Şiir, Sadece

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Tüfenk

Çocuk e harfine yaslanmış uyuyordu
sonra saçlarımız kapandı, denklerimiz bağlandı sonra
boyuna ateşler söndü dağlarda
bir yıldız boyuna söndü durdu
çocuk insan seslerine yaslanmış uyuyordu

o zaman ben atlıydım işte
saçlarımda geceler morarırdı
yorgun olamazdım çok uzaklardaydı yurdum çünkü
boyuna tüfenkler doldurmuştum sularım girilmezdi çığlıklardan
canavarlar besliyordum ulu bir askerdim sanki

ve artık çirkinim
uykularımda örümcekler ürüyor şimdi
gelmiş geçmiş bütün gölgeleri denedim
ellerim hâlâ pençe gibi

düşler, tüfenkler ve ayaklar
gözlerimi engel oluyor güneş.


İsmet Özel

11 Temmuz 2014 Cuma

Seni Olan Yenilgi

Senin karanlığına kanat vuran yarasalar
başka bir göğe germişler kendilerini
yürekli savaşçılar olmuşlar
gemilerini yakmışlar ve silâhlarını bilerken
kanlarına yansımış gece

senin sularına inen yırtıcılar
ve piçler yani aşk çocukları
yanan gemilerin suya yankısı oluyorlarmış
yaşlı büyücüler söylediler
çingene çocukların gülleri mor olmadı
aşka bunaltılan onlar getirmediler

onlara dayanıyorum yürekli savaşçılara
saçları uzun bir unutkanlıkla örülmüş
kanlarının ardında tehlikeler yürüyen
korkunun gözlerini aradığı omuzlarında
gittiler, yittiler arasında boğuk seslerinin
tozuyan atlarının yelelerine baktılar ve
sen oldun
ve seni gördüm, eğninde bir mavi gözlerin vardı.


İsmet Özel

10 Temmuz 2014 Perşembe

Karoon

Ne gümüş bir çocukluk ölümün mavi cinleri
uykusunda bıraktığı saçlarındaki yangın
o balçıkla beslenen saçlarındaki yangın
ona doğru uzanınca akşamın kanlı eli
sönmüş ateşlerini öptü tapınağımın

ona cinleri sığındıran ay korkusudur
ne gümüş bir çocukluk ölüler gibi sağlam
ölüler gibi soyunmuş artık korkularından
onu ben ne kadar buldum desem yok olur
çünkü girilmez tarlasına ay kokusundan

ya güneş ya da morluk onu ben yağmurladım
takvimlere kinle baktığı zamansızlık içinde
belki de yumuşak tüylerini öptü akşamın
ya da oğlaklar sığınıyor çiçekliğine.


İsmet Özel

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Bakır Tenli Yapraklar

Bak, ölüm güzü kıskanıyor
şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi
ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor
uzuyor defterine uğrayan kan lekesi

senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran
içli taşra kızların, gizemli eviçleri
kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan
o denize açılan ellerin nerde şimdi

yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin
o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte
bak, ölüm güzü kıskanıyor
mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin
güze el değdirmeyen ellerin nerde?


İsmet Özel

8 Temmuz 2014 Salı

Yorgun

Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz
çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimden dışarı
çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler
ekinler çocukların en rahat uykuları

gece ayakları kokan bir adam gibi gelir
eşiklere oturmuş aya doğru çocuklar
o serin bereket gölgeleri çocuklar
yani çocuk o güzel tüccar
yorgunluklar alıp kargılar dağıtan
geceye karanlıktan önce gelen çocuklar

bu şaşkınlığı çünkü gece yuyamaz
sanki ne kalmıştır çocuklara isa'dan
ölüler beni ölüme yakıştıramaz
gibi hâlâ saçlarımda tozlu bir akşam.


İsmet Özel

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Kış

"Kış geldi" kar yağdı,
Her yere soğuk saldı.
İki taraf olsak,
Kar topu oynasak.
Yaz gitti, güz gitti,
Yine geldi kış baba.


İsmet Özel

5 Temmuz 2014 Cumartesi

Dünyanın Adı Juan VIII

Margarita Naranjo
(İyot Madeni 'Maria Elena'dan, Antofagasta kenti)



Ölüyüm şimdi ben. 'Maria Elena'danım ben.
Bütün ömrümü bozkırda geçirdim ben.
Kanımızı Kuzey Amerikan Şirketi'ne verdik,
önce anam babam, sonra erkek kardeşlerim.
Grev falan olmadan, neden filan yokken
gelip sardılar etrafımızı.
Geceydi, ve bütün bir ordu gelmişti,
evden eve girdiler ve uyandırdılar insanları,
sürdüler sonra toplama kamplarına.
Bizi de götürmemelerini umut ettim.
Çok çalışmıştı kocam Şirket için
ve Başkan için, en yetenekli olan benim kocamdı,
buralarda en çok oy alan,
en çok tutulan benim kocamdı çünkü,
kimseler bir şey söyleyemez O'na, idealleri uğruna
savaşıyor O, çok az insan var O'nun kadar temiz yürekli
ve dürüst. Albay Urizar'ın emri üzerine
geldiklerinde kapımıza,
ve yakaladıklarında kocamı yarı çıplak, sürüklediler O'nu
dışarıdaki kamyona gecede yola koyulmak için
Pisagua'ya doğru, karanlığa doğru. Sanki
artık soluk alamıyor gibiydim, sanki
çekiliyordu toprak ayaklarımın altından,
ihanet çok büyüktü, çok büyüktü adaletsizlik;
ki bir hıçkırık gibi yükseldi boğazımda
yaşamanın anlamsız olduğunu söyleyen bir şey.
Arkadaşlarım yemek getirdiler, ne ki yemedim ve dedim:
'Kocam geri dönmeden, bir şey koymam ağzıma'.
Üç gün sonra konuştular
kahkaha üstüne kahkaha patlatan Urizar Bey ile,
Santiago'daki zalim gibi yanıt vermedi
telgraf üstüne telgraf çekildiğinde.
Uzandım ve ölmeye yattım
yemeden içmeden, sıka sıka dişlerimi
çorba ya da su içmemek için. Geri gelmedi kocam,
geri dönmedi
ve yavaşca büküldüm ölümün önünde, ve gömdüler beni:
buraya, güherçile şirketinin mezarlığına,
bir kum fırtınası estiğinde bu öğle sonrası
yaşlılar ve kadınlar ağlayıp türkü söylediler
sık sık onlarla birlikte söylediğim türkülerdi bunlar.
Yapabilseydim eğer doğrulup görmek isterdim
aralarında kocam Antonino var mı diye, ne ki yoktu orada,
yoktu aralarında, cenazeme gelmesine bile
izin vermemişlerdi: şimdi yatıyorum burada,
bozkırın mezarlığında, şimdi ölmüş olan ben,
şimdi artık daha fazla O'nsuz olmayacak olan ben,
hiç bir zaman O'nsuz kalmayacak olan ben.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

Dünyanın Adı Juan IX

Jose Cruz Achachalla
(Maden İşçisi, Bolivya)



Evet, efendim, ben Oruro'nun güneyindeki
Sierra de Granito'lu Jose Cruz Achachalla'yım.
Evet, orada yaşar annem
Rosalia kendi halinde:
bir beyefendi için çalışır,
evet, çamaşır yıkar.
Açtık biz, kaptan,
ve her gün döverdi bizi
anamız bir çubukla.
Bu yüzden maden işçisi oldum ben.
Yüce dağları aşıp kaçtım,
bir küçük koka yaprağı, efendim,
bir kaç dal başımda
ve sonra yürü babam yürü, yürü babam yürü.
Gökte akbabalar izledi beni,
ve düşündüm: daha iyidir onlar
Oruro'daki beyaz beyefendilerden,
ve böylece geldim işte
bu maden ocağına.
Neredeyse
kırk yıl önce olmuştu bunlar, aç bir çocuk
olduğum zamanlarda. Maden işçileri ilgilenmişlerdi
benimle. Çırak oldum önce,
ve o karanlık galerilerde,
tırnaklarım toprağa yönelmiş olarak,
topladım gizlenmiş olan kalayı.
Bilmiyorum nereye ve nasıl
sürükleyip götürürdü o gümüş parıltılı külçeler:
sefil yaşardık, evler harap ve sefildi,
ve o kadar açtık ki yeniden, efendim,
ve birleştiğimizde
bizler, kaptan,
bir lira daha fazla ücret için,
ulaştı o kızıl rüzgar, değnek, ateş
ve polis ve patakladılar bizi,
ve şimdi de buradayım, kaptan,
işimden kovulmuş,
söyle bana nereye gideyim şimdi,
kimse tanımaz beni Oruro'da,
taşlar kadar yaşlıyım ben,
dağları aşıp geçemem artık,
ne yaparım yollarda,
şimdi tek yapabileceğim burada kalmak,
böylece gömebilirsiniz beni kalaya,
yalnızca kalay tanır beni.
Jose Cruz Achachalla, evet,
ayaklara dokunmuyorsun artık,
buraya kadar ulaştın, buraya kadar,
Achachalla, buraya kadar ulaştın sen.


Pablo Neruda
La tierra se llama Juan
Canto General

4 Temmuz 2014 Cuma

Dünyanın Adı Juan

Kurtarıcılardan sonra geldi Juan
çalışarak, balık tutarak ve savaşarak
marangozhanesinde ya da rutubetli madeninde.
Sürdü toprağı elleri ve ölçtü yolları.
Kemikleri dağılmış dört bir yana.
Ama yaşıyor O. Geri döndü topraktan. Doğdu O.
Ölümsüz bir bitki gibi büyüdü yeniden.
Bütün bu kirli gece boğmak istedi O'nu
ve bugün şafakta güçlendiriyor O yılmaz dudaklarını.
Bağladılar O'nu, ve şimdi kararlı bir askerdir O.
Yaraladılar O'nu, ve daha diri elmaların sağlığı var O'nda.
Kestiler ellerini, ve bugün yeniden sallıyor yumruğunu O.
Gömdüler O'nu, ve şimdi bizimle yürüyor şarkı söyleyerek.
Juan, senindir kapı ve yol.
Dünya senindir halkım, ve doğdu gerçek
seninle, senin kanından.
Seni yok edemezler. Senin köklerin,
sen insanlığın ağacı,
sen ölümsüz ağaç,
çelikle savunuluyor bugün,
senin kendi büyüklüğünle savunuluyor bugün
senin Sovyet anayurdunda, zırhla örtünmüş
ölümle birlik kuran kurdun ısırıklarına karşın.

Halk, senin acılarından doğdu düzen.

Düzenden doğdu senin utku dolu bayrağın.

Dalgalandır onu düşen bütün ellerle,
birleşen tüm ellerle savun onu,
ve yenilmez yüzlerin birliği yürüsün
son kavgaya dek, yıldıza dönmüş olana, bırak.


Pablo Neruda
La tierra llama Juan
Canto General

3 Temmuz 2014 Perşembe

Dünyanın Merdivenlerine Tırmanırken

Dünyanın merdivenlerine tırmanırken,
ta yitik ormanın acımasız ıssızlığına dek,
ta yukarı sana doğru Macchu Picchu.
Dikleşen kayalardaki yüce kent,
dünyasal olanın uyuyan giyitleri altında
saklayamadığı en son mesken.
Sende sallanır iki paralel çizgi gibi
şimşeğin ve insanın beşiği
ısırgan bir rüzgârda.

Taşın anası, kondor'un köpüğü.

İnsan-şafağının yüksek pırıltısı.

İlk kumda yitik bahçıvan-beli.

Meskendi bu, mekândı bu:
burda yükseldi kudretli mısırbitkisi
ve toprağa düştü yeniden kızıl bir dolu tanesi gibi.
Burda büyüdü lama'nın altın yünü
süslemek için sevdalıları, mezartaşlarını, anaları,
kralı, yakarıcıları ve savaşçıları.

Burda dinlendi insanayakları geceleri
yabanıl hayvan oyuklarındaki kartal pençelerinde,
ve şafağın gölgesinde
mühürledi yıldırım ayaklarla incelmiş pusu
ve dokundu yerle taşa,
gecede ve ölümde tekrar tanınıncaya dek.

Giysileri ve elleri görüyorum,
çınlayan boşluktaki suyun akışında,
bir çehrenin uysal dokunaklılığından yumuşadı duvarlar,
ki gözlerimle izledim dünyasal lambaları,
ki ellerimle vaftiz ettim yokolmuş aşiretleri:
çünkü giyitler, deri, kap,
söz, şarap ve ekmek,
her şey yitti, düştü toprağa.
Ve portakal çiçeği parmaklarıyla çekildi hava
bütün uyuyanların üzerinden:
hava ve aylardan bin yıldan, havadan haftalardan,
mavi rüzgârdan, demir grisi sıradağlardan,
cilâlı adımların hafif fırtınasından,
taşın ıssız arazisinden.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Dünyanın Meyveleri

Nasıl tırmanıyor toprak mısırın arasından arayarak
süt beyazı ışığı, yoncanın yelesini ve katı fildişini,
olgun buğday başaklarının muhteşem ağını
ve çekirdekler gibi saçılan bütün altın ülkeleri?

Soğan yemek istiyorum, getir bana bir tane pazardan,
toprağın balmumu ve eşitliğe dönüştürdüğü
dolgun bir küre gibi kristal berrağı kardan,
atılacakken tereddüt eden bir dansöz gibi.
Avdan bazı bıldırcınlar ver bana, rayihasıyla kaplı
orman yosununun, derin tabakta suyu damlayarak duran
kral giysili balık,
limon yığınları altında
açmış solgun altın böceklerini.

Gidelim haydi. Kestane ağacının altında alazlanan ateş
bırakacak meyvelerin çıplak hazinesini korun üzerine,
ve bir kuzu bütün kurbanıyla ihya edecek soyunu
gırtlağında ambere dönüşünceye dek.

Dünyanın bütün armağanlarını ver bana, hâlâ yabanıl salkımlardan
sarhoş yeni vurulmuş orman güvercinlerini,
uysal yılanbalığını, ölümde gibi, ırmağa benzeyen,
yayan ufak tefek incilerini,
ve bir tabak ekşi deniz kirpisi
döküyor portakal sarısı deniz dibini
salatanın soğuk gök kubbesine.

Ve baharatlanmış tavşan
kokulardan çok ormanlı bir füg gibi
doldurmadan hoş kokusuyla öğünün havasını,
koşuyor öpüşüm Güney’in istiridyelerine,
tuzla doymuş ışıltıdan kabuğunda taptazeler,
bütün dünyanın sevdiğim özleriyle ıpıslak
ve kanımın sayısız bayraklarıyla
dalgalanan öpüşüm aceleyle varıyor.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

1 Temmuz 2014 Salı

Düş

Kumda yürürken
karar verdim senden ayrılmaya.

Titreyen karanlık çamura
bastım,
ve battığımda ve sen geldiğinde,
beni terk etmen gerektiğine
karar verdim, batan bir taş gibi
batırırken beni,
ve hazırlandım yitişine
adım adım:
kestim köklerini,
yalnız bıraktım seni rüzgârda.

Ah, bu dakikadaydı,
canım sevgilim, ki bir düş
sakladı seni
korkunç kanatlarıyla.

Sandın ki çamur yutmuş seni,
ve seslendin bana, ve yardım etmedim sana,
battın, kımıltısızca,
dirençsiz,
boğulana dek kumun ağzında.

Sonra
rastladı kararım düşünle,
ve ruhlarımızı ezen
kopmadan sonra,
yeniden çıktık ortaya, çıplak,
ve seviştik birbirimizle
düşsüz, kumsuz,
büsbütün ve ışıltılı,
ateşle mühürlenmiş.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

30 Haziran 2014 Pazartesi

Düşlerin Atı

Anlamsız, baktığımda kendime aynalarda,
haftalara, hayat hikayelerine, kağıtlara bir zaafla birlikte,
söküp atıyorum yüreğimden cehennem bir kaptanı,
ve buluyorum en hüzünlü şartları.

Bir yerden bir yere seğirtiyorum, soğuruyorum yanılsamaları,
konuşuyorum terzilerle kuş yuvalarında onların:
çok sık olarak soğuk ölümcül seslerle şakıyorlar
ve avlıyorlar lanetlemeleri kaçışta.

Yayılmış bir ülke var gökyüzünde
gökkuşağının batıl inanışlı battaniyesiyle
ve akşamsı bitkileriyle:
gidiyorum oraya, birazcık zahmet dahi çekmeden –
çiğniyorum neredeyse taze mezarlardan toprağı
ve düşlüyorum yeşil bitkilerden bu yabansılığın ortasında.

Geçiyorum kullanılmış belgelerin ve kaynakların arasından
özgün ve cesaretsiz bir varlık kılığıyla:
seviyorum saygınlığın dökülmüş balını,
sayfaları arasında solgun
eski menekşelerin uyuduğu o nefis ilmihal,
ve yardımlarında dokunaklı saplı süpürgeler:
kuşkusuz sahibidir onlar üzüncün ve katiyetin.
Mahvediyorum ıslık çalan gülü ve albenili kaygıyı,
büküyorum sevgili aşırılıkları birbirinden, evet,
bekliyorum o sonsuz tekdüze zamanı:
ruhumdaki bir tat sıkıyor canımı.

Amma da gün bu gelen! Hangi sütten o yoğun ışık,
kesif ve sayısal, şımartıyor beni!
Çıplak, ayakkabısız ve parlak
işittim kişnemesini günün kızıl atlarının.
Kiliselere doğru sürüyorum atı,
askersiz kışlalardan geçiyorum hızla,
ve pasaklı bir ordu izliyor beni.
Okaliptüs gözleri onun çalıyor gölgeleri,
çan bedeni onun gidiyor dörtnala ve vuruyor.

Daimi ışıltısıyla bir şimşeğe ihtiyacım var,
ancak neşeli bir akraba mirasçım olabilir.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

28 Haziran 2014 Cumartesi

Düşmanlar

Geldiler barut dolu
tüfekleriyle, verdiler acımasız kıyım emrini,
burada şarkı söyleyen bir halk bulmuşlardı,
sevda ve yükümlülükle birleşmiş bir halk,
ve düştü incecik kız bayrağıyla birlikte,
ve yanına düştü O'nun
gülümseyen genç adam,
öfke ve acı içinde gördü
halkın korkusu ölülerin düşüşünü.
Ama burada
ölülerin düştüğü burada
yere düştü bayraklar kanda yıkanmak için
ve yeniden kaldırıldı canilerin çehresine doğru.

Bu ölülerin, bizim ölülerimizin adına,
intikam almak istiyorum.

Memleketi kanla lekeleyenlerden
intikam almak istiyorum.

Bu ölüm emrini veren cellattan
intikam almak istiyorum.

Böylesi bir cürümle yükselen hainden
intikam almak istiyorum.

Bu ölüm savaşı için emir verenden
intikam almak istiyorum.

Bu cürmü savunanlardan
intikam almak istiyorum.

Onların bana, kanlarımızı emmiş ellerini
uzatmalarını istemiyorum.
İntikam almak istiyorum.
Onları evlerinde güven içinde otururken
ya da Büyükelçi olarak görmek istemiyorum,
burada görmek istiyorum onları, bu meydanda,
bu yerde, yargılanmışlarken.

İntikam almak istiyorum.


Pablo Neruda
La arena traicionada
Canto General

Düşüncemde Yakalıyorum

Düşüncemde yakalıyorum gölgeleri ağımda derin yalnızlığımda
sen de ne uzaksın, ah, herkesten daha da uzak.
Düşüncemde uçuruyorum kuşları, siliyorum resimleri,
gömüyorum aşkın yeşil dallarını.

Sislerin çan kulesi, ne uzaksın, ne yükseksin yukarda!
Sen suskun değirmenler gibi,
boğarken iç çekişini, eziyorsun karanlık umudunu el değirmeninde,
geliyor gece sana yüzü koyun, uzağında şehrin.

Yanımda olsan bile uzaktasın benden, nesnel olarak yabancısın bana.
Düşüncemde dolaşıyorum yaşantım boyunca, karşılaşmamızdan önce.
Başka birinden önceki o acımasız hayatım.
Deniz kıyısında çığlık, taşlar arasında,
koştuğum yerdi orası, özgür ve çılgın, buğusunda deniz havasının.
Karasevdalı, yabanıllık, çığlık, o ıssız deniz.
Kaba, şiddetli, gökyüzüne karşı hırslı.

Sen, kadın, neydin orada, hangi ışın, hangi değnek
bu görkemli yelpazede? Şimdi gibi uzaktın.
Yangın içinde orman. Yanıyor gök mavisi haçta.
Yanıyor, yanıyor, alevler, pırıldıyor ışıktan ağaçlarda.
Düşüyor, gıcırdıyor. Yangın. Yangın.
Ve dans ediyor ruhum, yaralanmış ateş parçalarından.
Çağıran kim? Neyin nesi yankıların yankısından bu sessizlik?
Özlemin saati, sevincin saati, yalnızlığın saati,
benim saatim hepsinin arasında.
Şarkısı rüzgâr tarafından söylenen boru.

Gözyaşı dolu muhteşem bir arzu, bedenimle eş.
Sallanmış bütün kökleri,
surunda bütün dalgaların!
Şen, hüzünlü, sonsuzca yuvarlanmış ruhumla.

Düşüncemde gömüyorum yeşil dalları derin yalnızlığımda.

Sen, sen kimsin, kimsin sen?


Pablo Neruda
Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı

27 Haziran 2014 Cuma

Eğilerek Fırlatıyorum

Eğilerek fırlatıyorum hüzünlü ağlarımı
gözlerinin okyanusunda akşama karşı.

Özlemim geriniyor ve ateşin en harlısında yanıyor
sallanan kollarıyla kazazede bir adama benziyor.

Namevcut gözlerine gönderiyorum kırmızı işaretleri,
bir deniz fenerinin temelindeki çalkalanan deniz gibi.

Ey kadın, uzaktasın ama benimsin, saklarsın sadece karanlığı,
bakışından ortaya çıkar ara sıra yılgının kıyısı.

Eğilerek fırlatıyorum akşama karşı hüzünlü ağlarımı
o denizde, sallayan gözlerinin okyanuslarını.

Seni sevdiğim zaman gagalıyor gecenin kuşları
ruhum gibi parıldayan o ilk yıldızları.

Gece dörtnala sürüyor karanlık kısraklarını
yayıyor tarlalara gök mavisi başaklarını.


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera

26 Haziran 2014 Perşembe

Ekvator

Tungagua’dan fışkırır kızıl petrol,
Sangay döker akışkan balı
karın üstüne,
İmbabura fırlatır yücelerinden
karla kaplı kiliseleri
balığı ve bitkileri,
ulaşılmaz sonsuzlukların
sert daldan ürününü,
ve ıssız tarlalara dek, bakırın ayını,
gıcırdayan binayı,
bırakırsın yara izlerin düşsün
damarlar gibi Antisana’nın üzerine,
Pumachaca’nın kıvrımlı yalnızlığında,
Pambamarca’nın kükürt ekşisi bayramında,
volkan ve ay, soğuk ve kuvars,
buz soğuğu alevler, felaketin
süren içgüdüsü, buharlaşan
ve fırtınayla kamçılanan miras.

Ekvator, Ekvator, var olmayan bir yıldızdan
menekşenin çektiği, süsenleşen halkın
kapladığısın meyvelerden sonsuz bir deriyle,
aldatmasıyla bir tur daha atıyor ölüm,
fakir köylüklerde alazlanıyor humma,
açlık bir pulluktur
toprağa geçmiş keskin dişleriyle,
ve merhamet çarpıyor göğsüne
güvenilmez kotraları ve manastırları
göz yaşlarının mayalanma süreciyle
yıkanmış bir hastalık gibi.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

25 Haziran 2014 Çarşamba

El Socorro'lu Komüncüler

Manuela Beltran'dı bu kadın
(yıktığında zalimin yasalarını
ve bağırdığında: "Zorbalara ölüm!" diye.)
sanki yeni mısır tohumları serpti
toprağımızın üstüne.
Nueva Granada'da oldu bu, El Socorro
kentinde. Komüncüler
sarstığında Genel Valiliği
uyarıcı bir güneş tutulmasıyla.
Birleştiler tekellere karşı,
kokuşan ayrıcalığa karşı,
ve havaya kaldırdılar
yasal haklar hakkındaki bir el kitabını.
Birleştiler taş ve silahla,
milis ve kadınlar, halk,
düzen ve öfke yollara düştü
Bogota'ya ve varsıl ailelere karşı.

O zaman Başpiskopos göründü.
"Bütün haklarınızı alacaksınız,
Tanrı adına size söz veriyorum."

İtişip kakıştı halk meydanda.

Ve Başpiskopos okudu
uzun bir duayı ve and içti.
Adil bir barıştı O.

"Silahlarınızı bırakıp evinize
gidin" diye hükmetti.

Komüncüler bıraktılar
silahlarını. Bogota'da
övüldü Başpiskopos,
kutlandı ihaneti,
hain duasındaki yalancı şahitliği
ve ekmeği ve adaleti rededişi.

Liderleri vurdular teker teker,
dağıtıldı yeni kesilmiş kafaları
köyden köye
Papaz duaları
ve Genel Valilik'teki dans arasında.

İlk ağır mısır tohumusunuz sizler
serpiştirildiniz topraklara,
Bizimlesiniz kör heykeller gibi,
ve düşman gecede
olgunlaştırırsınız başakların başkaldırısını.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

24 Haziran 2014 Salı

Ellerin

Ellerin ellerime doğru
devindiği zaman, ey sevgilim,
neler getirir bana kaçışta?
Neden ikircikliydi ellerin,
ansızın, kenarında ağzımın,
neden tekrar tanıyabildim onları,
sanki o zamanlar, eskiden,
dokunmuş muydum onlara,
sanki onlar, bu hayattan evvel,
yoklamışlar mıydı
alnımı, belimi?

Uçarak geldi ellerinin uysallığı
zamanın üzerinden,
denizin üzerinden, üzerinden dumanın,
ilkbaharın üzerinden,
ve koyduğunda
ellerini bağrıma,
tekrar tanıdım o kanatları,
o altın güvercin kanatlarını,
tanıdım o balçığı yeniden
ve buğdaydaki o rengi.

Bütün yıllarında hayatımın
kendi yolculuğumu aradım.
Merdivenler tırmandım,
geniş yollara teğet geçtim,
bindim trenlere,
yelken açtım denizlere,
ve üzümlerin tenine dokunmak
sana dokunmak gibiydi.
Ağaç getirdi beni
ansızın dokunuşuna senin,
badem ilan etti
gizli şirinliğini senin,
kendini kapatana dek
ellerim bağrımda
ve orada iki kanat gibi
sonlandı yolculukları.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri

23 Haziran 2014 Pazartesi

Emiliano Zapata'ya Tata Nacho'nun Müziği ile

Acılar ulaştığında
yeryüzüne ve avutulmaz dikençalısı
çiftçiye kalan miras iken
ve, eskisi gibi, açgözlü
merasimsi sakallar ve kırbaçlar,
ki, çiçek ve ateş, açılırken dörtnala...

Borrachita, gidiyorum gurbete
başkente

buharlaşan şafakta
titredi sarp toprak bıçaklarla,
taneleri yolunmuş bir mısır koçanı gibi
düştü yol işçisi acının yatağından
başdöndürücü yalnızlığa.

rica etmek için
beni çağırmaya izin veren işverene

O zaman Zapata toprak ve şafaktı.
Bütün ufuklar boyunca görünürdü
silahlanmış tohum sürüleri O'nun.
Suyun ve sınırın yanında bir hücumda
Coahuila'lı demir katılığındaki kaynak,
Sonora'lı yıldız giyitli taş:
hepsi izledi cesur yolculuğunu O'nun,
O'nun köylü fırtınasını atnallarından yapılma.

ve terkediyor O öküz-çiftliğini
ne ki yakında döner geri

Yeter ki dağıt ekmeği, toprağı:

İzlerim seni.
Bırakırım cennetsi gözkapaklarımı.
Ben, Zapata, gidiyorum çiy ile
sabahın atlılarına,
gülkızılı duvarlı evlere doğru
bir kurşun-atımında nopales armağanlarında.

...ipek kurdela saçına
Pancho'n için ağlama...

Uyuyor ay atların semerlerinde.
Zapata'nın askerleriyle birlik dinleniyor
üst üste yığılmış, bölünmüş ölüm.
Ağır gecenin iskelesi altında
saklıyor uyku kaderini,
kasvetli, kuluçkadaki ketenini.
Topluyor ateş uykusuz havayı:
yağ, ter ve gecesel barutdumanını.

...Borrachita, gidiyorum uzaklara
unutmak için seni...

Memleket istiyoruz biz mazluma.
Bıçağın bölüyor ataların mirasını,
kurşun-atımları ve kavga-atları titretiyor
cezaları ve celladın sakalını.
Toprak bir tüfekle bölüşülür çünkü.
Bekleme, ey toz toprağa bulanmış çiftçi,
bütün döktüğün ter kusursuz ışığın üstünde
ve gökyüzü senin dizinde bölündü.
Ayağa kalk ve sür atı dörtnala Zapata'yla.

O'nu beraberimde götürmek istedim
ama bana hayır dedi O...

Meksika, nazlı tarım, sevgili
toprak bölüştürüldü adsız halk arasında:
mısır tarlalarının mızraklarında çıktı dışarı
güneşe, senin terli yüzbaşıların.
Güney'in karından geliyorum şarkılamaya seni.
Bırak dörtnal süreyim kaderinde senin
ve çekeyim barut dumanını enfiye gibi ve süreyim toprağı.

...Değil mi ki ağlayacak O her ne olursa olsun,
niye gelmeli öyleyse geriye? ..


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

21 Haziran 2014 Cumartesi

Asmaların Dansı

1.

Bir Akdeniz Haziran’ında
Öğleye doğru.
Yalnızca kavaklar altında öten cırcırların sesi
-Sıcaktan kaçın diyen sirenler-
Taş sofada
Güneşin yaktığı otların ve toprağın soluk kesen buğusu
Sırtları serin duvarlarda
Köşede yirmi taş oynayanlar:
Kız ergen gibi , oğlan daha kısa pantolonlu.
Kızın taşları süpüren eli
Oğlanın paçasından yavaşça süzülüyor içeri.
Birazdan yüklük odasında
Her günkü oyunlar.


2.

Yağmurlu günlerde seviş benimle
Kuşlar çinko damı gagalarken
Tenimin kokusunu değiştiren yağmurlarda
Sıcak öğlesonlarında seviş benimle
Buhurlar tüterken tenimden
Yanan toprağın buğusu soluğumken
Bahar günleri dereboylarında seviş benimle
Kestane saçlarında kelebekler asılıyken
Yaz geceleri kurumuş dere yataklarında
Sıcak kumlar yatağımız , söğütler çatımız , duvarımızken
Ne olursa olsun sabahları seviş benimle
Dinlenmişliğin gücü kaslarında
İçinde ne varsa dökmenin hazzıyla saran
Sonra ilk kez görür gibi algılaman için
Her sabah öylece bırakayım seni dünyaya


3.

Kol kıvrımımdan öp beni
Tüylerimin arasında yollar açan dudaklarınla
Mavi damarlarımdan
Bileklerimden öp beni
Nabzımın tıpırtısı tavşan dudağını titretsin
Öpüşten bilezikler kollarımda
Parmaklarımın ucundan öp beni
Soyulmuş yumurta beyazlığındaki etimden
Öpüşlerin yanıp geçen bir ışık değil
Uzun yazların güneşi gibi kalsın tenimde


4.

Asma bahçelerde gezerken omzuna değen elim
kristal taneler gibi döküverir seni toprağa
Basma entarinin çıplak altı ter ter istek
Altımda canlı , bulunmaz bir yumuşaklık sırtımı göğe dayayıp beni ezen
Memelerini emerken , bacaklarını kıstığında solumaların volkanik lavlar
Sen bitersin başlar asmalar açıp kollarını dans etmeye
Neyimi beğenir bilmem bırakmaz beni
Yeşil, filiz dudakları
Geniş yapraktan elleri dönerken çevremde sürünür boynuma göğsüme
Sallar memelerini salkım salkım
Hangisi tatlı , bir de bundan em bakalım!


Turgay Fişekçi

Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun

Sen bende neleri öpüyorsun bir bilsen
Herkesin perde perde çekildiği bir akşam
Siyah bir su gibi yollara akan yalnızlığı öpüyorsun.
Ağzında eriklerin aceleci tadı
Elleri bulut, gözleri ot bürümüş ekin tarlası
Bir çocuğun düşlerine inen tokadı öpüyorsun.
Yağmur her zaman gökkuşağını getirmiyor
Aralık kapılarda bekleyişin çarpıntısı
Bir kadının eksildikçe ömrüme eklenen
Uzun gecelerini. Solgun gövdesini öpüyorsun.
Uzak dağ köylerine vuran ay ışığı
Kerpiçlerden saraylar kuruyor yoksulluğa
Ne suların ibrişimi ne gökyüzü ne rüzgâr
Sen bende gittikçe kararan bir halkı öpüyorsun.

Sakarya Caddesi’nde sarhoşlar
Rakıyla buğulanmış kaldırımlarına gecenin
Yüksek sesle bir şeyler çiziyorlar.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.

Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.


Şükrü Erbaş

20 Haziran 2014 Cuma

Sevda Şiirleri I

Sen bir deniz kızısın, saçları
Düşlerimin erimince uzayan
Yağmurda kıpırtılı, güneşte gümüşsün
Bir yakamoz ağı, geceyle atılan

Sen bir deniz kızısın, doğanın
Yüz görümlüğü olsun diye bana sunduğu
Allayıp pulladığı ay ışığının
Yelin, terkisine atıp kapıma koyduğu

Sen bir deniz kızısın, yaşamla ölümü
İki kaşının arasında öpüşür buldum
Yaşamı seçtiysem sensin nedeni
Ölümdeki sonsuzluğa seninle erdim..


Ahmet Erhan

19 Haziran 2014 Perşembe

Sevgili

Çiçekler vardı derilmeyi bekleyen
O uçsuz bucaksız kırlarda.
Gökyüzünde ay, bakacak göz arardı.
Bir dut ağacı vardı, yüce
Hiçbir çocuğun üstüne tırmanmadığı.
Testiyi unutmuştuk pencerenin önünde
İçi su doluydu, soğumuştu.
Masanın üstünde bir dilim ekmek
Isırılıp bırakılmıştı.
Denizin kıyısında bir mavi tekne
Bir başına salınıyordu.
Gökyüzü vardı derin,
Toprak göz alabildiğince…

Sonra sen geldin
Çakıllı yoldan geldin, şen şakrak
Nesneler anlam buldu seninle
Benim güleç yüzlü, kara gözlü sevgilim
Saçlarını yüzüne dökerek
Yerleri süpürdün, bahçeyi suladın,
Masayı temizledin..


Ahmet Erhan

18 Haziran 2014 Çarşamba

Destina

dün gece sen uyurken ismini fısıldadım
ve hayvanların korkunç öykülerini anlattım
dün gece sen uyurken çiçeklere su verdim
ve insanların korkunç öykülerini anlattım onlara
dün gece sen uyurken
yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
işte bu yüzden sırf bu yüzden
yeni bir isim verdim sana
Destina

sen öyle umarsız uyusan da bir köşede
işte bu yüzden sırf bu yüzden işte
yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
seni bu denli yıktıkları için
Destina
yaşamımın gizini vereceğim sana


Lale Müldür

17 Haziran 2014 Salı

Söylence

akdeniz gülüşlü bir çocuk olsaydın
ağzının kıyısında uçarılıklar biriktiren
yüzünde bin bir haylazlıkla sevseydin beni
yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime
dokundukça portakal çiçekleri dökerdi
sevilmekten ürpertili dingin gövden

ah çocuk
ah kadın
ah sevgili
sözlerin aşkı anımsatsa da
gülüşünde onmaz acılar gizli.


Haydar Ergülen

16 Haziran 2014 Pazartesi

Beni Aşka Terkettiğin İçin Seviyorum Seni

Bir sır çocuksun, yalnızca aşk açık sende
Ne sen kalıyorsun ne o, aşktan başka
Biri yok, gel, aşk istediği için varsın
Ne onu kurtarıyorsun ne kendini, aşktan başka
Biri yok, git, aşk istediği için yoksun

Ayrılıktan değil, taşıdığı saflıktan konuşursun;
Ayrılık sana dönmektir, yeniden bana
Ruhumuz öpüşür ya, başkasındayken ağzımız
Gövde gözaltındadır, oysa ruhumuz sereserpe
Seni senden beni benden bağışlar birbirimize

Bir sır çocuksun, aşkla açıyorsun kullandığın herşeyi
Burda değilsin, çoktun çekilmişsin ve seninle
Gitmiş senin olan, her zamankinden çoksun bu evde
Çünkü aşk hepimizden çalışkandır, ben duruyorum
Vefa aşk listesindeki ceza nöbetine

Bu karanlıkta daha iyi görüyorum seni
Aynı tünelden geçiyorsun gelişte ve gidişte
Kavuşmaya, ayrılığa aynı yolu kullanıyorsun
Beni büyüten aşktan söz ediyorum, yolculuğa övgü
Zaman yok ki aşktan başka, uykusuzluğa övgü

Bir sır çocuksun, baştan çıkarır gibi açığa çıkardın beni
Ayrılık mı; beni aşka terkettiğin için seviyorum seni!


Haydar Ergülen

14 Haziran 2014 Cumartesi

Gidersen Yıkılır Bu Kent

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adreslerdeydik, kimliksizdik belki sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor bir de seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapusaneler kalır, paslı soğuklar adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız gardiyan olmayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma, üşürsün bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun isyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür bir tufan olurum sustuğun her yerde


Ahmet Telli

Yağmurun Altında

Senin yüzündü terkedilmiş iskelede
yağmurun altında, unutmadım

Görüşe hasret bir yıldızın yüzü

Senin ellerindi otobüs durağında
yağmurun altında, unutmadım

Suyun yarasını sarmaya hükümlü

Senin gözlerindi gidilmez istasyonda
yağmurun altında, unutmadım

Yerin ve göğün ve suyun yüzüne,
ki hep senin baktığın gibi bakmıştım

Niye, niçin, ne zaman mı bakmıştım

Unutmam unutmam bir daha hiç unutmadım


Refik Durbaş

13 Haziran 2014 Cuma

Tuzak

Nefretin adresini mi soruyorsun
cinnet yağmurunda kimsesiz kuşlardan
rüzgârı çalınmış yalnızlığımı mı
sevdanın adresini mi soruyorsun
ayrılığı mavi, hüznü beyaz uçan

Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni

Sensin çılgınlığımın zalım kaynağı
alemin aşktan damıtılmış alevi
taşarken yüzünden hicranın ırmağı
zulmetin vahasını mı arıyorsun
bakışı gül sesi, gülüşü yaz açan

Yüzüne ay doğmakta. Seviyorum seni


Refik Durbaş

12 Haziran 2014 Perşembe

Sarıl Bana

Bu yaşa geldim içimde bir çocuk hâlâ
Sevgiler bekliyor sürekli senden.
İnsanın bir yanı nedense hep eksik
Ve o eksiği tamamlıyayım derken,
Var olan aşınıyor azar azar zamanla.

Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.

Anılarım kar topluyor inceden,
Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne.
Ama yine de unutuş değil bu,
Sızlatıyor sensizliği tersine.
Senin kim olduğunu bile bilmezken.

Sevgiden caydığım yerde darıl bana.


Metin Altıok

11 Haziran 2014 Çarşamba

Günlerden Öyle Bir Gün

Günlerden öyle bir gündü;
Üstüne tarih düştüğüm.
Gözümün önüne geldi birden
Balkıyan güzel yüzün.

Ve yüreğim yandı söndü,
Ter bastı avuçlarımı.
Bir işlek kovan uğultusu
Kapladı kulaklarımı.

Uzandım usulca cigarama;
Yavan ömrüme katık.
Ben o gün öldüm gülüm,
Bir daha ölmem artık


Metin Altıok

10 Haziran 2014 Salı

Hayal Hanım

Yeşil imgeli kız!
İlkyazım! hangi harf gül, hangi dal dize?
Bu büyük ağaçtan her ikimize kalan hangimizdik…
ey hayal hanım?

Yeşil imgeli kız!
Biz size yazılı sevdalar sunduktu
ve döne döne uçurumlar gibi şiirler…

Şiirlerle örselenmiş’yüzü
ve kalbi güllere belenmiş biriydim ben…
ve hangimize doğru akar suydum,
ey hayal hanım?

Yeşil imgeli kız!
ilkyazım! hangi harf gül, hangi dal dize?
Bu derin ağaçtan her ikimize kalan hangimizdik…
ey hayal hanım?


Hilmi Yavuz

9 Haziran 2014 Pazartesi

Yorgun Sevi

Susarak, iki komşu gibi güne değerek
Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak
Sevdiğim
Ayrı ayrı uzakta, yanyana
Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda ve üstünkörü baktığımız kentlerde
Güllerin güllerimiz
Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil
Bir deli kuzgun gibiyim yaşlı teleğimle
Göğü siliyorum duraksamadan
Yorgunluktan değil, öyle sanıyorum
Yalnızlıktandır
Hızla dökülüyor tüyüm teleğim
Orda öyle aramızda soluyor işte
Ayrı ayrı uzakta, yanyana
Hangi yangın hangi deprem becerebilir?


Gülten Akın

7 Haziran 2014 Cumartesi

Ercilla

Arauco'nun taşı ırmakların özgürce dalgalanan
gülleri, köklerin ülkeleri,
karşılaşıyor şimdi İspanya'dan gelen adamla.
Dev gibi yosunla kaplıyorlar onun zırhını.

Eğreltiotlarının gölgeleri hakkından geliyorlar
onun kılıcının.
Yabanıl sarmaşık koyuyor mavi ellerini
gezegenin yeni doğmuş sessizliğine.
Ercilla, sen güzel sesli insan, işitiyorum suyun nabzını
senin ilk sabahından, kuşlardan bir çılgınlık
ve yapraktaki gökgürültüsü.
Terket, terket sarı kartaldan
izini ey, yırt yanağa dokunan yanağı
mısıra doğru,
bu dünyadaki her şey tüketilmeli.
Sen ezgi dolu, yalnız başına içmeyeceksin
kan dolu bu çanağı, ey ezgi dolu,
senden atılmış yalnızca bu hiddetli parıltıya
boş yere gelecek zamanın ağzı
söylemek için: 'Boşuna.'
Boşuna, boşuna
sıçradı kan kristal yapraklarına,
boşuna askerin kuşkulu adımları
puma gecelerinin arasında,
emirler,
yaralının
adımları.
Yalıtılmış bir kralın asma-bitkilerini yokettiği yerde
dönüyor her şey geriye kuştüyüyle güzelleşmiş sessizliğe.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

Esirgenen Sıra

Bu günler yoldan çıkardı benim peygambersi duyularımı, mevsimin geç döneminde daldı evimden içeriye mırıldanarak pul koleksiyoncuları, saldırdılar mektuplarıma, zorla çekip aldılar taze öpüşleri, denizde uzun süre kalmaya dayanmış öpüşleri, ve koruyucu hüsnühatlı ve kadınsı bilimli kaderimi koruyan büyüler.

Oturuyordum diğer evlere yaslanarak, o şatafatlı şeye yaklaşan diğer insanlara ve ağaçlara, şehvetli yapraklardan çadırlara, ileri fırlayan köklere, bitki küreklerine, dikey hindistan cevizi palmiyelerine, ve ortasında bu yeşil köpüğün gezinip durdum o büyük muazzam ağır adımlarla, benim keskin hasır şapkam ve tümüyle uydurma yürek arasından; çünkü bütün yeteneklerimin dağılması ve toza karışmasıyla uyum içerisinde, aradı harmoni mezarlıklardaki ölüler gibi, değiştirdi tanıdık yerleri, bu saate kadar korktuğum enlemler ve terk etmişliğimdeki yavaş bitkiler gibi filizlenen yüzler, etrafımda korku ve suskunluk, apansız bir sonbaharın yaprak yığınlarını ortaya dökmesi gibi.

Papağanlar, yıldızlar ve resmi güneş bile ve apansız bir nem uyandırdı bende düşünceli bir tadı toprak için ve her şey örttü onu. Ve eski bir binanın yarasalarındaki memnuniyet, çıplak bir kadının tırnakları konusundaki hassasiyeti hükmetti zayıf ve inatçı silâhlar gibi içimdeki utanç dolu eğilimlere, ve melankoli çekti kırışıklıklarını dokularım arasından, ve aşk mektupları, kağıttan ve korkudan sararmış, uzaklaştırdı kendi titreyen örümceğini, zorlukla ağını ören ve sonsuzlukta söken ve tekrar ören. Doğal olarak düştüm ay ışığından, onun ansal uzatılışından, evet, onun soğuk külünden, kuşlar (kırlangıçlar, yaban kazları) gibi tek bir kez bile basamazlar kendi sürülerinin maviden, düzlükten ve ince teninden oluşan çılgınlığına, ve mücevhersiz, düştüm içine acının, kılıçla yaralanmış düşen biri gibi. Özel bir kanın nesnesiyim ben, ve bu öz, aynı zamanda hem gecesel hem de denizsi, acı çekmemi ve dönüşmemi sağladı, ve gökyüzünün bu suları altında azalttı enerjimi ve varlığımın toplumsallaşmasını.

Bu tarihsel biçimde kazandı kemiklerim büyük aşırı ağırlığı, tam da istediğim şekilde: dinleniş, denizlerde kalış çekti nöbetimi, fakat kaderle belirlenmiş, ve bir zaman ulaştı o ıssız yere, çevrilmiş dilsiz ve kımıltısız koroyla, boyun eğmiş o son saate ve kokusuna, kesin olmayan manzaralara karşı haksız ve çimento koltuktan ant içmiş bir aşık olan ben bekliyorum zamanı askerî bir şekilde ve unutulmuş kanla lekelenmiş flöresi masalın.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

6 Haziran 2014 Cuma

Estrada

Belki gelir Estrada, o küçük,
eski cüce frakıyla,
ve iki öksürük nöbeti arasında
mayalanır durmaksızın Guatemala’nın
sidik ve göz yaşları
serpiştirilmiş duvarları.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

5 Haziran 2014 Perşembe

Etkisizlik

Yitirilmiş kağıtlarla dolu güvercin,
göğsü lekelenmiş silgilerle ve haftalarla,
cesetten daha beyaz kurutma kağıdıyla
ve kendi kasvetli renginden korkan mürekkeple.

Gel benimle idarelerin gölgesine,
şeflerin mat, ince, solgun rengine,
takvimler gibi derin koridorlara,
o bin sayfalık üzünçlü tekere.

Haydi şimdi araştıralım unvanları ve şartları,
özel kağıtları, uykusuz geceleri,
tiksinç sonbahar dişleriyle istemleri,
o üzünçlü kararların hiddetinin kül grisi kaderlerini.

Yaralı kemikler hakkında bir anlatıdır,
acı durumlar ve sonsuz takım elbiseler
ve ansızın ciddiye alınan çoraplar.
Derin gecedir, yıldırımın parçaladığı
bir şişeden dökülür gibi
günün birden düştüğü damarsız kafa.

Ayaklar var ve saatler ve parmaklar
ve ölen sabundan bir lokomotif
ve ıslak metalden ekşi bir gök
ve gülümseyişlerden sarı bir ırmak.

Her şey ulaşır çiçek gibi parmak uçlarına
ve şimşek gibi tırnaklar, solmuş koltuklar,
her şey ulaşır ölümün mürekkebine
ve mühürlerin menekşe ağzına.

Haydi ağlayalım toprağın ve ateşin ölümüne,
kılıçlara, üzümlere,
köklerden haşin krallıklarıyla cinsiyetlere,
gemiler arasında yüzüyor sarhoşluğun gemisi,
ve geceleri dizlerinde dans eden güzel koku
ve sürüklüyor delik deşik güllerden bir gezegende.

Haydi şimdi köpek giysilerinde ve alınlarda lekelerle
batalım kağıtların derinliğinde,
zincirli sözcüklerin hiddetinde,
inatçı ölü bildirimlerde
ve sarı yapraklarla sarmalanmış sistemlerde.

Gel benimle ofislere, o şüpheli kokusu
bakanların ve mezarların ve damgaların.
Gel benimle ölen o beyaz güne
öldürülen bir gelin gibi çığlık çığlığa.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

4 Haziran 2014 Çarşamba

Ev

Hâlâ kokan yeni devrilmiş kerestelerden yapılmış
evim benim: handiyse devrilecek
sınırdaki ev, her adımda gıcırdıyor
ve fırtınanın parçası olan Antarktik havanın
savaşçı rüzgârında inliyordun, donmuş kanatları altında
şarkımın oluştuğu yabancı bir kuş.
Gölgeler gördüm, köklerimin etrafında bitkiler gibi büyüyen
yüzler gördüm, ağaçların gölgesinde
şarkılar söyleyen akrabalarım
ve ıslak atlar arasında ateş yaktım,
gizlenmiş gölgede kadınlar
terk etmiş erkeksi kuleleri,
ışığı kamçılayan dörtnalalar,
öfkenin bastırılmış geceleri, havlayan köpekler.
Toprağın karanlık şafağıyla kayboldu babam
düdük çalan treniyle
Tanrı’ya doğru hangi çaresiz adalar denizinde kim bilir?
Sonraları sevdim kömürün duman kokusunu,
petrolü, dingillerin o buz soğuğu düzenini,
ve o ağır tren yayıldı durdu dünyaya
kışın içinden, kibirli bir tırtıl gibi.
Birden titredi kapılar.
Babamdı bu,
Yolların yüzbaşıları çevirmiş etrafını:
yağmura bulanmış ceketleriyle demiryolu işçileri,
buhar ve yağmur onlarla gelirdi ve sarıp sarmalardı evi,
yemek odası vınlardı boğuk anlatılarla,
bardaklar boşalırdı,
ve bana doğru gelirdi kaygı, bu yaratıklardan,
acıların yaşadığı yalıtılmış bir kale gibi,
bu öfkeyle büzülmüş yara izi, parasız adamlardan,
yoksulluğun toprak grisi pençesi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

3 Haziran 2014 Salı

Eve Varış

Döndüm eve... Şili karşıladı beni
çölün sarı yüzüyle.
Acı çekerek dolandım
yanmış bozkır ayının kumlu kraterinde
ve buldum gezegenin en çorak bölgesini,
asmasız bu basit ışığı, bu kusursuz boşluğu.
Bomboş? Fakat bitkisiz, toynaksız, gübresiz
sere serpe açmıştı toprak çıplaklığını
ve uzakta uzun soğuk çizgisinde
kuşlar doğuyordu ve özenle oluşturuyordu göğüsleri.

Fakat daha çok uzaklarda altını kazıyordu insanlar sınırların,
sert metalleri çıkarıyorlardı, dağılmış çoğu
acı tahılın unu gibi,
başkaları ateşin terli yüceleri gibi
ve insanlar ve ay, her şey sarmaladı beni ölü çiyinde
düşlerin boş izini kaybedene dek.

Issızlık çekti beni tümüyle, ve cüruf insanı
çıktı mağarasından dışarı, sıyrıldı sessiz ıstırabından
ve anladım yitik halkımın acılarını.

Caddelerden ve bölgelerden geçerken ve konuşurken
gördüklerim hakkında, biliyordu halk toprak izini taşıyan
ağrılı ellerimi, korunmasız yoksulluğun
meskenleri, kuru ekmek ve unutulan ayın
yalnızlığı.

Ve yan yana çıplak ayaklı kardeşimle
geçersiz kılmak istiyordum kirli mangırların krallığını.

Takip edildim, fakat kavgamız devam ediyor.

Gerçekler aydan daha yüksekte durur.

Büyük bir gemiye bakar gibi bakıyorlar, madenlerin
adamları, durup geceyi gözlemlerken.
Ve karanlıkta paylaşılıyor sesim
yeryüzünün en katı ağaç gövdesi arasında.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1944

2 Haziran 2014 Pazartesi

Evimdeki Hastalıklar

Gül dişli sevincin özlemi
kemirdiğinde bir çok aydır düşen kükürdü,
ve onun doğal ağını, gelir ezgi dolu saçı
kısık adımlarıyla sönmüş odalarıma,
çarpar lanetli dikenlerden güle,
örümcekli duvarlarda, orada,
ve ezilmiş camda savaşır kan,
ve gökyüzünün tırnakları yığılır üst üste,
böylece gidilemesin dışarı, ve akıllı bir şey yapılamasın,
öyle yoğun ki sis, dolanıp duran sisi pisletilmiş kuşlarla,
öyle büyük ki duman, dönüşmüş sirkeye,
ve merdivenleri delik deşik eden keskin havası onun:
günün mahvolmuş tüylerle düştüğü bu anda,
yalnızca gözyaşı var, gözyaşından başka şey yok,
yalnızca acı çekme, yalnızca acı çekiş,
ve gözyaşından başka bir şey yok.

Deniz yıllardır bir kuşun ayağına dokunmaya çalışır,
ve kırbaçlar tuz ve kemirir köpük,
bir ağacın kökleri bir kızın elini tutar,
bir kızın elinden daha büyüktür ağacın kökleri,
göksel bir elden de daha büyüktür,
ve bütün yıl didinir durur her ay ışığı gün,
yükselir kız kanı yücelere ayla lekeli yapraklara,
ve çocukların gece vakti düştükleri
suyu zehirleyen bir gezegen var
korkunç dişli, ve yalnızca ölüm var,
yalnızca ölüm, ve gözyaşından başka şey yok.

Sessizlikte bir buğday tanesi gibi, fakat
kim af dileyecek buğday için?
Olduğu gibi bak şeylere: onca tren,
ezilmiş dizleriyle onca hastane,
ölen insanlarla onca butik:
nasıl olacak? ne zaman?
Soğuk bir ayın renginde kim dileyecek bir çift gözle,
dalgalanan mısır gibi kocaman bir yürekle?
Yalnızca tekerlek var ve düşünüp durmak,
büyüyen miktarlarda yiyecek,
yıldız çizgileri, içine
bir şey düşmeyen bardaklar, gece yalnızca,
ölümden başka şey yok.

Ezilmiş adımlarla sendeleyerek gitmeliyiz,
sislerin ve üzünçlerin arasından yürümeliyiz,
harlayan bir şey yanarken ıslak alazlarla,
yağmur gibi hüzünlü çaputlar arasında bir şey,
yanan ve hıçkıran bir şey,
bir hastalık bulgusu, bir sessizlik.
Bırakılmış konuşmalar ve koklanmış nesneler arasında,
kaderin taçlandırıp bıraktığı bir şey ifade etmeyen çiçekler,
bir yaraya düşen bir ırmak var,
kırık bir okun gölgesine vuran okyanus var,
bir öpüşü delik deşik eden bütün gök var.

Yardım edin bana, yüreğimin sessizlikte
taptığı yapraklar, yolsuz patikalar, güneyin kışları,
dünyasal terimde yıkanmış kadın zülüfleri,
o yapraksız gökteki güney ay,
gel bana acısız bir günde,
damarlarımı inceleyeceğim bir dakikayla.
Bir damla rahatsız eder beni,
tek bir taç yaprağı yaralar beni, ve bir iğne deliği
arasından yükselir avuntusuz kanın ırmağı,
ve boğulurum gölgede çürüyen çiyin sularında,
ve bir şeye dönüşmeyen bir gülüş yüzünden,
tatlı bir ağız yüzünden,
gül çalısının sevebileceği parmaklar yüzünden,
yalnızca bir şikayet olan bu şiiri yazıyorum,
yalnızca bir şikayet.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

31 Mayıs 2014 Cumartesi

Uzun Yağmurlardan Sonra

Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler
Islanan yapraklar gibi yüzün ışır
Işırsa beni unutma

Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra birgün
Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma

Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma


Gülten Akın

Seni Sevmek

seni sevmek seni tükenmek mi
biraz kırılıp dökülmek mi
yoksa gökyüzünün bittiği yerde
hep seninle beslenen o sensiz saatlerde
yangın yerine dönmek mi biraz

bilirsin aşka benzer yıkıntıdır bu
güneşi düşman sayıp geceyle unutulan
gün ışıdı mı karanlıkta tutulan
yıkıntısız bir aşkı yaşamanın umudu

intihar gibi bir şey
bir ben’de yanmak için
belki de bir cinayet
kanda uyanmak için
bir kere bin kere milyon kere

seni sen de bilirsin
ama ne önemi var
asıl önemli olan
sonuna kadar
dağların yürüyüşüdür denizlere


Ahmet Necdet

30 Mayıs 2014 Cuma

Ülke

Saat Çini vurdu birden: p i r i n ç ç ç
Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan
Kasketimi eğip üstüne acılarımın
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin
Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi.
Mavi,
Birtakım genç anneleri uzatırdı bir keman
Sen tutar kendini incecik sevdirirdin
Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa

Yalnız aşkı vardır aşkı olanın
Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan
Sen yüzüne sürgün olduğum kadın
Kardeşim olan gözlerini unutmadım
Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını
Dostum olan ellerini unutmadım
Karım olan karnını ve önlerini
Orospum olan yanlarını ve arkalarını
İşte bütün bunlarını bunlarını bunlarını
Nasıl unuturum hiç unutmadım

Kibrit çak masmavi yanardı sesin
Ormanlara ormanlara yüzünün sesi
En gizli kelimeleri akıtırdı ağzıma
Şu karangu şu acayip şu asyalı aşkın
Soluğu kesen ağulayan ormanlarında
Yaşadım o kısa ve korkunç hükümdarlığı
Ve çarpıntılı yüreğim saçlarının akıntısında
Karadeniz’e karışırdı ordan
Akdeniz’e
Ordan da daha büyük sulara

Geceyse ay hemen tazeler minareleri
Kur’an sayfaları satılan sokaklardan
Ölüm bir çeşit sevgiyle uçar
Ölüm uçar çocuk yüzlere
Ben o sokaklardan ne kadar geçtim
Damağımda dilinin yosunlu tadı
Önce buğulu sonra cam gibi parlak sonra buğulu yine
Birtakım tavşanları andıran birtakım su hayvanlarını
Pazar pazartesi günlerini ve haftanın öbür günlerini
Yani salı çarşamba perşembe cuma cumartesi

Bir başak ufak ufak bildirir Konya’yı
O başakta o Konya’da seni ararım
Ben şimdilerde her şeyi sana bağlıyorum iyi mi
Altın ölçü çift ölçü ve altın karşılıksız
Para basma yetkisini Fırat’ın suyunu Palandöken’i
Erzincan’ın düzünü asma bahçelerini
Babil’in Antalya’nın denizini o denizin dibini
Beş türlü yengeç yaşayan sularında
Çağanoz adi pavurya çingene pavuryası ayı pavuryası bir de çalpara

Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında
Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya
Yokluğun gayri şuradan şuraya geldi
Bir günler şölenlerle egemen ülkende
Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor
N’olur ağzından başlayarak soyunmaya
Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme
Çık gel bir kez daha yıkıntılardan
Çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat


Cemal Süreya

29 Mayıs 2014 Perşembe

San

Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım.


Cemal Süreya