar yadsıdığında beni insan
ve dolandığımda caddeden caddeye, ırmaktan ırmağa,
kentten kente, yataktan yatağa,
ve tuz maskelerim dolandırıp durduğunda çorak toprakta,
ve en son alçakgönüllü lambasız evlerde, ateşsiz,
ekmeksiz, taşsız, rahat yüzü görmeden,
yapayalnız kıvrıldım ölürcesine kendi ölümümün
içlerine doğru.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu'dan
Canto General

Gözden Kaçırdık

Gözden kaçırdık bu alacakaranlığı da.
Kimse görmedi bu akşamda bizi el ele,
inerken mavi gece yeryüzünün üzerinde.

Penceremden gördüm
günbatımının eğlencesini uzak tepelerde.

Bazen oluyordu, ki bir sikke gibi
yangın oluyordu ellerimde bir tutam güneş.
Anımsıyordum seni, kaygılıydım yürekten
çok iyi bildiğin bir hüzünle.

Neredeydin o zamanlar?
Hangi insanların arasındaydın?
Ne söylemiştin onlara?
Niçin bütün sevdam doldurmalı birdenbire beni,
hüzünle vurulurken ben, ve sen bunca uzakken benden?

Düştü yere alacakaranlıkta hep sığındığım kitap,
Ve yaralı bir köpek gibi kaydı pelerinim ayaklarımın önüne.

Daima, daima gidiyorsun uzaklara akşamları,
alacakaranlığın heykelleri hızla yok ettiği yere.


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera'dan

Soğuk Yel

Issız taş, dinleniyor sırtım
anısız, bensiz,
ölü külünden zamanlarım.

Soğuk bir yel esiyor zaman zaman.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

14 Mart 2014 Cuma

Grev

Garipti o durmuş fabrika.
İşliklerde bir sessizlik, bir mesafe
makineyle insan arasında, bir kesilmiş
ip gezegenler arasında, zamanı
inşa etmekle geçiren
insan ellerinden bir boşluk, ve o çıplak
konaklama çalışma olmaksızın, ses olmaksızın.
Terk ettiğinde insan türbinin
boşluklarını, ayırdığında kollarını
ateşten ve yüksek fırının
içinde düştüğünde, çekip aldığında çarktan
kendi gözlerini ve o baş döndüren ışık
durdurduğunda görünmeyen çemberini,
o muhteşem kuvvetlerden,
o şaşırtan enerjiden
sadece bir yığın anlamsız çelik kaldı geriye,
ve insansız hollerde terk edilmiş rüzgâr,
o yalnız kokusu yağın.

Hiçbir şey yaşayamadı bu kırbaçlanmış
kırık parça olmaksızın, Ramirez olmaksızın,
yırtık elbiseleri içindeki adam olmaksızın.
Orada duruyordu motorların derisi,
üst üste yığılmışlar ölü güç için
siyah balinalar gibi zehirlenmiş
dalgasız deniz diplerinde
ya da gezegenlerin yalnızlığı altında
birden batmış dağlar gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı'dan

Üçüncü Gün

Külrengi gökler gürüldüyor, Ravensbrück'ün ağaçları,
Üçüncü gün bugün.
Ve duyuyor kökler gelişini ışığının.
Rüzgar çıkıyor. Ve neşeleniyor dünya.

Kiralık askerler öldürebilirdi onu.
Durabilirdi yüreğinin vuruşları -
Üçüncü gün, yendi ölümü
Et resurrexit tertia die.


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

13 Mart 2014 Perşembe

Guatemala

Şirin Guatemala, evindeki her bir
fayans kaplanların çeneleriyle emilmiş
çok eski bir
kan damlasını saklar.
Soyunu Alvarado ezdi,
uçurdu havaya yıldızların mezartaşını,
senin eziyetlerine düşürdü kendini.

Ve soluk kaplanların ardında
geldi piskopos Yucatan'a.
En derin bilgeliği topladı
ki işitilmişti göğün altında
dünyanın ilk gününde,
ilk maya anladığında
ırmağın titreyişini, kağıda döktü
çiçektozunun yerbilimini, Mumie-tanrılarının
kızgınlığını,
halkların göçlerini
ilk evrenler arasında,
arıkovanının yasalarını,
yeşil kuşun gizliliğini,
yıldızların dilini,
gecenin ve gündüzün bilmecelerini,
dünyasal gelişimin kıyılarında
toparladı.


Pablo Neruda
Los conquistadores'den
Canto General

In Memoriam F. M. Dostoyevski

Eğiliniz. (Yere kadar eğiliyor.)
Kalkınız. (Doğruluyor.)
Gömleğinizi, donunuzu çıkarınız.
(İkisini de çıkarıyor.)
Bana bakın.
(Geri dönüp bakıyor.)
Giyininiz.
(Giyiniyor.)


Janos Pilinszky
Çeviren: Özdemir İnce

12 Mart 2014 Çarşamba

Guayaquil

San Martin girdiğinde içeri, kavranmaz bir elden
gecesel bir şeyler girdi salona,
deri ve gölge.
Bekledi Bolivar.
Biliyordu çünkü işlerin nasıl gideceğini.
Yükseklerde uçuyordu, tezdi, metalsiydi,
saf önseziydi, yaman bir göçtü,
temkinli bedeni titredi
ordaki odada, durdu
tarihin karanlığında.

Tarifsiz yükseklerden geldi,
yıldızların nurundan,
geceyi yararak geldi uzaklardan
ordusu için,
kendisini izleyen karın
göze görünmez kaptanı.
Işık titreşti, San Martin'in arkasındaki kapı
taşıdı geceyi,
gecenin ulumasını, bir deltanın
tembel vızıltısını.

Sözcükler, uzaklaşan ve onlara geri dönen
bir patika açtı.
Bu iki organ konuştu birbirleriyle,
öteye ittiler birbirlerini, saklandılar,
kulak asmadılar birbirlerine, kaçtılar birbirlerinden.

Güney'den boz-sayılardan bir çuvalla
gelmişti San Martin:
yorulmaz üniformaların
yalnızlığı, kumdaki kalesinde birleşen
toprağı döven atları.

O'nunla birlikte geldi Şili'nin kaba
katır-sürücüleri, hoyrat
ve demir katılığındaki ordu,
savaş hazırlığının yeri,
bozkırın toprağında yaşlandı
adlı bayraklar.

Ne söyledilerse, düştü bedenden bedene
sessizlikte, aralarındaki uçurumda.
Söz değildi bu, zıt dünyalardan gelen
bir başka anlaşılmaz metali döven
insan taşından gelen,
derin bir dalgaydı bu.
Sözler geri döndü kaynağına.
Herkes gördü gözleriyle
kendi buyruklarını.
Gözkamaştıran çiçeklerle ilk zaman
sefil geçmişli ikinci zaman,
ordunun adi paçavraları.

Bolivar'ın yanındaki bir beyaz el
bekledi O'nu, hoşça-kal dedi,
yalazlı izlerini dölledi,
gerdek-gecesinin çarşafını serdi.
San Martin ovasına bağlıydı.
Düşü bir dörtnalaydı,
tehlike ve kayıştan bir ağdı.
Özgürlüğü anlaşılmış bir bozkırdı.
Utkusu bir buğday düzeniydi.

Bolivar bir düş kurdu,
bilinmez bir boyut, kalıcı hızdan
bir ateş,
öyle vakumladı ki O'nu
esaretinde, zincirledi ateşi özüne.

Düştü sözler ve sessizlik.
Yeniden açıldı kapı, bir kez daha
bütün bu Amerika gecesi,
sayısız dudaklardan geniş bir dalga titredi bir an.

San Martin döndü bu geceden
geriye, yalnızlığa, buğdaya.
Bolivar tuttu yolunu, yapyalnız.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

Yaradılış Masalı

Gece böcekleri ışığın çevresinde
Yıldızlar yıldızların çevresinde
Düşüncelerim senin çevrende
Ben hiçliğin çevresinde
Hiçlik benim çevremde.

Düşüncelerim kendi çevresinde
Sen düşüncelerimin çevresinde
Hiçlik senin çevrende
Gece böcekleri hiçliğin çevresinde
Yıldızlar benim çevremde.

Ben düşüncelerimin çevresinde
Yıldızlar senin çevrende
Gece böcekleri yıldızların çevresinde
Gece böceklerinin çevresinde ışık
Hiçlik ışığın çevresinde.

Yıldızlar kendi çevrelerinde
Gece böcekleri kendi çevrelerinde
Sen kendi çevrende
Ben kendi çevremde
Çevre çepçevresinde çevrenin.


György Somlyo
Çeviren: Özdemir İnce

11 Mart 2014 Salı

Guillermina Nerede Olabilir Acaba?

Kız kardeşim davet ettiğinde onu
ve kapıyı açmak için çıktığımda dışarı,
güneş girdi içeri, yıldızlar girdi içeri,
buğdaydan iki belik girdi içeri
ve iki yorulmaz göz.

On dört yaşındaydım,
ve gurur duyduğum buluğ çağımdaydım,
inceydim, kıvraktım ve kaşlarımı çatmıştım,
cenaze gibiydim ve törensi.
Yaşardım örümceklerin arasında,
ormanın nemi, kınkanatlı böcek
ve üç renkli arılar tanırdı beni,
kekliklerin arasında yatardım,
saklanırdım nanelerin altında.

Sonra Guillermina geldi
mavi ışıltılı gözleriyle
tarayarak saçlarımı
ve kışın duvarlarına doğru
kılıçla iliştirdi beni sanki.
Bunlar Temuco’da olmuştu,
Güney’de, sınırda.

Ağır ağır geçti yıllar,
adımlayarak gergedanlar gibi,
havlayarak çılgın tilkiler gibi,
kirlenmiş yıllar geçip gitti,
yaşlanmış, yorulmuş, ölümsü,
ve yürüdüm buluttan buluta,
ülkeden ülkeye, gözden göze,
sınırdaki yağmur
düşerken aynı boz biçiminde.

Yolculuktaydı yüreğim
aynı çift ayakkabıda,
ve benimsedim dikenleri.
Bulunduğum yerde dinleniş yoktu:
vuracağım yerde vuruldum,
öldürüldüğüm yerde hissettim,
ve dirildim, her zamankinden daha diriydim,
ve sonra ve sonra ve sonra ve sonra –
anlatmak uzun zaman alır.

Ekleyeceğim başka bir şey yok.

Yaşamak için geldim bu dünyaya.

Guillermina nerede olabilir acaba?


Pablo Neruda
Estravagari'dan

Çiçek Masalı

Odanın içinde aşağı yukarı dolaşıyorum, çömeliyorum masanın
yanındaki sandalyenin üzerine, bir kitap karıştırıyorum, bir
yudum bir şey içiyorum, sözcüklerimi arıyorum.
Kocaman, pembe şakayık kımıldamadan duruyor vazonun içinde.
Paltomu giyip dışarı çıkıyorum, işlerimin, işlerim olduğunu
sandığım şeylerin peşine düşüyorum, geri dönüyorum sonra.
Aynı yerde duruyor şakayık, bana dönmüş durumda; kocaman
taç yapraklardan başıyla bakıyor bana.
Hep bana bakıyor. Bıkmıyor benden, yorulmuyor. Açılmış, iri
iri açılmış bir göz gibi gramofon borusu gibi güneşi gibi tıpkı
Notre Dame'ın.
Nasıl konuşsun, ne söylesin?
Konuşmak istemiyor şakayık. Kendi kendinin eşi, başka bir
şey değil, o kadar. İşte bu yüzden bunca güzel.
Gene de nasıl duyarlıdır! Yanından geçecek olsam, bütün
taç yapraklarıyla titremesi için yeter döşemedeki adımlarım.
Bitki yaşamına mı özeniyorum, bitkilerin bilinçsizliğiyle
insanlığımı avundurmak mı istiyorum?
Hayır. Kendim olmak istiyorum, başka bir şey değil, o nasıl
yalnız kendisiyse ben de olmak istiyorum.
Çiçek olmak istemiyorum, onun gibi. Çiçeğin çiçekliğince,
ben de insan olmak istiyorum, o kadar.
Pembe, kocaman bir şakayık


György Somlyo
Çeviren: Özdemir İnce

10 Mart 2014 Pazartesi

Güçlülerin Yasalarını Bildirmesi

Yurtsever olduklarını söylediler.
Kulüplerde nişanlar verdiler birbirlerine
ve tarihlerini yazdılar.
Parlamento dolup taştı
Şatafattan, o günden beri
bölüştürüyorlar toprağı, yasayı,
en güzel caddeleri, havayı,
üniversiteleri ve ayakkapları.

Onların alışılmadık girişimleri
acımasız aldatılarla süslü yöntemleriyle
kurulmuş bir Devlet oldu.
Konuşup durdular bunu her zaman
eğlencelerde ve resmi ziyafetlerde,
önceleri tarım bölgelerinde
subaylar ve avukatlarla.
Ve en sonunda getirdiler Kongre'ye
en yüce Yasa'yı, ünlü,
saygın, dokunulmaz,
Güçlülerin Yasası'nı.
Kabul edildi böylece yasa.

Tıklım tıklım ziyafet sofrası zenginlere.

Yoksullara çöpleri.

Zenginlere para.

Yoksullara iş.

Zenginlere büyük evler.

Yoksullara sefil baraka.

Ayrıcalık büyük hırsıza.

Hapis bir ekmek çalana.

Paris, Paris şövalyelere.

Madene, çöllere yoksul olan.

Senyor Rodriguez de la Crota
konuştu Senato'da bal gibi tatlı
ve lezzetli sesiyle:
"Bu yasa en sonunda gerçekleştiriyor
zorunlu hiyerarşiyi
ve her şeyden önce Hristiyanlığın
bütün ilkelerini.
Bu yasa, su kadar gerekliydi.
Yalnızca cehennemden geldiği bilinen
komünistler karşı çıkarlar, bilge ve katı olan
bu Eşitsizliğin yasa kitabına.
Fakat alt-insana özgü
bu Asya muhalefetini ezmek
çok basit: hepsini hapse atmak yeter.
Toplama kampları var,
böylece yalnız biz kalacağız geriye,
biz harika şövalyeler
ve Radikal Parti'nin
sevimli uşakları."

Bir alkış koptu
aristokratların sırasından:
ne konuşma yeteneği, ne kadar da ruh dolu,
ne büyük düşünür, ne ruhsal ışık!

Ve herkes fırladı dışarı
doldurmak için ceplerini iş yerlerinde,
biri sütü tekelleştirdi,
öbürü çelik tellerle yolsuzluk yaptı,
başka biri şekerle,
ve hepsi yüksek sesle yurtsever dedi
kendi kendilerine, yurtseverlikte de
tekelleşerek, ve en güçlünün Yasa'sına sığınarak.


Pablo Neruda
La arena traicionada
İhanete Uğramış Kum
Canto General

Nazım Hikmet'e

Ayrıldın, bir veda sözü mırıldanmadan
Nazım.
Ve bir kez daha
Acılar eklendi hayata
Ve bir dost eksildi ondan.

Çıkıp gelmiştin bize bir gün
Şiirlerin elle tutulmayan dünyasından
Soyut ülkesinden gazete haberlerinin
Ve ağızdan ağıza dolaşan efsanelerden;
Ve söylemesi bir tuhaf bu ad
Bir can yoldaşına dönüşüverdi birden.
Hey kocaman gülümseyişli Türk!
Ağzında mahpushanelerden yadigar hüzünlü bir kıvrım
Geniş omuzlarında sürgünlüğün ağır yükü
Ve göğsünde iyi bir devin yüreğini taşıyan ...

Vaktimiz azdı masa sohbetlerine ayıracak
Ve oturup susmaya
Azdı, kesintisiz çalışma ve yolculuk yılları arasında
Adacıklar, bir soluk alacak ...
Konuşamadık hiçbir zaman
şöyle doyasıya ...
O ayrılırkenki el sıkışmalarda
Ne kadar söylenmedik söz kaldı sonsuzca.
Fakat her zaman
Yanıbaşımda duydum seni
Bir el sıkımı uzaklığında;
Ve yılları örten sislerin arasından
Ve iki bin kilometre uzakta da
Aynı masaya oturduğum
Çoğundan daha yakın ve gerçektin bana.
"Hoşçakal!" derdik ayrılırken birbirimize
"Budapeşte'de görüşmek üzere"
"İstanbul' da görüşmek üzere"
Fakat ne karşılaşma olacak artık ne görüşme.

Şiirler kalıyor
İçinde yüreğinin çarptığı şiirlerin
Ve tıpkı senin gibi onlar
Günler ve uykusuz geceler boyunca
Çalışıyor, dövüşüyor ve seviyorlar
Düşlerini bir bir gerçekleştirerek;
Ve öz dilinde senin
Ve dünyanın bütün dillerinde
"Barış, ekmek, özgürlük, gerçek"
sözlerini haykırarak girdikleri dövüşte
Ne zindan korkusu var onlar için
Ne sürgün
Ne de yüreği bir diş gibi zonklatan sancılar.

Dostum benim, kardeşim benim. Nazım
Her şeyini veren ve vermekte olan.
Hayranlık dolu gezgin, insanlık ve
insan aşkına müptela.
Sevdiğin o toprak, seni bağrına basmak için
Gelip isteyecek kemiklerini bir gün
Yazık ki gecikmiş olarak;
- Gelecek o gün, çünkü kuraldır bu
Bir acı avuntu da olsa -
Ve coşkun söylevler, gözyaşları
Ve halkın, ellerinde çiçeklerle
Bekleyecek seni sevgili yurdunda ...


Laszlo Benjamin
Çeviren: Ataol Behramoğlu

8 Mart 2014 Cumartesi

Güherçile Adamları

Esmer kahramanların yanında, güherçiledeydim,
gezegenin katı kabuğunu
gübreleyen ince kar'ı kazanın yanındaydım,
ve gururla sıktım topraklı ellerini O'nun.

Dediler ki bana: "Bak kardeş, nasıl
yaşıyoruz biz,
burada Humberstone'de, Mapocho'da,
Ricaventura'da, Paloma'da,
Pan de Azucar'da, Piojillo'da. Nereye gidersen git,
anlat bu işkenceleri,
kardeş, anlat aşağıda,
Cehennem'de yaşayan kardeşini."


Pablo Neruda
La arena traicionada
Canto General 


Not: Güherçile, potasyum nitrat.

Gülüşün

İstersen yoksun bırak beni ekmekten,
yoksun bırak beni havadan, ama
yoksun bırakma beni gülüşünden.

Yoksun bırakma beni gülden,
kopardığın süsenden,
sevincinde ansızın
çağıldayan sudan,
seni apansız doğuran
gümüş dalgadan.

Savaşımım amansız, ve dönüyorum
yorgun gözlerle
ara sıra değişmeyen
görünüşüne toprağın,
fakat gülüşün vardığında,
yükseliyor göğe ve arıyor beni,
ve açıyor benim için
bütün kapılarını hayatın.

Sevgilim, bu en karanlık zamanda
yayılıyor gülüşün,
ve birden görüyorsun
kanımın püskürdüğünü
caddedeki taşlara,
gül, çünkü
ellerim için gülüşün
serin bir kılıç olacak.

Güzün denize yakın
yükseltecek gülüşün
köpükten çağlayanını,
ve güzde, sevgilim,
beklediğim çiçek gibi
arzulayacağım gülüşünü,
o mavi çiçeği,
ses veren anayurdumun gülünü.

Gecede gülüşün,
gündüzde, ayda,
gülüşün
adanın dolambaçlı sokaklarında,
gülüşün seni seven
bu hantal erkekte;
fakat açtığımda
ve kapattığımda gözlerimi,
uzaklara gittiğimde,
geri döndüğümde,
esirge benden ekmeği, havayı,
ışığı, ilkbaharı,
fakat gülüşünü asla,
yoksa ölürüm ben.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri'nden

Kuru Ağaç

Yapraksız, yemişsiz, kuru kütük; kimsin sen benim için
Ki gece gündüz çıkıp önüme

Dallarının gıcırtılı ve titreyen karanlığını uzatıyorsun
Acındırmak için kendine.

Niye acıyayım, şimdi uzaklarda bir fırtına
hazırlanıyor gelip seni topraktan sökmek için.

Devrileceksin ve ilk kez karşılaşacak gökyüzüyle
ölü ve mutlu köklerin


Sandor Wöeres
Çeviren: Ataol Behramoğlu

7 Mart 2014 Cuma

Gün Gelecek

Kurtarıcılar, bu Amerika'nın
üzerindeki şafakta, sabahın
ıssızlaştırılmış karanlığında,
halklarımın sonsuz yaprağını
sunuyorum sana ve sevinci
kavganın her bir anından.

Mavi atlılar, düşmüş
zamanın uçurumuna,
yeni dikilmiş sancakları
ışıldayan askerler,
bugünün askerleri, komünistler,
metal dalgalarının
savaşan mirasçıları.
dinle buzullar arasından doğan
sevginin sade görev-ateşiyle
yükselen sesime:
aynı toprağız biz, aynı
halkız sürgündeki,
aynı kavgadır karışlayan
Amerika'mızın belini:
Gördünüz mü
biraderin karanlık mağarasını akşamın altında?
Hükmünü verdiniz mi
Umutsuz hayatının O'nun?
Halkın
çatlamış yüreği, terkedilmiş ve batmış dibe!

Kahramanın huzurunu almış biri
sakladı onu bir mahzende, biri çaldı
kanlı hasatzamanı yemişini
ve böldü coğrafyayı,
temelini attı düşmansı sınırların,
avutulmaz, kör gölgelerin bölgelerini.

Topla ülkelerden acıların
çılgın nabızatışlarını, yalnızlıkları,
sömürülmüş tarlaların buğdayını:
bayrakların altında bir şey filizleniyor:
O eski ses bizi çağırıyor yeniden.
Minerallerin köküne dek in dibe
ve ıssız yücelerine madenlerin,
insanın dünyadaki kavgasında bir parça ol
ışığa kararlı bu elleri hor gören
işkenceye rağmen.

Savaşan ölülerin size armağanı olan
bu günü bırakmayın. Her bir başak
yeryüzüne ekilmiş tohumdan fışkırır,
ve buğday gibi birleştirir sayısızca halk
köklerini, biriktirir başakları
ve yükselir evrenin berraklığına
bu zaptedilmez fırtınada.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

Şimşekler

Akşamın kıpkızıl dudakları
Yerde uykuya dalıyor duman.

Yanıp kül oluyorsun türküyle
Sisten bir ağır arabada.

Gülüşün geçiyor içimden
Çatıyı yalayan alev gibi.

Kurtlar alıp götürmüş arabacını,
Gölgeni karanlıklar.

Bir şeyler kalmış ardında bak:
Unutulmuş gül de haykıracak.


Sandor Wöeres
Çeviren: Yaşar Nabi

6 Mart 2014 Perşembe

Gündelik Ağıt

Abartılmış şehvetten ve kül düşlerden
taşıyorum soluk bir kuşağı, görünür bir sonucu,
yalnız yaşayan metalik bir rüzgârı,
açlıkla giyinmiş ölümlü bir hizmetkârı,
ve ağacın altındaki serinlikte, kendi yıldız gücüyle
çiçekleri aşılayan güneşin özünde,
altın gibi derime dokunurken sevinç,
uzanıyorsun orada, ey kaplan pençeli mercan hayalet,
cenaze üzüntülerinin nedenisin sen, alazlı birleşmesin,
orada pusuda uzanıyorsun toprak için, hayatta kalıyorum
aydan mızraklarının küçük titreyişiyle.

Çünkü pencere o boş öğün dalıyor içine
kanatlarında daha fazla hava olan güzelim bir günün,
estiriyor hiddet elbiseleri yukarıya, dolduruyor düş
şapkayı havayla, alazlanıyor durmaksızın kızgın bir arı.
Şimdi, hangi beklenmemiş adım gıcırdatır yolları?
Hangi avuntusuz istasyon dumanı, hangi kristal yüz,
ve çim tohumuyla bir eski faytonun hangi sesi?
Ah, tek tek, ağlayan dalga ve dağılıp giden tuz,
ve o göksel aşkın uçup giden zamanı,
aldılar konukların yerini ve beklentideki sesi.

Geride bırakılmış mesafelerden, vefasız hakaretlerden,
gölgelerle karışmış terk edilmiş umutlardan,
öldüren şirin el uzatışlardan
ve şeffaf toplardamar günlerden ve çiçekteki heykelden,
şimdi ne kaldı geriye kıt sözcüklerimden, zayıf ürünümden?
Sarı yatağıma ve yıldızla örtünmüş özüme
kim hem yakın değil hem de uzak?
Sıçrayışın gücü, buğdaydan bir ok
sahibiyim ben, ve göğsümde bekliyor apaçık bir yay,
ve zayıf bir vuruş, sudan ve inattan,
durmaksızın çatlayan,
iliğe kadar delip geçiyor ayrılışlarımı,
söndürüyor gücümü ve arttırıyor acılarımı.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama'dan

Yaz

Nasıl söylesem? İşte güneşin altındayım
Tam öğle vaktinde yaşamımın.
Söyleyemem, her şey pek kolay olmadı öyle,
Ama başardım işte gene de kırk yıl sonra
Bir yaz yarattım kendi içimde.

Uçsuz bucaksız bir ülke görüyorsun;
Irmağımın üzerinde, rüzgarda, bir deniz var,
Balıkların pulları bir anı gibi parıldar,
Buğdaylarını orağa gelecek kadar olgun,
Diz çöküp otlarım saman oldular.

Daldır, daldır testini sulara
Her zaman suvardın beni tertemiz kaynağından,
Soyun sen de ısın yazımda benim,
Akşama daha çok var, çok var akşama,
Kavaklara değen gökyüzü yaldızlı lacivert hala.
Bırakma sakın, bırakma, sona ermesin gün,
Ve sen de sev beni, sev beni.


György Ronay
Çeviren: Özdemir İnce

5 Mart 2014 Çarşamba

Günden Güne Matilde

Bugün senin için: uzunsun
Şili’nin bedeni gibi ve hassassın
anason çiçeği gibi,
ve her bir dalında taşıyorsun
silinmez ilkbaharımızın şahitliğini:
Bugün günlerden ne? Senin günün.
Ve yarın dündür, ellerinde
izlemez günler günleri, ve yitmez hiçbir gün:
uyurken saklarsın güneşi
toprağı ve menekşeleri
küçük gölgende.
Ve böylelikle sunarsın bana
hayatı her sabah.


Pablo Neruda
El Mar y Las Campanas'dan

Siyah Gül

Gece gibi karaydı saçları
Gözleri kömür gibi karaydı
Karaydı üzerine çullanan korku
Karaydı içine atıldığı gaz odası
Karadır öldüğü toprak.

Karadır onun suçlayan varlığı
Karadır solup gidişi bu yeryüzünde
Yüreğindeki eksikliği karadır
Karadır sonsuza dek anısı
Bak, bir gül açıyor, o da kara.


György Ronay
Çeviren: Özdemir İnce

4 Mart 2014 Salı

Güneşle Portakallar Arası

Güneşle portakallar arası
ne kadardır metre hesabı?

Alazlı yatağında uyurken
kim uyandırır güneşi?

Göksel müzikteki cırcırböceği gibi
şarkı söyler mi toprak?

Kederin geniş, melankolinin
ince olduğu doğru mudur?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı'ndan

Geyik

Her sabah bir geyik iner dağdan
İner ve evime gelir.
Yiyecek bir şeyler ister benden.
Ellerimden yer verdiğim yiyeceği.
Bir parça ekmek koy sen de bir kıyıya
Bakarsın geyikler gelir sana da ormanlardan
Ve bir şeyler yemek isterler senin de avuçlarından.


György Ronay
Çeviren: Özdemir İnce

3 Mart 2014 Pazartesi

Güney'de Açlık

Görüyorum Lota'nın kömüründeki ağlayışı
ve hor görülmüş Şili'lilerin buruşuk gölgesinin
toprağın derinindeki acı damarı delişini,
ölüşünü görüyorum, yaşayışını, katı külde gelişini dünyaya,
eğri büğrü, yayılmış toprağa güya dünya
gelmiş sadece ve gitmiş öylece
kara toz ve alevler arasında,
ve gerçekleşen tek şey
kışın öksürükleriydi, bir sıtma ağacı yaprağının
ölü bir bıçak gibi düştüğü kara suyun içinden
çiftesiydi atın.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General'den

İspanya, İspanya

İki gündür yağıyor böyle; pencereyi açar açmaz
ışıldıyor karşıdan Paris'in damları
bir bulut çörekleniyor masama
yansıyor yüzümde ıslak bir parıltı.

Evlerin üzerinden, olukların diplerinden
sırılsıklam kurumlar yakarıyor bana.
Ben ki yapışkan çamurlar, haberlerle kirlenmişim
Oturmaktayım utanç duyarak bu alacakaranlıkta.

Ey bizi kırbaçlayan kara kanatlı savaş!
dehşetin geziyor sınır boylarında
kimse ekmiyor öbür yanda, kimse biçmiyor.
Yok artık, bağlarda devşiren parmaklar da.

Yavru kuş şakımıyor, güneş yanıp tutuşmuyor -
gökyüzünde, anneler çocuksuz bundan böyle.
Yalnız senin kanlı ırmakların, İspanya
köpüre köpüre akmakta.

Yeni ordular doğacak ama, gerekirse yokluktan
çılgın kasırgalar gibi
ordular, yerin altından
yaralanmış tarlalardan.

Özgürlük! Senin geleceğine inliyor insanlık!
Bu akşam vaktinde, sana ulaştırdılar şarkılarını.
Ağır sözler ve ıslanmış bir yüzle
yoksulluğu Paris'in söyledi sana bunları.


Miklos Radnoti
Çeviren: Erdal Alova